Mekteb-i Derviş | İslam

    ZEKAT NEDİR? ZEKATIN ÖNEMİ, ZEKAT İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

    ZEKAT KİMLERE VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?

    Zekât sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma ve övme anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak şöyle tanımlanır: Para, altın ve gümüş ile belli mal çeşitlerinin belirli bir bölümünü, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara zekât niyetiyle mülk olarak vermektir. Zekâta, müminlerin Yüce Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlerinden dolayı “sadaka” da denilmiştir. Bununla birlikte sadaka kelimesi zekâttan daha geniş anlamlı olup, vâcip ve nâfile kabilinden olan bağışları da kapsamına alır. Zekâtın tarım ürünlerinden alınan çeşidine “öşür” denir. Farz olma ve verilecek yerler bakımından zekâtla öşür arasında bir fark yoktur. 

    Zekât zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır, aradaki sevgi ve saygı bağlarını güçlendirir. Geliri bulunmayıp, çalışmaktan âciz olanlara normal bir hayat sürme imkânı sağlar. Zengini cimrilikten korur, cömert ve eli açık yapar. Zekât malı azaltmaz, aksine bereketlendirir ve arttırır. Meyve ağaçlarında ve üzüm bağlarındaki yoz filiz ve dalları budamak gibidir. 

    Zekât, Hicretin ikinci yılının Şevval ayında Ramazan orucu ve fitreden sonra farz kılınmıştır. Zekâtın farz oluşu Kitap, sünnet ve icmâ’ delillerine dayanır. Kur’an-ı Kerîm’de 28’i namazla birlikte olmak üzere 32 yerde zekât emri bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli ayetlerde “infâk” emri zekâtı da kapsar. 

    Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: “Namazı kılın, zekâtı verin. ”Müminlerin mallarından zekât al ki onları temizleyip mallarını çoğaltasın. ”Hasat günü ürünün hakkını ödeyin.” 

    Peygamber (s.a.v)Efendimiz de şöyle buyurmuştur: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Bunlardan biri de zekât vermektir.” 

    Diğer yandan Allah’ın elçisi, Muazİbn Cebel (r.a)’i Yemen’e vâli olarak gönderirken şu talimatı vermiştir: “Onlara bildir ki, Allah Teâlâ kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekâtı oranın zenginlerinden al, yoksullarına ver.” 

    ZEKAT VERMENİN ANLAMI NEDİR?

    İslam’da zekât vermek zengin Müslümanlara fazdır. Zekât mali bir ibadettir. 80 gr ve daha çok malı olan kişiler, üzerinden bir yıl geçince kırkta birini fakirlere vermeleri Allah’ın emridir. Buna zekât vermek denir. Sadaka sadece para vermek değildir. Dinimiz verme dinidir, sevgi, merhamet, paylaşma, iyilik ve yardım etme dinidir.
    Efendimiz(s.a.v)Buyururlar ki:”Her iyilik sadakadır.”(Tirmizi)
    “'Sübhanallah', 'Elhamdülillah', 'La ilahe illallah' veya 'Allahü ekber' demek birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe mani olmaya çalışmak birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmak ise bütün bunları karşılar.” (Müslim)
    “Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!”
(Hâkim)

    ZEKATIN FAZİLETİ ve HİKMETİ

    Asrımızın insanı ne kadar da gariptir; Müslüman olduğunu ve İslam dinini kabul ettiğini söyler; ama İslam’ın şartlarından olan namazı kılmaz, zekâtı vermez, hacca gitmez, hatta bir kısmı orucu bile tutmaz. Sadece ilk şart olan kelime-i şehadeti getirir.Sadece kalbim temiz demekle herşeyin hallonulacağını sanır.
    Maalesef günümüzün Müslümanı zekâtı terk etmiş ve fakirlerin hakkını gasp etmiştir. İşlemiş olduğu bu günahın büyüklüğünden ve cezasından da gafildir. Onun için Zekatın Öneminden ,Faziletinden,zekât vermemenin ne kadar büyük bir günah olduğunu ve ahiretteki şiddetli cezasını beyan edeceğiz. Belki zekât vermeyenlerin tövbe etmesine ve zekâtlarını vermelerine vesile olur ve bununla da Rabbimizin rızasını tahsil ederiz.
    Cenab-ı Hak Kur’an-ında:
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ(43)
    "Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin."Bakara sûresi ,43
    İslâm'ın beş temelinden biri olan ve hicretin ikinci yılı ramazan ayından önce farz kılınan zekât, belli şartlar altında belirli bir miktar malı lâyık olan kimselere vermek demektir. Malî ibadetlerin en başında yer alır. Önemi dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'de seksenden fazla yerde namaz ile birlikte zikredilmiştir.
    Zekât farzınının yerine getirilmesini açıkça emreden âyet-i kerîme, aslında Ehl-i kitap ile ilgili âyetler arasında yer almaktadır. Bu da geçmiş şeriatlarda da zekât farzının bulunduğunu göstermektedir.
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَمُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَوَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ [5]
    "Onlara, ancak, dini Allah'ın emrettiği şekilde yaşayarak ve hanîfler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Doğru din de budur." Beyyine sûresi 5
    Ehl-i kitap ve müşriklerin durumlarını anlatan Beyyine sûresi içinde bulunan âyet-i kerîme, bütün dinlerde yer alan vazgeçilmez nitelikteki üç esası belirlemektedir: Tevhid, namaz, zekât...
    Bu belirleme, Allah'ın birliğine inanmak ve O'nun emrettiği şekilde dini yaşayarak namaz farzını yerine getirmek ne kadar önem arzediyorsa, zekât vermenin de aynı değeri ve önemi taşıdığını göstermektedir. Zira bütün ilâhî kitapların açıkladığı hak ve doğru dinin tarifi, tevhid, namaz ve zekât ile yapılmış olmaktadır. Zira âyetteki "Doğru din budur" tesbiti bunu ifade eder. 
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ [103]
    "Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin." Tevbe sûresi,103
    Zekâta sadaka da denilmektedir. Nitekim bu âyetteki sadaka kelimesi, farz olan zekât anlamındadır. Âyetin, mal-mülk kaygısıyla cihaddan geri kalan birkaç müslüman hakkında indiği bilinmektedir. Tövbelerinin kabul edilmesi üzerine bu müslümanlar, mallarını sadaka olarak vermek istemişler, Hz. Peygamber de "Mallarınızı almakla emrolunmadım" buyurmuştu. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti göndererek, o müslümanların hem mânevî açıdan temizlenmelerini, hem de mallarının kendilerine yaptığı olumsuz etkiden kurtulmalarını sağlamış olmaktadır. Zira zenginin servetindeki fukara hakkı o servet için sanki bir leke gibidir. Aynı zamanda zenginin duygu dünyası açgözlülük ve cimrilik gibi düşük huylarla kirlenmiş olabilir. Zekât işte bu iki türlü kirliliği birden temizleyen malî bir ibadettir.
    Böylece zekâtın asıl faydasının onu alana değil, verene ait olduğu anlatılmış olmaktadır. 
- وَعنِ ابنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّه عَنْهُما ، أَنَّ رَسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : بُنِيَ الإِسْلامُ عَلى خَمْسٍ : شَهَادَةِ أَنْ لا إِلهَ إِلاَّ اللَّه ، وأَنَّ مُحمَّداً عَبْدُهُ ورسُولهُ ، وإِقامِ الصَّلاةِ ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ ، وحَجِّ البَيْتِ ، وَصَوْمِ رمضَان » متفقٌ عليه .
    İbni Ömer (r.a)dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu:"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak."(Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)
    “Bu İslâm'dır” veya “İslâm'ın esasıdır” denen her şey, hiç şüphesiz, İslâm dini açısından son derece önemlidir. İşte bu sebeple hadiste sayılan beş esastan her biri birer farz-ı ayn niteliğiyle, yani birilerinin yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden asla düşmeyen, herkesin bizzat kendisinin işlemesi gereken ilkeler olmaları dolayısıyla Müslümanlığın yaşanması bakımından vazgeçilemez esaslardır. Zekât da bunlardan biridir.
    Zekât, kelime olarak temizlik, artma, lâyık olma, bolluk ve bereket içinde yaşama anlamlarına gelir. Dinimizde ise, üzerinden bir sene geçmiş olan nisap miktarı malın yüzde iki buçuğunu veya kırkta birini bir fakire vermektir. Zekâtı inkâr eden kâfir olur. Kâfirlere zekât verilmez. Zekât "müslümanların fakirlerine" verilir.
    Böylesi bir malî ibadete "zekât" denilmesi, zekâtı verilen malın artmasından ve âhirette sevaba vesile olmasından ötürüdür. Bu artış, "Allah rızâsı için her ne harcarsanız, muhakkak Allah onun karşılığını verir" [Sebe' sûresi (34), 39] âyetinin teminatı altındadır.
    "Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden dolayı istemeyen fakirin de hakkı vardır [Zâriyât sûresi (51), 19]. Bu âyetle belirlenmiş olan hakkını zenginden alan fakirlerin duyacağı gönül ferahlığının o malın artışında etkisi olacağı gibi, bu hakkı teslim etmeyenlerin malının bereketsizliğinde hatta bir şekilde eriyip gitmesinde de aç gözlerin eritici tesiri olsa gerektir. Zekât, mevcut malın kırkta bir ölçüsünde eksilmesi gibi görünse de, başkalarının hakkından arındırılmış bir malın artacağına dair ilâhî garanti verilmiştir. Toplumda görülen gerçek de budur. Zekâtını verenlerin malları bir şekilde artmakta, cimrilik edip zekât vermeyenlerin servetleri ise, eninde sonunda eriyip gitmektedir.
    Sosyal dayanışmayı hemen hemen her sistem kabul ve teşvik eder. İslâm dini ise, onu bir "hak" olarak kabul eden ve mutlaka yerine getirilmesi gerekli bir farz hükmüne yükselten yegâne dindir. Bu sebeple hadisimizde de görüldüğü gibi zekât, İslâm'ın beş temel esasından sayılmıştır.
    İslâm'ın bütün esasları gibi zekât ilkesi de Kitap ve Sünnet ile sabit ve İslâm tarihinin başlangıcından, (hicretin ikinci yılından) beri ümmet-i Muhammed içinde yaşayagelmiş dinî bir emirdir. Zekât'ın inkâr edilerek verilmemesi savaş sebebidir. Nitekim ilk halife Hz. Ebû Bekir'in, zekât ile namazın arasını ayıranlara yani namaz kılıp da zekât vermeyenlere savaş açtığı bilinmektedir.
    Talha İbni Ubeydullah (r.a)şöyle dedi:"Uzaktan sesini duyup ne dediğini anlayamadığımız saçı başı dağınık Necidli bir adam Resûlullah (s.a.v)in huzuruna geldi. Resulullah'a yaklaştı. Bir de baktık ki, İslâm'ın ne olduğunu soruyor. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem(s.a.v): "Bir gün bir gecede beş vakit namaz kılmaktır" buyurdu. Adam: Kılmam gereken başka namaz var mı? dedi.
    "Hayır yok! Nâfile olarak kılarsan o başka" buyurdu. Resûlullah (s.a.v)sözüne devam ederek: "Bir de ramazan ayı orucunu tutmaktır" buyurdu. Adam yine:Tutmam gereken başka oruç var mı? dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:"Hayır yok. Nâfile olarak tutarsan o başka!" buyurdu.
    Râvî Talha (r.a)diyor ki, Resûlullah (s.a.v)adama zekât vermeyi söyledi. Adam:Vermem gereken başka sadaka var mı? dedi. "Hayır yok. Nâfile olarak verirsen o başka" buyurdu.Bu defa Adam: Bu söylediklerinden ne fazla ne eksik yaparım" diyerek Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.Bunun üzerine Resûlullah(s.a.v):"Eğer sözüne sahip çıkarsa, kurtuldu gitti" buyurdu.(Buhârî, Îmân 34, Savm 1, Şehâdât 26, Hiyel 3; Müslim, Îmân 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 1; Tirmizî, Mevâkît 4; Sıyâm 1; Nesâî, Sıyâm 1, Îmân 23)
    İbni Abbas (r.a)dan rivayet edildiğine göre Nebî (s.a.v)Muaz'ı Yemen'e (vali ve zekât âmili olarak) göndermiş ve ona şu tâlimâtı vermiştir:"Onları önce Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim, Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah'ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah'ın farz kıldığını onlara bildir."(Buhârî, Zekât 1, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Nesâî, Zekât 46; İbni Mâce, Zekât. 1)
    İbni Ömer (r.a)dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu:"Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in, Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmam bana emrolundu. Bunları yaparlarsa, -İslâm'ın hakkı olan hadler hariç- canlarını, mallarını benden korumuş olurlar. Gerçek durumlarının hesabını görmek ise Allah'a kalmıştır."(Buhârî, Îmân 17, 28, Salât 28, Zekât 1, İ'tisâm, 2, 28; Müslim, Îmân 33-36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 95; Tirmizî, Tefsîru sûre (88); Nesâî, Zekât 3; İbni Mâce, Fiten 1-3)
    Ebû Hüreyre (r.a)dedi ki, Resûlullah (s.a.v)vefatı üzerine, yerine Ebû Bekir(r.a) halife seçilip de Araplar’dan kimileri dinden dönünce, Ebû Bekir(r.a)bunlara karşı savaş açtı. Bunun üzerine Ömer(r.a):Resûlullah (s.a.v)"Ben insanlarla Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime-i tevhîdi söylerse, -İslâm'ın hakkı olan hadler hariç- mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah'a kalmıştır" buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin? Diye karşı çıktı.
    Ebû Bekir(r.a):Allah'a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki, Resûlullah'a verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım" cevabını verdi.
    Bunun üzerine Ömer (r.a)şöyle dedi: “Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle  savaş konusunda Allah’u Teâlâ'nın, Ebû Bekir'in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım."(Buhârî, İ'tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim, Îmân 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 1; Tirmizî, Îmân 1; Nesâî, Zekât 3, Cihâd 1)
    Burada bir noktaya işaret etmekte fayda vardır. İslâm tarihinde ilk defa görülen ve "ridde olayları" diye bilinen, Hz. Peygamber'in vefatından sonra bazı Arap kabilelerinin İslâm'dan dönme girişimleri içinde yer alan herkes aynı görüşleri paylaşmıyordu. Kimileri İslâm'ı tamamen reddediyorlardı. Bunların mürted olduğunda kimsenin en küçük bir tereddüdü yoktur. Onların içlerinde bazı kimseler de vardı ki, İslâm'ı reddetmiyor, hatta namazlarını kılıyorlar, fakat zekât vermeleri gerekmediğini ileri sürüyorlardı. "Senin dua etmen, onlar için berekettir" [Tevbe sûresi (9), 103] âyeti, Hz. Peygamber hakkındadır. Halifesi için böyle bir özellik söz konusu olmadığına göre bize de zekât vermek gerekmez diye düşünüyorlardı. Hz. Ömer'in söz konusu itirazı, işte bu kesim ile savaş konusuna yöneliktir. İki halifenin ictihadı bu noktada birbiriyle çelişiyordu. Ancak Hz. Ebû Bekir'in değerlendirmesi, İslâm'ın bütünlüğünü ve zekât ilkesinin İslâm'daki yeri konusunu daha doğru ve kesin olarak ortaya koymaktaydı. Hz. Ömer de bunu anlamakta gecikmedi ve itirazından vazgeçti. Bu iki hadis bir arada değerlendirildiği zaman, zekât farzının önemi anlaşılmaktadır.
    Ayrıca her iki hadiste de söz konusu olan "İslâm'ın hakkı"ndan maksat, bir müslümanın işlediği suç yüzünden kısas veya had cezâlarını haketmiş olmasıdır.
    Ebû Eyyûb (r.a)demiştir ki bir adam Peygamber(s.a.v)e: Beni cennete götürecek bir amel söyle! dedi. Resûl-i Ekrem(s.a.v) de: "Allah'a ibadet eder, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı görüp gözetirsin!" buyurdu.(Buhârî, Zekât 1, Edeb 10; Müslim, Îmân 12, 14. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 10)
    Ebû Hüreyre (r.a)dedi ki, bedevînin biri Nebî (s.a.v)e geldi ve:Ey Allah'ın Resulü! İşlediğim takdirde cennete gireceğim bir amel söyle bana, dedi. Resûl-i Ekrem:"Allah'a, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk edersin. Farz olan namazları kılarsın. Yine farz olan zekâtı verirsin ve ramazan orucunu tutarsın" buyurdu. Bedevî:Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu söylediklerine hiçbir şey ilâve etmem, dedi.
    Adam dönüp gidince Peygamber(s.a.v):"Cennetlik birini görmek kimi mutlu ediyorsa, şu kişiye bakıversin!" buyurdu. (Buhârî, Zekât 1; Müslim, Îmân 15, Fezâilü's-sahâbe 150. Ayrıca bk. İbni Mâce, Rü'yâ 10)
    Cerîr İbni Abdullah (r.a)şöyle dedi:"Ben Resûlullah(s.a.v)e, namaz kılmak, zekât vermek ve bütün müslümanların iyiliğini istemek üzere biat ettim."(Buhârî, Îmân 42, Mevâkîtü's-salât 3, Zekât 2, Şurût 1; Müslim, Îmân 97-98. Ayrıca bk. Nesâî, Bey'at 6, 17)
    Biat (Bey'at), bir yöneticinin siyasî otoritesini kabul ettiğini, elini tutarak bildirmek demektir. Erkek sahâbîler sanki alış-veriş yapıyormuş gibi Hz. Peygamber'in mübarek elini tutarak ona biat etmişlerdir.Ancak bazı sahâbîlerin Hz. Peygamber'e, dinî ve sosyal bazı konularla ilgili olarak söz verdikleri yani biat ettikleri de olmuştur. Hatta Rıdvan bey'ati (Bey'atür-rıdvân) gibi savaş ve ölüm üzerine biat ettikleri de vâkidir. Peygamber Efendimiz, çoğu kere "söz dinlemek ve itaat etmek üzere" biat almış ve bunu da "Gücüm ölçüsünde yapacağım" diye kayda bağlamıştır. Çünkü dinimizde güç yetirilemiyecek teklif (teklîf-i mâlâ yutak) yoktur. Nitekim "Allah hiç kimseye güç yetiremeyeceği şeyi teklif etmez" [Bakara sûresi ,286]. Böyle olunca Hz. Peygamber'in "gücüm yettiğince" kaydıyla itaat edeceklerine dair ashâbından biât alması, aynı zamanda İslâm'ın bu temel ilkesinin uygulaması anlamına gelmektedir.
    Cerîr İbni Abdullah(r.a), Peygamber(s.a.v)'in son zamanlarında Medine’ye gelerek Efendimiz’le görüşmüş bir sahâbîdir. O Medine'ye gelişini ve Hz. Peygamber'le karşılaşmasını şöyle anlatır: Medine'ye varınca, devemi çökerttim, heybemi açıp yeni elbisemi giydim ve mescide girdim. O sırada Resûlullah hutbe irad ediyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu. Yanımdaki zâta, "Resûlullah(s.a.v) beni andı mı, diye sordum. O da; "Evet, biraz önce, seni güzel bir şekilde andı: ‘Şu kapıdan, Yemenli, hayırlı bir kimse girecektir. Onun yüzünde melek nişanı vardır’ buyurdu”, dedi. Ben de Allah'a hamdettim."Cerîr İbni Abdullah, Hz. Peygamber'den ikram ve iltifat görmüş bir sahâbîdir. Şöyle ki, Cerîr, bir gün Hz. Peygamber, ashâbıyla birlikte otururken yanlarına geldi. Kimse Cerîr‘e yer açmadı. Hz. Peygamber üzerindeki ridâsını çıkarıp Cerîr'e attı ve "Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!" buyurdu. Cerîr alıp oturdu ve " Ey Allah'ın Resulü! Senin bana ikram ettiğin gibi Allah da sana ikram buyursun" diyerek teşekkür etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber çevresindekilere; "Size bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü geldiği zaman, ona ikramda bulunun ve saygı gösterin" buyurdu. 
    Ebû Hüreyre(r.a)den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu: “Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür."
    Ey Allah'ın elçisi! Peki, zekâtı verilmeyen develerin durumu nedir? Dediler. Nebî (s.a.v)şöyle buyurdu: “Hakkı ödenmeyen her deve sahibi -ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sütünün muhtaçlara dağıtılması da bu haklar arasındadır- kıyamet günü düz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de en semiz hallerinde ve bir tek yavru bile dışarıda kalmamak şartıyla o kişiyi ayaklarıyla çiğner ve dişleri ile ısırırlar. Öndekiler geçtikçe arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Süresi elli bin sene olan bir günde insanlar hakkında hüküm verilinceye kadar bu böyle devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."
    Ey Allah’ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen sığırlar ile koyunların durumu ne olacak? Dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v)şöyle buyurdu: “Hakkı (zekâtı) verilmemiş her sığır ve koyun sahibi, kıyamet günü düz ve geniş bir yere yatırılır. İçlerinde eğri boynuzlu veya boynuzsuz veya boynuzu kırık bir tane bile hayvan bulunmaksızın o hayvanlar o kişiyi boynuzları ile süser, tırnakları ile çiğnerler. Öndeki geçince arkadaki onu takip eder ve bu durum süresi elli bin yıl olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."
    Ey Allah'ın elçisi! Ya atların durumu nedir? Dediler. Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu: “Atlar üç sınıftır. Kişi için yük olan at vardır; örtü olan at vardır, ecir ve sevap olan at vardır. Yük ve vebal olan at sahibinin sırf çalım satmak ve İslâm'a düşmanlık yapmak için beslediği attır. Bu, o adam için vebaldir, Örtü olan at sahibinin Allah rızası için beslediği ve binit ve koşum olarak üzerindeki Allah'ın hakkını ödediği, iyice bakıp gözettiği attır; bu sahibi için bir perde ve örtüdür. Ecir ve sevap olan ata gelince, o da sahibinin Müslümanlara yardımcı olmak maksadıyla Allah yolunda besleyip çayır ve bahçelerde otlattığı attır. Atın o çayır veya bahçeden yediği ve çıkardığı şeyler sayısınca sahibine iyilik yazılır. Hatta at ipini koparıp da bir-iki tur atarsa, onun izleri ve pislikleri adedince sahibine iyilik yazılır. Ya da sahibi sulamak niyeti olmadığı halde onu bir nehir kenarından geçirirken at su içecek olsa, Allah onun içtiği su yudumları adedince sahibine iyilik yazdırır."
    Ey Allah'ın elçisi! Peki ya eşeklerin durumu nedir? Dediler. Resûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu: “Kim zerre kadar bir hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görür" mealindeki umumi manalı ayetten başka bana eşekler hakkında özel bir bilgi verilmedi."(Müslim, Zekât 24; Buhâri, Cihâd 48)
    Zekâta tâbi para ve mallar ile ilgili olarak yerine getirilmesi gerekli görevlerin ihmal edilmesi halinde, âhirette başa gelecek halleri çok açık ve acı bir şekilde tasvir etmektedir. Kuşkusuz bu hadîs–i şerîf, zekât vermeyenlerin âhirette başlarına gelecekleri anlatmak suretiyle zekât farîzasının önemini, onun ihmale gelmez bir görev olduğunu gözler önüne sermekte, verilmeyen zekâtın hesabının âhirette mutlaka sorulacağını göstermektedir.
    O halde bizim senemizle elli bin yıl sürecek olan bir hesap gününde böylesine azaba uğramamak için her müslümanın zekât borcunu ödemesi tek çıkar yoldur.
    Nevevî merhum, zekâtın fazilet ve önemini ve onunla ilgili bazı hükümleri anlatmak için seçtiği hadislerin en sonuna bu hadîs-i şerîfi getirmek suretiyle işin ahirette dönük yönünü ortaya koymak ve böylece dinimizde bir şeyin önem ve faziletini anlamak ve öğretmek için  onun sadece dünyaya dönük tarafını değil, âhirete uzanan yönünü da hesaba katmak lâzım geldiğini vurgulamak istemiştir.
    Burada atlarla ilgili olarak Efendimiz(s.a.v)in verdiği bilgileri, günümüzde arabalar için düşünmek gerektiği kanaatimizi belirtmek istiyoruz. Her türlü kara, hava ve deniz nakil ve ulaşım vasıtalarına sahip olanlar da niyetlerine göre kısım kısımdırlar. Sadece gösteriş yapmak, bir çeşit çalım satmak için en modern ve pahalı vasıtalar edinmek ve onları sadece zevk için kullanmak ile bir gün Allah yolunda kullanma gereği olur diye onlara iyi bakmak ve hayra hizmette kullanmak gibi maksadlar taşıyanlar hiç şüphesiz aynı olmayacaklardır. Bu modern vasıtaları, Resûl-i Ekrem(s.a.v) Efendimiz'in merkepler hakkında okuduğu o engin mânalı âyetin sınırları içinde düşünmek ve değerlendirmek doğru olur.

         ZEKAT VERMENİN HİKMETLERİ

    Zekât insanı aşırı ihtiraslardan kurtarır. İyilik yapmaya alıştırır. Şefkat hislerini kamçılar, yükseltir ve kemâle erdirir. Zekât, Cenabı Hakka karşı malî bir şükür olmakla, malın artmasına vesile olur. Ve insanı (Şekûr) olan Allah'a yaklaştırır. Zekât, fakir ile zengin arasında bir ahenk tesis eder. Fakirdeki kıskançlık duygularını yok eder. Dolayısıyla fakirle zengin, dost olmuş olur.
    Zekât, içtimâi dengeyi sağlar, malın faydasız şekilde elde tutulmasını önler. Cemiyet fertlerini birliğe sevk eder ve cemiyeti temizler.

    ZEKAT VERMENİN HÜKMÜ

    Zekât, İslâm'ın şehadet kelimesi ile namazdan sonra gelen bir rüknü dür. Bu nedenle âlimler, zekâtın farziyetini inkâr eden bir kimsenin kâfir olduğunda icma etmişlerdir. Tevbe etmediği takdirde böyle bir kimsenin kanı helâldir. Çünkü zekât, farziyeti zaruri olarak bilinen emirlerden biridir. Avam ve havass tüm müslümanlar bunu bilir. Böyle olduğuna dair bir delil veya burhan getirilmesine de ihtiyaç yoktur.Hattabî şöyle demiştir: 'Kim zekâtın farziyetini inkâr ederse, o, müslümanların ittifakıyla kâfirdir. İmamlar arasında zekâtın farz olduğu hakkında icma vardır. Hatta Müslümanların avamı ye havassı da bunu bilmektedir. Bu hususta âlimlerle cahiller ortaktır. Hiç kimse zekâtı inkâr etmek veya herhangi bir şekilde tevil etmekte mazur sayılamaz. Bu durum, ümmetin üzerinde icma ettiği beş vakit namaz, Ramazan orucu, cünüplükten yıkanma, zinanın haramlığı, anne, kızkardeş ve mahremi olan kadınlarla evlenmenin haramlığı gibi hükümleri inkâr edenler hakkında da geçerlidir.İbn Hacer el-Askalânî de şöyle demiştir: 'Zekâtın farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur'.

    CİMRİLİKTEN ÖTÜRÜ ZEKAT VERMEYENİN HÜKMÜ
    Zekâtın farz olduğuna inandığı halde zekât vermeyen kimse fasıktır, günahkârdır. O, ahirette şiddetli bir azaba çarptırılacaktır.

    Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele! (Zekâtı verilmeyen bu mallar) cehennem ateşinde kızdırılıp onlarla (istifçilerin) alınları, sırtları ve yanları dağlanacağı gün (onlara): 'İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!' denir.(Tevbe Suresi,34-35)

    Peygamber (s.a.v)Efendimiz şöyle buyurmuştur:”Allah bir kimseye mal verir, o da zekâtını vermezse o mal Kıyamet günü kel bir yılana dönüşür. O yılan çok zehirli olduğundan ötürü tepesinde tüy yoktur. O yılanın ağzında iki diş vardır veya gözlerinin üstünde iki siyah nokta vardır ki bu yılan, yılanların en dehşetlisi ve en pisidir. Allah Kıyamet günü o yılanı onun boynuna sarar. O yılan onun iki dudağından tutup ona 'Ben, senin dünyada istif ettiğin malınım' der.
    Efendimiz(s.a.v)bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu:”Sakın Allah'ın fazl u kereminden kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir serdir. Kıyamet gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır”
. (Âli İmran Suresi,180)
    Bu anlamda daha birçok ayet ve hadîs vardır.Zekât vermeyenlerin dünyadaki durumu ise, zekâtın kendilerinden zorla alınmasıdır. İnsanlar bu hususta inat gösterip zekât memuruna itaat etmezlerse, Allah'ın şeriatını uygulayan idareci, gerekirse cebren zekâtı onlardan alır.

    ZEKATIN MADDİ ve MANEVİ YÖNÜ

    ZEKÂTIN MADDİ YÖNÜ: Muhtaç olan fakir, mala kavuşur ve ihtiyaçlarını giderir. Yaşaması için muhtaç olduğu yeme ve içme arzularını bu malla temin eder. Eksik ve noksanlarını bu yolla karşılar. Ayrıca zekât fakirin çalışmasına da yardım eder. Maddi bir imkânı olmayan bir fakir, eline geçenle bir iş yapmaya güç kazanır. İkinci bir defa almamak için eline geçeni değerlendirmeye çalışır. Zekât fakirler bir hayat sigortasıdır. Aradaki husumeti giderir. Sınıf farkının oluşmasını zekât ibadeti önler. Zekât malın bereketlenmesine vesile olur. Ayrıca zekât vereni vicdanen rahatlatır.
    ZEKÂTIN MANEVİ YÖNÜ: Zekât vermek Allah’ın kesin bir emri olduğu için, bunu yerine getiren bir mümin, karşılığında sevap umar ve Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirdiği için huzur içerisinde bulunur. Zekât, insanı cimrilik hastalığından kurtarır, yardım etme ve yardımlaşma duygularını geliştirir. Fertler arasında sevgi ve bağlılığın teşekkülünü sağlar. Zekât, ihtiyaç sahiplerinin, zenginlere karşı olan haset ve kıskançlık hislerini törpüler ve yatıştırır. Toplum içindeki madde çekişmelerini azaltır. Zekât, her idare şeklinin arzu edip te kavuşamadığı en doğru ve en güzel sosyal adalet düzenini sağlar. Zira İslam’da zekât farizası dışında ayrıca muhtaçları korumak, onlara yardım etmek, toplum yararına geniş çapta hayırlar yapmak birer vazife ve ibadettir. Bu inanç ve çalışma ile yaşayan toplumda en sağlam ve en güzel maddi ve manevi sosyal adalet, en sağlam temellerle gerçekleşir.Cenab-ı Hak Kur’an-ında:
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ:
     “Namazı kılın, zekâtı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Bakara Suresi,110)
    Şu üç hususu Allah birlikte zikretmekte, birini diğeri olmadan kabul etmemektedir:
    1-) NAMAZI DOSDOĞRU KILIN, ZEKÂTI VERİN: Bu ayete göre Allah, namaz kılıp zekât vermeyenin namazını kabul etmez. Eğer bu insan zekât vermekle mükellef bulunan zengin bir Müslüman ise. Fakir, zekâtla mükellef olmadığından namazı kabul edilir.
    2-) ALLAH’A VE RASÜLÜNE İTAAT EDİNİZ: Allah’a itaat edip te Peygamberine itaat etmeyen kimsenin Allah kendisine karşı gösterdiği itaati kabul etmez. Mümin hem Allah’a hem de Peygamberine itaat etmek zorundadır.
    3-) BANA VE ANA-BABANA ŞÜKRET DEMİŞİZDİR: Bu ayete göre de kişi Allah’a karşı şükür borcunu yerine getirir ama ana babasını gücendirirse, Allah o kimsenin kendisine karşı olan şükrünü kabul etmez. İşte bu üç ayet üzerinde iyi düşünmek ve hükümlerine harfiyyen uymak lazımdır. Namaz kılan zengin zekâtını vermeli, Allah’a itaat eden mümin Peygambere de itaat etmeli, Allah’a şükreden müminler, ana-babalarına da teşekkür etmeliler, onların meşru emirlerini yerine getirmeli, ihtiyaçlarını gidermeli, gönüllerini yapmak suretiyle hayır dualarını kazanmalıdır.
    Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Zekât İslam’ın köprüsüdür. Zekât, tehlikeli vadileri aşmak ve selametle cennete ulaşmak için en muhkem köprüdür. Bu köprüyü koruyan kimse, felaketlerden uzak kalır."

    ZEKAT KİMLERE VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ

    Zekâtın kimlere verileceği, ayet-i kerime ile sabittir. Bunlar sekiz sınıftır. Allah şöyle buyuruyor:
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ:
     “Zekâtlar, Allah’tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri İslam’a ısındırılacaklara verilir. Kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğruna sarf edilir. Allah bilendir, Hâkimdir.” (Tevbe Suresi, 60)
    Abdullah İbn Abbas (r. anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber(s.a.v), Muaz İbn Cebel(r.a)’i Yemen’e gönderirken ona şu emri vermiştir: “... Eğer onlar zekâtın farz olduğunu kabul ederek sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zenginlerden alınıp fakirlerine verileceğini onlara bildir.” Bu hadis zekâtın devlet tarafından müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine harcanacağına delil sayılmıştır. 
    Şimdi bu sekiz sınıfı açıklayalım:
    1-) FAKİRLER: Nisap miktarından az mala sahip olana fakir denir.
    2-) MİSKİNLER: Hiçbir şeyi olmayanlara Miskin denir. Bunlar fakirlerden daha düşkün kimselerdir.
    3-) ZEKÂT TOPLAMA MEMURLARI: Zekât toplamak için devlet reisi tarafından görevlendirilmiş olanlardır. Bunlara AMİL denir. Zengin dahi olsalar, çalışmaları karşılında kendilerine zekât verilir.
    4-) MÜELLEFE-İ KULUB: Yani kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlere de zekât verilir. Kalpleri İslam’a meylettirmek ve zararlarını kaldırmak için veya İslam’da sebat göstermek için kendilerine Peygamberimiz (s.a.v) tarafından zekât verilen gayr-i Müslimler vardır. Ama şimdi kâfirlere zekât verilmez.
    5-) KÖLELER: Para kazanıp ödemek suretiyle azad olmak hususunda efendisiyle anlaşma yapmış olan kölelere zekât verilir. Bunlara MÜKATEB KÖLE denir.
    6-) BORÇLULAR: Borçlarını ödeyemeyecek durumda olan borçlulardır.
    7-)ALLAH YOLUNDA BULUNANLAR: Fakir olduklarından Allah yolunda savaşa katılamayacak olan, Allah’ın dininin yücelmesine koşamayan muhtaçlardır.
    8-) YOLCULAR: Malından uzak düşmüş gariplerdir. Bunlar memleketlerinde zengin oldukları halde, yolculu esnasında fakir düştüklerinden kendilerine zekât verilir.
    İşte zekât bu sekiz sınıftan herhangi birine veya hangi sınıftan olursa olsun tek bir kişiye veya bu sınıfların bir kısmına verilmesi gerekir. Bu sınıfların dışında kalan her hangi bir yere zekât verilmez. Bu konu üzerinde hassas olmak lazımdır.

    ZEKÂT KİMLERE VERİLMEZ?
    1-) Gayr-i Müslime zekât verilmez ama diğer sadakalar verilir.
    2-) Cami, mescit, yol, köprü gibi temlik bulunmayan yerlerin inşa ve tamirine zekât verilemez.
    3-) Ölünün kefenine sarf edilemez ve ölünün borçları zekâtla ödenemez.
    4-) Zenginlere verilemez.
    5-) Usul ve füru’a zekât verilemez.
    USÜL: Ana ve babanın yukarı doğru çıkan nesilleridir. Babanın babasının… Babasının… Babasının… babası.ananın,anasının…anasının…anasının… Gibi.
    FÜRU’: Çocuğun aşağı doğru inen nesilleridir. Oğlunun, oğlunun, kızının, kızının, oğlunun… Gibi
    6-) Karı kocasına, koca karısına zekât veremez.
    7-) Zengin bir adamın baliğ olmayan küçük oğluna zekât verilemez. Ama zengin bir adamın fakir olan büyük oğluna başkası tarafından zekât verilir.
    8-) Haşim oğullarına zekât verilemez.

    ZEKÂT VERMENİN CAİZ OLDUĞU YERLER
    1-) Varlıklı olan bir kimsenin fakir ve büyük oğluna başkaları tarafında zekât verilir.
    2-) Yine varlıklı bir kimsenin fakir olan karısına başkaları tarafında zekât verilir.
    3-) Yine zengin bir adamın, geçimini güçlükle temin eden fakir babasına başkaları tarafından zekât verilir.
    4-) Zekât niyetiyle fakir akraba çocuklarına verilen hediyeler zekât yerine geçer.
    5-) Zekât niyetiyle bayramlarda ve diğer şenlik günlerinde kadın ve erkek fakirlere verilen hediyeler zekât yerine geçer.
    Akraba ve hısımları olmadığı halde başka memleketlerde bulunan fakirlere zekât göndermek mekruhtur. Ancak bulunduğu yerdeki fakirlerden daha muhtaç olan uzaktakilere göndermekte kerahet yoktur. Uzakta bulunan fakir akrabalara zekât göndermekte fazilet vardır.
    Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kime Allah mal verir zekâtını ödemezse, kıyamet gününde o mal dazlak başlı ve iki kaşının üzerinde iki siyah noktası bulunan son derece güçlü bir yılan şekline sokulur. Sonra sahibinin boynuna sıkıca sarılır: Ben senin dünyadaki malınım, dünyadaki hazinenim der.” Daha sonra şu ayet-i celileyi okudu:
وَلاَيَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْراًلَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِوَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ:
    “Allah’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah, işlediklerinizden haberdardır.” (Ali İmran Suresi, 180)
Burada da zekâtı vermemenin, cimrilik yapmanın kötülüğüne işaret vardır. Hiç bir mümin bu kötü akıbeti göze almamalı, alamaz da…
    Bir kısım insanlar da Allah’tan mal ve servet isterler ve derler ki: “Allah bana servet verse de ben de hem kendi ihtiyaçlarımı karşılasam hem de Allah yolunda harcasam, zekât ve sadakasını versem.” Fakat Allah, kendilerine mal ve servet verince cimrilikleri tutar, ne zekât verirler, ne de sadaka. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor:
وَمِنْهُم مَّنْ عَاهَدَ اللّهَ لَئِنْ آتَانَا مِن فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِينَ:فَلَمَّا آتَاهُم مِّن فَضْلِهِ بَخِلُواْ بِهِ وَتَوَلَّواْ وَّهُم مُّعْرِضُونَ:
    “Aralarında: Allah bize bol nimet verecek olursa, and olsun ki sadaka vereceğiz. Diye O’na and verenler vardır. Allah onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Zaten dönektirler.” (Tevbe Suresi, 75–76.)
Bu ayetler, Salebe b. Hatib hakkında nazil olmuştur. Salebe bir gün Peygamberimiz (s.a.v)’e vararak, O’ndan Allah’ın kendisine mal ve servet vermesi için dua etmesini istedi. Peygamberimiz (s.a.v) de ona: “Ey Salebe! Az mal, gereğini yerine getirme bakımından bol mal ve servetten daha hayırlıdır.” buyurdu. Tekrar başvuran Salebe: “Ey Muhammed (s.a.v)! Seni hak Peygamber olarak Allah’a yemin ederim ki Allah bana bol mal ve servet bahşederse, şüphesiz ki yoksul ve düşkünlere hakkını vereceğim.” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v), Salebe’nin mala ve servete kavuşması için Allah’adua etti. Ondan sonra Salebe iki koyun edindi. Zamanla o iki koyundan öylesine büyük bir sürü meydana geldi ki, sürü artık şehir içine rahat giremeyecek duruma geldi. Bu durum karşısında Salebe sürüsünü alıp bir ova üzerinde mekân kurdu. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını kılıyordu. Hatta haftada bir gün Cuma namazına bile gitmez oldu.
    Günlerden bir gün Peygamberimiz (s.a.v), Salebe’nin hiç görünmediğini söyleyerek nereye gittiğini sordu. Salebe’nin büyük bir servet sahibi olduğunu, hatta bir ova düzünü kaplayan koca bir koyun sürüsünün sahibi olduğunu öğrenince de: “Yazıklar olsun.” diyerek, kendisine zekât toplamakla görevli iki memur gönderdi. Memurlar bütün müminlerden zekât toplarken hiçbir güçlükle karşılaşmıyorlar, herkes zekâtını seve seve veriyordu. Sıra Salebe’ye geldi. Memurlar şimdiye kadar birikmiş diğer zekâtları da hatırlattılar. Artık gözlerini mal ve servet hırsı bürüyen Salebe: “Ne bu? Benden haraç mı istiyorsunuz? Şimdi gidin, bir düşüneyim.” dedi. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayetler indi.
    Bunun üzerine Salebe ne kadar tutuyorsa bütün zekâtını getirdi ise de Peygamberimiz (s.a.v): “Allah, senin malının zekâtını kabul etmemi yasak etmiştir.” diyerek geri çevirdi. Zekâtının geri çevrilişi karşısında Salebe başını yerden yere vurmaya başladı, ama faydası yoktu. Peygamberimiz (SAV)’e bütün yalvarıp yakarmaları boşuna idi. Kılı kırk yaran Allah adaletinin eşsiz takipçisi olan O büyük insan ona şöyle cevap veriyordu: “Sana Allah’ın emrini bildirdim, karşı çıktın. Bu hareketinin cezasını çekeceksin.”
    İki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.v)’in vefatından sonra zekâtını vermek üzere Hz. Ebu Bekir (r.a)’a daha sonra da Hz Ömer (r.a)’a başvuran Salebe, hep geri çevrilmiştir. Nihayet Salebe, Hz Osman (r.a)’ın halifeliği zamanında helak olup gitmiştir

    ZEKAT VERMENİN DEĞER ve KIYMETİ

    Peygamber (s.a.v), sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi birşey istenirse az veya çok mutlaka birşey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı.

    Saîd b. Yesâr (r.a.)’in Ebû Hüreyre(r.a)’den işittiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim  helal kazancından bir sadaka verirse ki - Allah helal maldan verilen sadakadan başkasını asla kabul etmez- Allah o sadakayı sağ eliyle kabul eder, bir hurma değerinde olsa bile o sadakayı sizden birinizin atının yavrusunu veya sütten kesilmiş deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyütür. O hurma değerindeki sadakanın sevâbı dağdan daha büyük olur.” (Buhârî, Zekat: 6; Müslim, Zekat: 19)

    Kâsım b. Muhammed (r.a.)’in, Ebû Hüreyre(r.a)’den işittiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah sadakayı kabul eder, sağ eliyle alır ve onu sizin atınızın yavrusunu büyüttüğü gibi büyütür, öyle ki bir lokma büyüklüğünde bir sadakanın sevâbı bile uhud dağı kadar oluverir. Allah’ın kitabında bunun ölçüsü şudur: “Bilmiyorlar mı ki, kulların tevbesini kabul eden Allah’tır. Sadakaları da alıp kabul eden O’dur. Ve iyi bilin ki, tevbeleri çok kabul eden ve kullarına acıyan da O’dur.” (Tevbe Suresi, 104)

    “Allah faizli kazançları bereketten mahrum eder, ama karşılıksız yardımlar olan, sadakaları kat kat artırarak bereketlendirir. Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas edenleri ve günahkârların hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 276) (Buhârî, Zekât: 6; Müslim, Zekat: 19)

    Peygamberimiz (s.a.v), yapılan yardımların en güzelinin gizli yardımlar olduğunu bize bildirmektedir.

    Efendimiz (s.a.v): “Ben Allah’tan korkarım diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah’ı zikrederek gözleri boşalan kimsedir." (Müslim)

    Şeytan insanları infak etmekten alıkoymak için gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu olarak insanları cimriliğe sürükler. Peygamberimiz (s.a.v) ise bunun mümin için büyük bir tehlike olduğunu bildirmiştir: “Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." (Müslim)

    "Her kim borçlu olan bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa, Allah o kimseyi arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesi ile gölgelendirir." (Müslim)

    "Zekât vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur." (Buhari)

  

Etiketler: Zekat Nedir? Zekatın Önemi, Zekat ile İlgili Ayet ve Hadisler, Zekat Kimlere Verilir, Kimlere Verilmez?, dinimizde zekat, zekatın fazileti, zekat nasıl verilir, zekat islam, kuranda zekat, hadis zekat, Hz.Muhammed Zekat, Allah, zekat kimlere verilir, kimlere verilmez, zekat nelerden verilir | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular