Mekteb-i Derviş | İslam

    BEDİR SAVAŞI (624)

    Peygamberimizin(s.a.v) katıldığı savaşlara gazve katılmadığı savaşlara seriye denir.Hicretten sonra Medine'de birleşen müslümanların karşısında; Mekkeli müşrikler, Medine’de ve çevresinde bulunan Yahudiler ve münafıklar olmak üzere üç çeşit düşmanları vardı. Bu bakımdan tehlike daha çok artmıştı. Böylesine mühim ve tehlikeli bir durum karşısında Peygamberimiz (s.a.v)her türlü tedbiri almış ashabıyla birlikte yılmadan korkmadan Allah’ın dini için cihad etmiş ve sonunda zafere kavuşmuştu.

    İslâm tarihçilerine göre Hz. Peygamberin(s.a.v) emir ve kumandasında yirmi yedi gazve gerçekleşmiştir. Bunlar:

    “Benî Kurayza, Benî Lihyân, Benî Süleym, Benî Nadîr, Bedrul Mevid, Bedir, Benî Kaynukâ, Buvât, Bedrul ûlâ Sefevân,Ebvâ, Gatafân, Gâbe, Hudeybiye, Hayber,Dûmetülcendel, Hendek,Huneyn, Hamrâülesed, Karkaratülküdr,Müreysî Benil-Mustalik, Mekkenin Fethi, Sevîk,Taif , Tebüktür,Uhud,Zül Uşeyre, Zâtür Rikâ.” Bu gazvelerden sadece dokuzunda çarpışma meydana gelmiştir.

    Peygamber (s.a.v)Efendimiz Medine'ye hicret ettikten sonra Medine'de bütün işleri ve münasebetleri belli bir tertibe koyup Müslümanları güçlü bir duruma getirdi. Böylece İslamiyet her geçen gün yayılıyor ve Müslümanlar da kuvvetleniyordu. Diğer taraftan Mekkeli müşrikler ise Müslümanlar üzerine saldırmak için devamlı hazırlık yapıyorlar ve savaş için bahaneler arıyorlardı. Nihayet miladi 624 ve hicretin ikinci yılında Ramazan ayında müşriklerin bin kişilik bir orduyla Medine'ye yürümeleri üzerine Medine dışında Bedir denilen yerde Bedir Savaşı yapıldı. Bu savaşta Müslümanların sayısı 313 kişi idi. Müşriklerle yapılan bu ilk savaşta Müslümanlar ilk parlak zaferi kazandılar. Başta Ebu Cehil olmak üzere müşriklerin ileri gelenleri bu savaşta öldürüldü. Yine bir kısım ileri gelenleri olmak üzere 70'i esir alındı. Peygamberimiz aleyhisselam bu esirlerin bir kısmını fidye karşılığı, okuma yazma bilenleri de Medineli 10 çocuğa okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bıraktı. Bu hadise Mekke'den ve Medine'den birçok kimsenin Müslüman olmasına sebep oldu.

    Tarihte öyle meydan muharebeleri vardır ki, onlar neticeleri itibari ile sadece askerlik dehasına, askerlik sanatına bir örnek olarak değerlendirilir. Tarihte yine öyle muharebeler vardır ki; askerlik sanatına örnek olarak kalmaz, sonuçları itibari ile bir devletin ve bir milletin kaderini altüst ederler, onlara yeni hayat ufukları açar, yeni istikballer kazandırır. Hele bir kısmı vardır ki, kendi zamanına kadar hâkim olan fikirleri ve inançları çürütürler, çürümüş müesseseleri yıkar ve yenisini getirirler. İşte Bedir Savaşı böyle bir savaştır. Bu savaş Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v)in yüksek bir askeri başarısı olarak kalmamış, Müslümanlığın dünya yüzündeki hayatiyetini sağlamıştır. Bunun için İslam tarihinde bu savaş ''Bedr-i Kübra''(Büyük Bedir) olarak adlandırılmıştır.

    Bedir Savaşının Nedenleri arasında;Mekkelilerin, Hicret eden Müslümanların Mekke'de kalan mallarını yağmalayıp Şam'a götürerek satmalarıdır.

    Sonuçta: Müslümanlar Şam'dan dönen ticaret kervanının yolunu keserek Mekke'de yağmalanan mallarının karşılığını almayı amaçlamışlardır. Ticaret kervanının başında bulunan Ebu Süfyan Müslümanların bu planını duyunca yardım göndermeleri için Mekke'ye haber yollamış,1000 kişiden oluşan Mekke ordusu ile 313 kişiden oluşan Müslüman ordusu Bedir Kuyusu civarında karşı karşıya geldiler. Yapılan savaşta Müslümanlar, Mekkelileri yenilgiye uğrattılar.Müslümanların Mekkelilere karşı kazandığı ilk savaştır.Müslümanlar maddi ve manevi yönden daha güçlü hale geldiler. Şam ticaret yollarının kontrolü geçici olarak Müslümanların eline geçmiştir. Savaş sonucunda ganimet paylaşımının yapılmasıyla İslam savaş hukukunun temelleri atılmıştır.Esir alınan Mekkeliler, 10 Müslüman’a okuma - yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakılmıştır. Savaş sonucunda elde edilen ganimetler paylaşıldı.Medine şehir devletinin prestiji arttı.İslamiyet hızla yayılmaya başladı.

    UHUD SAVAŞI

    Müşriklerin Öç Alma Duygusu;

    Bedir Savaşının üzerinden 13 ay geçmesine rağmen müşriklerin öç alma duygusu ve ateşi bir türlü sönmüyordu. Medine'de her geçen gün kök salmaya başlayan İslam cemaati burada yerleşik Yahudi kabilelerini çileden çıkarıyordu. Şevval ayında Uhud gazvesi yapıldı. Bedir savaşında yenilen müşrikler bir yıl sonra da 3000 kişilik bir kuvvetle Medine üzerine yürüdüler. Peygamberimiz(s.a.v)müşriklerin bu saldırısına karşı 1000 kişilik bir ordu ile düşmanı Uhud dağında karşıladı. Resulullah (s.a.v) Uhud'da, vadinin ağzındaki Şib mevkiine kadar yoluna devam ederek Uhud Dağını arkasına aldı. Ordusunu savaş düzenine soktuktan sonra ''kendilerine emredinceye kadar savaşmalarını yasakladı.'' 50 kişiden oluşan bir okçu grubu seçti, Ayneyn tepesindeki bir geçide onları yerleştirerek onlara şu talimatı verdi: ''Düşmanı yendiğimizi görseniz bile, size benden herhangi bir talimat gelmedikçe burayı terk etmeyin. Yırtıcı kuşların askeri pençeleyip gagaladığını görseniz dahi buradan ayrılmayın.'' Bir müdafaa savaşı olan Uhud harbinde Peygamberimizin (s.a.v)mübarek dişi kırıldı, mübarek yüzü kanadı ve mübarek dudağı yaralandı. Hz. Hamza(r.a)şehit edildi. Bundan başka Muhacir ve Ensar'dan yetmiş sahabi şehid oldu.

    Uhud savaşının başında Müslümanlar galip iken Hz. Muhammed'in yerleştirdiği okçuların yerlerinden ayrılması ile savaş Müslüman ordusunun aleyhine dönmüştü. Okçuların Peygamber Efendimizin talimatına uymaması nedeni ile savaş yenilgi ile sonuçlanmıştır. Mekkeliler savaşı kazanmalarına rağmen kesin bir sonuç elde edememişlerdir. Müslümanlar Hz. Muhammed(s.a.v)'in sözlerinin önemini anlamışlardır.

    Bu Savaşın Nedenlerinden biriside, müşriklerin Bedir savaşında aldıkları yenilginin öcünü almak istemelir. Zengin bir Mekke kervanının Müslümanların eline geçmesi ve Müslümanları topluca yok etmek, İslam Dininin yayılmasını önlemek.

    Sonuçta: Müslümanların elde ettikleri ilk yenilgidir. Peygamberimizin amcası Hz. Hamza şehit oldu. Peygamberimiz yaralandı. Mekkeliler, savaşta galip gelmelerine rağmen, kesin bir sonuca ulaşamadılar. Bu olay, en çok Yahudileri sevindirdiğinden ve Müşriklereyardım ettiklerinden peygamberimiz(s.a.v) bazı Yahudileri Medine’den sürdü.

    Uhud Savaşından sonra Hicretin dördüncü yılında müşrikler, Medine'den çıkarılan Yahudiler ve münafıklar çok tehlikeli bir hal almışlar, her fırsatta saldırmaya hazırlanıyorlardı. Peygamberimiz aleyhisselam bu düşmanlara karşı korunma ve savunma tedbirleri aldı. Bir taraftan da İslâmiyeti yaymak için çevrede bulunan kabilelere Ashab-ı kiramdan heyetler gönderiyordu. Onlar da gittikleri yerlerde İslamiyet’i anlatıyor, insanları iman etmeye davet ediyorlardı.Daha önceden Peygamberimizle "aleyhisselam" anlaşma yapan Yahudi kabilelerinden Beni Nadir kabilesi Uhud Savaşından sonra Peygamber efendimize suikast yapmaya kalkışarak anlaşmayı bozdular. Münafıkların kendilerini destekleyeceklerini söylemeleri üzerine anlaşmayı yenilemeye yanaşmayan Beni Nadir kabilesi ile yapılan savaşta, bu kabile Medine'den çıkarıldı. Böylece Müslümanların Medine'deki durumu daha da kuvvetlendi.

    NECİDLİLERİN İHANETİ

    Medine civarında bulunan iki kabile Peygamber efendimize elçi göndererek kendilerine İslâmiyeti öğretmek üzere muallim (öğretmen) istediler. Bu istek üzerine Eshab-ı kiramdan on kişi gönderildi. Recî' denilen yere vardıklarında 200 kişilik bir düşman hücumuna uğrayan bu heyetten 8 kişi şehid oldu. Bu hadiseye "Recî' Vakası" denir. Yine Necid şeyhi Ebû Bera'nın Medine'ye gelip kendilerini irşad için muallim istemesi üzerine Ashab-ı kiramdan 70 kişilik bir heyet gönderilmişti. Ashab-ı Suffa'dan olan bu irşad heyeti "Bi'r-i Maune" denilen yere vardıklarında, Necidliler verdikleri teminata rağmen ihanet ederek üzerlerine gönderdikleri bir ordu tarafından yetmişini de şehid ettiler. Bu hadise de "Bi'r-i Maune Faciası" adı ile bilinmektedir.

    HENDEK SAVAŞI (627)

    Medine'li Yahudiler, Peygamberimizle(s.a.v) yaptıkları anlaşmayı bozarak Müslümanlara eziyet etmeye başladılar. Peygamberimiz'i(s.a.v) öldürmek için suikast düzenlediler. Bunun üzerine Yahudiler yurtlarından çıkarılarak sürgün edildi. Yahudilerin ileri gelenleri bunu bahane ederek, Mekke'ye gittiler ve orada Müşriklerle anlaştılar.

    Mekkeli müşrikler Ebu Süfyan komutasında on bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Durumu haber alan Peygamber'imiz(s.a.v) her zaman olduğu gibi ashabını toplayarak istişarede bulundu. Mekkeli müşrikler, Medine üzerine yaptıkları üçüncü ve son saldırıda Beni Nadir Yahudileri ile birleştiler. Selman-ı Farisi(r.a) Hazretleri: "Ya Resulullah! Bizim vilayetlerimizde bir şehir üzerine düşman hücum ettiğinde etrafa hendek kazmak adettir.'' dedi. Araplarda hendek kazmak adet olmamasına rağmen Hz. Selman'ın(r.a) hatırlatması üzerine Peygamber Efendimiz(s.a.v) ise 3000 kişilik bir ordu ile Medine'nin etrafına hendekler kazarak müdafaa savaşı yapmayı uygun gördüler.

    Mekke'li Müşrikler bu hendekleri aşamadı ve hiçbir iş göremeden bozguna uğradı. Savaş başladıktan sonra Medine'de bulunan Beni Kureyza Yahudileri de anlaşmayı bozarak savaşa katıldı ve Müslümanları arkadan vurmak istediler. Fakat Allah’u Teâlâ kuvvetli bir fırtına ve şiddetli yağmurlar yağdırarak düşmanları o gece korku ve dehşet içinde darmadağın yaptı. Kalblerine korku düşen kâfirler paniğe kapılarak perişan bir halde birçok yiyecek ve hayvan bırakarak Mekke'ye kaçtılar. Mekkelilerin, Müslümanlar üzerine yaptığı son sefer olmuştur. Bu savaştan sonra Müslümanlar taarruza geçerken, Mekkeliler savunmaya çekilmişlerdir.

    HUDEYBİYE ANTLAŞMASI (628)

   Peygamberimiz hicretin 6. yılında,Müslümanlar hem akrabalarını ziyaret etmek hem de hac vazifesini yerine getirmek için 1.500 kişiyle birlikte, Mekke'ye doğru yola çıktılar. Müşrikler durumu haber alınca, Müslümanları Mekke'ye sokmama kararı aldılar. Hudeybiye denilen yerde, uzun uzadıya yapılan görüşmelerden sonra, müminler ve müşrikler arasında on senelik bir anlaşma yapıldı.

    Bu antlaşmaya göre; Müslümanlar hac yapmadan geri dönecekler,hac vazifelerini ertesi yıl üç gün süreyle gerçekleştireceklerdi.Her iki tarafta istediği Arap kabilesiyle ittifak yapabilecekti.10 yıl süreyle iki taraf arasında savaş yapılmayacaktı. Velisinin izni olmadan Müslümanlığı kabul eden Mekkeliler Medine'ye sığınırsa kabul edilmeyecek, ancak Medine'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.

    Antlaşmamın Önemi: Mekkeliler, Müslümanların siyasi bir güç olduğunu hukuken kabul etmişlerdir.Antlaşma sonrasında oluşan barış ortamında Müslümanlarla Mekkeliler arasında yakınlaşma olmuş, İslamiyet’in Mekkeliler arasında yayılması hızlanmıştır.Antlaşmanın başlangıçta Müslümanların aleyhine gibi görünmesine rağmen, sonradan Müslümanların lehine olduğu anlaşılmıştır. Peygamberimiz(s.a.v) civar krallara ve valilere İslama davet mektupları gönderdi.

    HAYBER SAVAŞI (629)

    Hicretin yedinci senesinde, İslâmiyet Arap yarımadasında süratle yayılmaya başladı ve düşmanlar oldukça tesirsiz hale getirildi. Bu yılda vuku bulan mühim hadiselerden biri de Hayber'in fethidir. Peygamberimizin (s.a.v)Medine'ye hicret etmesinden sonra antlaşma yaptığı Yahudi kabileleri daha sonra bu antlaşmayı bozarak Mekkeli müşriklerle birleşip Müslümanlara ihanet etmeleri sebebiyle birer birer Medine'den çıkarılmışlardı. Bu Yahudi kabilelerinden Beni Nadir kabilesi Hayber'e yerleşmişti.

    Hayber Suriye yolu üzerinde Yahudilerin oturduğu bir yerdir. Burada 7 tane kale vardı. Medine'den sürülen Yahudilerin bir kısmı burada ikamet ediyordu. Hayber Yahudileri, Medine'ye saldırmak için plan hazırladılar. Peygamberimiz bunlara elçi göndererek antlaşma teklif etti. Yahudiler Peygamberimizin teklifini kabul etmedi ve Müslümanlara hücum etmek için Gatafan Arapları ile gizlice anlaştılar. Yahudiler savaşa başlamadan önce Müslümanlar harekete geçti ve üç gün içinde Hayber'e vardılar.Peygamberimiz (s.a.v)binaltıyüz kişilik bir ordu ile Hayber üzerine gitti ve bir hafta süren kuşatmadan sonra Hayber fethedildi. Böylece yahudi tehlikesi ve fitnesi ortadan kaldırıldı.

    Kaleyi kuşatmak 10 günden fazla sürdü. Bu savaşta Müslümanlardan 10 kişi şehit düştü, Yahudilerden 93 kişi öldü. Hayber'in fethiyle Şam ticaret yolunun güvenliği sağlanmıştır.

    MUTE SAVAŞI (629)

    Hicretin sekizinci yılında Mûte savaşı yapıldı.Mute, Suriye'de bir yer olup, Belka denilen vilayete bağlıdır. Rumlar ile yapılan ilk savaş budur.  Peygamber (s.a.v) Efendimizin İslama davet için Bizans’ın Basra valisine gönderdiği bir elçinin şehit edilmesi ve bir Müslüman keşif kolunun Gassanilerce pusuya düşürülerek öldürülmesi üzerine yapılan bu savaş, yüz bin kişilik Rum ordusuna karşı üç bin Müslümanın çok büyük kahramanlıklar gösterdiği bir savaştı. 

    Bu savaşa peygamberimiz katılmadı. Ordu komutanlıklarını Zeyd(r.a)Cafer-i Tayyar(r.a)Abdullah b.Revaha(r.a)yaptılar ve şehid oldular.Halid b.Velid(r.a)komutasında Bizanslılara büyük bir zayiat verdirildikten sonra Bizanslılar savaş alanını ölü ve yaralılarını bırakarak kaçtılar. Bu savaştan geri çekilmek zorunda kalan Rumların Müslümanlara karşı olan tutumu iyice kırıldı.

    MEKKE'NİN FETHİ (630)

    Peygamberimiz (s.a.v)ile on sene müddetle Hudeybiye antlaşmasını imzalayan Kureyşliler, daha iki yıl geçmeden antlaşmayı bozdular. Peygamber(s.a.v)Efendimiz Kureyşlilerden, yapılan antlaşmaya uymalarını istedi. Müşrikler buna yanaşmayınca Peygamberimiz (s.a.v)on bin kişilik bir kuvvet ile Mekke üzerine yürüdü. Arap yarımadasında puta tapıcılığın merkezi olan Mekke fethedildi. Ka'be'deki putlar kırılıp Ka'be putlardan temizlendi. Yirmi yıldan beri Müslümanlara amansız düşmanlık yapan müşriklerin de gücü tamamen kırıldı. Peygamberimizin (s.a.v)affına kavuşup, çoğu Müslüman oldu. Mekke'nin fethinden sonra Hevazin ve Sakif kabileleri Sa'd oğulları gibi bazı küçük kabileleri de yanlarına aldılar. 20 bin kişilik bir ordu ile harekete geçtiler. Peygamber efendimiz 12.000 kişilik bir ordu ile üzerlerine gidip bu müttefik müşrik ordusunu mağlup etti. Yenilen bu düşman kabileler Taife sığınarak yeniden savaşa hazırlanmaya başladılar. Peygamberimiz (s.a.v)Taif’i 20 gün kuşatma altında tuttuktan sonra muhasarayı kaldırdı. Bir sene sonra da Taifliler kendi istekleriyle Müslüman oldular.Mekke, kan dökülmeden alındı.Mekke’nin fethi bütün arabistan yarımadasının fethini kolaylaştırdı.İslamiyet, hızla yarımadaya yayılmaya başladı.

    HUNEYN ve TAİF SEFERİ (630)

Mekke yakınlarında Hevazin isimli bir kabile vardı. Bunlar, putlara tapan kalabalık bir grup idi. Mekke'deki putların kırılmasından sonra, sıranın kendi putlarına geldiğini düşünerek Müslümanlar ile savaşmaya karar verdiler. Bu savaşı galibi Müslümanlar oldu.Savaşı kaybedince Taif şehrine çekildiler. Şehir kuşatma sonucu teslim oldu.Arabistan yarımadasındaki son Putperest muhalefetide yokedildi.

Hicazın siyasal birliği sağlandı.

    Huneyn günü

    Huneyn Savaşı’na yirmi yaşlarında bir genç olarak katılan ve bu savaşta büyük yiğitlikler gösteren Berâ bin Âzib(r.a)’e bir adam:“Huneyn Savaşı’nda Resûlullah’ı yalnız bırakıp kaçtınız mı?” diye sordu. 

    Berâ(r.a)’ın cevabı şu oldu:“Fakat Resûlullah (s.a.v)yerinden kımıldamadı.”(Buhârî, Cihâd 52; Müslim, Cihâd 80)

    Huneyn Savaşı İslâm tarihinin en nâzik ve heyecan verici savaşlarından biridir. On iki bin kişilik İslâm ordusunun iki bin askeri, Mekke fethinde mecburiyet karşısında Müslüman olmuş ve bu savaşa ganimet kazanma ümidiyle katılmış kimselerdi. Düşman okçuları Müslümanları pusuya düşürüp de onların üzerine ok yağdırmaya başlayınca, herkes büyük bir şaşkınlığa kapıldı. İlk önce, İslâmiyet henüz gönüllerine sinmemiş yeni Müslümanlar dağıldı; bu hal diğerlerine de sirâyet etti. Allah’ın Elçisi’nin yanında sadece yedi Müslüman kaldı. 

    Bu hali gören Fahr-i âlem Efendimiz(s.a.v) pek üzüldü. Düldül adlı beyaz katırından yere inip kendilerini muzaffer kılması için Allah’a yalvardı. Sonra tekrar Düldül’e binip dağılan Müslümanlara “Ben Peygamberim yalan yok. Ben Abdülmuttalib’in oğluyum!” diye seslenmeye başladı. Bir yandan da Düldülü düşmana doğru sürüyordu.

    O sırada Peygamber(s.a.v) Efendimizin amcası Hz. Abbas(r.a), Düldülün dizginine, Hâris amcasının oğlu Ebû Süfyân(r.a) da üzengisine yapışmış, hayvanın ileri gitmesine engel olmaya çalışıyorlardı.

    Kâinâtın Efendisi’nin emri üzerine Hz. Abbas(r.a), gür sesiyle “Ey Akabe’de bîat eden Ensâr! Ey Şecere-i Rıdvân altında söz veren ashâb!” diye seslenince, derin bir uykudan uyanırcasına kendilerine gelen sahâbîler “Lebbeyk!” diyerek dönüp geldiler. Allah’ın yardımıyla kısa zamanda duruma hâkim olup o zorlu düşmanı yendiler ve tam altı bin kişiyi esir ettiler.

    Biz ona sığınırdık

    Hz. Ali(r.a) Peygamber (s.a.v)Efendimizin gerek Huneyn Savaşı’ndaki, gerekse diğer savaşlardaki konumunu şöyle dile getirmiştir: “Savaş iyice kızışıp da gözü öfke bürüdüğü zaman biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e sığınırdık.“

    Düşmana en yakın yerde o bulunurdu.

    Bedir Savaşı’ında hepimizin Resûl-i Ekrem(s.a.v)’e sığınışımız hâlâ gözümün önündedir. 

    Yine düşmana en yakın yerde o bulunuyordu. Huneyn Savaşı’nın yapıldığı gün, savaş meydanında yiğitlerin en cesuru o idi” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 86; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef (Hût), VI, 426).

    Abdullah b. Ömer(r.a)da Resûlullah (s.a.v)den daha yiğit ve kahraman birini görmediğini ifade ederdi. (Dârimî, Mukaddime 10)

    Ashâb-ı kirâm, savaş meydanlarında en cesur adamın, Resûl-i Ekrem ile aynı hizâda bulunan kimse olduğunu söylerdi.(Müslim, Cihâd 79.) Onunla aynı hizâda bulunmak demek, düşmana en yakın yerde bulunmak demekti.

    Korkusuz bir yiğit

    Enes b. Mâlik (r.a)“insanların en yiğidi ve en cesuru” dediği Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v)’in bir başka yiğitliğini şöyle anlattı: 

    Medineliler bir gece korkunç bir ses duydu. Herkes, baskına uğradık diye büyük bir korkuya kapıldı. Bunun üzerine bir grup insan sesin geldiği yöne doğru gitmeye başladı. 

    O sırada gittikleri istikametten gelmekte olan Resûlullah (s.a.v)ile karşılaştılar. Allah’ın Elçisi sesi duyar duymaz kılıcını kuşanmış; ashâb-ı kirâmdan Ebû Talha(r.a)’nın atına, eğerlenmesini beklemeden atlamış; Medine’nin etrafını dolaşıp ne olup bittiğini araştırmış; endişe edilecek bir şey olmadığını görmüştü. Onları “Korkmayın, korkulacak bir şey yok” diye yatıştırdı.(Buhârî, Cihâd 82; Müslim, Fezâil 48) 

    Peygamber Efendimiz(s.a.v) işte böylesine korkusuz bir yiğitti.

    “Üstüme tükürse beni öldürürdü”

    Peygamberler Sultanı Efendimiz(s.a.v)’in azılı İslâm düşmanı Übey ibni Halef’i doğduğuna nasıl pişman ettiğini daha önce duymamışsanız, mutlaka duymalısınız. 

    Bedir Harbinden önceydi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz(s.a.v) harp sahasında dolaşırken, "Burası Ebû Cehil'in, burası Utbe'nin, burası Ümeyye'nin, buralar da filânın ve filânın öldürülecekleri yerlerdir. Übeyy bin Halefi de ben kendi elimle öldüreceğim" buyurmuştu. Bedir'de haber verdiği gibi, Ebû Cehil, Utbe ve Ümeyye bin Halef, mücahidler tarafından gösterilen aynı yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye Übeyy bin Halef kalmıştı. Bu adam Kureyşin ileri gelenlerinden biri idi.

    Bu kendini bilmez herif, Güzeller Güzeli Efendimizi her zaman üzmüştü. Birgün çürümüş bir kemiği eline alarak Resûlullah(s.a.v)in karşısına geçmiş: “Muhammed! Bu kemik çürüyüp un ufak olduktan sonra Allah’ın onu dirilteceğini mi sanıyorsun?” diye sormuş, ardından da eliyle ezdiği kemiği Peygamber Efendimize(s.a.v) doğru üflemişti. O da “Evet, bunu ben söylüyorum. Allah, seni de bu hale geldikten sonra diriltecek ve Cehenneme sokacaktır” buyurmuştu. İşte bu olay üzerine Yâsin Sûresi’nin 78-79. âyetleri nâzil olmuştu:“Kendi yaratılışını unuttu, Bize misal getirmeye kalktı: ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diye,Sen de ki: İlk defasında onu kim yarattıysa O diriltecek. O herşeyin yaratılışını bilendir.”(Elbânî, Sahîhu’s-Sîreti’n-Nebeviyye, s. 201)

    İşte bu Übey ibni Halef Bedir Savaşı’nda esir düşen oğlu Abdullah’ın fidyesini verip kurtarmak için Medine’ye geldiğinde Peygamber (s.a.v)Efendimize: “Bir atım var, onu hergün on altı ölçek darıyla besliyorum. Birgün üstüne binip seni öldüreceğim” demişti.Peygamber (s.a.v)de ona bir kere daha hak ettiği cevabı vererek:“İnşallah ben seni öldüreceğim” buyurmuştu.Aradan bir yıl geçmiş, Uhud Savaşı’nda yine Mekkelilerle Müslümanlar karşı karşıya gelmişti. 

    İşte Übeyy bin Halef, Bedir'de mücahidler tarafından canı Cehenneme yollanan kardeşi Ümeyye'nin intikamını almak ve Peygamber (s.a.v)Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak üzere yemin ederek, Uhud'a çıkıp gelmişti. O gün Resûlullah (s.a.v)Efendimiz’i gördü, ama görmezden geldi ve “Muhammed nerede? Eğer bugün o sağ kalırsa ben kalmayayım” diye efelendi. Daha sonra atını Allah’ın Elçisi’ne doğru sürdü. Bazı Müslümanlar onun yolunu kestiler. Fakat Peygamber Efendimiz(s.a.v) onlara: “Yolunu kesmeyin” diye işaret buyurduktan sonra, ashâb-ı kirâmdan Hâris ibni Sımme(r.a)’nin mızrağını aldı, o azgın adamın karşısına geçti ve mızrağı fırlatmadan önce elinde sallamaya başladı. Bu manzarayı gören kâfirler, olayı anlatan sahâbînin diliyle söyleyecek olursak, boynuna konan sivrisinekleri kovmak için silkinen devenin sırtından sineklerin kaçıştığı gibi Übey’in yanından kaçtılar. Sonra Allah’ın Sevgili Elçisi, bu zırhlar içindeki adamın boynunu nişan alarak mızrağı fırlattı. 

    Übey, aldığı darbenin tesiriyle atından yere düştü ve birkaç defa yuvarlandı. Dayanılmaz acılar içinde kıvranarakgeri kaçmaya başladı. Peygamber Efendimiz(s.a.v) peşini bırakmıyor ve arkasından, "Nereye kaçıyorsun, ey yalancı" diye sesleniyordu.

    Müşrikler, yaralı halde onu alıp götürdüler. Yarasından kan akmıyordu. Ağrısına sızısına zor dayanıyordu. Zaman zaman arkadaşlarına, "Vallahi, Muhammed beni öldürdü" diyordu. Arkadaşları bu sözünü ciddiye almıyorlar ve yarasının önemsiz olduğunu ifade ederek teselli etmeye çalışıyorlardı. Ne var ki, Übeyy, kurtulamayacağını anlamıştı. 

    Onlar “Yok canım, bir şeyin yok” deyince de şunları söyledi: “Benim yaşadığım acılar diğer insanların başına gelseydi hepsi ölürdü. Hani o bana ‘Seni öldüreceğim’ dememiş miydi? Vallahi, o benim üzerime tükürse, yine beni öldürür."Übeyy bin Halef, birgün bile yaşamadan, "Susadım, susadım!" çığlıkları arasında ölüp gitti. Resûl-i Kibriyânın(s.a.v), Allah'ın izniyle, istikbalden haber vermiş olduğu bir mûcizesi de böylece tahakkuk etmiş oldu.(İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 46).

    Müslümanların bozulup dağılmaya yüz tuttukları bir sıradaydı. Azılı müşriklerden Abdullah bin şihab-ı Zührî, Utbe bin Vakkas, Abdullah bin Kamia ve Übeyy bin Halef bir araya gelerek Peygamber Efendimizin(s.a.v) hayatına son vermek için sözleşip and içmişlerdi.

    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v), bu dört azılı müşrik hakkında, "Allah'ım, onların hiçbirisi senesine ulaşmasın" diye duâ etti.

    Sa'd bin Ebî Vakkas der ki: "Vallahi, Resûlullahı vuran veya yaralayanlardan hiçbirinin üzerinden bir yıl geçmedi."

    Bunlardan biri olan İbni şihab'ı, Mekke yolunda ak benekli, dişi bir yılan ısırıp öldürdü. Resûl-i Kibriyâ (s.a.v) Efendimizin yüzünü yaralayan İbni Kamia ise, Uhud'dan Mekke'ye döndükten sonra, davarlarının yanına gitti. Dağın en yüksek tepesinde davarını buldu. Önünü kesip tutmak isteyince, bir koç üzerine yürüyerek onu boynuzlarıyla toslaya toslaya didik didik edip parçaladı.

    İbn-i Ömer (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.v): "Ben insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. ıslâm'ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır"Buhârî, ımân 17; Müslim, ıman 36, (22); Müslim'deki rivayette "ıslâm'ın hakkı hâriç" ibâresi mevcut değildir.Hadiste, ıslâm'ın şartlarını yerine getiren kimsenin mal, can ve namus... Emniyetinin sağlanacağı, kimsenin artık onu rahatsız edemeyeceği belirtiliyor.

    1) Hadiste öldürülmesi emredilen “nâs” müşrik Araplardır. Çünkü onlar Rasulullah(s.a.v)’ın Arap topraklarında emniyetli bir vatan tutmasına karşı çıkıyordu. Bu aşırı kin ve husumete karşı, o da, “Arabistan'da iki din kalmayana kadar” savaşı emretti. 
    2) Hadisin bir rivâyetinde “nâs” kelimesi “Arap müşrikleri” lafzıyla gelmiştir. Hadisi bitirirken Rasulullah’ın “Sen sadece nasihat ver. Onlara zor kullanacak değilsin” (el-ğaşiye, 21-22)âyetini okuması da bu mânâyı destekler.
    3) Mekke’nin fethindeki tavrı da zikredilen hususun doğruluğuna delildir. Yıkılan putlarına ağlayan insanları bile “dine girmeye” zorlamadı; bilakis, “Bugün siz serbestsiniz” diyerek imanın tabiî olarak kalblerine girmesinin yolunu açtı

    TEBÜK SEFERİ (631)

    Tebük Medine ve Şam arasında bir yerdir. Bizans imparatorluğu, İslam'ın yayılmasına engel olmak için savaş hazırlığına başlamıştı. Hıristiyan olan Araplar da onlarla birlik oldu. Düşman kuvvetlerini dağıtmak üzere Peygamber(s.a.v) Efendimiz 30.000 kişilik bir ordu ile Medine'den yola çıktı. Düşman savaşmaktan kaçındı ve kalelerine kapandılar. Bu sayede düşman sindirilmiş ve savaştan beklenen netice alınmıştır.Tebük bölgesine gelindiğinde habirin asılsız olduğu anlaşıldıTebük çevresindeki Araplarla anlaşma yapıldı. Gassani arapları Müslüman olduklarını açıkladılar. Bu sefer, Arabistan yarımadasında siyasal birliğin sağlandığını göstermektedir. Peygamberimizin düzenlediği son seferdir. 


Etiketler: Peygamberimiz'in (s.a.v) Savaşları, Peygamberimiz'in (s.a.v) Mücadelesi, Peygamber Efendimiz Savaşları, Hz.Muhammed savaşları, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mute, Mekke'nin Fethi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular