Mekteb-i Derviş | İslam

    İSLAM’I TAHRİF ETME ÇALIŞMALARI

    Ümmetler ve milletler hayatlarını huzur içinde devam ettirebilmeleri için. Yüzlerini tevhidin ilahi nuru ile aydınlatmaları, kalplerini Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)nın muhabbeti ile doldurmaları idraklerini Hz. Kur’an’ın hayat iksiri ile canlandırmaları ve sonrada nasıl bir ümmet, nasıl bir millet olduklarını çok iyi bilmeleri lazımdır. Bu yaşamanın ayakta durmanın temel şartıdır. Çünkü aslını, esasını, cevherini bilmeyen bir millet, dostunu düşmanını tanımayan bir millet ayakta duramaz, geleceğinden emin olamaz.

    Dünya sahasına ağlayarak gelen insanoğlu, beşikle mezar arasında uzanan kısa bir ömrü vardır. İnsanoğlu bu ömrünü değerlendirebiliyor, ahirete giderken yüzü gülebiliyorsa mutludur. Dünya köprüsü üzerinde cereyan eden bu hayatın başı beşik sonu tabuttur. Gelirken beyaz bir kundağa sarılan insanoğlu giderken de beyaz bir kefene sarılmaktadır. İnsanoğlunun gelirken değil giderken gülebilmesi, mutlu olabilmesi önemlidir. Bunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıdır.

    En büyük vazifemiz önce kendimizi, sonra çoluk çocuğumuzu ve bütün insanları bu ebedî cehennem felaketinden korumaktır.

    Bu necip milletin düşmanları, Kâfir, Münafık, Tağutlar, Deccallar, kezzablar, Mezhepsizler, İslam düşmanı Siyonist, Haçlı şer güçleri halkımızı ve bilhassa gençliği imansız kılmak için var güçleriyle çalışıyor, bu uğurda milyarlarca dolar harcıyor. müslümanlar arasından tuzağa düşürdüğü vatanına, milletine dinine ihanet ettirdiği hainleride kullanarak basında yayında TV. Ekranlarında zehirlerini kusmaya devam ediyor. Biz mü’minler de onlara karşı var gücümüzle, olanca gayretimizle iman için, Kur’an için, İslam için, insanların ebedî saadetleri için, nasıl çalışmak gerekiyorsa öyle çalışmalıyız.

    Asıl, temel vazife ve hizmeti bırakıp da günlük dedikodularla, siyaset entrikalarıyla, magazin haberleriyle meşgul olmak hiçbir sağduyulu mü’mine yakışmaz.

    Her şuurlu Müslüman, iman ve Kur’an hizmetlerinin gönüllü ve ihlaslı askeri, mücahidi olmakla yükümlüdür.

    Cenab-ı Hak, Kur’an’ı Kerimde:

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَام “Allah katında hak din şüphesiz İslam’dır.” (Âl-i İmrân Sûresi, ayet 19)

    Allah’u Zülcelalin katında razı olduğu ve Peygamberleri vasıtasıyla tebliğ ettiği,insanlarında uymasını istediği en doğru Hak din şüphesiz ki İslam dinidir.Bu dinin ilk tebliğcisi,Hz.Adem (a.s),son tebliğcisi ise Hatem-ül Enbiya Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)dır.Bütün beşeriyetin,ins ve cinin kurtuluşu buna bağlıdır.Kur’an’dan geçmeyen yollar saadete varamaz.İslamı yaşamayan ruhlar saadeti bulamaz.

    Dünya yaratıldığı günden Kıyametin kopacağı güne kadar Hak’la Batıl’ın, İmanla Küfrün, Şeytanla İnsanın, Hayırla Şerrin mücadelesi devam edecektir. Hepimiz imtian dünyasında yaşıyoruz. Bu dünya fani, ahiret ise bakidir. Hz. Âdem(a.s)den Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v)ya kadar bütün Peygamberlerin tebliğatında âhiret inancı vardır. Bu inanç, hak din İslamın temellerindendir. Varlık ölümle bitmiyor, ondan sonra berzah kabir âlemi var, sonra Kıyamet kopacak, insanlar yeniden diriltilecek ve Mahkeme-i Kübrada hesaba çekilecektir. İman edenler, iyiler Cennete konulacak, kâfirler, Münafıklar, müşrikler Cehenneme atılacaktır.

    Peygamberleri dinlemeyen, onlara, ilahî kitaplara uymayan, şirke ve küfre düşenler için ebedî cehennem felaketi vardır.

    Tevhid dini İslam, dün olduğu gibi, bugünde yarında insanlığı kurtuluşa götürecek tabiri caizse tek gemidir. Bu geminin sahibi bütün mahlûkatı “kün”emriyle yoktan vareden Allah’u Azimüşşan, kaptanı gelmiş geçmiş bütün insanların, bütün peygamberlerin en faziletlisi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v),ışığı kararmış kalpleri ilahi hidayetle açan Kur’an-ı Kerimdir. Bu gemiye binmeyen bir ferdin, bir cemiyetin felaketlerden kurtuluş ümidi yoktur. Bundan başka kurtuluş gemisi arayanlar hüsrana yuvarlanırlar.

    İslâm, bir medeniyet dînidir. Her medeniyet, kendi insan tipini yetiştirir. İslâm medeniyetinin inşâ ettiği insan ise evvelâ hak, adâlet, şefkat, merhamet, nezâket ve zarâfette bir ihtişam sergilemelidir. Gönlünü, bütün mahlûkâtı şefkatle kucaklayan bir rahmet dergâhı hâline getirmelidir.

    Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde:

اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَب۪يرًاۙ ﴿9﴾

    “. Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.”(İsra Suresi,10)

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿110﴾

    “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allâh’a inanırsınız Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.…” (Âl-i İmrânSuresi, 110)

    Her mü’min İslâm’ı yaşamakla memur olduğu gibi, yaşatmakla da vazifelidir. Her mü’min hâdisâtın ve devrin akışından mes’uldür. İslâm ve müslümanların istikbâli hakkında bîgânelik, bir mü’mine yakışmaz. İslâm nûrunun tamamlanmasında, Allâh’ın dînine yardım etmekte her mü’min aşk ile gayret etmekle mükelleftir.

    Âyette şöyle buyurulur:

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَآ اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿33﴾

    “(İnsanları) Allah’a davet eden, sâlih ameller işleyen ve; «Ben Müslümanlardanım!» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet Suresi, 33)

    Gün geçmiyor ki dalalet ehli yeni bir saçmalık üretmesin. Mealcisi, sünnet hadis inkârcısı, şiası, reformist geçinen zavallılar her gün duyulmadık bir cehalete veya skandala imza atıyorlar. Bir bakıyorsunuz bir ahmak çıkıp “Allah geleceği bilmez” diyor diğeri de “o bir gaflete düşmüş, kimseye yedirmeyiz” diyor. “Sadece Kur’an’a bakarım” deyip kendi uydurduğu dini dayatan bir zalimden “Kur’an kıssaları yaşanmamış bir hikâyedir” diyen sefile kadar sözde din adına konuşup “kendi uydurduğu dini” zerk edenlerle ortalık kaynıyor.

    Elbette Resulüllah ve ashabının yolundan ayrılanlar kendi yollarını uyduracaklar ve uydurdukça da batacaklar. Şefaat kavramını inkâr eden zat “ateistlere şefaatçi” olmaya kalkışıyor. Bir de Allah’ı mecbur kılıp “Allah yakamaz” diyor. Zat bir de ateistle cehennemde yanmaya razıymış.

    Bildiğiniz gibi Türkiye’de bir ılımlı İslam projesi var. Bu proje inanç, ibadet, giyim, kuşam dâhil birçok alanda Müslümanların İslami yaşam şeklini biçimlendirerek istedikleri kalıba sokmak istiyorlar.

    Son zamanlarda yine bazı art niyetli, dış destekli bu milletin birliğini kardeşliğini bozmak, kalbine gönlüne şüphe tohumları ekmek isteyenlerce gündeme getirilmeye çalışılan, Basında yayında TV. Ekranlarında İslam’ı küçük düşürücü, fitne ateşini artırıcı,İslamın değerlerine ters, fitne çıkarıcı, asırlarca İslam düşmanlarının sergilediği, bunun için ordular hazırlayıp savaşlar açtığı, Müslümanları yok etmek için her türlü şerri uyguladığı, Batılı Oryantalist, müsteşriklerin yaptığını, Müslüman görüntüsünde, bir kısmı gafletle, bir kısmı bile bile İslam’ın değerlerini hafife alan, Kur’an’ı kendi anlayışına göre yorumlayan, diğer İslam alimlerini hafife alan, alay eden,küçümseyen,Peygamber (s.a.v)Efendimizin hadislerini hafife alan,Mezhepleri,İslam Tasavvufunu Tarikatları inkar eden, hakaret eden, Hadis imamlarını, Büyük islam Mutasavvuflarını hafife alan hakaret eden, Kaderi inkar eden,İsra ve Miracı inkâr eden, Peygamberin Kur’an’dan başka Mucizesi yoktur diyen, Kabir azabı yoktur, şefaat yoktur, sırat yoktur, Bugünkü üç semavi dinin mensuplarıda cennete girecektir diyen diyaloğa çağıran,İslamda Recm yoktur diyen, Kabir ziyaretlerini şirk gören,Evliyaullahın kerametini inkar eden,Bir İslam mürşidine bağlanmayı şirk gören, Namazıın 5 vakit olmadığını,Tewravih Namazının olmadığını, Efendimiz(s.a.v)hanımı Müminlerin annesi Hz.Aişe(r.anha)ya edepsizce hakaret eden, Hülafai Raşidinden Hz. Ebubekir(r.a),Hz. Ömer(r.),Hz. Osman(r.a),Vahiy katibi Hz. Muaviye(r.a)ve birçok sahabeye küfreden ve Şia’nın her gün sabah namazında Bu sahabelere kunutta beddua edip küfredenleri savunan,v.s.Ama bir gün olsun ümmeti Muhammedin birliği için, kardeşliği yapıcı bir gayret içerisine girmeyen, İslam aleminde bunca Müslüman kanı akarken, ırz ve namusu kirletilirken, vatan toprakları işgal edilip milli servetleri yağmalanırken sesleri çıkmayan, Müslüman kardeşlerine hakaret eden, beddua eden, İsrailin, Rusyanın, Esedin, İranın, Budistlerin, Kominist Çinlilerin,Törere destek olan Amerika,Almanya,İngiltere,Fransa, Avrupa ülkelerini bir gün olsun kınamayan, vatanına milletine tuzak kuran, kurşun sıkan, kafirlerle işbirliği yapıp devletinin gizli sırlarını satan hainleri birkez olsun kınamayan, Türkiye darul harptir, burada Cuma namazı kılınmaz, burada şeriat hakim değil bu laik devlete itaat edilmez, diyanetin hocalarının arkasında namaz kılınmaz. Bu devleti, düzeni yıkmak için her şey mubahtır, burada faiz, içki, kumar, bu devleti soymak mubahtır gibi konular gündeme getirilmekte, maalesef bu tuzağa bazı vatandaşlarımız düşmekte, fitneye alet olmakta, bu milletin düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedir. Bu tip insanlar Cuma namazı bile kılmamakta, dış destekli birçok tuzağa düşmektedir. Bunların çoğuda İslam adına ortaya çıkmaktadır..

    Ne zaman devletimizde milletimizde siyasi, ekonomik, kültürel, ahlaki, bir toparlanma olsa, istikrar sağlansa bir taraftan düğmeye basılıyor, kafalar, gönüller karıştırılıyor büyük fitnelere sebep oluyor. Onun için bu fitnelere düşmemek için dinimiz İslam’ı ve onun rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.av)yı dinlememiz, ehlisünnet vel cemaatten ayrılmamalıyız. Tarihimizi unutmamalı, dost ve düşmanları iyi tanımalıyız. Aksi takdirde bu vatan gemisini batırırsak dünyamızı da ahiretimizi de kaybetmiş oluruz.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v)) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Allah, sizin dış görünüşünüze ve kalıbınıza bakmaz. Kalplerinize ve niyetlerinize bakar.” (Müslim, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)

    Mesela bir insan görünüşte çok zahit ve kılı kırk yararcasına ibadet ediyor olabilir. Vaaz sohbet ederken kendini parçalıyor, hüngür hüngür ağlıyor olabilir. Ama bunu biz böyle görüyoruz. İşte bu dış görünüş oluyor. Cenab-ı Hak ise buna değil kalbin içindeki niyete bakıyor.

    Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde:

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ “Allah katında hak din şüphesiz İslam’dır.” (Âl-i İmrân Sûresi, ayet 19)

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٨٥﴾ “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân Sûresi, ayet 85)

    Peygamber Efendimiz (s.a.v) de: اَسْلِمُوا تَسْلِمُوا

    “İslam’a teslim olun,Müslüman olun, kurtulun.” (Müslim ve şerhi c. 8, sh. 527, No: 61)

    İnsanları Hak dine, kurtuluşa, dünyevi ve uhrevi saadete, Allah Resulü çağırıyor.

    Kur’an-ı Kerim, Allah ve Resulünün çağırdığı her şeyde hayat olduğunu, diriliş ve kurtuluş olduğunu haber veriyor. Bunun için dünya ve ahiret saadeti isteyen her insan, Allah katında makbul din İslam’a girmek, Müslüman olmak zorundadır.

    İslam’ın getirdiği hükümler, insanların dünyevi ve uhrevi mutluluğunu amaçlar. Dört ana amacı vardır. İman, amel, ahlak ve muamelat... İslam dini bütün insanlığa gönderilmiş son dindir. Barış, huzur, akıl, ilim ve kolaylık,edeb dinidir.

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ ﴿٧﴾ “Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a, onun emrini tutar dinini uygular yardım ederseniz,O da size yardım eder ve düşmanlarınıza karşı ayaklarınızı sabit kılar, sağlam bastırır.”(Muhammed suresi, 7)

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾

    “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin.(Kur’an nasihatlarını) dinlediğiniz halde, Peygamberin emirlerinden yüz çevirmeyin.” (Enfal suresi, 20)

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿31﴾ قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿32﴾

    “(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki:Allah’a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirse bilsinlerki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân suresi, 31-32)

اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى لَهُ اَجْرُ مِأَتِهِ شَهِيدٍ

    “Ümmetimin fesada düştüğü bu zor zamanda, sünnetime sarılanlar için yüz şehit ecri vardır.” (Taberani, Muhtarul Ehadis, sh. 151)

    Fitne ve fesadın çığ gibi büyüdüğü, ahlaki değerlerin sarsıldığı, kardeşin kardeşle, insanın insanla kavgaya tutuştuğu bir zamanda, huzur arayan herkes Kur’an ve Sünnete sarılmak, Dinimize, devletimize, vatanımıza, bayrağımıza, birlik ve beraberliğimize sahip çıkmak zorundadır.

    Gerçek ilim adamlarına âlimlere düşen görev TV. Ekranlarında insanları şüpheye düşürecek kâfirlerin ekmeğine yağ sürecek tartışmalardan fitnelerden uzak durmasıdır. Bazı ilmi hassas konuları herkesin önünde değil kendi aralarında tartışıp bir orta yol bulmalarıdır. Kur’an ve Sünnete tam sarıldığımız zaman etrafımızda ne kadar kin, öfke ve zulüm varsa, hepsi birer birer eriyecek, her davranışımız sevgiye dönüşecektir.

    Zira sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim,

    Yolların en güzeli Resulullah (s.a.v)’in yolu onun sünneti seniyyesi,

    İnsanların en güzeli de Kur’an ve sünnete sarılan birlik ve beraberlik içinde hayırda yarışanlardır. Efendimiz (s.a.v); “Kim benim sünnetimi yaşayarak diriltirse, beni sevmiş olur. Beni sevende cennette benimle beraberdir.” (Tirmizi, et-Tac, c. 1, sh. 47)

اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَب۪يرًاۙ ﴿9﴾

    Bâyezîd-i Bistâmî(k.s) Hazretleri buyurur:“Sûfî; Kur’ân-ı Kerîm’i bir eline, Sünnet-i Seniyye’yi diğer eline alan; bir gözüyle Cennetʼe, öbür gözüyle Cehennemʼe bakan; dünyayı alt tarafına, âhireti de üstüne dolayarak ihrâma giren ve ikisinin arasından;”Lebbeyk Allâhümme lebbeyk! Buyur Allâh’ım! Emrine teslim ve hazırım!” diye Mevlâʼsına koşan kişidir.” (Attâr, Tezkire, sf. 202.)

    İSLAM’A SALDIRANLARIN MAKSADI NE?

    1. Kur’an’ın üç yüz küsur muhkem ayeti için onlar tarihseldir, bugün hükümleri geçerli değildir diyen sinsi, takiyyeci, kitmancı Fazlurrahmancılık hareketi bir hıyanet hareketidir…

    2. Ölmüş Mutezile bid’at ve dalalet mezhebini hortlatmak bir hıyanettir…

    3. Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim hıyanettir…

    4. Mezhepsizlik bir hıyanettir…

    5. Şeriattan kıl kadar ayrılmayan tasavvuf tarikatlarını dışlamak, kötülemek, mensuplarını şirkle küfürle suçlamak bir hıyanettir…

    6. Din okullarında talebeye cemaatle namaz kıldırmamak bir hıyanettir…

    7. Ehl-i Sünneti sapık bid’at ve dalalet mezhepleriyle bir tutmak hıyanettir…

    8. Bozuk Tağutî ve deccalî küfür düzenlerine iyidir, eskisinden daha iyidir demek hıyanettir…

    9. Erkeklerin şehevî bakış ve dikkatlerini çeken şeytanî tesettür hıyanettir…

    10. Din ve mukaddes sömürüsü en büyük hıyanettir…

    11. İsraf, kendine zulüm ve Ümmete hıyanettir…

    12. Cemaat, tarikat, hizip, fırka holiganlığı yapmak hıyanettir…

    13. Her gün, Allah’ın büyük nimeti olan beş milyon ekmeği çöpe atmak hıyanet ve cinayettir…

    14. Fakir ve miskin Suriyeli Müslüman mülteciler bin çeşit yokluk ve sefalet içinde yaşarken, umursamazca keyfine bakmak hıyanettir…

    15. Elde imkân ve ülkede hürriyet olduğu halde İslam’a, Kur’an’a, ahlaka aykırı kötülükleri protesto etmemek, nehy-i münker yapmamak hıyanettir…

    16. Seküler düzenden razı olmak ve onu beğenmek hıyanettir…

    17. Çocuklarına İslami eğitim vermemek, din ve Kur’an dersleri aldırmamak, onları vasıflı ve güçlü Müslümanlar olarak yetiştirmemek, onların imanlarını korumamak, vasıflı ve güçlü Müslümanlar olarak yetişmeleri için elden gelen gayreti sarf etmemek…

    18. Suriye, Mısır, Libya ve diğer perişan ülkelere bakıp da Türkiye’de bütün müminlerin tek bir Ümmet olması için çalışmamak hıyanettir…

    19. İşleri, memuriyetleri, makamları, mevkileri, başkanlıkları, vazifeleri, hizmetleri en ehliyetli, en başarılı kimselere vermemek, bizden olan ehliyetsizlere yaranlara vermek hıyanettir…

    20. Yeterli ilmi ve kültürü olduğu halde, nefsinin süflî zevklerine ve heveslerine mağlub olarak çılgın yılbaşı kutlamaları yapmak hıyanettir…

    21. Resulullah (s.a.v)Efendimiz“Siz birbirinizi sevmedikçe mü’min olamazsınız” buyurduğu halde, mü’min kardeşlerini sevmek bir tarafa, onlara düşmanlık etmek, onlarla çekişmek ve tepişmek, iman kardeşliğini zedelemek hıyanettir…

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿119﴾”Ey İman edenler Allah’dan korkun ve sadıklarla beraber olun.”buyurmaktadır.(Tevbe Suresi,119)

    Şimdi, Türkiye’de basında Tv ekranlarında özelliklede İlahiyat ve Diyanet camiasında görüşleri yayılmaya çalışılan bir reformisti tanıyacağız. İşte Üstad Kadir Mısıroğlu’nun kaleminden, Fazlurrahman’ın kendi kitaplarından derlenmiş sapık görüşler…

    Dinler Arası Diyalog felsefesinin ilham kaynaklarından Fazlurrahman 1919’da Pakistan (o günkü Hindistan’ın) Hazara şehrinde doğmuştur. 1940’da Pencap Üniversitesi Arapça bölümünü bitirmiş. 1949’da Durham Üniversitesinde hoca olmuştur. Daha sonra Montreal’de, Mc. Gill Üniversitesi’nde çalıştı. 1961’de Pakistan İslami Araştırmalar Enstitüsünde Profesör olarak vazife gördü. 1969’da bu enstitünün müdür oldu. 1969’da A.B.D Chicago Üniversitesi’nde İslam Düşüncesi Profesörlüğüne getirildi. 26 Temmuz 1988’deki ölümüne kadar bu vazifeyi sürdürdü.

    Eserleri, Ankara Okulu da denilen Ankara İlahiyat Fakültesi Profesörleri tarafından Türkçeye çevirtilerek yayınlanmıştır.

    Fikirlerine gelince; O Hz. Peygamber(s.a.v)’in “Miracı” hakkında şu sapık görüşleri ileri sürmektedir: “Sünniler tarafından İsa’nın göğe çıkışına benzer bir şekilde geliştirilip, hadislerle desteklenen miraç anlayışı, malzemelerini çeşitli kaynaklardan alan tarihi bir kurgudan başka bir şey değildir.” (Fazlurrahman, İslam, (terc: Mehmed Aydın, Mehmed Dağ) Ankara 2004, sh:57)

    Diğer taraftan “Garanik” hadisesi ile ilgili olarak, Hz. Peygamberi müşriklere haşa taviz vermek zorunda kalarak, onların putlarını övme durumunda kaldığını ve bu sebeple, güya nesh edilmiş ilgili ayetleri Necm Suresi’ne ilave etmiş olabileceğini ifade etmektedir. (Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık (terc: Alpaslan Açıkgenç, Hayri Kırbaşoğlu) Ankara 1996)

    Fazlurrahman, “Hz. Peygamber’in (s.a.v), Hz. Hatice’den (Radıyallahu anha) sonra bir çok kadınla evlendiğini, bunlardan tek bakire olanın Hz. Aişe(r.anha) olduğunu, bununla birlikte O’nun kadınlardan hoşlandığı gerçeğinin inkar edilemeyeceğini” iddia etmektedir. (zırvlamaktadır) (Fazlurrahman, Alah’ın elçisi ve Mesajı (Terc, Adil Çiftçi) Ankara 1997, sh: 43)

    Talak bahsinde ise, üç bain (kesin) boşamadan sonra, bu şekilde boşanan kadının, önceki kocasıyla tekrar evlenebilmesi için Kur’an’da belirtilmiş olan, başka bir koca ile evlenmesi şartının, Hz.Ömer(r.a) tarafından konulmuş bir kaide olduğunu iddia etmektedir.” (Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıb, sh: 178-179)

    Hâlbu ki bu husus Kur’an ayetleriyle sabit olan bir hükümdür: “Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helal olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.” (Bakara Suresi,230)

    Hür ve çağdaş dini yorumu üzerine bina ettiği akli yoruma büyük bir önem atfeden Fazlurrahman “Ehl-i Sünnet”i dini akılcılık hareketini yok eden bir müessir olarak görmekte ve bu yüzden Ehli Sünnete saldırmaktadır. O kadar ki, Ehlisünnet ve’l Cemaat’i Hıristiyanlıktaki Ortodoksluğa benzeterek “İslam Ortodoksluğu” olarak nitelemektedir. (Fazlurrahman, İslam, Ankara 2004 sh. 47)

    Fazlurrahman tarafından “yaşayan sünnet anlayışı önünde birer engel olarak hadisleri görmektedir. O’na göre “yaşayan sünnet” çoğa göre yapılan değişken ve hür yorumdur. Bu sebeple nebevi hadislerin çok az olduğunu, ilk dönemden itibaren hadislerin çoğunun uydurma olduğunu, sadece ahlak ve ibadetle ilgili hadislerin Hz.peygamber’a ait olduğunu iddia etmektedir. (Bu konuda çelişmektedir. Zaten bütün tahrifçileri itikadi yöndeki hadisler rahatsız etmektedir)

    Fazlurrahman “Kim bana yalan söz isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın” hadisini bile uydurma kabul etmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca metodoloji Sorunu sh:53)

    Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, nesai ve Ahmed b. Hanbel rivayetlerinde mevcud olan “Müslüman, herkesin elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir” hadisini bile, iç savaşların engellenmesi maksadıyla siyasiler tarafından uydurulmuş bir hadis olarak kabul etmektedir. (Fazlurrahman a.g.e sh:108)

    Hadis hareketinde öncü olarak gördüğü ve “hadis şampiyonu” dediği İmam Şafii, Fazlurrahman tarafından en çok suçlu görülen fakihtir. (A.g.e sh:114)

    Dini Modernizmi müdafaa eden Fazlurrahman’a göre: “Dini Modernizmin yapmak zorunda olduğu ilk şey, İslam hukukuna, şeriata değişiklik getirmektir. Çünkü İslami çözüm, sadece Kur’an ve sünnetten çıkarılabilecek ilkelere dayanan çözümden ibaret olamaz.” O’na göre, “değişme ilkesinin gereği Kur’an’ın özel hukuki hükümlerine uzanacak şekilde serbest tutulmak zorundadır.” (Fazlurrahman, İslam Ankara 2004, (Terc: Mehmet Aydın’ın O’nun sh: 141 “İslamic Modernizm” isimli eserinden naklettiği not)

    Fazlurrahman “Ana Mevzuları İtibariyle Kur’an” adlı eserinde, uzun uzadıya karmaşık bir şekilde vahiy felsefesi yapmaktadır. Fazlurrahman’a aid sözlerden anlaşıldığına göre kendisine göre vahiy, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kalbinde potansiyel olarak bulunan, ihtiyaç duyduğunda söze dökülen bir olgudur. Her ne kadar;“Bu duygular Allah tarafından indirilir” dese de, O’nun vahiy anlayışı kabul edildiği takdirde vahyin, Hz.Peygamber’in hayalen gerçekleştirildiği keyfi bir tasarrufu olduğu hususu –haşa- ortaya çıkar. Nitekim o devrin müşrikleri de, bu devrin müsteşrikleri de, bu iddiayı dile getirmişlerdir. Bu anlayış kabul edilirse, vahyin Allah tarafından indirildiği ve Kur’an’ın Allah kelamı olduğu gerçekliği, ortadan kalkar; ortaya Kur’an’ın haşa “halüsinasyon ürünü” fikri çıkar –haşa- böylesi bir düşünce, dini temelinden sarsacak en büyük dinamit değil de nedir?

    Fazlurrahman’a göre Kur’andaki muamelatla alakalı hükümler, tarih içinde değerini kaybetmiştir. Çünkü bu hükümler o zamanın şartları ile alakalı hükümlerdir. O’na göre Kur’andaki ahlaki hükümler ise, tarih üstü değerler olup her devirde geçerliliğini korur. (Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık sh:62)

    O halde Fazlurrahman’a göre sünnetle gelen hükümler değil, Kur’an hükümleri de tarihseldir. Bu bağlamda Fazlurrahman, Kur’andaki ceza hükümlerinde (mesela el kesme cazasının) bu devirde bağlayıcı olmayacağını, suçu önleyici herhangi bir tedbirin yeterli olacağını müdafaa eder. (İslam sh: 15)

    O’na göre Kur’an’da gerçek ifadesiyle hüküm ihtiva eden pek az şey vardır. Miras hukuku ile ilgili ayrıntılı beyanlar, belirlenmiş olan hırsızlık ve zina suçlarına aid cezalarda bağlayıcı hükümler değillerdir. (a.g.e 124)

    Fazlurrahman, Kur’anın hukuki kaidelerinin, indiği çevrenin hususiyetlerini yansıttığını; savaş ve barışla alakalı hükümlerinin de tamamen mahalli olduğunu kabul etmektedir. Aynı şekilde faizin o devre aid bir yasak olduğunu bugün bankanın nasıl çalışması gerektiğine, ekonomistlerin ve para uzmanlarının karar vermesi gerektiğini kabul eder. Bunun için bugün faizin yasak olduğunun ve lanetli bir iş olduğunun müdafaasının yanlış olacağını vurgulayarak, Kur’an ve Sünnette katı şekilciliğe saplanmamamız(!) gerektiğini ileri sürmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca metodoji Sorunu, sh:86)

    Fazlurrahman, tarihsellik anlayışının tesiriyle, zaman ve şartlara bağlı olarak dini hükümlerin farklı yorumlanabileceğini ileri sürmektedir. Fıkhı ve fıkıh usulünü kıyasıya eleştirdiği gibi hadis için de yeni bir metodoji oluşturulması buna bağlı olarak da hadislerin ve sünnetin yeniden yorumlanması gerektiğini savunmaktadır. (Fazlurrahman’ın Usul-i Fıkıh ihdas etme gayretleri, Fethullah Gülen’e ilham kaynağı olmuştur. Bunun anlamak için Fazlurrahman’ın “Tarih Boyunca İslami Metodoji Sorunu” adlı eseri ile Fethullah Gülen taraftarı olan İbrahim Canan”ın bu husustaki makaleleri ve hatta Faruk Beşer’in “Fethullah Gülen’in Fıkhını Anlamak (İstanbul 2008) adlı eserini karşılaştırmak kafidir.)

    Fazlurrahman’a göre, Sunni kelamın görüşleri de tam bir determinizm içerisindedir. Kur’an’ın ortaya çıkarmak istediği canlılığa ve şevke oldukça tersdir. (Fazlurrahman, İslam sh.328)

    Şimdi umarım hiçbir okuyucu benden, bu baştanbaşa bir sarhoş kusmuğundan farksız küfür ve ilhad tuğyanını cevaplandırmamı beklemez. Bu sözlerin İslam dışı olduğunu takdirde Ağrı Dağı’ndaki çobanların bile acze düşmeyeceklerini bir bedahettir. Ben bunları cevaplandırmak için değil, gizli münafıkların rehberlerinin kim ve ne vasıfta adamlar olduğunu göstermek maksadıyla naklettim.

    Kadir Mısıroğlu, Tarihten Günümüze Tahrif hareketleri 3. Cilt (Sebil Yayınevi)

    Kelime oyunları, sinema ve dizilerle Yahudi ve Hıristiyanların cennete gireceğini, hak yolda olduğunu zihinlere kazımak isteyenlere

    Din ile oynayanların yazdıkları mealler Arapça ilmi ile meşgul olan herkesi rahatsız ediyor. Çünkü uydurulan manalar hakikati ile ya çelişiyor ya da yanından bile geçmiyor. İşte Daru’l Hikme’den Talha Hakan Alp’in kaleminden bazı örnekler:

    Bir kardeşimizin sorusu üzerine Mustafa İslamoğlu’nun Âdiyât suresinin ilk ayetlerine verdiği meale baktım, “Allah şahittir; (vahye) dinmez bir hınçla saldıranlara,” diye başlıyor ve ilgili ayetlerin vahye düşmanlıktan geri kalmayan müşrikleri tasvir ettiğini ifade ediyor.

    Sözü dolandırmaya hiç gerek yok, bu meali ayetin lügavi çerçevesiyle bağdaştırmak mümkün değil. Birçok yönden temelsiz bir yorum ve trajik olan böyle mesnetsiz yorumların okuyucunun karşısına meal olarak çıkması.

    Mesnetsiz; çünkü dipnotta kendisinin de söz ettiği “yemin vavı” mealde buharlaşmış, ilginç biçimde mealde yemin yok.

    Zaten vav’a yemin manası verecek olsa âdiyât kelimesini “saldıranlar” şeklinde meallendiremez. Allah’ın saldırgan müşriklere yemin etmeyeceği çok açık. Üzerine yemin edilen şeyin bir kıymeti, bir önemi olması gerektiğini herkes bilir.

    İkinci husus, âdiyât kelimesine “saldıranlar” manası vererek başta Mekkeli müşrikler olmak üzere bilumum saldırgan kâfirlere dikkat çekmiş oluyor.

    Âdiyât kelimesinin müennes/dişil bir kalıp olduğunu düşününce “bu müşriklerin hepsi ya da çoğu kadın mı? Neden kelime müennes kalıpta gelmiş?” diye sormadan edemiyor insan.

    Mustafa İslamoğlu, yorumunu az biraz metne sadık kalarak sunmuş olsaydı: “Yemin olsun vahye dinmez bir hınçla saldıran kadınlara!…” demesi gerekirdi.

    Ama bulduğu yeni anlamın cazibesiyle kelimenin müennesliğini gözden kaçırmış olmalı ki, kelime müennes olduğu halde cinsiyete dikkat çekmiyor, yalın “saldıranlar” diyor. Oysa Arap dilinde kasıt bizzat kadınlar değilse genel bir ifade kullanılır ve -Kur’an’ın da her zaman yaptığı gibi- müzekker/eril kalıpla dile getirilir: mesela “ve’l-âdiyât” yerine “ve’l-âdûn” denirdi..

    Mustafa İslamoğlu, yerleşik tefsirlerde olduğu gibi âdiyât kelimesinin gayr-ı akil varlıklara (mesela atlara) delalet ettiğini kavrayabilmiş olsaydı bu sorunla karşılaşmayacaktı. Çünkü Arapçada gayr-ı akil varlıklar çoğul halinde müennes sığasıyla ifade edilirler…

    Defalarca dedik, yine diyoruz; ayetlere bugünün insanının ilgisini çekecek, onlara muhtevayı ve muhtevanın ağırlığını hissettirecek ilginç mealler tasarlamakla iş bitmiyor, aksine başımıza bir yığın iş açılıyor.

    Muhtevayı bugüne en iyi yansıtacağını düşünüp râm olduğumuz “yeni anlama” ayeti adapte etmek için çırpınırken farkında olmadan zemin kayması yaşıyoruz; metnin ifade hususiyetlerinden, gramerinden, bağlamından kopuyoruz.

    Bir şeyler anlatmış oluyoruz, ama anlattığımız şey Kur’an’ın anlattığı şey olmuyor, bizim kurgumuz oluyor… Ne var ki okuyucu bunun farkında değil. Çünkü kahir ekseriyeti mealin atölye kısmıyla ilgilenebilecek durumda değil.

    Kur’an-ı Kerim’in anlamını günümüz insanının idrakine taşımak buysa, bu işi bırakıp hidayet romanlarına dönelim. Onların uyandırdığı hidayet hissi çok daha yoğun.

    Sonuçta emsal meallerle doğrunun/gerçeğin peşinde değil, Müslümanları Kur’an’ın çekim alanına katacak “manevi cazibenin” peşinde değil miyiz?

    Metinle temellendirilemeyen anlamların/meallerin yaptığı primi başka türlü izah edebilen var mı?


Etiketler: İslam'ı Tahrif Etme Çalışmaları, İslam'ı bozma çalışmaları, İslam'ı değiştirme, İslam Reform, Mealciler, Hadisi inkar edenler, İslam'a saldırılar | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular