Mekteb-i Derviş | İslam

    EYÜP SULTAN (R.A.)

    (V.H.50 –M.672)

    Vahiy kâtibi, Mihmandâr-ı Resûl, İstanbul’un Manevi Sultanı, Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in Sancaktarı, Medine’de ilk iman edenlerden...

    Eyüp Sultan Camisi ve ilçesi, ismini Peygamber Efendimiz’in sahabisi Ebû Eyyüb el-Ensârî’den (r.a.) alır. Halk arasında “Eyüp Sultan” olarak meşhur olan ve şehre hakiki değerini veren bu güzide sahabi, caminin hemen yanıbaşındaki türbede medfundur. Sevgili Peygamberimizi Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde yaklaşık altı ay evinde misafir etmiştir Ebu Eyyûb El-Ensarî, asıl adı Halid bin Zeyd bin Kuleybel-Ensâri, Medineli'dir. Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolunun reisidir. Babasının adı Zeyd, annesinin adı ise Hind'dir. Künyesi Eba Eyyüb'dür. 

    Hazreti Halid İbn-i Zeyd Ebû Eyyûb El-Ensarî radıyallahu anh'ın silsilesi babası tarafından onuncu dedesinde ve amcası cihetiyle sekizinci dedesinde Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri ile birleşmektedir. Buharî ve Müslim rivayetlerine göre:"Halid İbn-i Zeyd Neccar oğullarından "Ebû Eyyûb" künyesiyle maruf bir sahabi-i celildir. Akabe Bey'atında bulundu. Bedir, Uhud, Hendek harblerine katıldı. Bey'atü'r-Rıdvan ve birçok mühim vak'alara iştirak etti. Kendisi gayet şeci' (cesur) sabırlı takva sahibi idi. Cihadı seven bir zat idi. Emevîler devrine kadar yaşadı. Medine'de sakin iken Şam'a nakl-i mekân etti. Muaviye'nin hilafeti zamanında oğlu Yezid'in "Konstantiniyye Seferi"ne mücahid olarak katıldı. Düşman ile karşılaşmaların birçoğunda hazır bulundu. Nihayet hastalığının neticesinde vefat ettiğinde Konstantiniyye kal'asının dibine defnedildi.

    Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte Müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı.

    Hicret sırasında Hz. Peygamber’i Medine’de evine misafir eden ve Türkiye’de “Eyüp Sultan” unvanıyla anılan sahâbî. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı kurdu.

    Peygamber Efendimiz'i Evinde Misafir Eden Sahabi

    Peygamber(s.a.v) Efendimiz Miladi 622 yılında en yakın arkadaşı Hz. Ebü Bekir Sıddık(r.a) ile birlikte Mekke’den Medine’ye doğru yola çıktı. Hicret olarak isimlendirilen bu yolculuk Medinede duyulduktan sonra şehirde bir çalkantı meydana geldi. Halkı büyük bir heyecan kaplamıştı. Gözler yollara dikildi ve bir bekleyiş başladı. Herkes Efendimizi(s.a.v) evinde görmek ve ona hizmet etmek düşüncesinde idi. Bu heyecanı yaşayanlar arasında Ebü Eyyüb el-Ensari(r.a) ile hanımı Ümmü Eyyüb(r.anha) de vardı.

    Nihayet beklenen gün geldi. Kutlu misafir Hz. Peygamber(s.a.v) Medine'ye ulaştı. Medineli Müslümanlar onu karşılamak için yollara düştü. Evlerinin en iyi yerlerini onu misafir etmek için hazırlamışlardı. Kimseyi kırmak istemeyen Efendimiz (s.a.v), devesi Kusvayı serbest bırakarak kapısına çöktüğü evin misafiri olacağını duyurdu. Bu esnada duygulu anlar yaşandı.

    Bazı Medineliler devenin dikkatini çekip onu evlerine yönlendirmek için gayret gösteriyordu. Ancak Kusva hiçbir yere takılmadan yürüdü. Ebü Eyyüb ile Ümmü Eyyüb (r.anhüma) çiftinin kapısına geldi ve çöktü. Böylece Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Ebü Eyyüb el-Ensarinin evine indi.

    Ebü Eyyüb el-Ensari'nin (r.a) evi iki katlı idi ve üst katını Efendimiz(s.a.v) için hazırlamıştı. Ancak Resülullah (s.a.v.) alt katı yukarıya tercih etti. Ebü Eyyüb(r.a) da onun isteğine uydu. Akşam olunca herkes odasına çekildi. Üst kata çıkan Ebü Eyyüb ile hanımı rahat değillerdi, içlerinde bir huzursuzluk vardı. Allah Resülü (s.a.v) alt katta iken kendilerinin üst katta kalmaları hoşlarına gitmiyordu. Bunu saygıda kusur olarak değerlendiriyorlardı. Ayrıca biraz eski olan evin üst katında yürüyünce alt kata ses gitme ve toz toprak dökülme ihtimali vardı. Çok üzüldüler. Evin bir köşesine çekilip sabaha kadar uyumadan beklediler. Sabah olunca Ebü Eyyüb(r.a) durumu Hz. Peygambere bildirdi. Efendimiz(s.a.v) de ona, ziyaretçi çokluğu sebebiyle alt katta kalmayı tercih ettiğini söyleyerek kendisini rahatlattı.

    Ancak birkaç gün sonra bir olay cereyan etti. Bir gece üst katta dolu bir testi devrilip suyu döküldü. Ebü Eyyüb ve hanımı dökülen suyu evdeki kadife yorgana emdirerek alt kata inmesine engel olmaya çalıştılar. Buna rağmen Resulullah’ın üzerine damlamış olabileceği endişesiyle sabaha kadar uyuyamadılar. Sabah olunca Efendimiz(s.a.v)’e geldiler, huzursuz olduklarını bildirdiler ve testi olayını da anlatarak üst kata taşınması için kendisine rica ettiler. Böylece Hz. Peygamber(s.a.v) evin üst katına taşındı.

    Peygamberler Sultânı’nı hâne-i saâdetlerinde yedi ay müddetle ağırlama bahtiyarlığına nâil olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.), başlangıçta Allâh Resûlü(s.a.v)’nün, evinin üst katında kalması için ne kadar ısrar ettiyse de Efendimiz(s.a.v): “Yâ Ebâ Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız, bizim için daha münâsip ve elverişlidir.“ buyurarak alt katta oturdular.

    Aziz misâfirleri Allâh Resûlü’ne eşsiz bir hürmet ve muhabbetle hizmet eden Eyüp Sultan ve âilesi, yattıkları yerin Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in hizâsına gelmesinden bile teeddüb ettikleri için, duvar kenarlarına sığınarak uyuyorlardı.

    Resûlullâh(s.a.v) Efendimiz: “Alt kat daha elverişlidir!” buyurdu ise de Eyüp Sultan(r.a): “Siz alt katta bulundukça biz üst kata çıkamayız!” dedi. Bunun üzerine, yerlerini değiştirdiler. (Müslim, Eşribe, 171; İbn-i Hişâm, II, 116.)

    Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Resûl” unvanıyla anılır. Mihmandar-ı Resûl: Mihmandar sözlükte “değerli konukları kabul eden, ağırlayan kimse“ anlamına gelir.

    Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu.

    Hz. Hâlid Bin Zeyd(r.a)'in evi, Mescidi Nebi'nin sol tarafında ve Kayıtbay minaresinin yanındadır. Ravza-i Mutahhara adı verilen Hz. Peygamber'in türbesi de minarenin sağ tarafındadır. Hz. Halid'in evi, sonradan ecdadımız tarafından kubbeli halde yeniden inşa edilmiştir. Bugün ise maalesef Vahhabi Suud krallığı bu hatırayı ve daha birçok emaneti yok etmiştir.

    PEYGAMBERİMİZİN YEMEDİĞİ YEMEK

    Eyüp Sultan(r.a) ve âilesi, Peygamber(s.a.v) Efendimiz’i misâfir ettikleri günlerde yemek pişirir ve kendisine ikrâm ederlerdi. Yemeğin kalan kısmı geri geldiğinde, Hazret-i Peygamber’in parmaklarıyla dokunduğu yerleri araştırır, bununla teberrük ederlerdi. Bir keresinde soğanlı veya sarımsaklı bir yemek göndermişler, fakat Hazret-i Peygamber yememişti. Eyüp Sultan, yemekte Efendimiz’in parmak izlerini göremeyince, endişe ile yanına giderek:“Yâ Resûlallâh! O yemek haram mıdır?” diye sordu. Resûlullâh:“Değildir! Fakat kokusundan hoşlanmadım. Çünkü ben meleklerle konuşuyorum.” buyurdu. Bunun üzerine Eyüp Sultan: “Sizin hoşlanmadığınız şeyden ben de hoşlanmam!” dedi. Ancak Resûlullâh: “Siz onu yiyiniz!” buyurdu. Bundan sonra Hz. Peygamber(s.a.v)’e bir daha o sebzeden yemek yapmadılar. (Müslim, Eşribe, 170-171; İbn-i Hişâm, II, 116.)

    Bu hâl, Allâh Resûlü’nün, insanları ve melekleri hiçbir şekilde rahatsız etmeme husûsundaki incelik, nezâket ve hassâsiyetini ne güzel ifâde etmektedir.

    Mescid-i Nebevinin ve evinin yapımı bittikten sonra da kendi evine taşındı. Ancak kendisine yaptıkları hizmet sebebiyle Ebü Eyyübu ve eşini hiçbir zaman unutmadı. Bazı günler, ashaptan bir grup arkadaşını yanına alır ve onlarla birlikte Ebü Eyyüb’un evine misafir olurdu. Ebü Eyyüb da Efendimiz hayatta bulunduğu sürece yanından ayrılmadı. Ona izzet ikramda bulunmaya devam etti. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. Hayberin, Mekkenin ve Taifin fethinde de bulundu. Bu savaşlar esnasında zaman zaman  Resulullahın korumalığını yaptı.

    Ebü Eyyüb el-Ensari (r.a), Allah Resulünün(s.a.v) vefatından sonra İslamı yayma ve müdafaa işine önem verdi. Hz. Ebü Bekir(r.a) (632-634) ve Hz. Ömer(r.a) devrinde (634-644) birçok sefere katıldı. Suriye, Filistin ve Mısırın fethinde bulundu. Hz. Osman(r.a) döneminde (644-656) Kıbrısı fetheden orduda yer aldı. Hz. Ali(r.a), halifeliği döneminde (656-661) Iraka gittiği zaman onu Medinede yerine vekil olarak bıraktı, Bu vekalet esnasında bir ara Mescidi Nebevide imam olarak görev yaptı. O, Müslümanlar arasında yaşanan iç çekişmelerde taraf olmadığı gibi, herkesi birlik ve beraberliğe çağırdı.

    Hazrec Kabilesinden Ümmü Eyyüb ile gerçekleştirdiği evlilikten üçü erkek biri kız olmak üzere dört çocuğu olmuştur. Erkek çocuklarının isimleri Eyyüb, Halid ve Abdurrahman, kızının ismi ise Amre (r.anhüma)dir.

    Alim ve Ravi olarak Ebu Eyyüb el- Ensari(r.a) Okuma-yazmanın henüz yaygınlaşmadığı İslamın ilk dönemlerinde az sayıdaki okur-yazardan birisi olarak, Efendimiz'in (s.a.v) vahiy katiplerindendi.

    Hz Muhammed (s.a.v)in ders halkasında yetiştiği için engin bir ilme de sahipti. Bundan dolayı Allah Resulu'nün vefatından sonraki dönemlerde ilminden yararlanmak ve fetva atmak için müracaat edilen bir kişi olmuştur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'den 200 civarında hadis naklettiği bilinmektedir.

    Abdullah b. Abbas (r.a)  (ö.68-687), Abdullah b. Ömer (r.a) (ö.73/692) ve Enes b. Malik (r.a) (ö,93/712) gibi meşhur sahabiler ile Said b. Müseyyeb (r.a) ( (ö.94/713), Urve b. Zübeyr (r.a) (ö.94/713) ve Ata b. Yesar (r.a) (ö,103/721) gibi önemli tabiinler onun talebelerinden bir kaçıdır.

    Eyüp Sultan Hazretleri’nin Katıldığı Savaşlar

    Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.

    Eyüp Sultan Hazretleri’nin Hz. Peygamber’e ve İslam’a Bağlılığı

    Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Resûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi. (Müsned, V, 422)

    Ebû Eyyûb(r.a), Hz. Ebûbekir(r.a) devrindeki savaşlarla Hz. Ömer(r.a) devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu. Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman(r.a)’ın namaz kıldırması engellenince herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali(r.a)’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Al(r.a)i halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali(r.a)’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas(r.a) Basra’ya gelen Ebû Eyyûb(r.a)’a, “Senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40 bin dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı. (Zehebî, II, 410)

    İSTANBUL’A SÜRÜKLEYEN İLTİFAT

    Eyüp Sultan Hazretlerinin Allâh Resûlü(s.a.v)’ne olan hürmet ve ihtimâmı, Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in misâfirlik döneminden sonra da devâm etmiştir. Resûl-i Ekrem -sallallah aleyhi ve sellem- Efendimizin hadis-i şeriflerinden:” Bir tarafı kara, diğer tarafı denize bakan bir memleket vardır, işittiniz mi? Buyurunca ashab-ı kiram: Evet orası Konstantinîyye, yani İstanbul'dur demişlerdir.

    Resûl-i Ekrem -sallallah aleyhi ve sellem- Efendimiz:”Kıyamet kopmaz, taki Beni İshak'dan 70.000 asker tekbirlerle o şehre gaza edip fethetmedikçe. Konstantiniyye elbette feth olunacaktır. İmdi onun Emir'i ne güzel emirdir ve ordusu ne güzel ordudur.”

    Benim ümmetimden gaza için ilk denize binen asker öyle askerdir ki, o, amelleri sebebiyle onlara Cennet vacib olmuşdur, yani şübhesiz Cennet ve mağfiret kazandılar. Benim ümmetimden gaza için hazırlanıp kayser-i Rum'un memleketi olan Konstantıniyye'ye cihada giden askerde afv u mağfirete mazhar olmuştur.(Mahmud S. Ramazanoğlu, Ashab-ı Kiram, Erkam Yayınları)

    Nitekim sırf Hz. Peygamber(s.a.v)’in:“İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300) müjdesine nâil olabilmek için seksen küsur yaşında iken iki sefer İstanbul kuşatmasına katılmış ve sonradan gerçekleşecek fethin ilk neferlerinden olarak rûhunu bu yolda teslîm etmiştir. Vefât etmeden az evvel, kendinden sonra fethe gelecek İslâm askerlerine mübârek cesetleri ile dahî bir hedef gösterebilmek için etrâfındakilere:“Cesedimi, ayağınızın bastığı son noktaya gömün!” buyurmuştur.( İbn-i Sa’d, III, 484-485.)

    Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifinde methettiği askerlerden olabilmek arzusuyla Emevilerin Hicretin 48, veya 49. (M. 668-69) senelerinde, İslam Ordusu kumandanı Süfyan Bin Avf'ın idaresindeki orduyla, İstanbula gelmişti. İstanbul kuşatmasına katıldı ve İstanbul surları önünde şehit oldu.

    Şehit olmadan önce etrafındaki Müslüman askerlere vasiyette bulunarak mezarının surlara en yakın noktada kazılmasını istedi. İstanbul fethedilemediği takdirde kendilerinden sonra gelecek Müslüman askerler için kabrinin bir sınır taşı olmasını vasiyet etti.

    Bu kuşatmaya katıldığı zaman yaşı sekseni geçmişti. Yaşının hayli ilerlemiş olması ve çok uzak yollar katetmesi sihhatini bozmuş ve bir rivayete göre ishal ve bir rivayete göre de astım hastalığından yatağa düşmüştü. Şehir muhasara edilmiş ve kuşatmanın devam ettiği bir sırada Hâlid Bin Zeyd(r.a) ve Süfyan Bin Avf(r.a) vefat etmişlerdi.

    Cenazesi yıkandıktan sonra Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi.

    Hristiyanlar Onun Hürmetine Yağmur İsterlerdi

    Bizans İmparatoru IV. Konstantinos (668-685), kalabalık bir asker topluluğu tarafından icra edilen cenaze merasimini surlardan izlemiş, ancak ne olduğunu anlayamamıştı. Bundan dolayı Müslümanların arasına adam göndererek hareketliliğin nedenini araştırdı. İslam Peygamberinin ashbından önemli bir zatın buraya defnedildiğini öğrenince de Müslümanlara haber gönderdi ve İslam ordusu buradan çekildikten sonra kabri açtırarak cesedi vahşi hayvanlara yedireceğini söyledi. Ancak gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslam topraklarında yaşayan Hıristiyanların zarar görebileceği, hatta kiliselerin tahrip edilebileceği kendisine bildirilince bu niyetinden vazgeçerek kabre dokunulmayacağına dair teminat verdi.

    Kabir Nasıl Korundu?

    Ebû Eyyûb(r.a)’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen Hristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebûbekir el-Herevî, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir. (Ziyârât, vr. 51a)

    Ebü Eyyüb el-Ensriye(r.a) ait bu kabir Bizanslılar döneminde yüzyıllarca varlığını korudu. Zaman zaman ziyaret mahalli olarak kullanıldı. Yanında yağmur duaları yapıldı. Hatta bazı hastalıkların şifası için müracaat edilen bir mekân oldu. Asırlar sonra kabir ortadan kayboldu. Ancak bulunduğu muhit ziyaret mahalli olmaya devam etti. İstanbulun fethinden kısa bir süre önce vefat eden tarihçi Bedrüddin Ayni (ö.855/1450), fetihten hemen önceki tarihlerde bile Bizanslıların türbenin bulunduğu muhiti hala ziyarete devam ettiklerini ve kıtlık zamanlarında burada yağmur duası yaptıklarını belirtmektedir.

    EYÜP SULTAN HAZRETLERİNİN KABRİ NASIL BULUNDU?

    Şehit olmadan önce etrafındaki Müslüman askerlere vasiyette bulunarak mezarının surlara en yakın noktada kazılmasını istedi. İstanbul fethedilemediği takdirde kendilerinden sonra gelecek Müslüman askerler için kabrinin bir sınır taşı olmasını vasiyet etti.

    Defnedilmesinden sonra geçen yaklaşık sekiz asır içinde Eyüp Sultan Hazretlerinin mezarının yeri kayboldu. Büyük hükümdar Fâtih, İstanbul'u muhasara ettiği sırada muhteşem otağını, Topkapı karşısındaki Maltepe Kışlası'nın bulunduğu yerde kurmuştu. Muhasara sırasında da Hz. Halid(r.a)'in mübarek kabrinin bulunmasını, kuşatmaya iştirak eden devrin Kutbu, Akşemseddin(k.s)Hazretlerinden istemişti. 

    Evliya Çelebi bu hususta şunları anlatıyor: "H.857.M.1453 senesinde Hz. Fatih Sultan Mehmed Han Gazi, İstanbul'u feth ederken 77 ermişlerin büyükleri Ebâ Eyyüb'ün kabrini aramaya koyuldular. 

    Sonradan Akşemseddin Hz. leri:”Müjdeler olsun Beğim, Resulullahın Alemdarı, Ebâ Eyyüb Ensâri burada gömülüdür, diyerek sık bir ormanlığa girdi. Bir seccade üzerinde iki rekât namaz kılarak selam verdikten sonra bir secde daha yapıp güya rahat uykuya dalmış gibi kaldı. Birçokları, Efendi, Ebâ Eyyüb'ün kabrini bulamadığı için utancından uykuya vardı, dediler. Bir saat sonra Akşemseddin Hz. leri seccadeden başını kaldırıp mübarek gözleri kan çanağını andırır bir halde Fâtih'e hitaben: “Beğim, Allahın hikmeti, seccademizi tâ Ebâ Eyyüb'ün mezarı üzerine döşemişler, hemen şurayı kazsınlar, diyince Akşemseddin fukarasından üç kişi Fatih ile beraber seccadenin altını kazmaya başladılar. Derinliği üç ziraya varınca, bir dört köşe yeşil somaki mermer göründü. Üzerinde küfi yazı ile: "Hazâ kabr-i Ebâ Eyyüb Ensâri" diye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı, içinde Ebâ Eyyüb'ün vücudu safran ile boşanmış kefen içinde ter-ü taze görüldü ki sağ ellerinde bir tunç mühür vardı. Taş yine kapatılıp örtüldü. Bunu gören İslam askerleri toprağını tevhid ve tezkir ile doldurdular. Sonra bütün hazır olan Müslümanlar ziyaret edip nurlu türbelerinin temeline başladılar."

    Diğer bir rivayete göre de İstanbul kuşatması sırasında Akşemseddin Hz. müridaniyle birlikte Okmeydanı'nda kurulan çadırlarda kalıyorlardı. Fatih kendisinden Ebâ Eyyüb Ensâri'nin kabrinin yerini bulunmasını istediği zaman:”Sultanım, ben her gece şu semte bir nûr indiğini görmekteyim, diyerek kabrinin yerini göstermiş ve baş ve ayakuçlarına birer çınar ağacı dikerek kabrin yerini işaretlemişti.” Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin'i sınamak için dikilen bu iki çınar ağacını yerlerinden çıkartarak, bugün iç avluda bulunan sedli yere diktirmiş ve parmağındaki yüzüğü de çıkartıp mezarın bulunduğu yere gömdürmüştü. Ertesi gün, Akşemseddin Hz. geldiğinde çınar ağaçlarının bulunduğu yere uğramadan kabrin olduğu yere gelip asasını mezarın ortasına dikmişti.

    Gene rivayete göre iç avludaki iki çınarın bulunduğu yüksek yer Ebâ Eyyüb Hz. nin gasledildiği yerdir. Ayakaltında kalmaması için etrafı çevrilmiş ve yükseltilmiştir.

    Kuşatmanın başlarından İstanbul'un fethine kadar cuma namazları topluca, Eyyüp Sultan Camii'nin bulunduğu yerde kılınmıştır.

    EYÜP SULTAN TÜRBESİ

    Fatih Sultan Mehmet Han, hemen bu mezarın üzerine türbe inşa ettirdi. 1458 senesine gelindiğinde Sultan tarafından türbenin yanına cami, medrese, imaret ve hamam yaptırıldı. Fakat günümüze ulaşan cami bu değildir. Çünkü bu cami, 1766 senesinde meydana gelen depremde tamir edilemeyecek kadar büyük hasar gördü.

    Dönemin padişahı Sultan III. Selim, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve depremde hasar gören cami yıktırılarak 1798-1800 yılları arasında yeni bir cami inşa edildi.Eyüp Sultan Külliyesi’nin en önemli binası türbedir. Burada yatan kişinin şanına layık bir bina olması için türbeye son derece özen gösterildi. Türbe, sekizgen planlı ve tek kubbelidir. Türbe süslemelerinde kullanılan çiniler, 16. yüzyıl çinileridir ve çok değerlidir. Ahşap sandukanın simle işlenmiş yazılarla süslü örtüsü ve sandukanın önündeki saf gümüş şebeke bir sanat şaheseridir. Külliyenin hamamı, zamanımıza ulaşan en eski Osmanlı hamamıdır. Medrese ve imaret ise ne yazık ki günümüze ulaşamadı.

    Eyüp Sultan Hazretlerine verilen büyük değerden ötürü birçok kimse, mezarının burada olmasını istedi ve aradan geçen asırlar içinde külliyenin etrafı türbe ve mezarlarla nakış nakış işlendi.

    Türbe, sekiz köşeli olup tek kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Kubbe, cephe yüzlerine oturtulmuştur. Kasnağı yoktur. Cephe köşelerine kabartma sütunlar yapılmıştır. Pencere söveleri mermerdir. Kapısının bulunduğu cephe hariç, diğerlerinde alt-üst iki pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin pirinçten dökme kapakları mevcuttur. Kemerli kapısı alternatişi olup mermerdir. Üzerine, Allah ve Muhammed isimleri ve bunun altına da kelime-i tevhid hak edilmiştir.

    Türbenin içi, alt pencerelerinin üst silmesine kadar bütün duvarlar, mavi ve beyaz rengin hakim olduğu desenli sinilerle kaplıdır. Bu çinilerin üst tarafında türbeyi firdolayı kuşatan, lacivert zemin üzerine beyaz celi yazılar ile donatılmış bir çini kuşağı yer almıştır. Buraya, Besmele-i şerif ve Tevbe suresi'nin ayetleri yazılmıştır.

    Üst pencerelerin hizasından itibaren kubbe kilit noktasına kadar kalem işlemeleri ile süslenmiştir. Kubbe ortasına güzel bir istif ile l-i ‹mrân Suresi'nin 193. Ayet-i kerimesi yazılıdır. Muhtemelen bu yazı Fatih devrine aittir. Pirinçten dökme ve döğme bezemeli alt pencere kapakları ise Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır.

    Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hz. Hâlid Bin Zeyd'in sandukası bulunmaktadır. Üzerinde siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile "Kisve-i şerif" örtülmüştür. Bu kisveyi Sultan II. Mahmud yaptırmış olup üzerindeki yazıların büyük bir kısmı devrin meşhur hattatı Mustafa Rakım Efendi'ye aittir. Siyah atlas Kisve-i şerife'yi bağlıyan sırma kuşak üzerindeki celi hatlar Sultan II. Mahmud'a aittir. Sandukanın etrafındaki gümüş şebekeyi ilk defa Sultan I. Ahmed gümüş telden yaptırmıştır. Büyük bir ihtimalle 1020 (1611) tarihinde hacet penceresi duvarı yaptırılırken konmuştur. Daha sonra Sultan III. Ahmed'in damadı Sadrazam İbrahim Paşa himmetiyle bu gümüş tel şebeke onarılmış ve son olarak ela Sultan III. Selim barok stilde ve gümüşten dökme olarak şimdiki şebekeyi yaptırmıştır. Şebeke maden işçiliği bakımından bir şaheserdir. Arka cephesinde 1207 (1792) tarihinde yapıldığına dair tarih vardır. Şebekenin ön kısmında, yukarıdan aşağıya doğru, Hz. Hâlid'in alemdarlığına işaret olmak üzere sembolik bir Sancağ-ı şerif muhafazası, önünde istiridye kabuğu şeklinde ve tuğravâri bir süs ve onun ortasında da güzel yazı yazmanın önemine işaret eden bir hadis-i şerif görülmektedir. Az aşağıda ise, gümüş oyma olarak bir Besmele-i şerif bulunmaktadır. Şebekenin ön cephesinde ve ortaya yakın simetrik ve oyma olarak Hz. Hâlid'in isimleri görülmektedir.

    Gümüş şebekenin sağ ve sol taraşarında daire içinde Besmele-i şerif ve onun etrafında Fatiha Suresi oyma olarak işlenmiştir.

    Şebekenin ayakucuna ise, yine oyma olarak, bir beyit yazılmıştır ki şudur:

    Meşhed-i pâk Alemdâr-ı Resul

    Zâhir-i bâtın gülzûr-t naim

    Sarf-ı himmetle âna sabıkda

    Kıldı Hân Ahmed-i Evvel ta 'zim

    Şimdi Sultan Selim-i sâîis

    Yapdı ol gevhere halka-i sim

    Yazdı itmamına târih Münib

    Pâk-i vâlâ eser-i Şah Selim

    Şair Münib Efendinin yazdığı bu şiirin tarih mısraının ebced hesabıyla tutarı 1207 (1792) dir. Şebekenin üst kısmını meydana getiren inişli çıkışlı çerçevenin üzerinde döğme halinde ve sağdan sola doğru Bakara Suresi'nin ayetleri ile Ãl-i İmrân suresi'nin ayetleri yer almıştır. Bu şebekenin arka kısmında kalan yerde Osmanlı Padişahları kılıç kuşanma merasimi yapmakta idiler. Büyük demetli müze eşyasıyla birlikte Niğde'ye götürülmüş ve savaş bittikten sonra getirilerek tekrar yerine konmuştur.

    Türbenin içinde ve sandukanın ayakucuna raslayan duvarın kenarında bir kuyu vardır. Bu kuyunun mermer bilezik taşı, türbe duvarı özel olarak bir miktar oyulmak suretiyle yerleştirilmiştir. Hâlen üzerinde ağaçtan çıkınğı ve bakır kovası görülmekte ve üzerinde yer alan kitabeden bu kuyunun Sultan I. Ahmed tarafından ihya edildiği anlaşılmaktadır. Kitabe şudur:

    Bu kuyu kim ol nezir suyu âlem içre zemzemân

    Alemdâr-ı Resül'ün ayağına yüz sürer zühreyân

    Çün defn Udiler ashabın güzâtt bunda bu şahı

    Bu câhi ayağı ucuna kazub eylediler inşâi

    Şu dem kim türbenin içini dışını kıldı Ahmed hân

    Yakub mermerleri ile eyledi ihya ol sükür-güftâr

    No’la ol Pâdişâh'Hâhz'a cümle umurunda

    İlâhi emr eyle yaver ola bu Server-i Ensdr 1016 (1607)

    Bu kuyu hakkında muhtelif rivayetler vardır. Söylentiye göre, Hz. Hâlid'i buraya defneden arkadaşları bir pınar kazmışlar, daha sonra ise Bizanslılarca kuyu haline getirilmiş ve korunmuştur. Sinir hastalığa yakalanan Bizans İmparatorlarından birinin kızına rüyasında bu pınar suyu ile yıkandığı takdirde tutulduğu hastalıktan kurtulacağı söylenmişti. Bunun üzerine prenses bu pınarın yakınında kurduğu bir çadırda yıkanarak bu hastalıktan kurtulmuş. Bunun üzerine pınar kuyu haline getirilerek ayazma yapılmış ve yüzlerce sene suyu hastalara şifa niyetiyle dağıtılmış.

    Kuyu bilezik taşından itibaren iki metre derinlikte, kuzey tarafa bir dehlize açılmakta ve burada ikinci bir bilezik taşı daha görülmektedir. Bu ikinci bilezik taşının biraz aşağısında da kuyunun suyu kolayca farkedilmektedir. Bu kuyu ve dehlizin türbenin Haliç tarafı ve Silahdarağa Caddesi tarafından tahminen iki metre derinlikte kuşatan ikinci dehliz ile alakası olmalıdır. Bu dehlizin üzeri eyvan şeklindedir ve semini mermer döşelidir. Yüksekliği takriben 1.25 M. dır. Genişliği ise, iki ile beş metre arasında değişmektedir. Bu dehlize, türbe dış kapısının sağ tarafındaki Sultan I. Ahmed Sebilinin içindeki altı basamaklı merdivenli bir yoldan girilmektedir. Dehlizin içine girildiğinde tam orta yerden bir ucu Bostan iskelesinde denize ulaşan bir kanalın ağzı görülmektedir. Toprak altı sularının artması ile kuyunun dehliz içindeki bilezik taşından taşan suların akması için bu kanalın açıldığı muhakkaktır. Çünkü, türbe ve kuyunun mevkii, İdris Köşkü Tepesi'nin hemen eteğindedir.

    Türbenin pencerelerine ait siyah atlas perdeler, aslında Hz. Peygamber'in türbesi Ravza-i Mutalıhara için hazırlanmıştı. Üzerinde kendi renginden Tevhid ve Şahadet kelimelerinin işlendiği görülmektedir.

    Ortada sandukanın üzerindeki dairevi kandillikte yer alan 36 adet buhurdan ve zemzemiyye Sultan III. Ahmet'in hediyesidir. Bunların bir kısmı altın bir kısmı ise gümüştür.

    Türbe girişindeki büyük kristal avize, Sultan III. Selim veya Sultan. II. Mahmud tarafından türbeye konulmuştur. Sandukanın dört köşesine konan dört büyük şamdanlar ise emniyet düşüncesiyle Topkapı Sarayı Müzesi'ne kaldırılmıştır. Bu gümüş şamdanları Sultan İbrahim hediye etmiştir. Türbenin duvarlarını Sultan I. Ahmed'in, Sultan III. Mustafa'nın, Sultan III. Selim'in, Sultan II. Mahmud'un, Sultan Abdülaziz'in, Hattat Osman Efendinin (1101/1686), Hattat Ahmed Razi Efendinin (118911775), Hattat Yeserizâde Mustafa İzzet Efendinin (1251/1835) ve Mahmud Celaleddin Efendinin 1251 tarihli yazıları süslemektedir. Bunlar hat sanatının en güzel örnekleridir. Ayrıca meşhur hattatlarımızdan Hasan Rıza Efendinin Hz. Hâlid'in kabrinin bulunuşu ile ilgili olarak fiekayik-i Numâniyye'den alman bilgileri tesbit eden nefis bir hattını da unutmamak lazımdır. Sultan III. Selim tarafından söylenipte Yesâri -Zade Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan şu levha da bir şaheserdir:

    Alemdâr-ı kerim şah-ı iklim-i risâletin

    Muinim ol benim daim bi Hakk-ı Hz. Bari

    Selim-i ilhamı her dem yüz sürer bu ravza-i pâke

    Şefaatle kerem kıl Yâ Ebâ Eyyüb Ensâri

    Sancak-ı şerif 1730 tarihine kadar türbede muhafaza ediliyordu. Bu tarihte zuhur eden Patrona isyanında asiler sancak-ı şerifi almak için harekete geçince derhal Topkapı Sarayı'na kaldırılmıştır. Bugün türbede yalnız iki adet Sancakı şerif kılıfı vardır.

    Fatih Sultan Mehmed, türbenin kapısını tahtadan yaptırmıştı. Sultan I. Abdülhamid bunları kaldırarak yerine bugünkü tunç iki kapı koydurup pencereleri dahi yenilemiştir. Eski pencereler Karagümrük'te bulunan Mesih Paşa kethüdasi Hasan Paşa'nın Camiine nakl olunarak yerlerine konulmuştur. Türbe kapısının yenilenmesine söylenen bu şiir padişah emri ile kapı üzerine yazılmıştır ki şudur:

    Şefa'ât kast ider

    İhlasla ol bâb'da hakka

    Bu cây-i pâke Hân

    Abdülhamid yapdı der-i vâlâ.1200 (1786)

    Tarih yazılı değildir, ebced hesabı ile bulunmuştur. Sultan II. Abdülhamid bu tunç kapı önüne bizzat kendi eliyle sedef kakmalı, parmaklıklı bir kapı yapıp koydurmuştur.

    Türbenin önünde medhal dediğimiz bir kısım vardır. Fatih devrinde türbenin kapısı önünde bir revak bulunuyordu. Burası, sütunlar üzerine oturtulmuş bir kubbecikten ibaretti. Yanları açıktı. 1022 (1613) tarihinde, Sultan I. Ahmet, bugün gördüğümüz hacet penceresinin de üzerinde bulunduğu çini kaplı duvarı, sebil ile beraber inşa ettirerek eski medhal kısmını tamamen değiştirmiştir. Bu giriş kısmının tavanı klasik Türk tezyinatına ait kalem işleri ile süslüdür. Duvarları ise çinilerle kaplıdır.

    Medhale açılan kapının sağ tarafında Fatih ve Sultan Bayezid devri nişancılarından Ahmed Çelebi Paşa'nın kabri vardır. Lahit şeklindeki bu mezarın arkasında ve türbenin sağ tarafında ise Kadınlar mescidi bulumaktadır. 3x3 boyutlarında küçük bir odadır. Sultan II. Mahmud'un kızı, Adile Sultan her sene Ramazan süresince burada itikafa çekilmeyi adet edinmişti. Hz. Hâlid için yazdığı, çok duygulu kasideyi bu küçük mescitte yazdığı söylenir.

    Medhalin sol tarafında, Kadem-i şerif pişigâhı bulunmaktadır. Nakş-ı Kadem-i Peygamberi'ye mahsus dolabın içinde şu kitabeler vardır:

    Nola tacim gibi başımda götürsem dâim

    Kadem-i resmi durur Hazret-i Şâh-ı Resûl'un

    Gül-ü gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir.

    Bahtiyar durma yüzün sür kademine o gülün.

    Sultan 1. Ahmed

    Sakın taş sanma yahu gevher-i âlem bahâdır bu

    Gel ey biçâre yüz sür nakş-ı pây-i Mustafa 'dır bu

    Seza arş-ı mu'alla zı'nnet ârây-t makam olsa

    Zehi cây-ı mu'azzam mevk-i hacet revadır bu.

    Sultan III. Selim

    Dolabın üzerinde üç sıra halinde hazırlanmış şu kitabe vardır:

    Ziyâretgâh-ı ümmet olmağa Sultan Mahmud Hân

    Makam-ı akdese vaz'eyledi bir kenz-i lâ yünsâ

    Şerefyâb-ı kadem olsun deyû Eyyüb-i Ensâri

    Mülüki şehe Udi türbeye züvvâr içün ihdâ

    Nola ger hissemend-i nakş-i pây-i müctebâ ola

    Amedâr-ı Resul -i Kibriya'dır ol cihad-ârâ

    Usât-ı Ümmet içün koydu bir âsâr-ı istişfâ

    O lâl-i pürhude hırman-ı şefaat mi ola hâşâ

    Düşürdüm böyle bir mu'ciz nümâye-i hutayâ târih

    Makamun buldu resm-i pây-ı sultan-ıResûl-ü hakka 1144 (1732)

    Bu dolap, hacet penceseri duvarı ile beraber aynı zamanda yapılmıştır.

    İç avludan türbe medhaline açılan Hacet Penceresi üzerindeki bronz şebeke Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmış olup orijinaldir. Pencerenin, cami avlusuna bakan yüzünde ve üstte şu kitabe vardır:

    Müyesser eyledi bu meşhed-i envâr-ı pür feyz ü vefa

    Resülullah-ı mihman iden yâr-ı vefakarı

    Türab-ı merkad pâk-ı mücellâ eyler Ensârî

    Mücâhid fi sebilillah Ebi Eyyüb El-Ensâri

    Hacet penceresinin iç kısmına ise bir Hadis-i şerif yazılmıştır ki anlamı şudur: "Devemi kendi haline bırakınız. Zira o kendine düşen görevi yapmağa memur edilmiştir. 0 da gitti, Ebû Eyyüb'ün kapısı önüne çöktü."

    Medhalin sol tarafında ucunda bir koridor vardır. Boş avluya açıldığı yerde, sağlı sollu iki cüzhane yer alır. Sağ taraftakini Kanuni devri sadrazamlarından Semiz Ali Paşa, sol taraftakini ise, Genç Osman'ın annesi Mahfırûz Hatice Sultan yaptırmıştır. Koridorun iki yan duvarı muhtelif renk ve desende nadide çinilerle kaplanmıştır.

    İç avluda bulunan ve türbe medhaline açılan kemerli kapının üzerinde Tac'ül-tevârih yazarı, Hoca Sa'düddin Efendinin oğlu ve 26. Şeyhülislam Mehmed Es'ad Efendinin Hz. Hâlid hakkında yazdığı 36 mısralı Arapça bir kitabesi bulunmaktadır.


EYÜP SULTAN 2.BÖLÜM ►


Etiketler: Eyüp Sultan Kimdir? Hayatı, Eserleri Vefatı, Türbesi, Eyüp sultan hayatı, eyüp sultan türbesi, eyüp sultan mezarı, İstanbul Eyüp Sultan | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi