Mekteb-i Derviş | İslam

    HATTAT HAFIZ OSMAN KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, VEFATI

    (D.H. 1052M. 1642-İstanbul - V.H. 1110-M.1698-İstanbul)

    Osmanlı Devleti’nde yetişen âlim, velî Aklâm-ı sittede devir açan Türk hattatı “Şeyh-i sânî”...

    DOĞDUĞU YER KÜNYESİ VE AİLESİ

    Osmanlı Devleti’nde yetişen âlim, velî ve büyük hattatlardan Hâfız Osman; Hicri 1052,Miladi 1642 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Haseki Sultan Camii müezzini Ali Efendi’dir. Küçük yaşta hâfız oldu. Bu unvan âdeta onun ilk ismi gibi kabul edildi ve Hâfız Osman adıyla tanındı. Hafız Osman Efendi hakkında ilk hatta son derli toplu bilgiler Müstakim-zade Süleyman Sadeddin Efendi’nin Tuhfe-i Hattatin adlı eserinde yer almaktadır. Osmanlı Devleti’nin en meşhûr hattâdı Şeyh Hamdullah Efendi’den yüz sene sonra gelip, onun gibi yeni bir çığır açtığı için; “Şeyh-i sânî” (ikinci şeyh) nâmıyla anıldı.

    EĞİTİMİ VE HOCALARI

    Çocuk yaşta iken Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa’nın himayesine girerek fevkalade bir eğitim aldı. Hat sanatına ilgi duydu. İlk hocası Derviş (Büyük) Ali’nin, yaşlılığından dolayı kendisiyle gerektiği gibi meşgul olamayınca, onu yetiştirdiği hattatların en seçkini sayılan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî’ye göndermeye râzı olduğu rivayet edilir. Karlı bir kış günü Haseki’den Eyüp semtine kadar yalın ayak yürüyerek derse gidişi, Suyolcuzâde’nin kendisine duyduğu sevgi ve takdiri daha da arttırdı. H. 1070/M. 1659 yılında, henüz On sekiz yaşında iken icâzet aldı.

    Bundan sonraki hayatını tamamen yazıya hasreden Hafız Osman, kısa zamanda yazıda kudret kazanmakla beraber, Nefeszade Seyyid İsmail Efendi’den Şeyh tarzı aklam-ı sitteyi yeni baştan meşketmeye başladı. Bu arada Şeyh Hamdullah’ın eserlerini tedkîk ediyor, üslûbunun inceliklerini kavramaya çalışıyordu. Nihayet Şeyh Hamdullah’ı taklîden yazdığı Kur’an-ı Kerim ile rüşdünü ispat ederek, “fenâ fî’ş-şeyh”(Şeyh gibi olmak) seviyesine erişti.

    Hâfız Osman 1083’te (1672) Mısır’a, 1087’de (1677) hac için Hicaz’a, birçok defa da Edirne ve Bursa’ya gitti. İstanbul dışında yazdığı yazılara imza atarken bulunduğu yeri mutlaka belirtmesi gittiği yerlerin tesbitini kolaylaştırmaktadır. 1106’da (1695) Sultan II. Mustafa’ya hüsn-i hat muallimi tayin edildi ve kendisine Filibe (veya Diyarbekir) mansıbı, daha sonra da arpalığı verildi. Şehzadeliği sırasında III. Ahmed’e de hat hocalığı yaptı. Yazmak istediği ibareyi önce Hâfız Osman’a yazdırıp sonra buna bakarak benzetmeye çalışan III. Mustafa, kendisine meşk hazırlarken hocasının yanına oturup mürekkep hokkasını elinde tutarak “hünkârî tâzim”de bulunurdu. Dervişmeşrep bir şahsiyet olan Hâfız Osman’ın, “Artık bir Hâfız Osman Efendi yetişmez” diyerek kendisine hayranlığını belirten sultana, “Efendimiz gibi hocasına hokka tutan padişahlar geldikçe daha çok Hâfız Osman’lar yetişir hünkârım” cevabını vermişti.

    Hafız Osman ve hocalarıyla Şeyh Hamdullah’a varan, daha sonra da Hoca Rasim’e uzanan hattat silsilesi şu şiirde çok güzel bir biçimde ifade edilmiştir:

    Şeyh Hamdullah ve Şükrullah dâmad-ı güzin

    Sâlisi oğlu Mehmed [ve] Üsküdari’dir Hasan.

    Erzurumi Halid oldu hâmisi ehl-i hattın

    Sâdisi Derviş Ali, sâbi’i Suyolcu-yu pâk fen.

    Hafız Osman’ın seman işrab eder hem rütbesin

    Seyyid Abdullah İmam-ı zümre-i hatt-ı hasen.

    Hoca Rasim zülcenaheyn idi kim ceffe’l-kalem

    Şeş kalemde vâhid-i ke-elfin idi kâmil beden.

    Böyledir bu silsile kim on aded tekmil eder

    Cümlenin şâd ede ervahın kerim-i zü’l- minen. 

    TASAVVUFLA İLGİSİ

    Bu arada Sümbüli Târikatı meşâyihinden Seyyid Alâ’eddin Efendi’ye intisap ve tekmil-i süluk etmiş şeyhinden aldığı ilim ve feyzle, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye eden Hâfız Osman Efendi, ilim ve ibadette züht ve takvâda çok ilerlemişti. Hâl ve hareketlerini, ahlâk ve tabiatını Allah’u Teâlâ’nın emrine, Resûl-i ekremin ( aleyhisselâm ) sünnet-i şerîfine uydurmakta büyük mesafeler kat etmişti. Her hafta Cam’a günleri Sümbül Efendi dergâhına gider, dervişlere zikr esnasında nezâret eder, onlara yol gösterirdi. Zikr esnasında kendisinden geçer, koynuna koyduğu varaklar hâlindeki yazılar, ortalığa yayılırdı. Üzerinde fevkalâde güzellikte yazılar bulunan bu varaklar, orada bulunanlar tarafından toplanır, daha sonra Hâfız Osman’ın müsaadesiyle arzu edenlere dağıtılırdı, ihtiyacı olan dervişler, kendisine verilen varakı satarak ihtiyacını görür, ihtiyacı olmayan da teberrüken o varakı saklar, evinin en güzel köşesine asardı...(Müstakimzâde, s. 302)

    Hâfız Osman Efendi, gayet mütevazı ve cömert idi. Allah’uTeâlâ’nın bir kulunu memnun etmekten bir Müslümanın işini görüp, duasını almaktan çok hoşlanırdı. Meşk (Hat) dersi almak için gelen hevesli ve istidatlı olan herkesle ilgilenirdi. Pazar ve Çarşamba günleri umumi ders yapardı. Bir gününü zenginlere, bir gününü de fakirlere ayırmıştı. Cam’a günleri Sümbül Efendi dergâhına giderken evinden erken vakitte çıkar, yolu üstünde, elindeki yazısını tashih ettirmek için bekleyen talebelerle tek tek ilgilenirdi. Bekleyeni gördüğünde hemen atından iner, yol üstündeki bir taşa oturur, gerekli düzeltmeyi yapardı. Talebelerinin özürlerini kabul eder, onları sıkıntıya sokmazdı Bir gün talebelerinden biri peşi sıra geldi. Ta’kib edildiğini anlayan Hâfız Osman Efendi, dönüp ona ne arzu ettiğini sordu, O da, rahatsızlığı sebebiyle birkaç gündür dersine gelemediğini, meşkini tashih ettirmek için de fırsat bulamadığını söyledi. Osman Efendi, talebenin özrünü kabul edip, hemen atından indi. Yol üstünde bir taşa oturup, gerekli tashihi yaparak talebenin gönlünü ve hayır duasını aldı.

    Hâfız Osman Efendi’nin bu hâlleri padişah hocası olduktan sonra da değişmedi. Aynı tevazu ve aynı alçak gönüllülüğü devam etti. Eline geçen malı Allah yolunda, fakir fukaraya harceder, kendisi eski hâlinde devam ederdi.

    Hâfız Osman Efendi, vakitlerini bir an boş geçirmez, ya ilim öğrenmekle, ya ibâdet etmekle, ya ilim öğretmekle veya hat dersleri vermekle geçirirdi. Elinin alışkanlığının bozulmaması için hergün mutlaka yazardı. Hacca giderken de her konaklayışta yazı yazmış, el alışkanlığının bozulmamasına çok dikkat etmişti.

    HAT SANATINDAKİ YERİ

    Hâfız Osman II. Ahmet, II. Mustafa ve III. Ahmet sultanlara hocalık yaptı. Osmanlı’da gün geçtikçe hüsn-i hat tekâmül etmiş ve her yeni yüzyıl bir kısım yeni dehâlarla müzeyyen ve mükemmel bir seviye göstermiştir. Neticede ma’kılî, kûfî, sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî, dîvânî, celî divânî, rık’a ve ta’lîk gibi muhtelif ve zengin bir tablo arz etmiştir

    17. yüzyılda bu zengin zeminin nimetleriyle yetişen Hattat Hâfız Osman, aklâm-ı sittede âdeta yeni bir devir açmıştır.

    Pek küçük yaşlarda hâfız olan Osman, tahsil yıllarında Kur’an-ı Kerîm’e karşı müstesna hürmet ve bağlılığı neticesinde hüsn-i hat meşkine başladı. Karlı kış günlerinde bile Haseki’den Eyüp Sultan semtine yürüyerek derse gittiği, bir defasında pabucu parçalandığından yalınayak olduğu hâlde dersinden geri kalmadığı rivayet edilir.

    Böylesine samimî ve azimli gayretlerinden sonra icâzet alan Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah hattına yeni bir güzellik, ayrı bir letafet ve çeşni katarak hususiyle sülüs ve nesih hattında yeni bir mektep kurdu. İsmail Efendi gibi bir kısım büyük hat üstatları:“Hüsn-i hattı biz bildik; ancak Hâfız Osman yazdı!” demişlerdir.

    Sanatının kemale erdiği devrede bile Şeyh Hamdullah’ı taklit ettiği yazılarının altına kendi imzasını koyarak ona verdiği kıymeti gösteren Hâfız Osman, aklâm-ı sittede en güzeli aramakla geçen yıllardan sonra kendi üslûbunu 1090’dan (1679) itibaren bulmuştur. Şeyh Hamdullah’ın, Yâkūt el-Müsta‘sımî’nin eserlerinde gördüğü güzellikleri yorumlayıp şahsî üslûbunu elde etmesi gibi Hâfız Osman da aynı yorumu Şeyh Hamdullah’ın yazılarında yapmış ve Osmanlı hat sanatı böylece süzülüp arınmaya doğru gitmiştir. Hâfız Osman’ın üslûbu önceleri tenkide uğrayıp bazan da kıskanılmakla beraber kısa zamanda kendini kabul ettirerek Şeyh Hamdullah’ın üslûbunu unutturmuştur. 1100’den (1689) itibaren nesih hattında harfleri daha da küçülten Hâfız Osman’ın en beğenilen dönemi 1679-1689 arasındaki on yıldır.

    Kırk yıl süren sanat hayatında devamlı olarak eser veren Hâfız Osman’ın, melekesini kaybetmemek için aylarca süren hac yolculuğunda bile kalemi elinden bırakmamış bu seyahati esnasında muhtelif menzillerde yazdığı günümüze ulaşan karalama veya cüz örnekleri mevcuttur.O, durup dinlenmeden çalışmış, bu yolda “Hâfız Osman Hattı” diye klişeleşen bir ekol hâline gelmiştir. (meselâ bk. TSMK, Hazine, nr. 2288; Emanet Hazinesi, nr. 331)

    1676 yılında da Hac farîzasını ifâ etmek üzere Hicâz’a yapmış olduğu seyahât ise sanatı açısından dönüm noktası oldu.

    Buradaki intibalarıyla aklâm-ı sittede yeni bir yol ortaya çıkaran Hâfız Osman, son derece hürmet ettiği hocası Nefeszâde Seyyid İsmâil Efendi’nin 1679 yılındaki vefâtına kadar bekledi. Ancak bundan sonra, Şeyh Hamdullah’ın yazısındaki Yâkut tesirini nisbeten ortadan kaldıran, harflerin gövde ve duruşlarını son derece sade bir hale getiren yeni tarzı ile yazı yazmaya başladı.

    Başlarda tenkit edilmekle beraber kısa zamanda benimsenen, günümüzde de  hat sanatında takib edilen yeni üslûbu ile şöhret kazanan Hâfız Osman, 1694 yılının sonlarında Sultan 2. Mustafa’nın hüsn-i hat muallimliğine tayin edilir. Sohbetlerine ihrâm tarzı bir esvâb ile iştirâk eden hocasına, yazı yazarken hokkasını tutacak kadar saygı gösteren Sultan Mustafa, bu vazifesi karşılığında kendisine mükâfat olarak Filibe Kadılığı’nı da – bir rivâyete göre Diyarbakır – ihsân buyurur.

    Şeyh Hamdullah gibi, pâdişahlara da hüsn-i hat dersi veren Hâfız Osman, gâyet mütevâzı idi. Saraya derse giderken bile sâde giyinir, kendisini kibir ve gurura sevk edecek her şeyden ictinâb ederdi.

    Bir gün Sultan 2. Mustafa, Hâfız Osman’ın hokkasını tutarak kendisine iltifat ve alâka gösterdi. Sonra yazdığı hârikulâde yazılara hayran hayran bakarak:“Üstad! Böyle bir Hâfız Osman bir daha zor yetişir! Belki de hiç yetişmez!” dedi.

    Bu iltifat üzerine Hâfız Osman, âdeta küçük bir çocuk gibi mahcûb oldu ve şu mânidar cümleleri söyledi:“Sultânım! Sizin gibi hocasına hokka tutan pâdişahlar geldikçe, daha çok Hâfız Osmanlar yetişir!”

    Sultanların bile böyle alâkalarına rağmen Hâfız Osman, Hak dostlarının mânevi terbiyesinde de kemâle erdiğinden, hiçbir zaman şımarmamış ve parlak mevkîlerin muhterisi olmamıştır. Bununla beraber Şeyh Hamdullah’tan sonra “İkinci Şeyh” ünvânını alacak kadar mümtaz bir zirveye yükselen bir dehâ olmuştur. Ustalığı iyice arttığı dönemlerde ise âdeta Şeyh Hamdullâh’ın yazısını da unutturmuştur. Hüsn-i hatta o devre kadar kimsenin erişemediği bir zirveye ulaşmıştır.

    Hâfız Osman, 1069’dan (1659) ömrünün sonuna kadar yirmi beş mushaf yazmıştır. Bunlardan 1094 (1683) (İÜ Ktp., AY, nr. 6549) ve 1097 (1686) (TİEM, nr. 405) tarihli olanları ilk akla gelenlerdir. 

    Fâzıl Ahmed Paşa için 1086 (1675) yılında yazdığı, bugün nerede olduğu bilinmeyen onuncu Mushaf’ının karşılığında kendisine 350 kuruş gibi o zamana göre büyük bir meblağ hediye edilmiştir. 1097 tarihli Mushaf 1298’de (1881) Sultan II. Abdülhamid’in emriyle matbaacı Osman Bey tarafından bastırılarak bütün İslâm âlemine dağıtılmış, ayrıca birkaç Mushaf’ı daha basılmıştır. Aklâm-ı sitte ile kaleme aldığı birçok en‘âm, cüz, kıta ve murakkaı bulunmaktadır. 

    Bazı kıtalarında ve bilinen iki kitâbesindeki celî sülüs hattı (Üsküdar Doğancılar’daki Şehid Süleyman Paşa Camii Çeşmesi ve Karacaahmet Tunusbağı Kabristanı’nda Siyavuş Paşa’nın mezarı) diğer yazılarıyla karşılaştırılacak seviyede değildir. 

    Ancak celî sülüste inkılâp yapan Mustafa Râkım bu başarıyı Hâfız Osman’ın sülüs hattından aldığı ilhamla gerçekleştirmiştir. Bugünkü bilgilere göre hilye-i saâdeti geliştirerek levha halinde yazan, Türkçe meâlli ilk hilyeyi tertipleyen, Delâʾilü’l-ḫayrât metnini hüsn-i hattıyla sanat eseri haline dönüştürüp kitaplaştıran da Hâfız Osman’dır.

    Pazar günleri yoksul çocuklara, çarşamba günleri de varlıklı aile çocuklarına maddî karşılık beklemeksizin evinde hüsn-i hat öğreten Hâfız Osman bu husustaki titizliğiyle de tanınır. Ders bittikten sonra Cerrahpaşa Hamamı yakınında karşılaştığı bir talebesi gecikme sebebini kendisine anlatınca yol kenarında oturup dersi tekrarladığı rivayet edilir. 

    Hâfız Osman’ın güreş seyrinden de çok zevk aldığı bilinmektedir. (Müstakimzâde, s. 172-173)

    ÖĞRENCİLERİ

    Birçok talebe yetiştiren Hâfız Osman Efendi, hiçbir talebesinden ücret almaz, bilakis talebesinin kâğıt ve kalem ihtiyâcını da kendisi tedârik yoluna giderdi. Kendisinden icâzet alan talebe, tam bir ahlâk ve edeb numûnesi olarak me’zûn olurdu. 

    Yetiştirdiği hattatlardan elli kadarının adı tespit edilmiştir. Rodosîzâde Abdullah, Yûsuf Rûmî, İmam Derviş Ali, Derviş Mehmet Kevkeb,Seyyid Abdurrahman, Giridî Mehmed Efendi, Himmetzâde Şeyh Abdullah Efendi, İbrahim Kemâlî Efendi, Mustafa Mostarî, Yusuf Mecdî, Sultan Ahmed, Ramazânzâde Abdülkadir Efendi, Sultân Mustafâ Hân-ı Sânî, Muhammed Seyfullah Feyzi, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Hasan Üsküdârî, Kürtzâde Bursalı İbrahim ve Bursalı Mehmet efendiler bunların en başta gelenleridir. Hat silsilesi bu öğrencileri yoluyla iki ayrı koldan zamanımıza kadar intikal etmiştir ki hat sanatında bu mazhariyete ermiş başka bir isim gösterilemez.

        Hafız Osman Efendi, Osmanlı devri hat sanatının efsane isimlerinden biri belki de birincisidir. Osmanlı hat mektebinin kurucusu kabul edilen Şeyh Hamdullah’tan (1429- 1520) sonra akla gelen ilk kişi Hattat Hafız Osman’dır. Şeyh Hamdullah’tan 150 sene sonra bu alanda büyük eserlere imza atmaya başlayan üstad ister istemez Şeyh Hamdullah'ı geçmiş ve hakkıyla Şeyh-i sani olmuştur. Bu dirayet ve kudrete sahip olduğunu muhteşem eserleriyle de ibraz etmiştir. Hafız Osman Efendi, yazdığı çok sayıda her türden yazıları, bilhassa Mushaf-ı şerifleri ve yetiştirdiği çok değerli ve çok sayıda çırakları sebebiyle hüsn-ü hat tarihinde büyük bir şöhrete sahiptir. Yetiştirdiği talebe sayısı göz önüne alınınca bilhassa bu yönüyle de Hz. Hafız gerçekten erişilmez bir rekorun sahibidir. 

    Efendi hazretleri bizim kültürümüzde “Babadan ileri evlattan geri” diye ifade edilen hikmetli sözün de tarihimizdeki en tipik örneklerindendir. Yalnız bir farkla ki, uzun zaman onun evlatları bu babalarını geçememiştir. Hat tarihini yapan çok bereketli eller yetişmiştir. Ama O'nun bilhassa sülüs nesihte açtığı çığıra, onu unutturacak yeni bir şey katamamıştır. Ondan daha güçlü bir kandil olamamış, o Şevki Efendi’ye kadar (1829- 1888) hat tarihimizin gerçek bir Süheyl-i enveri olma vasfını muhafaza etmiştir. Hafız Osman’ın sülüs-nesih ve rikā‘ nevilerinde açtığı, daha sonra gelen hattatların ekledikleri güzelliklerle gelişen çığır günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Bu sebeple eserleri gün geçtikçe kıymetlenmektedir. Kaynaklarda şiirle uğraştığına dair bir bilgi yoktur. Ancak yazılarının sonuna koyduğu ferâğ kayıtlarının ekseriya secili oluşu dikkat çekicidir.

    VEFATI

    Hâfız Osman ölümünden üç dört yıl önce felç geçirmiş, Pâdişâh bizzat ilgilenip, kendi doktorlarını göndermiş,yapılan tedavi neticesi, Allah’u Teâlâ’nın izniyle kısmen şifaya kavuşup yazı yazmaya devam etmiş ise de artık kalem açamamıştır. Bu işi ise talebesinden Çinici-zade Abdurrahman Efendi deruhte etmiştir. Bu şekilde üç sene daha yaşamış, Vefat etmeden önce, en son dersini Yedikuleli Emîr Efendi’ye verdi. Emîr Efendi’nin İmâm-ı Zeynel’âbidîn hazretlerinin bir şiirinden “Ve eykâne ennehû yevm-el-firâk” (O, ayrılık gününde olduğunu kat’î olarak bildi) mısra’ı üzerindeki hat çalışmasını tashih edip, düzeltti,iki saat sonra vefat eyledi.  

    Hafız Osman Kocamustafapaşa Sancaktar mahallesindeki evinde Hicri;29 Cemâziyelevvel 1110 –Miladi,3 Aralık 1698, tarihinde 56 yaşında, Hakka yürümüş, Sünbül Efendi Dergâhı’nda kılınan cenaze namazını müteakip dergâhın hazîresine defnedilmiştir. Defnine müteâkib İmâm efendi telkin vermek için kalkınca, orada bulunan zamanın evliyâsından Sipâhi Mehmed Dede, hemen müdâhale edip; “Hacı Efendi, zahmet çekme! Merhumun işi çoktan tamam oldu. Rûhu illiyyîne yükseldi. Hak teâlâ şefaatini müyesser eyleye!” dedi.

    Hafız Osman’ın irtihalinde devrin şairlerinden Nihadi şu mersiyeyi yazmıştır:

    Hafız Osman Efendi ki kemâlatıyla

    Hüsn-ü hattıyla bulup mertebe-i vâlayı.

    Fenn-i hat içre olup mefhar-i hattatânın

    Sürme-i çeşm-i sürür idi gubâr-ı pâyi.

    Hizmet etmekle şeb-i ruz Kelâmullah’a

    Hak nasib etmişti ona yed-i tûlâyı.

    Sû-yi gaybından edip irciî emrin isğa

    Kıldı ziyb-âver, gûş-i emr-i cihan ârâyı.

    Terk-i âlâyiş-i dünya edip ol merd-i Hüda

    Mülk-ü bâkıye feda etti fena kâlayı.

    Kendisi gitti veli bâkı kalıp âsarı

    Ruhuna yaver ola mevhibe-i Mevla’yı.

    Geldi bir hâtif onun fevtine dedi tarih

    Adn-i bâkı ola Osman Efendi câyı. (29 Cemaziyelevvel. 1110.miladi ,03.12. 1698)

    Şu beyit de yine onun vefatına bir başka tarihtir:

    Mülk-ü bâkı özleyip Osman Efendi dedi Hû 1110.

    Mezar taşını Ağakapılı İsmail Efendi yazmıştır.

    Mezarının celî sülüs kitâbesini, “Hüsn-i hattı biz bildik Osman Efendimiz yazdı” sözleriyle onun takdirkârı olan meslektaşı Ağa kapılı İsmail Efendi yazmıştır. Ömrü boyunca basit bir derviş gibi yaşayıp süs ve gösterişten uzak durmuş bir veli idi.Rabbim rahmetiyle muamele eylesin.Cennetteki derecesini Firdevs-i a’la eylesin.Amin.

    ESERLERİ

    Sanat yaşamı boyunca 25’ten fazla Kur’an-ı Kerîm, pek çok En‘am-ı Şerif‘i ve murakka’ı yazmış olan Hâfız Osman’ın Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Nur-ı Osmaniye kütüphânelerinde de hurûfât meşkleri vardır. Bazı mushâfları, daha Osmanlı döneminde tıpkıbasım tekniği ile çoğaltılmış, dünyanın dört bir yanına dağılan bu mushaflar da, Hâfız Osman’ın üslubunun tüm dünya tarafından tanınmasına hizmet etmiştir. Kıt’a, murakka’… gibi diğer eserlerinin sayısını tespit ise mümkün değildir.

    Tüm bunların yanında, Hazret-i Muhammed’in evsâfını nakleden Hilye-i Hâkanî metninin, hüsn-i hatta genelgeçer hâle gelmiş olan levha üzerine yazılı formunu da ilk defa Hâfız Osman’ın tasarladığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu yeni form ile hazırlamış olduğu ondan ziyâde hilye-i saadetin günümüze ulaşmış olması, bu formu severek uyguladığını göstermektedir.

    Sülüs ve nesihteki kudretini, fazlaca meşgul olmadığı celî hattına yansıtamamış olan Hâfız Osman’ın, Tunusbağı’nda medfûn Siyavûş Paşa’nın, Eyüb Sultan Türbesi civârında medfûn Şehîd Alî Paşa’nın mezartaşı kitâbeleri ile günümüze intikal etmeyen Üsküdar’daki Şehîd Süleyman Paşa Çeşmesi’nin inşâ kitâbesinde kullandığı bu kalemi, nesihi irileştirerek uyguladığı görülür. 

    Hakkında söylenen bir-iki efsanevî olayda, Hafız Osman’a bu sahada hakiki bir harf-i a’zam makamı bahşetmiştir. Hat tarihlerinde adı geçen ve son 300 senelik bir dönemi kaplayan 40 kadar Osman isimli hattatların da tabii ki en büyüğüdür.

    Hafız Osman Efendi, bugün bile hat dünyasında en çok yazılan ve çok da rağbet edilen Hilye-i şerif yazma an’anesininin de gerçek kurucusudur. Onun Şeyh yolunda ama kendine has bir tavır ve şive ile yazdığı Mushaf-ı şerifler gerek kendi zamanında ve gerekse daha sonraki devirlerde çok fazlaca iltifata mazhar olmuşlardır. 1873’ten itibaren Kur’an-ı Kerimler matbaa yoluyla çoğaltılınca bu iltifat ve rağbet çok daha geniş sınırlara ulaştı. Biz de Mushafların basılma hikâyesi özü itibariyle şöyledir:

    1846’dan itibaren İran’da basılıp kaçak olarak Osmanlı topraklarına sokulan Mushafların bazı hataları olduğu anlaşılınca onlara karşı şiddetli yasaklar kondu. Ama bu kaçakçılık bir türlü önlenemeyince de 1873’te İstanbul’da Mushaf basımı için ruhsat verildi. İlk olarak da Şeker-zade Mehmed Efendi ile Şeyh Hamdullah hattı Mushaflar basıldı. Bunları II. Abdülhamid devrinde önce Hafız Osman daha sonra diğerleri takip etti. Mushaf-ı şerifler basılınca ister-istemez hem sayısı hem de tesiri arttı. Her eve bir Mushaf girebilecek kadar da maddi değeri müsait hale geldi.

    Hafız Osman’ın 20- 30 Haziran 1686 (evâil-i Şaban 1097)’da yazdığı Mushaf-ı şerif 1880’de Matbaacı Osman Bey’in gayretiyle çok sayıda bastırıldı. Bu Mushaf-ı şeriflerden bir kısmı da kolayca hatim yapılabilmesi maksadıyla 30 cüz halinde ciltlenmişti. Gerek bu Mushaflar ve gerekse cüzler padişah tarafından yerli- yabancı pek çok kişi ve kuruma hediye edildi. Bu cüzlerin boş sayfalarına hünkârın “Gazi Abdülhamid Han-ı sani hazretlerinin vakfıdır” ibareli bir de mührü basılmıştır. Bu olayla “Hattat Hafız Osman ismi ve Hafız Osman hattı Mushaf” yerli- yabancı her mü’minin kalbine ve gölüne nakşedildi. O kadar ki hâla baskıları devam eden matbu’ Burdurlu Kayış-zade Hafız Osman (1835?- 11. 03. 1894) hattı Kur’an-ı kerimler bile asırlar boyu devam eden bu şöhreti sebebiyle büyük Hafız Osman’ın zannedilir ve ona mal edilir. 

    Hafız Osman’ın 1880’de basılan ve 11 satır olarak yazılmış bu ilk matbu’ Kur’an-ı Kerim’i 1916’da tekrar basıldı. Bu Mushaf-ı şerif 1961’de bu sefer mealli olarak ve 3 cild halinde bir defa daha basılmıştır. Aynı eserin 2007’de mükemmel bir baskısı daha yapılmış bulunmaktadır. Ve hâlen piyasada çok sayıda mevcudu vardır. Bu Mushaflar Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki Mushaf- ı şerif’in kopyalarıdır.

    Büyük Hafız Osman’ın her sayfası 11 satır olan bir başka Mushaf-ı şerif’i de 1967’de basıldı. Eserin müzehhibi Hasan b. Mustafa’dır. Bu tezhib bu esere lâyık olmamakla beraber o devrin tezhibi ne yazık ki bu idi. Nitekim Hafız Osman ve seleflerinin eserleri tezhib yönünden daha da kötüye gitti. Özel bir koleksiyondan alınan bu Mushaf-ı şerif de diğerleri gibi berkenar [6] olmadığından ne Kayış-zade’nin ne de Hasan Rıza Efendi (1849- 1920)’nin Mushaf-ı şerifleri kadar rağbete mazhar olamadı. Bu rağbetsizliğin ikincisi sebebi ise az sayıda basılmış olması ve ayrıca fiyatının da yüksekliğidir. Daha mühim bir sebebi de bazı yazım hatalarının bulunmasıdır. Bu hatalı sayfalar fark edildiği zaman bizzat hattatlarca çıkartılır (muhrec sayfa) ve yeniden yazılan hatasız sayfa eklenerek ciltlenirdi. 20- 30 Eylül 1682 (evahır-ı Ramazan 1093)’de yazımı biten bu Kur’an-ı Kerim’deki hatalar muhtemelen ya fark edilmedi veya tashihe imkân olmadı. Dolayısıyla da bazı kelimeler yanlış olarak kaldı. O zaman basında bu sebeple de bir hayli gürültü kopmuştu. O yıllarda yayınlanan bir gazete bu Mushaf-ı şerif’teki hataları tespit ederek bir cetvel halinde neşretmişti. Ben bu gazeteyi kısa bir süre araştırdım ama bu nüshasını bulamadım.

    Hafız Osman’ın Türkiye’de bunlardan başka bir Mushaf-ı Şerif’i basılmadı. Merhum Süheyl Ünver hocamızın nakline göre her sayfası 11 satır olarak yazılmış olan bir Mushaf-ı şerifi de vaktiyle Mısır’da basılmıştır. Buradaki satır sayısında bir hata yoksa bu Mushaf’ın da İstanbul nüshasının aynı olma ihtimali var. Çünkü şu anda Mısır’ın “Dâru’l-kütüb-ü Mısrıyye” adlı kütübhanesinde kayıtlı iki Hafız Osman hattı Mushaf bulunmaktadır. Bunlardan biri 1090 (1679) tarihli 382 varak, diğeri 1097 (1685) tarihli olup 421 varaktır. Bunların her ikisi de 13 satırdır. Bizzat gördüğüm birkaç sayfalık Mısır baskısı Kur’an-ı Kerim’in 13 satır olduğunu da ifade etmeliyim.

    Mushaf-ı şerifi basılan bir başka Hafız Osman da Hafız Osman Nazifî’dir. Bu zatın yazmış olduğu Mushaf’ın ferağ kaydından 1277 (1861)’de yazıldığı anlaşılmaktadır. Yine bu kayda göre Nazifî Efendi Ömer Vehbi Efendi’nin talebesi imiş. Her ikisi hakkında da ne yazık ki en küçük bir kayda rastlamadım.

    Takriben 100 sene Müslümanların Kelam-ı Kadim ihtiyacına cevap veren Mushafların büyük bir kısmı Kayış-zade Hafız Osman ve Hasan Rıza Efendi (1849- 1920) hattıdır. Bunlara eklenecek diğer akla gelen kişiler Kadırgalı Nazif Efendi ile Mehmed Zihni Efendi’dir. 1970’lerde bu zevata daha başka hattatlar, 2000’lerde ise bilgisayar dizgisi Kur’an-ı Kerimler eklendi. Son 30 senedir basılan yeni Mushaf-ı şerifler arasında tarihi vasfına hürmeten Hâmid Aytaç ile Mehmed Özçay hattı Mushaf-ı şerifi takdirle yâd etmek isterim. Bu ifade hakkın teslimi adına bir vazifedir. Hâmid Bey için tarihi vasfına hürmeten dedim. Çünkü bu yazı onu ifade etmemektedir. Onun vaktiyle çok muhteşem bir şekilde yazdığı nesih yazıları vardır. Ancak üstadın bu eseri çok yaşlı olduğu bir zamanda yazdığını bilmeyenlere de hatırlatmak, onu lüzumsuz su-i zanlara hedef etmemek gerekir.

    Gerek Hasan Rıza ve gerekse Kayış-zade hattı Kur’an-ı kerimler berkenar olduğundan bir de bu iki hattatın yazıları Hafız Osman’dan geri olmadığından Hafız Osman hattı Kur’an-ı kerimler zamanla ister-istemez unutuldu.

    Berkenar Kur’an-ı Kerimlerin okuyucu için, özellikle de hafızlar için ayrı bir rağbet unsuru olduğu muhakkaktır. Tarihimizde berkenar Mushaf daha eski zamanlarda da vardı ve yazılmıştı ama hattatlar için berkenar yazmak zor kabul edildiği için onlar serbest yazıyı tercih etmişlerdir. Berkenar meselesine ışık tutan bir arşiv kaydı şöyledir:

     “Osman-zade Mehmed Çelebi’nin 02. 11. 1592 (15 M. 1000) tarihinde kurduğu vakfın vakfiyesinde dârulkurraya âyet berkenar bir Mushaf-ı şerif hediye ettiği…” ifadesi yer almaktadır. Bu kayıttan hareketle berkenar Mushaf yazma geleneğini en azından bu tarihten başlatmak veya bu tarihte yazılmış bulunuyordu demek mümkün görünmektedir.

    Hafız Osman, meşklerinde kırmızı mürekkeple noktalama usulünü çok yaygın olarak kullanmıştır.

    Üstadın eserlerinin tezhibini birader-zadesi ve Bayram Paşa Türbedarı Hafız Mehmed Çelebi yapmıştır. Mehmed Çelebi’nin hocası ise Sikeci-zade isimli bir zattır. Büyükkaraman sâkinlerinden Ahdeb (kambur) Hasan Çelebi de Hafız Osman’ın müzehhiblerindendir. Hasan Çelebi’nin tezhib hocası ise Mollagüranili Beyazî Mustafa Efendi’nin talebesindendir.

    [Vaktiyle] Şeyh Hamdullah’ın mezar taşına ismi yazılıp hak olunmamıştı. Devrin âdeti veya hazretin vasiyeti sebebiyle bu hak işi terk olunmuştu. Şeyh Hamdullah’ın ismi yazılsa acaba daha fazla duaya sebep olur muydu? Mülahazasıyla bu emr-i hatiri (mühim işi) yapmak istedi. Ancak Aziz Mahmud Hüdayi dervişlerinden Şaban Dede’den bu hususta bir istihare niyaz etti. Şaban Dede Şeyh’in kabrinin müdhâmme (çok sık, yemyeşil ağaçlık, cengel, cengelistan) gibi taraf-ı İlahi’den yazılarla bezenmiş olarak gördü. Bu duruma Şeyh’in razı olmayacağına hükmetti. Bunun üzerine Hafız Osman bu niyetinden tövbe etmiştir.

    Kırk sene boyunca durup dinlenmeden çalışan Hâfız Osman Efendi; yirmibeş Mıshaf-ı şerîf, çok sayıda En’am-ı şerîf, Delâil-i hayrat, yazı kıt’aları, karalamalar, murakka’lar yazdı. Bir gece rü’yâsında Resûl-i Ekrem efendimizi görmekle şereflenerek aldığı emir üzerine, ilk defa levha şeklinde Hilye-i se’âdet’i yazdı. Bu hilyelerde Resûl-i Ekremin ( aleyhisselâm ) şemâil-i şerîflerini, mübârek yüzlerinin şekillerini, Hazreti Ali’nin rivâyetine göre ta’rîf etti. Asırlarca elden ele duvardan duvara dolaşan Hilye-i se’âdet levhaları, cemâl-i Resûlullaha ( aleyhisselâm ) âşık insanların yetişmesine vesile oldu. O’nun ( aleyhisselâm ) mübârek şemâil-i şerîflerini geceleri rü’yâlarında, gündüzleri aşikâre gören bu mübârek insanlar, Hâfız Osman Efendi’ye binlerce duâlar gönderdiler.

    Hattat Osman Efendi, özenerek, bütün ustalığını kullanarak şânına lâyık edeb ve saygıya riâyet ederek yazmış olduğu Mıshaf-ı şerîfleri; zamanın en usta nakkaş ve tezhibçilerine teslim ederdi. Onlar da aynı edeb ve saygı içerisinde vazîfelerini icra ederler, asırlara mâl olacak, binlerce müslüman tarafından kopye edilip yazılacak, milyonlarca müslüman tarafından okunacak şaheserler vücûda getirdi. Hâfız Osman Efendi’nin eserlerini, yeğeni Bayrampaşa türbedârı Hâfız Mehmed Çelebi ve Ahdeb Hasen Çelebi gibi tezhib ustaları süslerlerdi. İstanbul’un, zamanın hilâfet merkezi olması sebebiyle, Hâfız Osman hattı ile basılan Kur’ân-ı kerîmler bütün dünyâya yayıldı. Hâfız Osman Efendi de bütün dünyâda rahmetle anıldı.

    Hafız Osman’la İlgili Arşiv Belgeleri

    Hat tarihimizin gerçek dehalarından biri olan bu zat hakkında Osmanlı Arşivi’nde şimdiye kadar sadece iki belge çıktı. Diğerleri 2003’ten itibaren Şer’i Siciller Arşivi’de bulundu. Bu meseleyle ilgili Topkapı Sarayı Arşivi’nde de bir şeyler olabilir.       Bu belgeler bize onun yaptığı bazı görevleri ile ailesi hakkında bazı yeni bilgiler vermektedir. Buna göre Hafız Osman’ın Bayram Paşa Türbesi’nde üç ayrı görevi varmış. İki eşinin olduğu anlaşılan Hazret’in ikisi erkek ikisi kız dört de çocuğu olmuş. Kızları 1706’ da kısa aralıklarla bâkire olarak vefat etmişler. Oğullarının büyüğü babasından kalan vakıf hizmetlerini devam ettirirken küçüğü saray mektebi Enderun’a girmiş. Bunlarla alakalı vesikalar sırasıyla şunlardır:

    1) Hafız Osman’ın Borçları

    a) 50 Kuruşluk Borcu

    İstanbul’da Malkoç Süleyman Ağa nam sâhib-i hayrın kurduğu para vakfının hâla Mütevellisi olan… el-Hac Kadri b. el- Hac Hasan mahkemede:“… Sancaktar hayreddin Mahallesi ahalinden iken bundan bir müddet önce vefat eden merhum Hattat Osman Efendi b. Ali’nin küçük çocuklarının şer’an vasisi ve merhumun mallarının mutasarrıfı Ahmed Çelebi b. Ali’ye karşı açtığı davada söz alıp şunları söylemiştir:

    - Müteveffa Osman Efendi b. Ali b. Sinan Bey 1110 Muharrem’i gurresinden mukaddem (10 Haziran 1698) vakıf mütevellisi ve şu anda mahkemede bulunan İmam Ali Efendi’nin elinden 50 kuruş borç alıp 1 Muharrem tarihli yazısını ile mührünü hâvi bu temessükü de vermişti. Borcunu edadan önce de vefat etmekle ben bu parayı taleb ediyorum sual olunsun deyince sual olundu. Davacıdan iddiasını ispat için delil soruldu. O da hür ve âdil Müslümanlardan İnebey Mahallesi’nde sakin Musa Efendi b. Hasan ile Hasan Efendi b. Musa’yı şahitlik etmek üzere mahkemede hazır etti. Şahitler söz alarak:

    - Hakikaten Müteveffa Hattat Osman Efendi… 110 senesi Muharrem’i gurresinde… İşbu İmam Ali Efendi’nin elinden 50 kuruş borç alıp bu borcu gösteren yazısını ve mührünü de hâvi bu temessükü huzurumuzda mütevelliye vermişti. Biz bu hususa bu şekilde şahidiz ve şahitlik de ederiz demişlerdir. Bu şahısların şehadetleri mahkemece kabul edilmiştir. Mütevelli olan Ali Efendi’ye de bu parayı [daha önce] almadığına dair yemin teklif edilmiş, o da yemin billah ile parayı almadığını ifade etmiştir… 9 Ocak 1699 (7 B. 1110). 

    b) Hafız Osman’ın 40 Kuruşluk Borcu

    İstanbul’da Davud Bey nam sâhib-i hayrın kurduğu para vakfına bilfiil Mütevellisi olan işbu arzuhal sahibi İmam Mehmed Efendi b. Receb mahkemede: “… İstanbul’da Sancaktarhayreddin Mahallesi ahalisinnden olup bundan bir müddet önce vefat eden merhum Hattat Osman Efendi b. Ali b. Sinan’ın küçük çocuklarına sakk tashihi suretiyle vasi nasb olunan Hasan Çelebi b. Yusuf’a karşı açtığı davada söz alıp şunları söylemiştir: - Müteveffa Osman Efendi b. Ali b. Sinan Bey 1108 senesi Receb’i gurresinde (24 Ocak 1697) bu vakıfın malından 40 kuruş borç isteyip almış ve masraflarına sarf ve istihlak etmiştir. Davud Bey Vakfı’na borcu olduğunu ikrar eder mahiyette kendi yazısı ve mührünü hâvi bu temessükü (senedi) de vakfa bırakmıştı. Bu borcunu edadan önce de vefat etmekle ben bu parayı terekesinden taleb ediyorum sual olunsun deyince sual olundu. Davacıdan doğru söylediğini ispat için delil sorulunca o da hür ve âdil Müslümanlardan olup mezkur mahallede oturan Hafız Osman’ın kardeşi Ahmed Efendi ile onun yakınlarından el-Hac Mustafa b. Mehmed’i şahit olarak mahkemeye getirdi. Şahitler mahkemede söz alarak:

    Müteveffa Hattat Osman Efendi b. Ali b. Sinan Bey hal-i hayatta ve sıhhatte iken bu vakfın parasından ve mütevellisi Mehmed Efendi’nin elinden 40 kuruş borç alıp ihtiyaçlarına sarf etmiş ve borcu alırken de: 

    Şer’i borçlanma yoluyla bu vakıftan aldığım işbu 40 kuruş borcumdur diye huzurumuzda ikrarla bizleri de şahit gösterdi ve bu borçlanma temessükünü (senedini) de mütevelliye verdi. Biz bu hususa bu şekilde şahidiz ve şahitlik de ederiz demişlerdir. Bu şahısların şahadetleri mahkemece kabul edildi… Davacıya yemin de ettirilerek talep üzerine bu karar sicile kaydolundu. 25 Ocak 1699 (22 B. 1110). 

    2- Hafız Osman’ın Bitmeyen Mushaf-ı şerif’i

    Hocapaşa Mahallesi ahalisinden olup hâla ordunun Kasapbaşısı olan Mehmed Ağa b. İskender b. Abdullah’ın vekili ve vekâleti de Kocamustafapaşa Mahallesi’nden Ömer b. Hüseyin ve Kızıltaş Mahallesi’nden Mustafa b. Abdullah’ın şahadeti ile sabit olan Ali b. Receb mahkemeye müracaatla şunları iddia etmiştir: “… Sancaktarhayreddin Mahallesi ahalinden olup bundan bir süre önce vefat eden merhum Hattat Osman Efendi b. Ali’nin küçük çocuklarının şer’an vasisi ve merhumun mallarının mutasarrıfı Ahmed Efendi b. Ali’den davacı olup söz alarak şunları söylemiştir:

    - Müvekkilim [Kasapbaşı] Mehmed Ağa Müteveffa Osman Efendi b. Ali b. Sinan Bey 1109 senesi Ramazan-ı şerifinde (Mart / Nisan 1698) kendi evinde kendi hattıyla bir Mushaf-ı şerif yazmak için 250 kuruş karşılığı 100 adet tuğralı altını [19] ücret verdim. O da parayı aldıktan sonra Mushaf-ı şerifi yazamadan vefat ettiğinden terekesinden bu parayı taleb ediyorum. Sual olunsun deyince sual olunmuş ve davacıdan da davasını ispat etmesi istenmiştir. Hür ve âdil Müslümanlardan Mirahur Mahallesi’nde sakin Ali Çelebi b. Mustafa Ağa [ve Kızıltaş Mahallesi’nden] Mustafa b. Abdullah şahit olarak mahkemede hazır olmuşlardır. Müvekkil Mehmed Ağa Müteveffa Osman Efendi b. Ali b. Sinan Bey’e 1109 senesi Ramazan-ı şerifinde kendi evinde kendi hattıyla bir Mushaf-ı şerif yazmak için 250 kuruşa [denk] olmak üzere huzurumuzda 100 adet tuğralı altın ücret olarak verdi. O da bu parayı elinden ahz u kabz eylemiştir. Biz bu hususa bu şekilde şahidiz ve şahadet de ederiz diye şahadette bulunmuşlardır. [Bu zevatın] şahadetleri kabul olunmakla bu karar mahkeme siciline kayd olundu… 11 Ocak 1699 ( 9 B. 1110)” 

    3- Hafız Osman’ın Veresesi

    Bu verâset i’lamı ile daha sonra gelecek i’lamdan anlaşıldığına göre Hafız Osman Efendi’nin Hatice ve Saliha adlı iki hanımının olduğu anlaşılıyor. İkisi de “Abdullah kızı” şeklinde kayıtlı olduğuna göre muhtemelen ikisi de cariye asıllı idiler. Bir başka husus ise Osman Efendi’nin Saliha Hanım’dan ayrılmış olduğudur. Bu verâset ilamı şöyledir: “… Sancaktarhayreddin Mahallesi ahalinden olup bundan bir süre önce vefat eden Hattat Osman Efendi b. Ali’nin veraseti zevcesi Hatice binti Abdullah ile büyük oğlu Ali, küçük oğlu Mehmed ile küçük kızları Emine ve Fatma’ya münhasırdır. Bu mahallede sakin el- Hac Mustafa b. Ahmed mahkemede zikrolunan küçük çocukların işlerini yürütmeğe memur vasileri ve [aynı zamanda] amcaları Ahmed Çelebi b. Ali’ye karşı açtığı davada söz alarak şunları söylemiştir.

    -…Osman Efendi zimmetinde 70 kuruş hakkım olup henüz hayatta ve sağlıklı iken vefatından da 15 ay önce bu parayı bana vermesi gerekiyordu. Bu kadar borcu olduğunu Müslümanların huzurunda ikrar ederek merhum borcunu bana edadan önce de vefat etmekle ben bu parayı vasiden… Talep ediyorum, sual olunsun deyince sual olundu. Davacıdan iddiasını ispat için delil sorulunca da hür ve âdil Müslümanlardan olup mezkur mahallede sakin İmam Mustafa Efendi b. Mehmed ve Çelebioğlu Mahallesi’nde sakin İmam Ali b. İbrahim şahitlik etmek üzere mahkemede hazır oldular. Şahitler mahkemede:  - Hakikaten müteveffa Hattat Osman Efendi hal-i hayatta ve sıhhatte iken vefatından da 15 ay önce:

    - Zimmetimde şer’i borçlanma yoluyla aldığım işbu el- Hac Mustafa’ya… 70 kuruş borcum vardır, diye huzurumuzda ikrarla bizleri de şahit gösterdi. Biz bu hususa bu şekilde şahidiz ve şahitlik de ederiz demişlerdir. Bu şahısların şahadetleri de mahkemece kabul edildi ve talep üzerine de bu karar sicile kaydolundu. 12 Ocak 1699 (10 B. 1110). [21]

    4- Osman Efendi’nin Yetimlerine Vasi Tayini

    …İstanbul Sancaktarhayreddin Mahallesi’nde sakin iken bundan bir süre önce vefat eden Hattat Osman Efendi b. Ali’nin küçük oğulları Ali, Mehmed ile küçük kızları Emine ve Fatma’nın işlerine hasbice nezaret etmek vazifesi mahkemece amcaları Ahmed Çelebi b. Ali’ye tevcih olunmuştur. O da bu nezaret işini kabul ve yetimler için lüzumlu hizmetleri eda edeceğini taahhüt etmiştir. 17 Ocak 1699 (15 B. 1110). 

    5- Oğlu Ali Efendi’nin Görev Talebi

    Hafız Osman Efendi’nin büyük oğlu Ali babasının vefatından 50 gün sonra, Osmanlı tarihinde ihtişam çağının sonu olan Karlofça anlaşmasının imzalanmasından da üç gün önce 23 Ocak 1699 (21 B. 1110)’da verdiği bir dilekçe ile Sadrazam Bayram Paşa (?- v.1638) türbesinde görev talebinde bulunmuştur. Dilekçeden bu görevlerin vaktiyle babasına ait olduğu anlaşılıyor. Osman Efendi-zade Ali’nin yaşı bu vazifeyi yapmaya müsait olmalı. Bu da 12- 15 yaş arası büluğ çağıdır. Yaşı daha küçükse vekaleten bu görev ona tevcih edilmiş demektir. Dilekçenin ifade tarzına bakılırsa bu arzın önce Darussade ağasına hitaben yazıldığı anlaşılıyor. Buradan şeyhülislama oradan da sadrazama geçerek Ali Efendi’ye bu vazife tevcih olunmuş. Dilekçenin metni şudur:

    “Saadetli inayetli mekremetli sultanım hazretleri sağ olsun,

    Duacılarının arzuhali oldur ki, bu muhlis duacıları Hattat Hafız Osman Efendi’nin oğlu olup pederim… Osman Efendi dar-ı ahirete rıhlet etmekle mutasarrıf olduğu beş akçe Bayram Paşa türbedarlığı, bir akçe müsebbihlik ve bir akçe de cüz-hanlık [cihetleri] mahlul olmakla bu fakire tevcih olunmak için işaret-i aliyyeleri ricasıyla hâk-i izzete ref’-i ruk’a-i niyaz kılındı. Bakı lütf u ihsan sultanım hazretlerinindir.

    Ali bin Hafız Osman 

    6- Kızları Fatma ve Emine Hanımların Vefatı

     …İstanbul Sancaktarhayreddin Mahallesi’nde sakin iken bundan bir süre önce vefat eden Fatma bint-i Hattat Osman Efendi’nin veraseti validesi Saliha Hatun binti Abdullah ile anne- baba bir kardeşleri Mehmed Ağa ve küçük hemşiresi Emine’ye aittir. Daha sonra Emine Hanım’ın da vefatıyla bunun veraseti de annesi Saliha Hatun ile baba bir kardeşi Mehmed Ağa’ya münhasır kalmıştır… Mehmed Bey b. Ali ve Ali Bey b. Hüseyin’in tarifleri ile kimliği tespit edilen mezbur (mezkûr) Saliha Hanım asaleten mahkemede söz alıp çocukların amcası ve vasileri Ahmed Efendi’den şu taleplerde bulunmuştur:

     “- Küçük kızlarım Fatma ve Emine’nin bize intikal eden mallarından yapılan hesaba göre her birinin 4800’er akçe malları kalmıştır. Toplam 9600 akçeden benim şer’i hissem olan 1822 akçe hakkımın tamamını vasi Ahmed Efendi’den aldım. Ahmed Efendi’yi vesayeti zamanında alıp harcadıklarına dair bütün tasarruflarından dolayı da ibra ettim” dedi… Fatma ve Emine Hanımların anne baba bir kardeşleri ve hâla Yeni Saray (Topkapı Sarayı)’ın Seferli Odası ulemasından Mehmed Ağa da [miras hakkını kabz için] Ali Bey b. Hüseyin’i vekil tayin etmiştir. Ali Bey’in vekaletine ise Veli Bey b. Mahmud ile Mehmed Bey b. Ali şahadet etmişlerdir. Bu mahkemede vekaleten söz alan Ali Bey, Mehmed Ağa’nın merhume kardeşlerinden kendisine intikal eden mirası hakkını istemiştir. Yapılan hesap sonucu Mehmed Ağa’nın miras hakkı olan 7777 akçe vasi olan Ahmed Efendi’nin eliyle Ali Bey’e teslim edilmiş, Ali Bey vekili adına Ahmed Efendi’yi vesayeti boyunca yapmış olduğu bilcümle tasarruflarından mahkeme huzurunda aklamıştır. Bu dava ile ilgili hususlar da böylece mahkeme siciline kaydedilmiştir. 15 Nisan 1706 (16 Muharrem 1118)


Etiketler: Hafız Osman Kimdir Hayatı Hattat Eserleri Vefatı | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular