Mekteb-i Derviş | İslam

    PİRİ SANİ EŞ ŞEYH ES SEYYİD
    ZİYAUDDİN-İ ABDURRAHMAN-I HALİS TALABANİ (K.S)
    (D.H.1212,M.1797-V.H.1275.M.1858)

    Osmanlı Devletinde; Hicri 1212,Miladi 1797 yılında IRAK-Kerkük’de Talaban köyünde dünyaya geldi. Babası, Ahmet Talabani (k.s) dir. İlk tahsilini babasından almış, daha sonra medrese tahsilini babasının emri üzerine, Süleymaniye ve Bağdatta tamamlamıştır. Zamanın büyük âlim ve velilerinden icazet almıştır. İlmi icazetini Bağdat’ta Abdurrahman Ruzbahani’den aldıktan sonra, Kerkük’e dönerek babasının hizmetinde bulundu. Tarikat-ı âliye-i Kadiriyye’ye süluk edip babasının terbiyesi altında mücahede, riyazat, ibadat ve taatle meşgul oldu. Daha sonra Berzenci Seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse’nin hizmetinde bulunmuş, her iki şeyhden de hilafet hırkası giymiş, kendisine “Zül-cenaheyn”denilmiştir.

    Gençlik zamanlarından itibaren velayetin alametleri üzerinde apaçık hissedilirdi. Hareket ve sükûnet anlarındaki olgunluğu, meclislerdeki üslûbunun edebîliği Ahlakının kâmilliği ve sözlerinin hikmetli derinliği, ondaki manevî hale delalet ederdi.
    Berzenci seyyidlerinden Şeyh Maruf Köse (k.s) Hazretleri, Şeyh Ahmed Talabani (k.s) Hazretleriyle sıkı dostluğu olan irşad sahibi bir şeyh-i kâmildi. Sık sık Şeyh Ahmed (k.s) Hazretlerini ziyaret eder, uzun uzun sohbette bulunurlardı. Bir ziyareti esnasında Hazreti Şeyhe şöyle bir sual yöneltti: Ya Şeyh! Cenabı Hakk'ın size ihsan buyurmuş olduğu on bir tane evladınız var. Acaba bunların zekâtı lazım gelmez mi? Şeyh Hazretleri onun bu manidar sualindeki niyeti anlayıp şöyle cevap verdi: - Evet, Şeyh Abdurrahman müstesna olmak üzere, evlatlarımın tümü emrinizdedir.
    Bunun Üzerine Şeyh Maruf: “ Ya Şeyh, esasen matlubumuz Abdurrahman'dır. Onu kendimize manevî evlad edinip uhdemize almak isteriz, der. Bu hususun bir manevî işaret olduğunu da İfade eder. Şeyh Ahmed (k.s) Hazretleri asla imtina göstermeyip Şeyh Abdurrahman'ı (k.s) Şeyh Maruf Köse'nin (k.s) hizmetine teslim eder.
    Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, uzun bir zaman Şeyh Maruf (k.s) Hazretlerinin yanında kalır. Sohbetlerine devam ederek ilminden ve feyzinden istifade eder. Her geçen gün manevî derecesi daha da yükselir. Şeyh Maruf Köse (k.s) Hazretlerinin vefatına kadar da ibadete, zikrullah’a ve onun sohbetlerine devam eder.
    Şeyh Maruf (k.s) Hazretleri ömrünün sonuna doğru bir hastalığa yakalanır. Hastalığına çare bulunamayınca Berzenci seyyidlerinden bir grup âlim ve fazıl kişiyi toplayarak, onların huzurunda hilafet hırkasını Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretlerine giydirip tarikinden icazet verir, makam-ı irşada tayin eder. Huzurundaki İnsanlara da şunları söyler: “ Siz şahit olunuz. Cenabı Hakk'ın bu zayıf kuluna ihsan etmiş olduğu fuyûzât-ı İnsâniyye'yi ve metrûkât-ı zahiriyye'yi kâmilen mânevi evladım Şeyh Abdurrahman'a tevdi eyledim. Sizler de bu zatın dünyada ve ukbâda muvaffak olması için dua ediniz...
    Şeyh Maruf (k.s) Hazretlerinin vefatından sonra tekrar babasının hizmetine avdet etmişlerdir.
    Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri vaktinin bir kısmını Talaban’da, bir kısmını da Kerkük'te geçirmekteydi. Muhterem babası Ahmed Talabanî (k.s) Hazretlerinin vefatı üzerine müridanın irşâdıyla meşgul olmak üzere Kerkük'e yerleşmiş, kardeşi Şeyh Muhammed Arifi de (k.s) Talaban'a göndermişti.
    Bundan sonra Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, kardeşlerinin her birisini kulların irşadı için değişik yerlere göndermiş, onlar da İslam’ın yayılıp Nur-ı Muhammed'in gönüllerde yerleşmesi için ruhen ve bedenen gayret sarf etmişler, canlarını ve mallarını ALLAH yoluna koyup vazifelerini sadıkane yerine getirmişlerdir.
    Kadiri tarikatının Halisiye kolunun kurucusu olup, Kadiri tarikatında, seyrü süluk, Kelime-i Tevhid ve İsmi Celale kasr etmek suretiyle yeni bir içtihat ve usul tesis etmiş, Bu münasebetle Tarikat-ı Kâdiriye’de "Halisiyye" namıyla bir şube meydana gelmiştir. Yetiştirdiği halifeleri ile İslamın yayılıp Nur-i Muhammedi’nin gönüllerde neşvü nema bulması için ruhen ve bedenen büyük gayret sarfetmişler, canlarını ve mallarını Allah yolunda harcamışlardır.
    Hayatlarında Kadiri tarikatı dünyanın her tarafına yayılmış, birçok tekke ve dergâh açılmış, Nitekim Irak bölgesinde sayılamayacak kadar çok dergâhı, halife ve müridanı vardı.
    Osmanlı topraklarında Anadoludan Türkistan'a, Çine, Afganistan'a, Herat, Hindistan, Hicaz, Mısır, Filistin, Yemen, Suriye, İran ve Horasana kadar birçok yerde tekke ve dergâhları ile insanlığın hizmetinde bulunmuş derviş ve halifeleri yetiştirmişti.
    Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, meclisine gelen kimselere hep aynı nazarla bakardı. Onun müntesipleri arasında meczup İnsanlardan velilere, halk tabakasından paşalara kadar pek çok İnsan vardı. Sultan Abdulmecid'in haremi Sultane Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Hazretlerinin müridesi olmuştu. İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhâri-i Şerif kitabına kendi mührünü basıp başka hediyelerle birlikte Kerkük'e gönderdi. Ayrıca irâde-i seniyye ile Hazreti Şeyhe yüz kuruşta aylık bağlandı. Abdurrahman Halis (k.s) Hazretleri, bunu muhtaç olanlara dağıtırdı.
    Hatta cemaziye'l-âhir 1262 tarihli irade-i seniyye de bildirildiğine göre Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretlerinin  postnişin bulunduğu Gavsiyye hanigahının fakirlere ve yolculara açık bulunması, her akşam tekkede birkaç yüz derviş ve seyyahın eksik olmaması anlaşılmış olduğundan Bağdat'ta Şeyh Abdûlkâdir Geylâni (k.s) Hazretlerinin vakfı artığından beş yüz kuruş da Şeyhin emrine tahsis edilmişti.
    Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, kardeşlerini insanların irşadı için değişik yerlere gönderdikten sonra kendisi de zamanının bir kısmını Kürk köyünde, bir kısmını da Kerkük'te yüce ecdadının bina ettiği tekke de geçirmekteydi. Uzaktan ve yakından İnsanlar akın akın gelip Hazreti Şeyh'i ziyaret etmekte, sohbetlerinden istifade edip feyziyab, intisap ve inabe ile Tarikat-ı aliyye-i Kâdiriye şerefine mazhar olmaktaydılar.
    Bağdat'taki Haydariye Seyyidlerinden Haydarizâde İbrahim Efendi, "Tasavvuf risalesinin dördüncü nüshasında Şeyh  Abdurrahman Halis Talabani (k.s) Hazretleri hakkında kısmen sadeleştirip özetlediğimiz yazıda şöyle diyor: "Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretleri, âlemi bir güneş gibi tutan evsaf-ı Muhammediye'den tamamıyla ve kâmilen nasip dar olmuş ariflerin büyüklerinden idi. Bu cihetle sofilere mahsus yüceliklerle  meşgul oldukları zaman himmetinin ve ruhâniyetinin âlîlikleri o kadar yükselirdi ki, lisan onun hakikatini beyan etmekten aciz kalırdı.
    Fevkalade kâmil bir mertebeye, ikram ve saygı gösterilen yüce bir makama vasıl olmuştu. Yaranıyla sohbet ettikleri zamanlarda gayet hoş sözlü, tatlı dilli ve karşısındakinin sözüne ve vicdanına hürmetli idi. Ahlakî düsturlar ile amil olduğu her hal ve tavrından belli olurdu. Her sabah ve akşam Tekkeye geldiklerinde muhakkak orada bir kaç yüz tane Müslim veya gayr-ı müslimden muhtaçlar bulunurdu. Hatta bir gün o fakirlerin arasında bulunan bir Mecusi seyyah kendi inancına mahsus olan ayinini icra etmekteydi. Bu duruma şahit olan bazı müridan, müdahale etmek istemiş ise de Hazreti Şeyh, katiyetle onları men eylemişti. Hazreti Şeyh'in bu müsamahalı hareketinden sonra Mecusi Müslüman olmuştu
    Ziyaeddin Abdurrahman (k.s), nuru bütün âleme yayılan, Resulullah ‘a (s.a.v) ait özelliklerden tam anlamıyla pay sahibi olan kâmil ve ariflerden olması sebebiyle, sufilerin yüksek ve derin düşüncelerine daldıkları zaman gayretinin büyüklüğü ve manevi halleri o kadar yücelirdi ki, lâhut âlemine ait hakikatleri anlatan lisanları;
    Ben öyle bir kuşum ki her akşam ve sabah
    Benim ıslığımla (ötüşüme karşı) arş dile gelir
    Diyerek ariflere yakışan bir övünme ile şakır, bir olgunluk derecesine ve bir yüce makama yükselirdi. Dostları ile bir mecliste sohbet esnasında dahi o kadar hoşgörülü, tatlı dilli, düzgün ve açık lisanlı olur, fikir ve vicdan hürriyetine o kadar sahip bulunurdu ki ;
    Ey Urfi! iyi ve kötü insanlarla öyle yaşa ki öldükten sonra Müslüman seni zemzemle yıkasın. Ahlak kuralını benimsediği her hal ve davranışından anlaşılırdı.
    İfadelerimiz çeşitli, senin hüsnün ise tektir. Hepsi bu cemale işaret ediyor.
    Hele soyluluk ve el açıklığında; Nazar sahiplerinin yanında Süleyman’ın mülkü hiçtir, belki Süleyman, mülkten azade olan kişidir, sözlerine tam uygun olup, onun yanında dünya ile ilgili mal ve süslerin zerre kadar üstünlüğü ve değeri yoktu. Çok kereler iyilik ve bağış eteğini arayıp bulma ümidi ile yüksek huzurlarına yüz süren ihtiyaç sahiplerine verecek para bulunmadığı zamanlar, dünyaya ilgisine sebep olarak gördüğü elbiseden bile vazgeçerek bağış buyururlardı.
    Bulunduğu, Hakkı bilme yolunun süslenme sebebi ve belki de tamamlayıcısı  olan şiir sanatında dahi son derece güçlü idi. Şiirlerinin toplandığı, ‘Halis Divanı’ adlı kitabın okunup incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, şiir sanatında en çok, Mevlana Celaleddini Rumi (k.s), Nur Ali ve Magribi gibi tasavvuf ehli şairlerin en büyüklerinin tuttukları yola bağlı kalmayı daha çok tercih etmiş olduklarından dolayı, inciler saçan şiirleri baştan başa hakikatin manevi hazzı ile doludur. Bereket ve mutluluk sebebi olsun diye o nefis şiirlerinden birkaç mısrayı zikrediyoruz..
    Her nereye baksam gerçek maksadım senin yüzündür,
    Fakat gözyaşı ile dolu iki gözümde senin hayalinden başka bir şey bulamam,
    Hangi toprağa ibadet maksadıyla alnımı koysam
    Taptığım ve maksadım sen, varlığım ve secde ettiğim sensin,

    Kısaca sözü, insanlık kitabının hangi bir sayfasına getirirsek, Abdurrahman (k.s) Hazretlerinin sıfatlanmış oldukları ahlakla ilgili faziletlerini hakkı ile açıklayabilmek imkânsız olması nedeniyle, kendilerinin hakikat âleminin ne kadar büyük bir kâmil eri olduğunu anlayabilmek için, zamanın âlimlerinin en ileride bulunanlarından ve edebiyatçıların en büyüklerinden bulunan Berzençli Kadı Hüseyin’in, Abdurrahman (k.s) hakkında görüş duygularını açıklayıcı olmak üzere, düşüncelerini güzel ve noksansız bir şekilde dile getirdiği bir paragrafını kendime delil olarak alıyorum.
    Gördüğümüzü Gördük!
    Tekkenin baş kösesinde bir Pir oturuyordu
    Dervişlik makamında sanki bir emir idi
    Cemalinden bir ışık saçılmış, yanındakiler o nurla aydınlanmışlardı.
    O baştan ayağa Zühre Yıldızı gibi nurdur
    Sanki bütün sürurun özü odur
    Derdi olan eğer yüzünü görse can ü gönülden sevince gark olur.."

    HALİFELERİ

    Halifelerinden bir kısmı:

    1-Sivas’a gönderdiği Şeyh Nur Ali Baba, Ziya Paşa’nın şeyhi.

    2-Şeyh Ahmet.

    3-Şeyh Abdulhakim,

    4-Şeyh Ali(Oğlu).

    5-Şeyh Abdulkadir Kamil

    6-Şeyh Eyüp Urfevi.

    ESERLERİ 

    Şeyh Abdurrahman Halis Talabani (k.s) Hazretleri, henüz genç yaşında iken fevkalade bir ilim seviyesine yükselmiştir. Devrindeki tüm İlimlere vâkıf olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsçaya tüm incelikleriyle hâkim olmuştur. Hazreti Abdûlkâdir Geylâni (k.s) Efendimizin hayat ve menkıbelerini anlatan Arapça "Behçetü'I-Esrar" adlı eseri, henüz on sekiz yaşlarındayken mükemmel olarak Türkçeye tercüme etmesi, Onun ilmi ve edebî yönünün en güzel aynasıdır.
    Şiirlerinde "Halis" mahlasını kullanmış, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere Üç dilde şiir yazmıştır. Farsca ve Türkçe şiirlerini “Divan” adlı eserde toplamış. Arapça şiirleri pek az olmakla birlikte üslup ve edâ bakımından Fuzûli'nin Arapça şiirlerinden daha da mükemmeldir.
    Dost ve yakınlarının teşvik ve arzusu üzerine h.l250'de iki defa olmak üzere yayınlanmıştır. Mevlana’ın Mesnevisinden seçtiği 18 beytine “Kitabü’l Mearif fi Şerhi Mesnevi’yi Şerif” Farsca bir şerh yazmış,. Üçüncü eser ise Babası Şeyh Ahmed Talabani’(k.s) nin isteği üzerine, Abdulkadir Geylani (k.s) Hazretlerinin hayatını anlatan Nur Ali Bahşi’nin Arapça yazdığı kitabı Türkçeye çevirerek Müslümanların hizmetine sunmuştur. Bilinen bu üç eserin dışında da eserleri olabileceğinden araştırmacılara bu konuda görev düşmektedir.
    Şeyhülislam Haydarî zade İbrahim Efendi, kısmen sadeleştirdiğimiz metinde Şeyh Hazretlerinin edebî kudretini ve ahlâki faziletlerini şöylece tasvir ediyor: "Arifane mesleğinin süslendirici sebeplerinden ve bilgideki tamlığından dolayı şiir dalında fevkalade bir kudrete malik İdi. "Halis"' divânıyla meşhur olan şiirleri mütalaa edildiğinde görülecektir ki, en fazla Mevlana, Nur Ali Bahşî ve Mağribi gibi şair sofîlerin çizgisini tercih bulmuştur. Bu cihetle şiirleri baştan başa hakikatin zevkiyle doludur.
    Söz, kitabı insaniyetin her hangi bir sayfasına intikal ettirilse de Şeyh Abdurrahman (k.s) Hazretlerinin muttasıf oldukları ahlakî faziletlerin şerh ve tafsilatının mümkün olmadığı görülür. Bu münasebetle kendilerinin, hakikat âleminin ne kadar büyük bir merd-i kâmili olduğu anlaşılır. Bunu dahi iyi anlamak için zamanın büyük âlim ve ediplerinden olan Kadı Hüseyin Berzenci'nin Şeyh Hazretleri için yazdığı fesih ve beliğ manzum mektubun nazar-ı dikkatle incelenmesi kâfi gelir."

    VEFATI

    Şeyh Hazretlerinin vefatına yakın gecelerin birinde, seher vakti gökyüzünde kopan dehşetli bir infilak sesi ortalığı kaplar. Ardından da bütün yıldızlar sağa sola hareket etmeye başlarlar. Bu hal sebebiyle hayret ve korkuya kapılan halk, sabahleyin Hazreti Şeyh'e varıp hadisenin hikmetini sual ettiler. O da cevaben buyurdu ki: Ehlullah'tan büyük bir zatın vefatına işarettir. Nitekim üç gün sonra vefat ettiler.
    Pir-i Sâni Şeyh Ziyauddin Abdurrahman Halis Talabani (k.s) Hazretleri 63 yaşında H.1275. M.1858 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, Talaban köyündeki tekkeye defnedilmiştir. Cenab-ı Hak (c.c) şefaatindan ve himmetinden mahrum etmesin. Âmîn...
    Beş tane erkek evladı vardır: Şeyh Ahmet, Şeyh Abdûlkâdir, Şeyh Abdulvâhid, Şeyh Rıza, Şeyh Hasan. Altı tane de kız evladı vardır: Fatma Han, Esma Han, Âmine Han, Hanife Han, Kibriya Han ve Halime Han. Zevceleri:  Safiye Hatun,  Hatice Hatun,  Sekine Hatun ve Meryem Hatun.
    Türbe-i saadetleri, Tekke'deki Talabanî külliyesinde olup her zaman duaların kabul olduğu bir ziyârete açıktır.
    Şeyh Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis aleyhi rahmetü'l-mennân Hazretleri, mübarek ve muazzez ömürleri zamanında eşsiz bir insan-ı kâmil olmakla beraber, asrının teki İdi. O, tarikat-ı hakikatte mürşid-i kâmil, ârif-i billâh, ehl-i velayetin kutbu; maddi ve manevî tasarrufu zahir, himmet ve kerametleri aşikâr bir merd-i kâmildi.
    O'nun fazileti ve makamı yanında diğer evliyanın hali, güneşin yanında ayın hali gibidir. Onların hallerini, vasıflarını, faziletlerini ve yüceliklerini anlatmak hususunda dillerimiz, kalemlerimiz ve kelamlarımız acizlik içindedir.

Etiketler: Abdurrahman Halis Talabani Hayatı Eğitimi, Geylani, Kadiri, Abdurrahman Halis Talabani Vefatı, Abdurrahman Halis Talabani Nasihatları, Abdurrahman Halis Talabani Tasavvuf, Abdurrahman Halis Talabani Eserleri, Abdurrahman Halis Talabani Çocukları Ailesi, Abdurrahman Halis Talabani Türbesi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular