Mekteb-i Derviş | İslam

    SEBE MELİKESİ BELKIS

    BELKIS VE HZ.SÜLEYMAN (A.S.)

    10. Asırda Yemen-Habeşistan yaşamış (m.ö.972-932) Hz. Süleyman(a.s)a iman etmiş, onunla evlenmiş hükümdar kraliçe...

    Rahmet ve hidayet rehberi Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin hayatlarından kıssalar nakleder. Bunlar sayesinde geçmiş peygamberler ve ümmetleri hakkında bilgi edinir, kendimizi o zamanların içinde hissederiz. Aslında bu kıssaların üzerimizdeki etkilerini sözlerle ifade etmek pek mümkün değildir. Okur, dinler ve nasibimizi alırız. İşte bu kıssalardan biri de Belkıs kıssasıdır.

    Tarih, yaklaşık olarak M.Ö. 1000 ila 900 yılları arasıdır. Hz. Davud a.s.'ın oğlu Hz. Süleyman a.s., babasının vefatından sonra hükümdarlık vazifesini devralmış, aynı zamanda Allah Tealâ da onu peygamberlikle görevlendirmiştir.

    Hz. Süleyman(a.s)'a yeryüzünde hiç kimseye verilmeyen bir saltanat verilmiş ve yine sadece ona has mucizeler ikram edilmiştir. O kuşlarla konuşmuş, cinlerden, insanlardan ve hayvanlardan oluşan çok kalabalık, çok ilginç bir orduya komuta etmiştir.

    ADI DOĞDUĞU YER VE KÜNYESİ

    BELKIS, Kur’an’da tevhid dinini kabul ettiği bildirilen Sebe melikesi. Saba Melikesi Belkıs (Habeşçe: Nigist Saba), günümüz Habeşistan (Etiyopya) veya Yemen'inin olduğu topraklarda hüküm sürdüğü farz edilen, tarih öncesi Saba Krallığı'nın (İbranice Sh'va veya Seba שבא, Arapça Saba veya Sebe سبأ, Habeşçeሳባ) hükümdarıdır. Kitabı Mukaddes'te kraliçenin isminden bahsedilmez. Habeş kültüründe "bu şekilde değil, böyle değil" gibi anlamlara gelen Makeda ismiyle anılır. İslam kültüründe Belkıs olarak bilinir. Ayrıca bazı kaynaklarda Lilith, Nikaule veya Nicaula (Nikola) olarak da geçer.

    Adı Arap kaynaklarına göre Yel karnebint el-Yeşrah b. Haris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şurahbil, bir diğer rivayete göre de Mâkedâ’dir. Hz. Süleyman’ı ziyaret etmesi sebebiyle Ahd-i Atîk’te(I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12) ve Kur’ân-ı Kerîm’de (Neml Suresi,20-44) adı zikredilmeksizin bahsi geçer.

    Ahd-i Atîk’teSebe (Şeba) kraliçesinin, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her yerde duyulan Hz. Süleyman(a.s)’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafileyle Kudüs’e geldiği ve gelirken de baharat, altın ve kıymetli taşlardan oluşan çok değerli hediyeler getirdiği anlatılmaktadır. Ziyareti sırasında Hz. Süleyman(a.s)’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda da onun peygamberliğine ve Allah’ın birliğine iman etmiştir. Hz. Süleyman(a.s)’a, “Daima senin önünde duran, senin hikmetlerini dinleyen adamlarına ne mutlu!” diyerek takdirlerini bildirmiş ve kendisine verilen kıymetli hediyelerle birlikte ülkesine dönmüştür. Buradan anlaşılan husus, Hz. Süleyman(a.s)’ın şöhretinin Sebe (Sabâ) halkının yaşadığı Yemen’e kadar yayıldığı ve Belkıs’ın kendi arzusuyla gidip iman etmiş olarak ülkesine geri döndüğüdür.

    Saba Melikesi'nden Kur'an'da NemlSûresi 22 - 44. ayetlerde bahsedilir.Kur'an'da melikenin ismi geçmez ama Arap kaynaklarında "Belkıs" olarak adlandırılır. 

    Kuran’da bahsedilen Hz. Süleyman (a.s.) Hüdhüd ve Sebe Melikesi Belkıs’ın kıssası.

    Süleymân -aleyhisselâm-, Mescid-i Aksâ’nın inşaatının bitmesiyle, rüzgâr, cinler, insanlar, kuşlar ve diğer vahşî hayvanlardan meydana gelen ordusu ile birlikte Mekke’ye doğru bir yolculuk yaptı. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Mekke’yi teşrîf edeceklerini de haber verdi. Oradan San’a şehrine geçti. Gördüğü güzel bir vâdîde namaz kılmak istedi. Bu arada Hüdhüd, onlar namaz kılana kadar etrâfı dolaşmak arzusuyla ordudan ayrıldı. Orada rastladığı diğer hüdhüd kuşlarının arasına karıştı. Gittiği yerlerde gördüğü manzaralar karşısında hayran kaldı. Öbür hüdhüd kuşları, onu Belkıs’ın sarayının bahçelerinde gezdirdiler.

    Halkımız arasında “ibibik” ve “çavuş kuşu” gibi isimlerle anılan hüdhüd, müslümanlarca muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve avlanmasını yasak etmiştir. (EbûDâvud, Edeb 164; İbn Mâce, Sayd 10; Dârimî, Edâhî 26)

    Başında dikkat çeken bir sorgucu bulunan bu kuşun huy ve itiyatları hakkında pek çok şey söylenmiştir. Ana ve babasına gösterdiği hürmet özellikle belirtilir. Hüdhüdün ölen anasını kefenleyerek cesedini, bir istirahat yeri buluncaya kadar, sırtında ve başında taşıdığı yolunda bir hikâye anlatılır ve sırtının kahverengi oluşu buna bağlanır. Eşi ölünce hüdhüd yeni bir eş aramaz. Ebeveyni yaşlanınca, onların yiyeceklerini temin eder.(İslâm Ansiklopedisi, Hüdhüd maddesi).

    İbn-i Abbâs -radıyallâhuanh-’ın bildirdiğine göre Hüdhüd, nerede su olduğunu bilir ve Süleymân -aleyhisselâm-’a su bulurdu. Suyun yakınlığını ve uzaklığını da bilirdi. Suyun bulunduğu yeri gagalar, cinler de gelip orayı kazarak su çıkarırlardı. İbn-i Abbâs’a(r.a):“Hüdhüd böyle bir haslete sâhip olduğu hâlde, bir çocuk tuzak kurup, üzerini azıcık bir toprakla örtünce, toprağın altındaki tuzağı görmez, gelir üstüne basar da tuzağa yakalanır. Hâlbuki o, toprağın altındaki suyu görmektedir.” denildi. İbn-i Abbâs -radıyallâhuanh- da:«Kazâ ve kaderin vakti gelince, göz görmez olur; akıl baştan gider.» cevâbını verdi.

    HÜDHÜD’ÜN HZ. SÜLEYMAN’A (A.S.) GETİRDİĞİ HABER

    İbn Abbas’tan nakle göre, Hz. Süleyman (a.s.)’ın özellikle hava yolculuklarında kendisi ve ordusu için su lâzım olduğunda hüdhüdü çağırırdı. Hz. Süleyman’ın su mühendisi olan bu kuş, insanların yeryüzünde olan bir cismi gördükleri gibi arzın derinliklerinde bulunan suyu görür ve onun ne kadar derinlikte olduğunu da anlardı. Suyun yer ve derinliği böylece keşfedildikten sonra Süleyman görevlilere emreder, orası kazılır ve su çıkarılırdı.(İbn Kesir, Tefsir 5/227-228; Taberî, Tefsir 19/143)

    Bu sırada Süleymân -aleyhisselâm-, abdest suyu bulması için Hüdhüd’ü aradı. Çünkü Hüdhüd’ünvazîfesi, abdest almak için su bulunan mıntıkaları bildirmekti. Süleymân -aleyhisselâm- ne kadar aradıysa da Hüdhüd’ü bulamadı. Âyet-i kerîmelerde bu hâl şöyle bildirilir:

    “(Süleymân) kuşları teftiş etti ve şöyle dedi: «Bana ne oluyor ki Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?»” (Neml Suresi, 20)

    Önce, “Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum?” diyerek şefkatle Hüdhüd’ü arayan Süleymân -aleyhisselâm-, onun kendisinden izinsiz olarak ayrıldığını öğrenince, ordusundaki disiplin kâidesinin gereği olarak bu defa şöyle dedi:“Ya bana (mâzeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek, ya da onu şiddetli bir azâbauğratacağım, yahut boğazlayacağım!” (Neml Suresi, 21)

    “Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: «Ben, Sen’in bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve mühim) bir haber getirdim!» dedi.” (Neml Suresi, 22)

    SEBE MELİKESİ BELKIS

    Sebe’, Yemen’de dedelerinin ismiyle anılan bir kabîlenin adıdır. Sebe’ şehri, Belkıs’ın hükmettiği ülkenin başkenti idi. Âyet-i kerîmede buyrulur:“And olsun Sebe’ kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) «Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin! İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!» (demiştik!)” (Sebe Suresi, 15)

    Hüdhüd, gördüklerini Süleymân -aleyhisselâm-’a anlatmaya devâm etti:“Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.” (Neml Suresi, 23)

    “Onun ve kavminin, Allâh’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidâyeti bulamıyorlar.” (Neml Suresi, 24)

    “(Şeytan) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allâh’a secde etmesinler (diye böyle yapmış). (Hâlbuki) yüce Arş’ın sâhibi olan Allâh’tan başka ilâh yoktur.” (Neml Suresi, 25-26)

    “(SüleymânHüdhüd’e) dedi ki: «–Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız!»” (Neml Suresi, 27)

    HZ. SÜLEYMAN (A.S.) VE BELKIS

    “Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamış” sözü ile tanınan Hz. Süleyman(a.s), Hz. Davud(a.s)’un oğlu, büyük bir hükümdar ve aynı zamanda da Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bir peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’in, on yedi yerde ismini zikretmek suretiyle kendisinden genişçe bahsettiği peygamberlerden birisidir. Tefsir, hadis, tarih ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında bir hükümdar-peygamber olarak Hz. Süleyman’dan, onun üstün vasıflarından, bir peygamber olarak kendisine verilen mucizelerden genişçe bahsedilmektedir. Hz. Süleyman(a.s)’ın, Hz. Dâvûd(a.s)’un vârisi olduğu, Genel manada onun, verilen nimetlere karşı nankörlük etmeyen, iyi huylu, hikmetle hareket eden, üstün kılındığı; şükreden, sâlih, hikmet sahibi, anlayışlı bir kul olduğu bildirilmektedir. Aynı şekilde Süleyman Peygamber’in kendisine ilim verildiği ve kuşdilinin öğretilmesi dâhil olmak üzere her konuda imkân bahşedildiği Kur’an’da yer almaktadır. 

    Peygamber(s.a.v)Efendimiz’in hadislerinde de “Süleyman” ismine oldukça sık rastlanır. Kuşdilini bilen Hz. Süleyman’a maddî ve mânevî sahada büyük bir tasarruf gücü verilmişti. İstediği takdirde rüzgâr kendisini çok kısa bir müddet zarfında “bir aylık” mesafeye götürür; şeytanlar kendisine muazzam kap kacak, çanak çömlek gibi mutfak eşyaları yanında devasa binalar inşa ederlerdi. Tarihte ilk kez bakır madeninin kendisine Yüce Allah’ın kudreti eseri “su gibi” akıtıldığı Süleyman (a.s.) bu sâyede de son derece dayanıklı malzeme ve evlere, muhtemelen ordusunun ihtiyacı olan silâhlara, harp araç ve gereçlerine, kışlalar ve kervansaraylara sahip olmuştur. Sağlığında halk içinde cereyan eden hâdiselerde hakem, davalarda yargıç vazifesi gören Hz. Süleyman(a.s), son derece isabetli sonuçlara varmış ve hatta bu konuda babası Hz. Dâvud(a.s)’u geçmiştir. Kur’an onun bu durumuna kısaca temas eder, hadisler de izah eder.

    Süleymân -aleyhisselâm-’ın bir mührü vardı. Yüzük taşı şeklinde taşıdığı bu mührü, parmağına geçirdiğinde bütün mahlûkat kendisine itâat ederdi. Rivâyet edildiğine göre, üzerinde: “Lâilâhe illâllâh Muhammedü’r-Resûlullâh” yazılıydı.

    Hazret-i Süleymân, “besmele” ile başlayan bir mektup yazdı, üzerine de meşhur mührünü vurarak Hüdhüd’e verdi. (Müslüman ol, isyan etmeden bana gel!)  Ardından da şöyle tembihledi:“Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver; sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak!” (Neml Suresi, 28)

    Hüdhüd, mektubu aldı ve Belkıs’ın tahtının üzerine bıraktı. Sonra bir kenara çekilip olanları seyretmeye başladı. Sabahleyin uykudan kalkan Belkıs, tahtının üzerindeki mektubu gördü. Kimin getirdiğini merak etti. Çünkü kapılar kapalıydı. Muhâfızlara sordu:“–Bu mektubu kim getirdi?” dedi.

    Onlar da:“–Bizler kapının önünde bekçi idik. Hiç kimse içeri girmedi!” dediler.

    Bunun üzerine Belkıs şaşkınlıkla mektubu açtı. Okudu ve hayretler içinde kaldı. Derhal kavminin ileri gelenlerini topladı ve onlara:“«–Beyler, ulular! Bana çok önemli (şerefli) bir mektup bırakıldı!» dedi. Mektup Süleymân’dandır; Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla[3] (başlamakta)dır.” (Neml Suresi, 29-30)

    Bazı müfessirler, Belkıs’ın mektuba ve içindekilere bu ifâdelerle gösterdiği hürmet mukâbilinde, netîcede hidâyetle şereflendiğine işâret etmektedirler.

    Nitekim sihirbazlar da, Mûsâ -aleyhisselâm-’a:“–Yâ Mûsâ! Önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım?” diyerek hürmet ve nezâket göstermişler ve sonunda îmanla müşerref olmuşlardı.

    Buna mukâbil İran Kisrâsı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hidâyete dâvet mektubunu alınca, yırtıp yere attığı ve hakâret ettiği için, mülk ve saltanatı parçalanmış, hayâtı küfürle son bularak, bedbaht bir şekilde kötü bir âkıbete dûçâr olmuştur.

    Allâh dostlarından Bişr-i Hafî (k.s) ise, üzerinde “Allâh” ismi yazılı bir kâğıdı yerden almış, temizleyerek güzel kokular sürmüş ve evinin en güzel bir yerine asmıştı. Bu hürmet dolu tâzimi sebebiyle Allâh’u Teâlâ, onu büyük mükâfâtlaranâil kıldı. Sâlihler kervanına dâhil etti.

    Belkıs mektubu okumaya devâm etti:“(Hazret-i Süleymân) «Bana başkaldırmayın, teslîmiyet gösterip bana gelin!» diye (yazmaktadır).” (Neml Suresi, 31)

    Süleymân -aleyhisselâm-, mektubundaki “besmele” ile Belkıs’a, ibâdetin yalnız Allâh’a yapılacağını anlatmıştı. Böylece hak îtikâdı beyândan sonra “Bana karşı tekebbürde bulunmayın!” buyurmak sûreti ile de, nefs muhâsebesine dâvet etti ve “Bana müslümanlar olarak gelin!” buyurdu. Bu şekilde, bütün saâdetin İslâm’da olduğunu ifâde etti.

    “(Sonra Melîke Belkıs) dedi ki:«–Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin! (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir iş hakkında kesin karar vermem.»

    Onlar şu cevâbı verdiler:«–Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbâbıyız. Buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün!»” (Neml Suresi, 32-33)

    “Melîke:«–Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhâlde) onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler!» dedi.” (Neml Suresi, 34-35)

    Hüdhüd’ün kendisine ulaştırdığı mektup ile Süleymân -aleyhisselâm-’dan; “Bana karşı baş kaldırmayın; teslîmiyet göstererek bana gelin!” mesajını alan Belkıs, durumu halkının ileri gelenleri ile, yani istişâre kurulu ile görüşmüş, netîcede Süleymân -aleyhisselâm-’a elçiler gönderip Süleyman aleyhisselamın peygamber olup olmadığını öğrenmek istedi. (Peygamberse savaşamayız, teslim oluruz. Değilse savaşırız) dedi. Melike, elçileriyle kıymetli hediyeler takdîm ederek O’nun baskısından emîn kalma kararını vermişti.

    Denemek için kız kıyafetinde beşyüz genç erkek, erkek kıyafetinde beşyüz kız, eğri delikli bir inci, bir bardak, bir taş ve hediye olarak da yakut bir taçla iki altın kerpiç gönderdi. (Eğer bu adam, peygamberse, erkeklerle kızları birbirinden ayırır. İnsan ve cinden başka bir mahlûka bu taşı deldirir. Bardağa yerde ve gökte olmayan sudan doldurur. Şu inciye de ip geçirir) dedi.

    Hüdhüd gelip bunları Süleyman aleyhisselama haber verdi. O da Belkıs’ın göndermekte olduğu kerpiçlerin ebadındaki altın kerpiçlerle geniş bir sahayı döşetti. Hayvanları üstüne saldı.

    Belkıs’ın elçileri, her yerin altın kerpiçlerle döşenmiş olduğunu, hayvanların kerpiçlere pislediğini, altının burada hiçbir değeri olmadığını görünce, getirdikleri iki altın kerpici hediye olarak vermeye utandılar. Altın kaplı sahada iki kerpicin yeri boştu. Elçiler (Bu iki kerpici oradan çaldınız diye itham ederler) diyerek iki kerpici gedik olan yere bırakıp huzura çıktılar.

    Belkıs (Bu adam sizi sert karşılarsa peygamber değildir) demişti. Fakat Süleyman aleyhisselam güler yüzle ve tatlı sözlerle karşıladı. (Hani inciniz nerede? Getirin ona iplik takalım) buyurdu. İnciyi bir ağaç kurduna verdi. Kurt, ipliği ağzına alıp bir taraftan girerek öteki taraftan çıktı. Süleyman aleyhisselam, (Delinecek taşı getirin) buyurdu. Onu da ağaçkakan kuşu deldi. Kız ve erkeklere yüzlerini yıkattı. Kızlar ibriği sol el ile erkekler sağ el ile tuttukları için birbirinden ayırdı. Bardağı da hızlı koşturulan atların terleriyle doldurttu. Getirilen hediyeleri de kabul etmedi. Allah'ın kendisine çok daha iyilerini bahşettiğini söyler.

    Elçileri, durumu gidip Belkıs’a haber verince, Belkıs (Bu zat peygamberdir. Teslim olmaktan başka çaremiz yoktur) dedi. 

    Süleymân -aleyhisselâm- ise, onların hediyelerine güvendiklerini anlamış ve o hediyeleri bir rüşvet mâhiyetinde görerek tehdîd edercesine geri göndermişti:“(Elçiler, hediyelerle) Süleymân’a gelince (onlara) şöyle dedi:«–Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allâh’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Ama siz, hediyenize güveniyorsunuz.»” (Neml Suresi, 36)

    “–(Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine aslâ karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakîr hâlde oradan çıkarırız!” (Neml Suresi, 37)

    Elçiler, Melîke’ye varıp Süleymân -aleyhisselâm-’ın dediklerini anlattıklarında o:“–Niyetimizi anlamış olmalı! Vallâhi bu sadece bir melik değildir; biz bunun karşısında duramayız!” dedi ve tekrar bir elçi göndererek:“Kavmimin beyleri ile huzûruna geliyorum. Buyruğunu ve dâvet ettiğin dînini görmek istiyorum!” haberini yolladı.

    Belkıs, meşhur tahtını, köşklerinin en sağlam ve muhâfazalı bir odasına koydurup kapılarını kilitlettirdi. Ardından büyük bir kalabalıkla Süleymân -aleyhisselâm-’ın yanına hareket etti.

    SEBE MELİKESİ BELKIS’IN TAHTI

    Bu arada Süleymân -aleyhisselâm-, yanındakilerden Belkıs’ın Sebe’de bulunan tahtını getirmelerini istedi. Bundan maksadı, müfessirlere göre şunlardı:

    1. Belkıs için Allâh’ın kudretine ve kendisinin peygamberliğine delâlet eden bir mûcize ve önceki delillere ek olarak yeni bir delil göstermek.

    2. Getirttiği tahtı değiştirmek sûretiyle, bunu tanıyıp tanıyamaması bakımından Belkıs’ın aklını denemek.

    3. Taht, bir krallık göstergesidir. Belkıs gelmeden, krallığının ne derecede olduğunu öğrenmek. (Fahreddîn er-Râzî, Tefsîr, c. XXIV, s. 169)

    “(Süleymân müşâvirlerine) dedi ki:«–Ey ulular! Onlar teslîmiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melîkenin tahtını bana getirebilir?»

    Cinlerden bir ifrît:«–Sen makâmından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz!» dedi.” (Neml Suresi, 38-39)

    İfrît: Tuttuğunu deviren, kuvvetli, becerikli, ele avuca sığmaz demektir. Ayrıca, kötülük ve münkerde son dereceyi bulmuş, şeytanlıkta ileri gitmiş mânâsı taşır. Bu kelime, insanlar için de kullanıldığından, âyette “cinlerden bir ifrît” şeklinde ifâde buyrulmuştur.

    Süleymân -aleyhisselâm-, sabahleyin tahtına oturur, dünyânın iş ve idâresiyle meşgûl olur, öğleye doğru tahtından kalkardı. Buna göre ifrît, Hazret-i Süleymân’ın tahtını, sabah ile öğle arasındaki kadar bir zamanda getirebileceğini söylemekteydi.

    “Kitâbdan (Allâh tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise:«–Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm!» dedi.

    (Süleymân) onu (melîkenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce:«–Bu, Rabbimin (gösterdiği) lutfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek için (bu lutufta bulunmuştur). Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyâcı yoktur, çok kerem sâhibidir.» dedi.” (Neml Suresi, 40).(O. N. Topbaş, Nebiler Silsilesi 3, Erkam Yayınları)

    Sonunda Hz. Süleyman(a.s)Belkıs gelmeden önce tahtını göz açıp kapamadan getiren ilim sâhibi ism-i a'zam duasını bilen vezîriAsaf bin Berhıya’ya getirtti. 

    Belkıs’ın babası cin, anası insan idi. Belkıs’ın geleceğini duyan cinler, endişeye kapıldılar. (Belkıs gelir, Süleyman aleyhisselamla evlenir, bir erkek çocukları da olursa, başımız beladan kurtulmaz. Bu işe engel olalım) dediler. Belkıs’ın aklının bozuk olduğunu, ayaklarının merkep ayağına benzediğini söylediler. Süleyman aleyhisselam da bu haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için üzeri billur döşeli bir su havuzu yaptırdı. Belkıs, billuru bilmediğinden suya gireceğini zannederek ayakkabılarını çıkardı. Süleyman aleyhisselam da ayaklarında kusur olmadığını gördü. Aklını tecrübe için de tahtında biraz değişiklik yaptırarak kendisine gösterdi. (Tıpkı benim tahtım) dedi. Süleyman aleyhisselam, onu dine davet etti. Daha önce yanlış yolda bulunduğunu itiraf ederek tevhid dinini kabul eder, Müslüman olur. Süleyman(a.s)ile Evlenir.

    Allah’u Teâlâ, kendisine itaat eden salih kullarına dünya ve ahirette çeşitli nimetler ihsan eder. 

    Melike gelince önceden getirilmiş olan tahtı bazı değişikliklere uğratılır ve kendisine gösterilir. Senin tahtın böylemi? Sorusuna Melike "tıpkı aynısı" diye cevap verir. (Neml Suresi, 41-42)

    Daha sonra Süleyman'ın camdan köşküne girince zemini su sanarak eteklerini toplar. Süleyman onun su değil billur olduğunu belirtir. Rivayete göre Süleyman Peygamber bilgisine çok güvenen melikeyi şaşırtmak için camdan zeminin altından su akıtmış ve içine balıklar koymuştur.

    Bütün bu yaşadıkları Belkıs'ı derinden sarstı. Krallığı, sarayı, ihtişamlıhayatıgözününönünegeldiveanladıkiasılihtişamAllah'aveO'nunsadıkkullarına ait. Tevbe edip Allah'a yöneldi. Şöyle niyaz etti:-Melike "Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" der ve Müslüman olur. 

    Öyledir; mal-mülkle övünmek, kendinde bir varlık vehmetmek, sadece kendine yazık etmektir. Hakiki güç ve zenginlik Alemlerin Rabbi'ne itaat ve inkıyattır. İnsanlar bunu anlasın diye peygamberler gönderildi. Ve ibret alalım diye onların yaşadıkları bize anlatıldı.

    ALLAH’IN BİRLİĞİNE VE HZ. SÜLEYMAN’A İMAN EDİYOR

    Ziyareti sırasında Hz. Süleyman(a.s)’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda da onun peygamberliğine ve Allah’ın birliğine iman etmiştir. Hz. Süleyman’a. “Daima senin önünde duran, senin hikmetlerini dinleyen adamlarına ne mutlu!” diyerek takdirlerini bildirmiş ve kendisine verilen kıymetli hediyelerle birlikte ülkesine dönmüştür. Buradan anlaşılan husus, Hz. Süleyman(a.s)’ın şöhretinin Sebe halkının yaşadığı Yemen’e kadar yayıldığı ve Belkıs’ın kendi arzusuyla gidip iman etmiş olarak ülkesine geri döndüğüdür.

    Kıssanın Kur’an’daki ayrıntıları arasında yer alan, Sebe melikesi yolda iken tahtının bir anda Hz. Süleyman(a.s)’ın huzuruna getirilmesi, melikenin geldiğinde tahtını tanıyarak hak dini benimsemesi ve saraya girerken eteklerini toplaması motifleri Ahd-i Atîk’te bulunmamaktadır. Bu motifler bazı İslâmî rivayetlerle bu rivayetlere büyük benzerlik gösteren Ahd-i Atîk’in Ester kitabının Ârâmîce şerhinde (Targum Şenî) çeşitli biçimlerde açıklanmakta (bk. EJd., XIII, 1424) ve ayrıca hikâyeye Kur’an’da olmayan pek çok eklemeler de yapılmaktadır (karşılaştırmalı bilgiler için bk. Canova, s. 109-113). Bu ekleme ve ayrıntılara göre annesi peri kızı, babası cin olan Belkıs’ın bacaklarında tüyler bulunduğu söylenmektedir. Hz. Süleyman(a.s) bu söylentinin doğruluk derecesini anlayabilmek için sarayının avlusunu altından sular akan billûr bir döşeme ile kaplatır. Belkıs saraya girerken sudan geçeceğini sanarak eteklerini kaldırır, böylece bacaklarının tüysüz olduğu görülür. Bu motifin yorumu ise Hz. Süleyman(a.s)’ın Belkıs’a gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırt edemediğini göstermesidir. İslâmiyet’in çıkışından sonra yazıldığı kabul edilen bu kitaptaki hikâyenin İslâmî rivayetlere benzerlik göstermesi onlardan etkilenmiş olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. (İA, II, 492; EI2 [İng.], I, 1220).

    HABEŞ EFSANESİNE GÖRE HZ. SÜLEYMAN İLE EVLENİYOR

    Hz. Süleyman ve Sebe melikesi hikâyesinin en değişik şekli Habeş efsanesi Kebra Nagest’te (kralların zaferi) yer almaktadır. Efsaneye göre adı Mâkedâ olan Sebe melikesi Süleyman’la evlenmekte ve Habeş hânedanı onların çocukları olan I. Menelik ile başlamaktadır.

    Tarihî belgelere dayanarak Belkıs’ın kimliğini ortaya çıkarmak mümkün değildir. Hz. Süleyman(a.s) devrine (m.ö. 972-932) ait İsrail Krallığı’nın veya o dönemle çağdaş komşu ülkelerin yazılı belgelerinde böyle bir şahsiyete rastlanmamaktadır. Yalnız Asur kralları III. Tiglath-Pileser (m.ö. 745-727) ile II. Sargon’un (m.ö. 722-705) yıllıklarında Zabibi, Samsi ve Taalhum adlı üç Aribi (Arap) kraliçesinden bahsedilmekte ve buradan Araplar arasında kadın hükümdarlar tarafından yönetilmenin bir gelenek olduğu anlaşılmaktadır. 

    Çünkü Eskiçağ Ön Asya devletlerinde sayısı sınırlı olan kadın hükümdarlardan yalnız bu üçü aynı toplumda ve birbirine bu kadar yakın tarihlerde hüküm sürmüşlerdir. Sebeliler ise bugünkü Yemen’de yaşayan bir Arap kavmidir. Buna göre sadece, Belkıs’ın milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman(a.s)’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemek mümkündür

    Habeşistan'daki kraliyet ailesi, soylarını doğrudan Süleyman'a ve Saba Melikesi Makeda'ya dayandırmaktadırlar. Makeda isminin kökeni kesin olmamakla birlikte başlıca iki görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi Yeni Ahit'te bahsi geçen "Candace" isimli Habeş kraliçesinin isminin zaman içerisinde bozularak bu şekle dönüştüğüdür. Diğer bir iddia, bu ismin kökeninin Makedonya'lı Büyük İskender olduğu yönündedir. (David AllenHubbard, "TheLiterarySources of theKebraNagast", doktora tezi (St. Andrews, 1954), pp. 303f.)

    Habeş efsanesi KebraNegastın ('theGlory of Kings'), Makeda ve onun soyundan gelenleri anlattığı ileri sürülür. Kral Süleyman'ın Makeda'yı baştan çıkarttığı, ondan bir oğlu olduğu ve bu çocuğun ilk Habeş Kralı I. Menelik olduğu söylenir. Süleyman'ın Habeşistan Kraliçesi tarafından ziyaret edildiği iddiası, M.Ö. 1. yüzyıl Yahudi tarihçilerinden FlaviusJosephus tarafından da desteklenir.

    Uzun yıllar boyunca modern Habeşistan halkının, İbranice konuşan güney Arabistanlıların, İbranice konuşmayan yerel Habeşistanlı halkla karışması sonucu ortaya çıktığı kabul edilmiştir. Gerçekte tarih öncesi Aksum Krallığı (Habeşistan Krallığı), 7. yüzyılda İslam'ın yükselişine kadar Yemen dâhil güney Arabistan'ı kontrol etmiştir ve Tigrinya dili, Habeşistan dili gibi bu bölgede konuşulan dillerin hepsi İbranice kökenlidir. Habeşistan ve civar bölgelerinde tarih öncesi Arap toplumlarına dair kalıntılar bulunmakla beraber henüz Saba Melikesi öyküsünü doğrular hiçbir kanıta rastlanmamıştır. Ayrıca Saba'lı göçmenlerin modern Habeş Krallığı'nın oluşumunda rol aldığına dair bir kanıta da ulaşılmamıştır. (David AllenHubbard, "TheLiterarySources of theKebraNagast", doktora tezi (St. Andrews, 1954), pp. 303f.)

    Habeşistan'daki Saba etkileri modern yazarlar tarafından daha da fazla sorgulanmıştır. Bu etkinin sanılandan çok daha az olduğu, yüzyıl veya birkaç on yıl içerisinde kaybolduğu, muhtemelen Aksum eyaletleri veya D`mt medeniyeti ile askerî veya ticarî bir ortaklıktan öteye gitmediği iddia edilmiştir.(Pankhurst, Richard K.P. AddisTribune, "Let'sLookAcrosstheRedSea I", 17 Ocak, 2003.)

    Belkıs Türk ve diğer İslâm edebiyatlarında çok sevilen bir motif olmuş, gerek şahsı gerekse Hz. Süleyman’la olduğuna inanılan duygusal ilişkisi çeşitli biçimlerde işlenmiştir. Belkıs’ın müslüman halk arasında çok tanınmış bir şahsiyet haline gelmesinin bir sonucu olarak da bütün Ön Asya’nın pek çok yerindeki çeşitli tarihî harabelere Belkıs (Anadolu’nun bazı yerlerinde Balkız) sarayı (veya köşkü) adı verilmiştir ki Evliya Çelebi bu harabelerden birçoğunun yerini bildirmektedir. (Seyahatnâme, II, 7-8; VIII, 115, 249; X, 958).



Etiketler: Belkıs Sebe Melikesi ve Hz. Süleyman | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular