Mekteb-i Derviş | İslam

    İMAM-I BEYHAKÎ KİMDİR? HAYATI, VEFATI, ESERLERİ, BAZI HADİSLERİ

    (D.H. Şaban 384.M. 994.Nişabur. V.H. 458.M. 9 Nisan 1066, Nişabur-İran)

    Meşhur Şafii fıkıh bilgini, muhaddis. Ehl-i Sünnet âlimi, hafız, veli...

    DOĞDUĞU YER VE KÜNYESİ

    Hadis âlimlerinin ileri gelenlerinden ve Şafii fıkhının önemli simalarından olan Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakī ,  İsmi Ahmed bin Hüseyin, künyesi Ebu Bekir'dir. Nişabur'un Beyhek kasabasından olduğu için Beyheki diye meşhur olmuştur. Beyhek kasabasına bağlı Hüsrevcird köyünde 994 (H. Şaban 384) senesinde doğdu, H. 458- 9 Nisan 1066,  Nişabur'da vefat etti. Başta Es-Sünen-ül-Kübra isimli hadis kitabı olmak üzere birçok eseri vardır.

    EĞİTİMİ VE HOCALARI

    Çocukluğu Beyhak’ta geçti ve ilk tahsilini de burada yaptı. Beyheki zekâsının keskinliği, hafızasının kuvveti, öğrendiği şeyler üzerindeki arzusu ve ilim öğrenmekteki ihlası ile hocalarının dikkatlerini üzerine topladı. On beş yaşında iken hadis öğrenmeye, daha sonra da fıkıh öğrenmeye başladı. Yüzden fazla hocadan hadis öğrendi. İbni Fürek'ten kelam ilmini, Ebu Ali Rodbari'den tasavvuf ilmini öğrendi. Hadis ilminin en önemli meselelerini Hâkim en-Nîsâbûrî’den öğrendi ve hocaları içinde en çok ondan faydalandı. Fıkıh ilminde hocası Ebü’l-Feth Nâsır b. Muhammed el-Mervezî’dir. Büyük âlim oldu, kendisine ilmin minaresi denildi

    Muhtelif hocalardan faydalanmak maksadıyla İsferâyin, Tûs, Hemedan, İsfahan, Rey, Nîşâbur, Bağdat, Kûfe, Mekke gibi ilim merkezlerinde zamanın âlimlerinden akli ve nakli ilimleri tahsil etti. 

    Diğer hocaları arasında muhaddis, kelâm ve fıkıh âlimi İbn Fûrek, zâhid ve vâiz Hargûşî, fakih ve muhaddis İbn Mahmiş, mutasavvıf Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Ebû Hâzim el-Abdûyî, muhaddis, fakih ve kelâm âlimi Ebû İshak Rükneddin el-İsferâyînî, muhaddis Ebû Zer el-Herevî, muhaddis ve fakih Ebû Bekir el-Berkānî gibi meşhur âlimler bulunmaktadır. 

    TALEBELERİ

    Pek çok âlim yetiştirdi Tanınmış talebeleri arasında, Şeyhülkudât İbnü’l-Beyhakī diye bilinen oğlu İsmâil b. Ahmed, Hafîdü’l-Beyhakī diye anılan torunu Ubeydullah b. Muhammed, Mekke ve Medine fakihi muhaddis Furâvî, Horasanlı muhaddis Zâhir b. Tâhir, muhaddis Ebü’l-Meâlî Muhammed b. İsmâil el-Fârisî, Şeyhülislam Ebu İsmail el-Ensari, Zahir bin Tahir, Ebu Abdullah el-Feravi, sayılabilir.

Son dönemlerinde Hadisi diğer ilimlere tercih ederek sadece onunla meşgul olmaya başladı. 

    Kelam ilminde Ehl-i sünnet itikadına büyük hizmetler yaptı. Çeşitli ilimlerde bilhassa hadis, fıkıh ve kelam ilmine ait yüzlerce eser yazdı. Horasan'da hadis ilminde onun izni olmadan, o icazet (diploma) vermeden kimse hadis ilminden söz edemezdi.

    İlim ve fazilette yüksek bir zat olan Beyheki hazretleri, devamlı okur, araştırır, tasnif eder, eserlerini öğrencilerine okutur, ilimle meşgul olur, fakirliğe sabreder, halinden hiç şikayet etmezdi. Az yer az içerdi. Kırk dört yaşından sonra vefatına kadar otuz sene bayram günleri hariç devamlı oruç tutmuştur.

    BEYHAKİ(R.A) HAZRETLERİ'NİN ŞAHSİYETİ

    Beyhakī dünya malına değer vermeyen zâhid bir âlimdi. İlim tahsili uğrunda ve hayatının daha sonraki devirlerinde çeşitli sıkıntılar çektiği halde bunlardan kimseye şikâyet etmezdi. Maddî imkânsızlık sebebiyle Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’nin sünenlerine sahip olamadığı rivayet edilir. Hz. Peygamber’in ve ashabın örnek hayatını yaşamaya çalışırdı. İlmî tartışmalarda rakiplerine karşı son derece anlayışlı ve insaflı davranırdı.

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) kanaatkâr, azla yetinir veher hâlinde selef-i sâlihînin, Ashâb-ı Kirâmın ve Tabiînin yolunu ta’kib ederdi. Birkimse onu gördüğü zaman, asâlet ve takvâsahibi bir zât olduğunu anlardı. Onun yanına gelip oturan ayrılmak istemez, ayrıldığı zaman da hemen onun yanına dönmek isterdi. Çünkü onun hareketi, hâlve davranışları yerinde, konuşması güzeldi. Kendisiyle beraber bulunulacak bir zât idi.

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) şüphelilerden tam kaçınarak, takvâ üzere yaşadı. Otuz yıl devam üzere oruç tuttu. 

    Ebû Hasen Abdülgafûr Nişâbûr târihinin zeylinde: Ebû Bekr Beyhekî, fakîh, hadîs hafızı ve usûl (Usûl-i hadîs ve fıkh) âlimidir: Hâfızasının kuvveti ve şüphelilerden kaçınmakta zamanının bir tanesi idi. Haramlardan sakınmak ve öğrendiği şeyleri muhafaza etmekte asrının tekiydi. Hâkim’in ( radıyallahü anh ) talebelerinin en büyüğü olup, ondan sonra pek çok âlimden de ilim alarak, öğrendiği ilimlerin üzerine. İlim kattı. 

    Daha genç yaşta hadîs-i şerîf yazmaya ve ezberlemeye başlamıştı. Sonra fıkıhta da büyük âlim oldu. Aza kanâat, eden, haramlardan’ sakınan bir zâttı” buyuruyor. 

    İmâm-ül-Haremeyn Ebü’l-Meâlîi ise; “Hiç bir Şafiî âlimi yoktur ki, ona İmâm-ı Şafiî’nin (bir yardımı olmasın. Fakat Ebû Bekr Beyhekî’nin ayrı bir husûsiyeti vardır. O, İmâm-ı Şafiî’ye mezhebinin yayılması husûsunda, yazmış olduğu kitaplarıyla yardımcı olmuştur” demiştir.

    İmâmı Beyhekî, Allah’u Teâlânın, kendisine ilim verdiği her kimse üzerine, te’lîfin (kitap yazmanın) farz olduğuna inanmış, daha 22 yaşında iken kuvvetli bir azîmle bu işe yönelmiştir. Hakkında kitap yazdığı konuları derinliğine, ince ve itinalı bir şekilde ele aldığı için, büyük âlimler onun eserlerini çok beğenmişler, eserlerine takrizler (medhiyeler) yazmışlar, aklını, zekâsını ve ilmi üstünlüğünü ifâde etmişlerdir. O, seçtiği konularda, evvelâ istihâre yapar, sonra Cenâb-ı Hakdan yardım ister, Allahü teâlâ da ona yardımını ve tevfîkini lütfederdi.

    Fıkıh konusunda Şafii fıkhına mensup olup üstünlüğünü savunarak bu alanda önemli eserler vücudagetirdi. Bu hizmetinden dolayı Şafii fıkhının yayılmasında çok büyük katkısı oldu. Muhtelif ilimlerdeki derinvukufiyetinden dolayı bazı âlimlere göre, mezhep kurup içtihat edebilecek bir dereceye yükseldi. Ancak, böyle bir şeyeteşebbüs etmedi. Güçlü hafızası ve hadis ilmindeki derin bilgisiyle kendisi ilim âleminde tanındı. Beyhakî, fıkıh ve usûl-i fıkıh sahalarında devrinin otoritelerinden biri oldu. Onun ilimdeki yerini tespite çalışan âlimler, hem hadis, hem de fıkıhtaki üstün konumuna ve Eşarî kelâmındaki geniş bilgisine özellikle işaret ederler. Ayrıca çeşitli ilimlere vâkıf olduğunu, daha önce benzeri görülmeyen eserler verdiğini ve 1000 cüzü bulan eserlerinin hacmi itibariyle de kendinden önceki âlimleri geçtiğini belirtirler. 

    Çok sayıda eser yazarak benzeri pek görülmeyen derecede bir külliyata sahip oldu. Selçuklu sultanıTuğrul Beyin veziri olan Abdülmülk’ün Eş’ari âlimlerine yönelik baskılarından dolayı, kendisi de bu baskılardan etkilendiğinden memleketinden ayrılarak Mekke’ye gitti. 

    Beyhaki, ömrü boyunca maddi sıkıntı çekmesine rağmen, ilim uğruna her türlü zorluğu göze aldı. Hadis nakillerinde çok titiz davrandı. Kesin emin olmadığı, kaynağından şüphe ettiği nakilleri eserlerine almadı. Yaşantısında Sünnet-i Seniyyeyi ve Ashab-ı Güzinin tarzlarını örnek aldı. Şeyhü’l-Kudat İbnü’l-Beyaki (oğlu İsmail),torunu Ubeydullah bin Muhammed, Furavi, Zahir bin Tahir, Ebü’l-Meali Muhammed bin İsmail el-Farisi’nin aralarında bulunduğuönemli talebeler yetiştirdi.

    Beyhakī 406 (1015-16) yılından itibaren eserlerini telif etmeye başladı. Hadis ilmindeki sağlam bilgisi ve güçlü hâfızasıyla kendini kabul ettirdi. Hadislerde mevcut gizli kusurların tesbiti ile birbirine zıtmış gibi görünen rivayetlerin uzlaştırılmasında ve hadislerin fıkhını kavramada devrinin otoritesi oldu. Nîşâburlu âlimler kitaplarını, özellikle Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr’ını kendilerine okutmasını rica ettikleri için 441 (104-950) yılında bu maksatla Beyhak’tan Nîşâbur’a gitti. Bu şehre sonraları iki defa daha geldi. 

    Beyhakī fıkıh ve usûl-i fıkıh sahalarında da devrinin otoritelerinden biriydi. Mensubu bulunduğu Şâfiî fıkhının üstünlüğünü savundu ve bu alanda değerli eserler verdi. Bu sebepledir ki İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, her Şâfiî fakihinin İmam Şâfiî’ye minnet borcu olduğunu, ancak mezhebini ve görüşlerini müdafaa etmek için Beyhakī’nin kaleme aldığı eserler sebebiyle İmam Şâfiî’nin ona minnettar olması gerektiğini söyler. (İbn Asâkir, s. 266)

    Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında (1040-1063) Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin teşvikiyle Eş‘arîler aleyhinde şiddetli bir takip başladığı zaman Eş‘arî olması sebebiyle Beyhakī de İmam Kuşeyrî ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi yurdundan ayrılarak Mekke’ye sığındı.

    En meşhur eserleri es-Sünenü’l-Kebîr, Delâilü’n-Nübüvve ve Şuâbü’l-Îmân’dır.

    Hz. Peygamberin (s.a.v) peygamberliğine delâlet eden haberlerin ve bilgilerin toplu olarak bir kitapta toplanmasıyla ortaya çıkan eserlere İslâmî literatürde Delâilü'n-Nübüvve denilmiştir. Bu alanda kaleme alınan çok sayıdaki eser arasında en kapsamlı olanı Beyhakî’ni kaleme aldığı Delâilü’n-Nübüvve ve Ma’rifetü Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa’dır. Bu eser kaynaklarda kısaca Delâil-i Beyhakî olarak anılmıştır.

    Beyhakî, Hz. Peygamber'in nübüvveti ile ilgili en kapsamlı eserlerden biri olan? Delâilü’n-nübüvve ve ma'rifetü ashâbi sâhibi'ş-şerîa? yı telif etmiştir. Eserde Hz. Muhammed(s.a.)'in nübüvveti konusunu incelenmiştir. Eser, Hz. Muhammed'in sadece mucizelerini değil beşerî ve nebevî bütün hallerini kapsamaktadır. Delâil edebiyatı Beyhakî ile kemâl dönemini yaşamıştır. Beyhakî sonrası dönemde Hz. Peygamber'in üstünlüklerine ağırlık verilmiş ve rivayetleri elemede daha az seçici davranılmıştır. Delâil'de Hz. Peygamber'in bir mucize anlatılırken destekleyici rivayetler varsa, onlar da belirtilmiştir. Beyhakî aldığı rivayetlerin çoğunluğunda sağlam kaynaklara dayanmıştır. Beyhakî'nin rivayetleri, Rasûlullah'ın hususiyetlerine ve ona mahsus hallere dair yeterli fikir vermektedir. Hz. Peygamber'in sîreti ve mucizeleri ile ilgili olduğu ve ahkâma taalluk etmediği için Delâil'deki hadisler kullanılabilir. 

    İMAM-I BEYHAKÎ'NİN VEFATI

    Beyhakī 10 Cemâziyelevvel 458’de (9 Nisan 1066) Nîşâbur’da vefat etti. Cenazesi Beyhak’a nakledilerek doğduğu yer olan Hüsrevcird’de toprağa verildi. 

    Fikirleri

    Kâinatta cereyan eden olaylarda mükemmel bir düzenin müşahede edilmesi, varlık âleminde birbirine zıt unsurların bir arada ve uyum içinde olması, peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin Allah’ın varlığına önemli deliller teşkil ettiğini ve peygamberlerin nakille ortaya koyduklarıyla birlikte destekleyici unsur teşkil ettiğini ifade eder. Kadere inanmayı, Allah’ın ilim, kudret ve irade sıfatlarının bir gereği olarak görmek gerektiğini, kullarının fiilleri de dâhil olmak üzere her şeyin Allah’ın tasarrufunda olduğunu beyan eder.

    Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in (s.a.v) en büyük mucizesi olduğunu yazar. Kur’an-ı Kerim’in; felsefe, din, ahlak, astronomi ve fen bilimleri gibi büyük ihtisas gerektiren konuları ihtiva etmesine rağmen, ümmi bir insan aracılığıyla gönderilmesinin aşikâr bir mucize olduğunu, bu muazzam Kitaptan istifade ile sayısız eserin vücuda getirilmiş olduğuna dikkati çeker.

Ölüm esnasında, ruhu teslim tarzı ile ölmüş olunan yerin, kabir azabının görülüp görülmeyeceğine dair bir fikir verebileceğini, ahirette hesaba     çekilmenin toplu şekilde olacağını, cennette dört makamın mevcut olduğunu yazar.

    İman ilahi buyruklara itaat etmekle kuvvet bulur, uymamakla zayıflar. Ancak, bunu imansızlık olarak görmemek gerekir. Allah’a şirk koşulmadığı sürece imansızlıklarına hükmedilmez. Sadece kâmil manada bir iman sahibi olmadıkları söylenebilir. İman ile İslam’ın aynı manaya geldiğini savunur. Kâfirlerin, iman mükellefiyeti ile beraber İslami emir ve yasaklarına uymamaktan da sorumlu tutulacaklarını kaydeder.

    Kur’an-ı Kerim’in ihtiva ettiği ilimler üzerinde yoğunlaşarak, icazı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya çalıştı ve bu noktadaki harikalığını müşahede etti. İlahi sıfatları ispat yoluna giderken kendine özgü bir metot kullanarak, Allah’ın güzel isimlerinden (esma-i hüsna) hareketle ispatlamaya çalıştı.

    Eserleri çok ve çeşitli konulara dâirdir. Ba’zısı çok uzun, ba’zısı kısa, ba’zısı da bu ikisi arasındadır. Bu durum, eserlerin mevzûlarına göre değişmektedir.

    Sünneti seniyye üzerindeki fevkalâde kıymetli çalışmalarından dolayı, kendisine ba’zı müellifler “Munazzım-üs-Sünne: Sünnetin tanzimcisi” lakabını vermişlerdir.

    O, devamlı okur, araştırır, tasnif eder, eserlerini öğrencilerine okuturdu. Kendisini meşgûl edecek bir ticarethânesi, vaktini öldürecek, a’sâbını bozacak, zihin ve fikir açıklığını giderecek bir vazîfesi olmadığından, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Fakirliğe sabreder, hâlinden herhangi bir şikâyette bulunmazdı. Sâhib olduğu hâlis ilim, kendisini aşk ve şevk ile sünneti seniyyenin neşrine, dinin tebliğine yöneltiyordu. Yazdığı her harfi, ağzından çıkan her sözü Allah’u Teâlânın murâkabe ettiğini düşünerek, çok dikkat ederdi. Az yer, az içer, devamlı oruç tutardı. Hattâ 44 yaşından sonra, vefâtına kadar 30 sene devamlı oruç tutmuştur. Bütün çalışmalarında niyetinin temizliği, ilminin genişliği, hıfzının kuvveti göze çarpardı.

    Binden ziyâde eser telif eden İmâmı Beyhekî’nin yazdığı kitaplardan ba’zıları şunlardır:

    BEYHAKÎ'NİN ESERLERİ

    Beyhakī bütün eserlerini muhaddislere has metotla her rivayetin senedini zikrederek yazmıştır. Mevzû olduğunu bildiği bir haberi kitaplarına almamayı prensip edinmiştir. Eserlerini şöyle sıralamak mümkündür:

    A) Hadisle İlgili Olanlar. 

    1. es-Sünenü’l-kübrâ. es-Sünenü’l-kebîr diye de anılan eser diğer hadis kitaplarında bulunmayan pek çok hadisi, sahâbe ve tâbiîn kavlini muhtelif rivayetleriyle birlikte ihtiva etmekte olup fıkıh bablarına göre yapılan tertibinde Şâfiî fıkhı ön planda tutulmuştur. İbnü’t-Türkmânî’nin Beyhakī tarafından yapılan hadis değerlendirmelerini yer yer tenkit ettiği ve bazı konularda açıklayıcı bilgiler verdiği el-Cevherü’n-naḳī fi’r-reddi ʿale’l-Beyhaḳī adlı kitabıyla birlikte on cilt halinde basılmıştır (Haydarâbâd 1344-1355).

    2. el-Medḫal ilâ Kitâbi’s-Sünen. es-Sünenü’l-kübrâ’ya giriş mahiyetindeki bu eser Muhammed Ziyâürrahmân el-A‘zamî tarafından yayımlanmıştır (Küveyt 1985). A‘zamî eserin usûl-i hadîse dair olan birinci cüzünün kaybolduğunu belirtmektedir.

    3. Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr. es-Sünen ve’l-âs̱âr veya Maʿrifetü’ş-Şâfiʿî li’s-sünen ve’l-âs̱âr adlarıyla da bilinen kitap Şâfiî fıkhının dayandığı hadisleri, sahâbe ve tâbiîn sözlerini ihtiva etmekte ve onların güvenilir olduğunu ispata çalışmaktadır. Tâceddin es-Sübkî, bir Şâfiî fakihinin yanında bu kitabın mutlaka bulunması gerektiğini söyler. Hanefî fakihi Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr’ında Şâfiîler’e yönelttiği tenkitleri haksız bulan Beyhakī bu eserinde, Tahâvî’yi kendi mezhebini esas alıp mezhebine uygun düşen zayıf hadisleri sahih, uygun düşmeyen sahih hadisleri de zayıf göstermekle itham etmektedir. Brockelmann bu eserle es-Sünenü’l-kübrâ’nın aynı kitap olduğunu zannetmiştir (İA, II, 582). Dört ciltlik eserin I. cildi Seyyid Ahmed Sakr tarafından neşredilmiştir (Kahire, ts.).

    4. es-Sünenü’ṣ-ṣuġrâ. İki cilt hacmindeki eserin 392 varaktan ibaret olan 18. cüzü Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (III. Ahmed, nr. 269). Brockelmann Maʿrifetü’s-sünen ile bu eserin aynı kitap olduğunu ileri sürmüştür (GAL, I, 447; Suppl., II, 619).

    5. el-Ḳırâʾatü ḫalfe’l-imâm. Namazda kıraatin zaruretine ve imama uyan kimselerin Kur’an okuması icap ettiğine dair hadislerle sahâbe ve tâbiîn sözlerinden 450’sini topladığı bu eser ilk olarak Hindistan’da basılmış (tarihsiz), daha sonra Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1405/1984).

    6. Kitâbü Taḫrîci eḥâdîs̱i’l-Üm. Eserin İrlanda’da (The Chester Beatty Library) bir nüshası, Kahire’de ise bu nüshanın mikrofilmi bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, I, 447; Suppl., II, 619; Şerif Nâyif, s. 50, dipnot 1).

    7. Feżâʾilü’l-evḳāt. Receb, şâban, ramazan, şevval, zilhicce ve muharrem ayları ile cuma, pazartesi ve perşembe günlerinin fazileti ve her ay üç gün oruç tutmanın sevabına dair 307 rivayetin toplandığı eser Adnân Abdurrahman Mecîd el-Kaysî tarafından Mekke’de yayımlanmıştır (1410/1990).

    B) Akaidle İlgili Olanlar. 

    1. el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât. Eserde Allah Teâlâ’nın isimleri kitap, sünnet ve icmâa dayanılarak açıklanmış, bilinen doksan dokuz isminin dışında başka isimleri olduğu da gösterilmiştir. Çeşitli baskıları olan eser son defa İmâdüddin Ahmed Haydar tarafından iki cilt olarak neşredilmiştir (Beyrut 1405/1985).

    2. Delâ’ilü’n-nübüvve. Sahih rivayetlere dayanarak Hz. Muhammed’in herhangi bir insandan farklı taraflarını, peygamberliğini belirten yanlarını, mûcizelerini derlediği meşhur eseridir. Abdülmu‘tî Kal‘acî tarafından yedi cilt halinde yayımlanmıştır (Beyrut 1405/1985).

    3. Şuʿabü’l-îmân. el-Câmiʿu’l-muṣannef fî beyâni şuʿabi’l-îmân adıyla da anılan eserde, imanın altmış veya yetmiş küsur şubesi bulunduğunu belirten hadisten hareketle bunların nelerden ibaret olduğu âyet ve hadislerin yardımıyla tesbite çalışılmaktadır. Eser Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından iki cildi fihrist olmak üzere dokuz cilt halinde yayımlanmıştır (Beyrut 1410/1990).

    4. el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd. Müellif bu eserde âlemin sonradan yaratıldığına, onu yaratanın benzeri bulunmayan bir ilâh olduğuna, Allah’ın sıfatlarına, kader ve onunla ilgili olarak hidâyet, dalâlet, ecel, rızık gibi meselelere, kabir azabı, şefaat, ba‘s, hisâb, mîzan, cennet ve cehennem gibi âhiret hallerine, sünnete sarılıp bid‘attan kaçınmaya, ülü’l-emre itaate, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu ispata, evliyanın kerametleri, ashap, Ehl-i beyt, aşere-i mübeşşere ve dört halifeye dair selef akîdesini âyet ve hadislerle ortaya koymaktadır. Eseri önce Ahmed Muhammed Mürsî tahkik etmeden (Kahire 1380/1961), daha sonra da Ahmed İsâm el-Kâtib bazı notlarla (Kahire 1401/1981) yayımlamışlardır. Beyrut’taki Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye eseri bir komisyona hazırlatarak neşretmiş (1404/1984), son olarak da Kemal Yûsuf el-Hût güvenilir bir yazmasıyla matbu nüshaları karşılaştırıp elde ettiği metni yayımlamıştır (Beyrut 1405/1985).

    5. Kitâbü’l-Ḳażâʾ ve’l-ḳader. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1498) 108 varak hacminde bir nüshası bulunmaktadır (ayrıca bk. Brockelmann, GAL [Ar.], VI, 231). Ebü’l-Fidâ el-Eserî tarafından yayımlanan el-Ḳażâʾ ve’l-ḳader ise Şuʿabü’l-îmân’ın konuyla ilgili bölümünün aynen neşrinden ibarettir.

    6. Kitâbü’l-Baʿs̱ ve’n-nüşûr. Âmir Ahmed Haydar tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1986).

    7. İs̱bâtü ʿaẕâbi’l-ḳabr (ve suʾâli’l-melekeyn). Âyet, hadis ve selef âlimlerinin sözlerine dayanarak kabir azabının varlığını aklen ve dinen ispat ettiği bu eser Mustafa Saîd Hâlid tarafından yayımlanmıştır (Kahire 1986).

    8. Kitâb fî ḥayâti’l-enbiyâʾ fî ḳubûrihim. Kâtib Çelebi’nin Mâ verede fî ḥayâti’l-enbiyâʾ (ve) baʿde vefâtihim adıyla zikrettiği ve 1000 meseleyi ihtiva ettiğini söylediği (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1355) eserin Medine’de bir nüshası bulunmaktadır (Brockelmann, GAL Suppl., I, 619).

    C) Ahlâkla İlgili Olanlar. 

    1. el-Âdâb. Ana babaya, akrabaya ve diğer insanlara yapılması gereken iyilikler, karşılıklı vazifeler, belli başlı kötü huylar ile nefsi bu huylardan kurtarıp terbiye etmenin yolları ve diğer İslâmî edepler hakkında 1194 hadisin derlendiği eser Abdülkādir Ahmed Atâ tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1406/1986).

    2. ez-Zühdü’l-kebîr. Uzlet, dünyaya önem vermeme, ölüm gelip çatmadan önce hayatı değerlendirme gibi zühd ve takvâ ile ilgili konulardaki hadisleri, muhtelif zâhid ve âlimlerin bu konudaki görüşlerini ihtiva etmektedir. 989 rivayetin senedleriyle birlikte zikredildiği eseri Âmir Ahmed Haydar yayımlamıştır (Beyrut 1408/1987).

    3. el-Erbaʿûne’ṣ-ṣuġrâ. Allah’ın birliği, tevbe, nefsi murakabe, doğruluk, tevekkül, ihlâs, helâl kazanç, iyilik, merhamet, tevazu vb. kırk konuya dair 161 rivayetten meydana gelmektedir. Her konuda mükerrer senedlerle birlikte en az iki, en çok beş altı rivayet bulunmaktadır. Eser Ebû Hâcer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1407/1987). Keşfü’ẓ-ẓunûn’da (I, 53) el-Erbaʿûn fi’l-aḫlâḳ adıyla zikredilen ve 100 hadis ihtiva ettiği belirtilen kitap da budur. Aynı konuda el-Erbaʿûne’l-kübrâ adlı başka bir eserinin daha bulunduğu kaydedilmektedir.

    4. ed-Daʿavâtü’l-kebîr. Eserde Hz. Peygamber’in bizzat yaptığı veya sahâbîlerden birine öğrettiği dualar bir araya getirilmiştir. Tâceddin es-Sübkî bu eserin bir benzerinin daha bulunmadığını yeminle söyler. Eserin yarısı olduğu belirtilen ve 260 hadisi ihtiva eden bir bölümü Bedr b. Abdullah el-Bedr tarafından rivayetler değerlendirilmek suretiyle yayımlanmıştır (Küveyt 1409/1989). Kaynaklarda Beyhakī’nin bir de ed-Daʿavâtü’ṣ-ṣaġīr adlı eserinden söz edilmektedir.

    D) Şâfiî Mezhebiyle İlgili Olanlar. 

    1. Menâḳıbü’ş-Şâfiʿî. Kendisinden önce bu konuda on kadar eser yazılmış olmakla beraber Beyhakī’nin kitabı hepsinden daha mükemmeldir. Eserde Kureyş kabilesine mensup olan İmam Şâfiî’nin asâletine işaret ettikten sonra onun ikinci asrın müceddidi olduğunu, fıkıh, usûl-i fıkıh, hadis ve kelâm gibi dinî ilimlerdeki üstünlüğü yanında diğer ilimleri de bildiğini ifade etmekte, zühd ve takvâsını ve diğer faziletlerini dile getirmekte, ailesini ve önemli talebelerini zikretmektedir. Bu arada bazı hadislerde geçen “Kureyşli âlim” ifadesiyle İmam Şâfiî’nin kastedildiğini söyler (I, 26, 54). Bu yorumun doğruluğu bir yana esasen söz konusu hadisler de zayıftır. Eser Seyyid Ahmed Sakr tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire 1390-1391/1970-1971).

    2. Beyânü ḫaṭaʾi men aḫṭaʾe ʿale’ş-Şâfiʿî. Maʿrifetü’s-sünen ve’l-âs̱âr’da İmam Şâfiî’nin kitaplarını rivayet edenlerin yaptığı yanlışları yeri geldikçe belirten müellif daha sonra bunları müstakil bir kitapta toplamıştır. Ayrıca İmam Şâfiî’nin bazı meselelerde isabetli hüküm vermediğine dair muhtelif kimseler tarafından ileri sürülen iddiaları da cevaplandırmıştır. Eser Halil Molla Hâtır (Riyad 1980) ve Şerif Nâyif Duays tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1402/1983).

    3. el-Mebsûṭ. Nuṣûṣu’ş-Şâfiʿî diye de bilinen eserde müellif İmam Şâfiî’ye ait fıkhî metinlerin tamamını toplamış ve bunları talebelerine okutmuştur. Bazı kaynaklarda bu kitabın üç cilt olduğu kaydedilirken Keşfü’ẓ-ẓunûn’da (II, 1581-1582) el-Mebsûṭ fî fürûʿi’ş-Şâfiʿiyye başlığı altında bu kitabın Beyhakī’nin en büyük ve en önemli eserlerinden biri olduğu, yirmi cilt hacminde bulunduğu söylenmekte, Nuṣûṣu’ş-Şâfiʿî başlığı altında ise (II, 1957) on ciltlik bir eser olduğu kaydedilmektedir. Eserin Bodleian Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, I, 447).

    4. el-Ḫilâfiyyât beyne’ş-Şâfiʿî ve Ebî Ḥanîfe. Kaynaklarda bu adla zikredilen, fıkıh bablarına göre tertip edilmiş eserin Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde (nr. 277-278) Kitâb fî beyâni iḫtilâfi’l-İmâmi’l-Ḥanefî ve’l-İmâmi’ş-Şâfiʿî adında bir nüshası bulunmaktadır. Sübkî bu eserin de kendi türünün ilki olduğunu, böyle bir kitabı ancak hem fıkhı hem de hadisi iyi bilen birinin yazabileceğini söylemektedir.

    5. Aḥkâmü’l-Ḳurʾân. Mecmûʿâtü kelâmi’ş-Şâfiʿî fî aḥkâmi’l-Ḳurʾân adıyla da anılmaktadır. İmam Şâfiî’nin ahkâm âyetlerinin tefsirine dair görüşlerini ihtiva eden eser Zâhid Kevserî’nin mukaddimesiyle birlikte Abdülganî Abdülhâliḳ tarafından neşredilmiştir (Kahire 1371/1952, Beyrut 1395).

    Beyhakī’nin bunların dışında çeşitli kaynaklarda şu eserleri de zikredilmektedir: et-Terġīb ve’t-terhîb, el-Maʿârif(Maʿrifetü ʿulûmi’l-ḥadîs̱), Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe, Menâḳıbü’l-İmâm Aḥmed, Şerḥu’l-esmâʾi’l-ḥüsnâ, Kitâbü’r-Rüʾye, Câmiʿu ebvâbi ḳırâʾati’l-Ḳurʾân, Kitâbü’l-Esrâ, Yenâbîʿu’l-uṣûl (el-Yenâbîʿ fi’l-uṣûl), el-Muḥîṭ (el-Muḥîṭ yeteʿalleḳu bi-ʿilmi’l-ḥadîs̱).

    Tâceddîn Es-Sübkî, Tabakât-üş-Şâfiiyye’sinde, ez-Zehebî, Tezkiret-ül-huffâz’ında ve Siyeru a’lâm-in-nübelâ’sında ve diğer âlimler Beyhekî’nin eserlerini çok medhetmektedirler.

    Ebû Bekr Muhammed bin Abdülazîz el-Mervezî buyurdu ki: “Rü’yâmda bir nûrun semâya doğru yükselttiği, tabut gibi bir şey gördüm. “Bu nedir?” diye sorduğumda “Beyhekî’nin yazdıklarıdır” buyuruldu.”

    BEYHAKİ(R.A) HAZRETLERİNİN KİTAPLARINDA NAKLETTİĞİ HADİSLERDEN BAZILARI

    Beyhekî ( radıyallahü anh ), el-i’tikâd vel-hidâye ilâ sebîl-ir-reşâd kitabının mukaddimesinde buyuruyor ki:

    “İstediğini, istediği zaman, istediği gibi yaratan Allah’u Teâlâya hamd ederim. O Allah ki (Celle Celaluhu), kendisine da’vet etmeleri, kendisini tanıtıp, kendi itâatına çağırmaları için mahlûklardan dilediğini (peygamber olarak) seçti. Dilediği âyetler ve ortaya koyduğu apaçık delîllerle da’vetine uymaya ve günah diye bildirdiği şeylerden sakınmağa yol gösterdi. Kendisine itaat edenlere, Cennette hazırladığı ni’metleri va’detti. Kendisine isyan edenleri de Cehennemde hazırladığı azaplarla tehdit etti. O’nun hükmünü değiştirecek yoktur.” Bu kitabında imânın ne olduğunu anlatırken buyuruyor ki, Peygamberimiz. ( aleyhisselâm ) “Îmân; senin Allahü teâlâya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, ölüme ve öldükten sonra dirilmeğe, hesaba, Cennet ve Cehenneme ve kadere, hepsine birden îmân etmen, inanmandır” buyuruyor. Yahyâ bin Muhammed bin Abdullah, Muhammed bin İbrâhim bin Sa’îd, Umeyye bin Bustân, Muhammed bin İbrâhim bin Sa’îd bildiriyorlar ki; Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ), Resûlullahtan ( aleyhisselâm ) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti: Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “İnsanlarla, Allahtan başka ilâh olmadığına şehâdet edip, bana ve getirdiğime (İslâmiyete) îmân edinceye kadar, harbetmekle emrolundum. Bunu yaptıkları (îmân ettikleri) zaman, mallarını ve canlarını benden kurtarırlar. Ancak İslâmın hakkı müstesna (ya’nî bir müslüman bir günâh işlemişse, ona İslâmiyetin takdîr buyurduğu ceza uygulanır). Onun hesabı da Allaha kalmıştır.” buyuruyor.

    “Biz Allahü teâlânın Resûlüne indirdiği Kur’ân-ı kerîme îmân ediyoruz. O’nun hayatında, Kur’ân-ı kerîm, bir araya toplanıp mushaf hâlinde yazılmadı. Ümmeti arasında ne bir noksanlık, ne de ziyâdelik olmaksızın hıfz edilerek, aynen Peygamberimizin bildirdiği şekilde kalmıştır. Bu, Allahü teâlânın va’didir ki, Hicr sûresinin dokuzuncu âyetinde meâlen “O Kur’ân-ı kerîmi biz indirdik, onu muhafaza edecek olan da biziz” ve Fussilet sûresinin 42. âyetinde meâlen, “Bâtıl, Kur’ân-ı kerîme ne önünden, ne arkasından(hiçbir cihetten) ona yol bulamaz. Çünkü, o, emrinde Hakim (hikmet sahibi), fiilinde Mahmûd olan Allahü teâlâ tarafından indirilmiştir” buyuruyor. Hasen-i Basrî ( radıyallahü anh ), “Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmi, şeytanın bâtıl bir yolla ziyâdelik yapmasından ve hak olan kelâmından da bir noksanlık yapmasından muhafaza etmiştir” buyurmuştur.”

    Yine bu kitabında esmâ-i hüsnâyı (Allahü teâlânın isimlerini; gayet veciz bir şekilde anlatmaktadır. Bu bâbda buyuruyor ki:

    ALLAH (Celle Celaluhu); Ulûhiyyet (ilâhlık) ancak O’na mahsûs, rubûbiyyet (rablık) da ancak O’nun sıfatıdır. Yaratmak ancak O’nun zâtına mahsûstur.

    ER-RAHMÂN: Dünyâda bütün mahlûkların istediklerini ihsân edicidir.

    ER-RAHÎM: Âhırette yalnız mü’minlere rahmet ve yardım edip, kimsenin düşünemiyeceği ni’metler ikram edecektir.

    EL-MELİK: O tam meliktir, hükümdârdır. Bütün mülkün tam sahibidir. Bu, yalnız Allahü teâlânın zâtına mahsûstur ki, Melik Ve mâlik olmanın asıl ma’nâsı dilediğini yaratmaya kadir olmaktır.

    EL-KUDDÛS: Ayıb ve noksan sıfatlardan, evlât sahibi olmaktan münezzehtir (uzaktır) ki, bu O’nun zâtına mahsûstur.

    ES-SELÂM: Allahü teâlâ her türlü ayıb ve âfetlerden uzaktır.

    EL-MÜ’MİN: Kendi vahdâniyyetine şâhid yahut mü’min kullarına İmânı karşılıksız vericidir.

    EL-MÜHEYMİN: Mahlûkların amellerini ve işlerini görücüdür. Mahlûkların bütün hâllerinin (ecel, rızk, amel) koruyucusudur.

    EL-AZÎZ: O herşeye gâlibdir. O hiç mağlûb olmaz.

    EL-CEBBÂR: Onun işine hiçbir kimse karışamaz. O’nun mülkünde, O’nun dilediğinden başka birşey olmaz. Bu, Allahü teâlânın zâtına mahsûs bir sıfattır.

    EL-MÜTEKEBBİR: Mahlûkluk (sonradan yaratılma) sıfatlarından münezzehtir. Kibriya ve azamet sıfatlarıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden büyük ve yüksektir.

    EL-BÂRÎ: Husûsi şekiller ve ayrı ayrı renklerde mahlûkâtı yaratıcıdır.

    EL-GAFFÂR: Kullarından günah işleyenlerin günahlarını (fadl ve ihsânı ile) tekrar tekrar örtücüdür.

    EL-VEHHÂB: Karşılıksız olarak ihsân edicidir.

    ER-REZZÂK: Her canlının rızkını vericidir. Verdiği rızklarla onları faydalandırır.

    EL-ALÎM: Her şeyi, her haliyle, hakîkat ve aslıyla bilicidir.

    ES-SEMİ’: Hiçbirşeye muhtaç olmadan, gizli ve açık herşeyi işiticidir.

    EL-KÂBID: Mahlûkların ecelleri geldiği zaman rûhlarını kabz edicidir.

    EL-HALÎM: Cezâyı hak edenlerin cezasını te’hir edicidir. Sonra dilediğini affedicidir.

    EŞ-ŞEKÛR: Amele karşılık büyük sevâblar, güzel ecirler vericidir. Kulluk edenleri övücüdür.

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) bildiriyor ki: Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra îrâd buyurduğu hutbesinde: “Allahü teâlâ Peygamberini, dîni kuvvetlenip yayılıncaya ve vazîfesini tebliğ edip kendi uğruna mücâdelesini tamamlayıncaya kadar hayatta bırakmış, sonra onun rûhunu kabzetmiştir. Allah (Celle Celaluhu) size dosdoğru bir yol göstermiştir. Bundan sonra helak olanlar, O’nun kitabına ve Resûlünün sünnetine uymadıkları için helak olurlar. Kim Allahü teâlâyı Rab edinmişse, O Allah (Celle Celaluhu) diridir ve ölmez. Kim de Hazreti Muhammed’i ilâh olarak kabûl ediyorsa, bilsin ki o ölmüştür.

    Ey müslümanlar! Allahtan korkunuz. O’nun dîninin emirlerine sıkı sarılınız ve O’na tevekkül ediniz. Çünkü O Allah hayydir (diridir), kitabı tamdır. Kim Allahü teâlânın dînine hizmet ve hürmet ederse, Allahü teâlâ da ona yardım eder. O’nun nûr ve şifâ olan kitabı elimizdedir. Allahü teâlâ onunla Peygamberini hidâyete erdirmiştir. Allahın kullarından (mürted olup) bize saldıranlara aldırmayınız. Çünkü Allahü teâlânın kılıcı kınından sıyrılmıştır. Onu tekrar kınına koyamayız. Resûlullah ile birlikte nasıl müşriklere karşı savaşmışsak, şimdi de dinden irtidâd edip, bize karşı çıkanlarla muhakkak öylece savaşacağız” buyurdu.

    İmâm-ı Beyhekî, Selmân-ı Fârisî’nin ( radıyallahü anh ) vefâtını İmâmı Şa’bî’den rivâyetle şöyle anlatır: Selmân-ı Fârisî ( radıyallahü anh ) vefâtından önce hanımına saklaması için verdiği misk kesesini istedi. Hanımı getirince bir bardak da su istedi ve miskleri o suyla karıştırıp eliyle eritti ve hanımına, “Bunları etrâfıma serp. Çünkü Allahü teâlânın yarattıklarından (meleklerden), beni ziyârete gelecek olanlar var. Onlar güzel kokudan hoşlanırlar, yemezler, içmezler. Bu güzel kokuyu serptikten sonra çık ve kapıyı kapat” buyurdu. Bunun üzerine isteğini yerine getiren hanımı dışarı çıktı. Buyurdu ki: “Ba’zı fısıldaşmalar işittim. Yanına’girdiğimde, mübârek rûhunu teslim etmişti.”

    Hazreti Âişe’den rivâyetle Üseyd bin Hudayr’ın ( radıyallahü anh ) şöyle buyurduğunu bildirdi: “Eğer şu üç, hâlden herhangi birinde bulunduğum gibi kalabilseydim, mutlaka Cennetlik olurdum. Bunda hiç şüphem olmazdı. Birincisi; Kur’ân-ı kerîm okurken veya okunurken dinlediğim andaki gibi olabilseydim. İkincisi; Resûlullahın ( aleyhisselâm ) hutbesini dinlediğim zamanki gibi olabilseydim. Üçüncüsü; bir cenâzeye katıldığım zamanki gibi olabilseydim. Katıldığım her cenâzede kendi kendime, başıma gelecekleri ve akıbetimi düşünürdüm.”

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) Ubâde’nin ( radıyallahü anh ) vefâtını şöyle anlattı: Ubâde ( radıyallahü anh ) ölüm döşeğindeyken “Kölelerimi, hizmetçilerimi, komşularımı ve yanıma girip çıkanları çağırınız” buyurdu. Onlar yanına gelince: “Umarım ki bu günüm, dünyâdaki son günüm, gecem de âhıretteki ilk gecem olacaktır. Daha önce elimle veya dilimle sizi incitip incitmediğimi bilemiyorum. Kudret ve irâdesiyle yaşadığım Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kıyâmet günü kısas vardır. Eğer sizden herhangi birinize bir kötülük yapmışsam, ölmeden önce gelsin benden hakkını alsın” buyurdu. Etrâfındakiler “Doğrusu sen, iyi bir baba ve iyi bir mürebbi (terbiye eden) idin” dediler. Ubâde ( radıyallahü anh ) hizmetçilerini ve kölelerini bile incitmezdi. Sonra, “Eğer böyle birşey olmuşsa, beni effeder, hakkınızı helâl eder misiniz?” diye sorunca, hepsi “Helâl ettik” dediler. Ubâde ( radıyallahü anh ) “Ey Allahım! Sen şâhid ol. Eğer kalbinizden hayır diyorsanız, şu vasıyyetimi unutmayınız: Eğer arkamdan gözyaşı dökerseniz beni üzersiniz. Ben ölünce güzel bir abdest alın, sonra mescide gidin. Namaz kıldıktan sonra hem kendiniz, hem de Ubâde için Allahü teâlâdan af dileyiniz. Çünkü Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Ey îmân edenler! Allahtan sabır ve salât(namaz) ile yardım isteyiniz” buyuruyor. Sonra beni geciktirmeden kabrime koyun. Arkamdan, elinizde ateşle beni ta’kib etmeyin. Altıma (kabrime) çiçek de koymayın” buyurdu.

    Beyhekî, mü’minlerin dünyâda çektikleri sıkıntıların günahlarına keffâret olduğunu şu hadîs-i şerîf ile bildiriyor Hazreti Ebû Bekr, “Kim bir kötülük işlerse onunla cezalandırılır.” (Nisâ-123) meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olunca, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) “Yâ Resûlallah! Bundan sonra nasıl kurtulabiliriz? İşlediğimiz bütün kötülüklerin cezasını çekeceğiz” deyince, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): “Allah seni mağfiret etsin. Yâ Ebâ Bekr! Sen hastalanmıyor musun? Yorulmuyor musun? Üzülmüyor musun? Başına felâket gelmiyor mu? Bir musibete düçâr olmuyor musun?” diye sordu. Hazreti Ebû Bekr “Evet” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “İşte yaptığınız kötülüklerin dünyâdaki cezası (karşılığı) bunlardır” buyurdu. Ya’nî insanın dünyâda çektiği sıkıntılar, günahlarına keffârettir.

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) bildiriyor ki; Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) âhırete irtihâl etmeden önce, hasta yatağında hep “Namaza ve eliniz (emriniz) altında bulunanlara dikkat ediniz(haklarını gözetiniz)” diye tavsiyede bulunurlardı. Son nefesine kadar söylediği hep bu oldu.

    Beyhekî, Peygamberimizin namaza verdiği ehemmiyeti ve Hazreti Ebû Bekr’i kendi yerine İmâm yaptığını şöyle bildiriyor: Ubeydullah bin Abdullah, Hazreti Âişe vâlidemize “Bana Resûlullahın hastalığından anlatır mısın?” diye sordu. Hazreti Âişe şöyle anlattı: Resûlullahın ( aleyhisselâm ) hastalığı ağırlaşmıştı. “Cemaat namazı kıldı mı?” diye sordu. “Hayır yâ Resûlallah, sizi bekliyorlar” dedik. Bana bir leğen ve su getirin” buyurdu. Getirdik. Abdest aldı, ayağa kalkmaya çalıştı fakat bayıldı. Kendine gelince, “Cemâat namazı kıldı mı?” diye sordu. “Hayır yâ Resûlallah seni bekliyorlar” dedik. Leğen ve su istedi. Getirdik abdest aldı, ayağa kalkmaya çalıştı, fakat baygın düştü. Kendine gelince yine “Cemâat namaz kıldı mı?” diye sordu. “Hayır yâ Resûlallah, seni bekliyorlar” dedik. Eshâb-ı Kirâm mescidde yatsı namazını kılmak için Resûlullahı ( aleyhisselâm ) bekliyorlardı. Peygamberimiz bundan sonra Hazreti Ebû Bekr’e ( radıyallahü anh ), cemâate İmâm olması için haber gönderdi. Hazreti Ebû Bekr, Hazreti Ömer’e İmâm olmasını teklif etti ise de o kabûl etmedi ve Hazreti Ebû Bekr İmâm oldu.”

    İbn-i Ebî Şeybe’den rivâyetle bildiriyor: “Hazreti Ömer mescidde gürültü yapmayı yasaklar ve “Bu mescidimizde yüksek sesle konuşulmaz” buyururdu. Hazreti Ömer, namazda safların düzeltilmesini emrederdi. Hattâ safların düzeltildiği haberi verilinceye kadar tekbîr almazdı.”

    Hazreti Aişe vâlidemiz: Meâlen “Allah yoluna da’vet eden, sâlih amel işleyen ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel söz söyleyen var mı?” (Fussilet sûresi) otuzüçüncü âyet-i kerîmesi müezzinler hakkında inmiştir. Çünkü müezzin “Hayye alessalâh” derken, müslümanları Allah yoluna da’vet ediyor, namaz kılarken sâlih amel işlemiş oluyor ve “Eşhedü enlâ ilahe illallah” dediği zaman da müslüman olduğunu söylüyor” diye buyurduğunu, İmâm-ı Beyhekî rivâyet etmiştir.

    Beyhekî ( radıyallahü anh ) namazda kırâatin güzel olmasını anlatırken buyuruyor ki: Ubeyd bin Umeyr’den rivâyetle “Hac mevsiminde Mekke civarında bir yerde, bir cemâat toplanmıştı. Namaz vakti gelince, Mahzûmî kabilesinden Ebû Saîd oğullarından Kur’ân-ı kerîmi düzgün okuyamıyan birisi İmâm olmak için öne geçti. Misver bin Mahreme ( radıyallahü anh ) onu geri çekti. Bir başkasını İmâm yaptı. Hazreti Ömer bu hâdiseyi öğrendiği hâlde, Medine’ye dönünceye kadar birşey söylemedi. Medine’ye dönünce Misver’e ( radıyallahü anh ) yaptığının sebebini sordu. Misver ( radıyallahü anh ) “Ey emîr-el mü’minin! O kimsenin kırâati düzgün değildi. Ayrıca hac mevsimindeydik. Ba’zı hacıların, onun yanlış kırâatini dinleyerek Kur’ân-ı kerîmi yanlış öğrenmelerinden korktum” buyurunca, Hazreti Ömer “Bu maksatla mı yaptın?” diye sordu. Misver ( radıyallahü anh ) “Evet” dedi. Hazreti Ömer “İyi yapmışsın” buyurdu.

    Ubey bin Kâ’b’dan rivâyet ediyor; Ubey bin Ka’b ( radıyallahü anh ) buyurdu: Resûlullah ( aleyhisselâm ) bana: “Sana Tevrat, İncîl, Zebur ve Kur’ân-ı kerîmde bir misli (benzeri) daha indirilmemiş bir sûre öğreteyim mi?” buyurdu. Ben de “Evet yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Resûlullah Onu öğreninceye kadar kapıdan çıkmamanı isterim?” buyurdu. Hemen ayağa kalktı, ben de kalktım. Mübârek eli ile elimi tutarak, bana ba’zı şeyler anlatmaya başladı. Bana o sûreyi söylemeden dışarı çıkmasından korkarak adımlarımı yavaşlattım. Kapıya varınca “Yâ Resûlallah! Bana bir şey öğreteceğinizi va’d buyurmuştunuz” dedim. O zaman Resûlullah “Namaza başladığın zaman ne okuyorsun?”buyurdu. Ben de “Fâtiha sûresini okuyorum” deyince, “Ha işte odur. O, Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde (Hicr-87): Biz sana dâim tekrar olunan yedi âyeti (Fâtiha sûresi) ve Kur’ân-ı azîm verdik, buyurduğu yedi âyettir” buyurdu.

    BİBLİYOGRAFYA
    Beyhakī, Beyânü ḫaṭaʾi men aḫtaʾe ʿale’ş-Şâfiʿî (nşr. Şerîf Nâyif), Beyrut 1402/1983, nâşirin mukaddimesi, s. 15-52.a.mlf., Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, nâşirin mukaddimesi, s. 92-119.a.mlf., el-İʿtiḳād ve’l-hidâye ilâ sebîli’r-reşâd (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1405/1985, nâşirin girişi.el-Ḥâfıẓ el-Beyhaḳī fî süṭûr, s. 7-13.Sem‘ânî, el-Ensâb, II, 381.İbn Asâkir, Tebyînü keẕibi’l-müfterî, s. 265-267.İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VIII, 242.İbn Hallikân, Vefeyât, I, 75-76.Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVIII, 163-170.a.mlf., Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, III, 1132-1135.Sübkî, Ṭabaḳāt, IV, 8-16.İsnevî, Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyye, I, 198-200.İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, V, 77-78.Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 9, 53, 261, 400, 574, 721, 760; II, 1007, 1047, 1391, 1393, 1455, 1581-1582, 1621, 1726, 1739, 1836, 1957, 2051.Dihlevî, Bustânü’l-muhaddisîn, s. 101-104.Serkîs, Muʿcem, I, 620-621.Brockelmann, GAL, I, 446-447; Suppl., I, 618-619.Kettânî, er-Risâletü’l-müsteṭrafe, s. 33-34.Kays Âl-i Kays, el-Îrâniyyûn, II/2, s. 513-523.M. Şerefeddin, “Selçuklular Devrinde Mezâhib”, TM, I (1925), s. 104-105.

TÜM HADİS İMAMLARI


Etiketler: İmam-ı Beyhaki Kimdir? Hayatı, Vefatı ve Eserleri, İmam Beyhaki hadislerinden örnekler, | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular