Mekteb-i Derviş | İslam

    İSLAMDA MEZHEPLERİN ORTAYA ÇIKIŞI 

    KUR’AN’DA MEZHEP VAR MIDIR? NİÇİN DÖRT MEZHEP? 

    Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn. 

    Aziz Kardeşlerim!

    Mezhep, Arapça bir kelime olup;”gidilen yol, tutulan yol” demektir. Dini manası ise: Herhangi bir İslam müçtehidinin (içtihat yapabilen) inanca ve amele ait meseleleri ayet ve hadisi şeriflerin ışığında kıyas ve benzeri gibi metodlarla anlaması neticesinde ortaya koyduğu görüşlerin bütünüdür. Aynı ayet ve hadisleri farklı anlayıp yorumlamaktan mezhepler ortaya çıkmıştır.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında mezhep yoktu. Çünkü Efendimiz (s.a.v) zamanında bir mesele olduğunda ashab-ı kiram Efendimiz (s.a.v) e gelip sorarlar, o da cevabını verir, hükmünü bildirir, muhakeme için gelenlerin davalarını neticeye bağlardı.

    Şayet sorulan şey yeni, hakkında ayet nazil olmamışsa, Allah’u Zülcelalin hükmünü yani vahyi beklerdi. O konuda Allah nasıl hükmetmişse Peygamber Efendimiz (s.a.v) de öyle hükmederdi. Eğer inen ayet açıklamaya muhtaçsa onu izah ederdi.

    Ashab-ı Kiramda Peygamber Efendimiz(s.a.v) bir meselede ne demişse onu aynen yaparlardı. Çünkü bu konuda Allah-u Zülcelal’in kesin emri vardı.”Peygamber size ne emretti ise, onu alın yapın, neyi de yasakladıysa ondan kaçının.”(Haşr Suresi,7)

    Asr-ı Saadette Resulullah Efendimiz (s.a.v) hayatta iken farklı mezheplerin olması düşünülemezdi.

    Peygamber Efendimizin(s.a.v) vefatından sonra, yeni fethedilen yerlerle İslam âlemi genişledi. Ashab-ı Kiramın birçoğu yeni fethedilen yerlere dağıldı. Mesela; Abdullah b.Mesud (r.a) Irak’a, Ebu Musa el Eşari (r.a), İmran b.Hüseyin (r.a), Enes b.Malik (r.a) Basra’ya, Ebu Derda (r.a), Muaz ibni Cebel (r.a), Muaviye (r.a) Ubade b.Samit (r.a), Bilal-i Habeşi (r.a) Şam’a yerleşti. Medine’de de, Hz.Ömer (r.a), Zeyd b.Sabit (r.a), Abdullah b.Abbas (r.a), Abdullah b.Ömer (r.a) ve bazı sahabiler kalmıştı.

    Her sahabi bulunduğu yerde islamı yaşayarak, hem fıkhi, hem de zühd ve takva boyutuyla (tasavvufi) ilim öğretme ve fetva işiyle meşgul oldular.

    Ashab-ı Kiram kendilerine sorulan sorulara Kur’an’a müracaat ederek cevap veriyorlar, cevap bulamazlarsa Peygamber Efendimizin (s.a.v) hadislerine müracaat ederek cevaplandırıyorlardı. Eğer orada da bulamazlarsa, Kur’an ve Hadise dayanarak içtihad ederek problemleri çözüyordu. Çünkü her sahabi aynı zamanda Kur’an ve hadisten, sünnetten hüküm çıkarabilme gücüne sahip müçtehid kişilerdi.

    Bir yandan Müslümanların dini meselelerine çözüm bulan fetva veren bu güzel insanlar, pek çok öğrencide yetiştirdiler. Ashabdan ders alan Tabiin denilen bu güzide insanlar da çeşitli İslam merkezlerinde bulunuyordu. Ders aldıkları ashabdan duydukları, kaydettikleri fetvalara göre amel etmişler, Kur’an’da, sünnette sahabenin içtihadında bulamadıkları meselelerde, kendi içtihadlarını kullanmışlardı.

    Bu güzide insanlarda pek çok öğrenci yetiştirdiler. Tebeu Tabiin olan bu güzide insanlarda, tabiinin nasıl ki sahabenin fetvalarını topladılarsa, bunlarda tabiinin fetvalarını bir araya getirdiler ve kendileri de fetva verdiler.

    Tebeu Tabiin devri başta tefsir ve hadis olmak üzere birçok ilmin tahsil edildiği münbit ve bereketli zemin olmuş, müçtehid derecesinde pek çok imam yetişmişti.

    Fıkhi mezheplerin teşekkülü, Tebeu Tabiin zamanına rastlar. Gerek sahabe-i Kiramın, gerek Tabiinin, gerekse Tebe-i Tabiinin temel meselelerin dışında kalan teferruatla ilgili meselelerde Kur’an ve Sünnet ışığında yaptıkları içtihadlar neticesinde, aynı konuda farklı fetvalar ortaya çıktı. Mezheplerin teşekkülünde ayet ve hadislerden başka, örf, adet ve yaşayışında tesiri vardı. Tabiin ve Tebe-i Tabiin’in yaşadığı ülke ve şehirde, örf, adet, sosyal ve iktisadi konularda farklılıklar vardı. Bu farklılıklar mezhep imamlarının içtihatlarına tesir etti.

    Müslümanlar, kendi bölgelerinde yaşayan imamın fetvalarını biliyor, onu tercih ediyor ve ona göre amel ediyorlardı. İşte bu tercih ve taraftarlık zamanla yerini “gidilen yol” manasına gelen “mezheb”lere terk etti. Müçtehitlerin fazla sayıda olması, birçok mezhebinde ortaya çıkmasına sebeb oldu.

    Zaman geçtikçe mezhep imamı durumunda olan âlimlerin birçoğu kendilerinden daha âlim gördükleri veya aynı meselede, aynı içtihatda ittifak ettikleri imamların mezheplerine girdiler.

    Müçtehidlerin yaptıkları içtihatların, verdikleri fetvaların yayılmasında ve bir mezheb halini almasında öğrencilerinin büyük rolü oluyordu. Bazı öğrenciler hocalarının fetvalarını tasnif ve tertib ederek bir sistem haline getirirken, pek çok talebede aynı başarıyı gösterememişti.

    Bazı mezheplerin yayılmasının ve zamanımıza kadar gelememesi mensubu kalmamasının yanında, Kur’an ve hadisi esas aldıkları halde bunların işaret ettiği kıyas, örf, adet gibi hususları nazara almamalarıydı.

    Bugün varlığını sürdüren, Müslümanların ekserisinin tabi olduğu itikatta iki, amelde dört mezhep vardır.

    İtikadi Mezhepler:

    1-Maturidi,

    2-Eşari.

    Ameldeki Mezhepler:

    1-Hanefi,

    2-Şafii,

    3-Maliki,

    4-Hanbelî.

    MEZHEPLERİN VARLIĞI BİR RAHMETTİR

    Kullarına karşı son derece şefkat ve merhamet sahibi olan Cenab-ı Hak Kur’an’ında ana prensipleri, kuralları bildirirken, Resulullah (s.a.v) de Kur’an’ın ilahi hükümlerini yaşanır bir halde örnek olarak gösterirken, ilerde çıkabilecek Kur’an’da ve sünnette kesin hüküm bulunmayan meselelere de dikkat çekmiş, içtihat kapısını aralamıştı. Müçtehidler de Kur’an ve sünnetten kendi metodlarına göre hüküm çıkarabileceklerdi. Gerek ayetlerdeki kelimelerin farklı manalara gelmesi, gerek hadislerin farklı anlamaya müsait olması ve aynı meselede farklı hadislerin bulunması, gerek dinin özüne ters düşmeyen örf ve âdetin tesiri, gerekse başka sebeblerden dolayı Kur’an ve sünnette olmayan, üzerinde fikir birliği bulunmayan meselelerde bazen farklı hükümler verdiler. Buda ümmet için bir rahmet oldu. Zira Peygamber Efendimiz(s.a.v) bu gerçeği,”Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”diyerek dile getirmişti.(Keşfül hafa 1/66-68.Feyzül kadir 1/209)

    Mezheplerin varlığı ümmet için bir kolaylık olduğu, mezhep imamlarının birbirlerinden takdirle bahsettiği, yerine göre bir imamın kendilerine zıt olan içtihadıyla amel etmiş olduğuna göre, mezhep taassubu göstermek, mezhepleri bir ayrılık sebebi olarak görmek doğru değildir. Onun için dört mezhepten birine mensup her müslümanın düşüncesi;”Benim mezhebim hak ve doğrudur. Diğer üç mezheb de hakdır ve doğrudur.”olmalıdır.

    Bir mezhebe uymayan bir meselenin başka bir mezhebe uyması, aynı zamanda İslam fıkhının zenginliğini, her asrı kucaklayabilecek derecede geniş olduğunu da gösterir.

    İslam âlimlerinin çoğu, belli bir mezhebe göre amel edilmesini gerekli görürler. İnsanın dini hayatının huzurlu bir şekilde geçmesinde dört mezhepten birine bağlanılmasında büyük faydalar vardır.

    Bugün İslam düşmanları Müslümanları birbirine düşürmek, aralarına fitne tohumları ekmek için büyük bir çaba içerisindedirler. Onların bu oyunlarını boşa çıkarmak için birlik ve beraberlik içerisinde olmak, ehlisünnet vel cemaat yolundan ayrılmamak, bu güzide mezhep imamlarının izini takip etmek zorundayız. Zira bu dinin koruyucusu ve sahibi Allah’u Azimüşşan’dır.

    MEZHEP İMAMLARININ TASAVVUFLA İLİŞKİSİ

    Tasavvufu bir zühd, manevi bir ilim, rabbanilik ve ihsan manasına aldığımız zaman dört mezhep imamını bunun dışında tutamayız. Gerek mezhep imamlarımız, gerekse hadis ülaması hep belli bir zühdi hayatın içindedirler. Dünya tamaı, şöhret ve şehvet onların süratle kaçıp uzaklaşmaya çalıştığı hususlardır. Bundan dolayı da çoğu canlarını feda etmiş şehid olmuşlardır. İmam-ı Azamın kadılığı kabul etmeyişi, siyasete alet olmaması, zulme rıza göstermemesi, ticari hayatta helal kazanç tutkusu, İmam-ı Malik’in, Hz.Peygamber Sevgisi, İmam-ı Şafi’nin zahid ve sufilere karşı takdirkâr ifadeleri, İmam-ı Ahmed’in Kitabu-z Zühd yazacak kadar zahidlik tutkusu hep bu özelliklerinden dolayıdır. Nitekim İmam-ı Gazali, ihyau-ulumiddin adlı eserinin başında ilmin faziletini anlatırken bu büyük imamların zühd ve takva hayatlarınada temas etmektedir. Ancak tasavvufu tarikat ve şeyhe intisab ile seyrü süluk manasında düşündüğümüz zaman dört imamın devrinde henüz bu manada bir sistem gelişmemişti.

    İmam- Azamın Cafer-i Sadık hazretlerine intisabı ve kendisinin”son iki yılım olmasaydı Numan helak olmuştu”ifadeleri. İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmet bin Hanbel’in, Şeybani Rai’ye intisabları bize gösteriyor ki, bu büyük insanlar tek kanatla uçmamışlar, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtaracak bir iman, ahlaki bir hayat içerisinde olmuşlardır.


Etiketler: İslam'da Mezheplerin Ortaya Çıkışı, İslam'da Mezhep, Ku'ran'da Mezhep, Dört Mezhep, Mezhep İmamları Tasavvuf | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular