Mekteb-i Derviş | İslam

    DAVUD-İ KAYSERİ (K.S.) KİMDİR, HAYATI, SÖZLERİ, ESERLERİ, VEFATI

    (D.H.656-M.1258.Kayseri - V.H.751-M.1350.İznik)

    Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi büyük âlim ve velilerindendir. Asıl adı, Davud b. Mahmud b. Muhammed'dir. Lakabı, Şerefüddin'dir. Davud-i Kayseri diye meşhur olmuştur. H.656.M.1258 yılında Kayseri'de doğmuştur. Karaman'da doğduğunu söyleyenler de vardır. Kaynaklar, hocaları arasında gösterilen Kadı Sirâceddin el-Urmevî’nin Kayseri’den Konya’ya başkadı olarak tayin edildiği 1273’te Dâvûd-i Kayserî’nin on iki on beş yaşları arasındadır. Nitekim kendisi de nisbesini “er-Rûmî el-Kayserî” şeklinde verir.  

    Tahsil Hayatı

    Dâvûd-i Kayserî tahsil hayatına Kayseri’de başladı. Dinî ve naklî ilimleri öğrendikten sonra özellikle dinî ilimlerde bilgisini arttırmak için Daha sonra Mısır'a giderek zahir ilimlerini tamamladı. Oradan İran'ın Sava şehrine geçerek Sadreddin Konevî Hazretleri'nin talebelerinden Kemalüddin Kâşânî'nin talebeleri arasına karışıp, onun sohbetlerinde bulundu.

    İznik şehri Bizanslılardan fethedildikten sonra,Orhan Gazi, 1336 yılında inşaatı biten İznik’teki ilk Osmanlı medresesinin müderrisliğine Dâvûd-i Kayserî’yi 30 akçe maaşla tayin etti. Ölümüne kadar on beş yıla yakın bir süre bu görevde kalan Dâvûd-i Kayserî bir yandan öğrenci yetiştirirken bir yandan da eserlerini kaleme aldı. 

    Onun İznik medresesinde okuttuğu dersler hakkında bilgi bulunmamakla birlikte hadis ve fıkıh gibi dinî ilimlerin yanı sıra felsefe ve mantık gibi aklî ilimler okuttuğu söylenebilir. 

    Kaynaklarda Şeyh Edebâli, Yûnus Emre, Geyikli Baba ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin çağdaşı olarak gösterilir (Âşıkpaşazâde, s. 42-43). Kaynakların çoğunda 751’de (1350) İznik’te vefat ettiği bildirilirse de kendisinden bahseden bazı eserlerde 745 (1344) (Sicill-i Osmânî, II, 323), 1335 (Yurdaydın, s. 100) gibi farklı tarihler de verilmiştir. Mezarının İznik’te Çandarlı Halil Paşa Camii’nin karşısında bugün Çınardibi denilen yerde olduğu rivayet edilmektedir. Dâvûd-i Kayserî’nin vefatından sonra yerine öğrencisi Tâceddin Geredevî tayin edilmiştir.

    Osmanlı Devleti’nin ilk müderrisi ve ilk düşünürlerinden biri olan Dâvûd-i Kayserî’nin eserlerinden dinî ve aklî ilimlerde iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Dinî ilimlerden bilhassa fıkıh ve hadis sahalarında derin bilgiye sahipti. Ancak daha ziyade tasavvuf, kelâm ve felsefe alanlarındaki dirayetiyle temayüz etti. Bu sırada İznik'i fetheden Orhan Gazi, Dâvud-ı Kayseri Hazretleri'ni ilk olarak yaptırdığı Orhaniye Medresesi'ne müderris olarak tayin etti. Vefatına kadar bu medresede ilim ve irfan neşriyle meşgul oldu. Dâvud-ı Kayseri Hazretleri'nin yetiştirdiği talebeler, Osmanlı Devleti'nin ilk ilmiye sınıfını teşkil etmiştir.

    Zâhirî ilimlerle tasavvufu kendinde birleştiren Dâvûd-i Kayserî özellikle İbnü’l-Fârız, İbnü’l-Arabî ve Abdürrezzâk el-Kâşânî gibi büyük sûfîlerin geliştirip sistemleştirdikleri vahdet-i vücûd nazariyesini benimsemiştir. Ayrıca Aristo gibi Yunan filozoflarıyla Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî gibi İslâm filozoflarını tenkit edebilecek seviyede felsefe bilgisine sahipti. Vahdet-i vücûd nazariyesini felsefî mahiyette yorumlayan ve savunan ilk sûfî müelliftir. Bu görüş, onun eserleri sayesinde Anadolu’nun dışında özellikle İran’da yayılma imkânı bulmuştur.

    Dâvûd-i Kayserî, tasavvufî düşünce açısından İbnü’l-Arabî’nin yolunu takip etmekle birlikte tarikat mensubu ve irşad faaliyeti yürüten bir şeyh değildir. Bazı kaynaklarda İbnü’l-Arabî’ye nisbet edilen Kadiri tarikatının bir kolu olan Ekberiyye tarikatı müntesibi olarak gösterilmesi, Şeyh-i Ekber’in düşünce sistemini benimsemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Ekberiyye diğer tarikatlar gibi âdâb ve erkânı olan bir tarikat değildir. Bu kaynaklarda Dâvûd-i Kayserî’nin tarikat silsilesi, hocası Abdürrezzâk el-Kâşânî ve Sadreddin Konevî Hazretleri vasıtasıyla İbnü’l-Arabî’ye ulaştırılmaktadır.

    Düşünce ve Önemli Görüşleri

    Dâvûd-i Kayserî tabiat felsefesiyle ilgili görüşleri açısından da önemli bir düşünürdür. Tabiatta var olan her şeyin esasını ve bütün tabiat olaylarını enerji ve enerji değişimiyle açıklayan fizik ve felsefe doktrini enerjetizmi, Batı’da bu görüşün kurucusu olan Wilhelm Ostwald’dan (ö. 1932) altı yüzyıl önce Dâvûd-i Kayserî temellendirmiştir. Ona göre tabiatın da içinde yer aldığı görünür görünmez maddî ve ruhî bütün varlıkların toplamı olan âlem Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir. “Küllî unsur” adını verdiği tabiattaki her şey atom (cüz) ve moleküllerden (mürekkeb) teşekkül etmiştir. Varlıkların nitelik ve niceliğini atom ve moleküller tayin eder. Tabiat kendi özünde enerjiden ibarettir. Enerjinin özelliği ve tezahürü ışık ve ateş olmasıdır. 

    Dâvûd-i Kayserî bu fikrini, “Sonra O, özü duhân olan gökyüzüne yöneldi” (Fussılet Suresi,11) âyetinde geçen “duhân” kelimesine dayandırır. Ona göre tabiattaki her şeyin kendisinden oluştuğu duhân enerjinin şekil almamış durumudur. İlk enerji olan duhân zaman içinde çok çeşitli formlar almış ve varlıkların şeklini belirleyen dört unsura (su, hava, ateş ve toprak) dönüşmüştür. Öte yandan Demokritos gibi varlıkların atomlardan ve moleküllerden teşekkül ettiğini, ancak kendisinden önceki Yunan filozofları ve onların takipçisi olan Müslüman atomist filozoflardan farklı olarak atomların enerji yüklü olduğunu söyler. Dâvûd-i Kayserî bu konudaki görüşünü, “Tabiat ışık veren ve yakıcı özelliğe sahip olan genel toplam enerjidir” cümlesiyle özetler. Aynı fikirler, XIX. yüzyılın sonlarında enerjinin sakınımı, termodinamik ve antropi kanunlarından esinlenerek W. Ostwald tarafından ortaya konulmuştur.

    Dâvûd-i Kayserî’nin düşünce sisteminde metafizik ve fizikî açıdan suyun özel bir yeri vardır. Rahmânî nefes (en-nefesü’r-rahmânî), küllî madde (el-heyûle’l-külliyye), asıl cevher (el-cevherü’l-aslî) olarak nitelediği su, hayat sırrının kendi içinde eridiği temel bir unsurdur; hayatın sırrıdır. “Su, varlıkları teşkil eden bütün unsurları kendisinde bulundurur” diyen Dâvûd-i Kayserî bu fikirlerini, “Canlı olan her şeyi sudan yarattık” (el-Enbiyâ Suresi,30) meâlindeki âyete dayandırır. 

    Su bir yandan ilâhî bilgiyi ve hayatı temsil ederken aynı zamanda bunların yansıması olan tabiat hayatının kendisi, onun sırrının temelidir. Bu mânada su yaratıcı ve üretici bir unsurdur. Allah’ın hayat sıfatı, celâl sıfatıyla yarattığı maddî suda ve heybet sıfatıyla yarattığı maddî ateşte iki yönlü olarak yansımış, su ve ateş Allah’ın arzusuna boyun eğerek birleşmiş, bu birleşmeden enerji bulutu olan duhân meydana gelmiştir. Bulutun hafif ve latif kısmından gökler ve gök cisimleri, kaba ve ağır kısmından toprak oluşmuş, böylece hayat denen olay başlamıştır.

    Kâinatta var olan her şeyin canlı olduğunu kabul eden tümcanlıcılık (panbioizm) nazariyesini Mevlânâ ve İbnü’l-Arabî gibi mutasavvıflarda bulmak mümkündür. Bu mutasavvıf düşünürler gibi Dâvûd-i Kayserî de benimsediği vahdet-i vücûd görüşünün mantıkî bir sonucu olarak kâinattaki her şeyin canlı olduğunu söyler. Çünkü kâinatta ne varsa hepsi Allah’ın hay ve hayat sıfatının yansımasıyla var olmuştur. 

    Allah’ın bu sıfatlarının tecellisi olan her varlık O’nun gibi canlıdır. Dolayısıyla kâinatta canlı (organik) ve cansız (inorganik) ayırımı yoktur. Fakat insanlar bunu çıplak gözle açıkça göremezler. Dâvûd-i Kayserî, yer ve göklerdeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini (el-İsrâ Suresi,44), onların sabah akşam ister istemez Allah’a secde ettiklerini (er-Râd Suresi,15) bildiren âyetlerdeki tesbih ve secde keyfiyetinin gerçek anlamda olduğunu söyleyerek âyetlere mecazî mâna veren kelâm ve tefsir âlimlerinden ayrılır. Ona göre varlıklar sadece lisân-ı hâl ile değil tabii hayattan kaynaklanan şuur ve ilimle Allah’ı zikrederler.

    Dâvûd-i Kayserî, Nihâyetü’l-beyân fî dirâyeti’z-zamân adlı eserinde zamanın mahiyetini araştırarak bir zaman felsefesi temellendirmeye çalışmıştır. Zaman konusunda kendisinden önce ortaya konan Aristo ve Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin görüşlerini özetledikten sonra bunların tenkidini yapmış ve kendi görüşünü ortaya koymuştur. Ona göre fizikî zaman aynı zamanda matematiksel bir zamandır. Bu da varlıklar arasındaki ilişkinin süresinin ölçümüdür. O halde fizikî zaman empirik (ampirik) bir zamandır. (Nihâyetü’l-beyân, vr. 68b vd.)

    Vahdet-i vücûd nazariyesinin yanı sıra Allah aşkı ve bu aşkın insana verdiği sarhoşluk da tasavvufun en önemli konularından biridir. Zâhir ulemâsı insanın Allah’a âşık olamayacağını ileri sürerek sûfîlere itiraz etmişse de sûfîler bu konuyu işlemeye devam etmişlerdir.

    İlahi Aşk ve Tevhid

    Dâvûd-i Kayserî, İbnü’l-Fârız’ın ilâhî aşkı anlattığı el-Kasîdetü’l-mîmiyye’sine yazdığı şerhte ve bu şerhin girişinde bu konudaki görüşlerini açıklamıştır. Ona göre ilâhî aşk, insanın Allah’ın cemâl ve celâli karşısında duyduğu heyecan ve derin sevgidir. İnsan elest bezminde, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” sorusuna “evet” demiş ve bu arada Allah’ı müşahede etmekle sarhoş olmuştur. İnsan dünyaya gelince bu sarhoşluğunu dili, kalbi ve ruhuyla Allah’ı zikrederek yeniden hatırlamak suretiyle bu dünyada da ilâhî sarhoşluğa düşebilir. Bu sarhoşluğun şarabı Allah’ı sürekli şekilde anmaktır. 

    Davud-i Kayserî, tevhid konusunu avamın ve havassın tevhidi şeklinde ikiye ayırarak inceler. Kelime-i tevhidi dil ile söyleyip kalp ile tasdik etmekten ibaret olan avamın tevhidi tevhidlerin en alt mertebesidir. Bu tevhide mantıkî kıyaslama ve istidlâl, peygamberleri taklit veya bu iki yolun birleştirilmesiyle ulaşılır. Ona göre halkın tevhidine birinci yolla elde edilirse istidlâlî tevhid, ikinci yolla elde edilirse naklî tevhid, üçüncü yolla elde edilirse istidlâlî-naklî tevhid adı verilir. İnsan ayrıca bunların ötesinde üstün bir aklî çaba ile tevhide ulaşırsa buna da istidlâlî-aklî tevhid denilir.

    Havassın tevhidi avamın tevhidinin üstündedir; bu, şuurla yaşanan mutasavvıfların ulaştıkları tevhid olup fiillerin, sıfatların ve zâtın tevhidi olmak üzere üçe ayrılır. Üç çeşit tevhide “beraberce yaşanan tevhid” (et-tevhîdü’ş-şühûdiyye) adını veren Dâvûd-i Kayserî’ye göre tevhidin dinî, mantıkî ve aklî veya ontolojik üç temeli vardır. Dinî tevhid insanın, peygamberlerin ve dinlerin öğretilerini takip ederek Allah’ın birliğini kabul etmesidir. Mantıkî ve aklî tevhid, insanın kendi düşüncelerinin kendisini Allah’ın varlık ve birliğine götürmesidir. Ontolojik tevhid ise insanın bir şuur varlığı olarak Allah’tan başka hiçbir varlığın olmadığına inanması ve bunu bilmesidir.

    Dâvûd-i Kayserî, daha çok Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhiyle kendisinden sonraki müellif sûfîleri etkilemiştir. Bu şerh daha kendi döneminde Anadolu’nun dışında tanınmış, Altın Orda Devleti’nin merkezi Saray’a ulaşmış ve burada Emîr-i Kebîr Hemedânî (ö. 786/1385) Fuṣûṣü’l-ḥikem’e yazdığı şerhte Dâvûd-i Kayserî’nin eserini esas almıştır. Anadolu sahasında ise ilk olarak Şeyh Bedreddin onun şerhine bir ta‘lîkāt kaleme almış, ancak bu eser günümüze ulaşmamıştır. Molla Fenârî, Kutbüddin İznikî, Sofyalı Bâlî Efendi, Abdullah Bosnevî ve İsmâil Hakkı Bursevî gibi Osmanlı âlim ve mutasavvıfları da Dâvûd-i Kayserî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhindeki görüşlerinden etkilenmişlerdir. Onun bu şerhinin tesiri XX. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Nitekim İzmirli İsmail Hakkı, Dârülmuallimîn’de öğrenci iken Fuṣûṣü’l-ḥikem dersi almak isteyince hocası Ahmed Âsım Bey kendisine Dâvûd-i Kayserî’nin şerhini okuttuğunu söyler.

    Etkileri

    Dâvûd-i Kayserî’nin İranlı düşünürler üzerindeki tesiri daha büyük olmuştur. Ona ilgi duyan bu düşünürlerin ilki olan büyük Şiî kelâmcısı ve mutasavvıfı Haydar el-Âmülî (ö. 787/1385’ten sonra) Nassü’n-nusûs, Naḳdü’n-nuḳūd fî maʿrifeti’l-vücûd ve Câmiʿu’l-esrâr adlı eserlerinde Dâvûd-i Kayserî’nin eserlerine sık sık atıflarda bulunmuştur. İranlı filozof Molla Sadrâ Şîrâzî’nin (ö. 1050/1640) eş-Şevâhidü’r-rubûbiyye ve el-Esfârü’l-erbaʿa adlı eserlerinde Dâvûd-i Kayserî’nin tesirlerini açıkça görmek mümkündür. eş-Şevâhidü’r-rubûbiyye’yi yayımlayan Celâleddin Aştîyânî, bu eserin birinci bölümünün âdeta Matlaʿu husûsi’l-kilem mukaddimesinin bir şerhi olduğunu söyler. Molla Sadrâ’nın eserini şerheden Molla Hâdî-i Sebzevârî ile Molla Demâverdî de Dâvûd-i Kayserî’den etkilenen İranlı müellifler arasında sayılabilir. Dâvûd-i Kayserî Arap düşünürleri üzerinde de etkili olmuştur. XV. yüzyılda yazıldığı sanılan ve müellifi kesin olarak bilinmemekle beraber Şemseddin İbn Nasr es-Siczî’ye atfedilen Mecmaʿu’l-bahreyn adlı eserde Dâvûd-i Kayserî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhinden bahsedilmektedir. Mevlevî ve Nakşibendî tarikatına mensup Abdülganî en-Nablusî ile (ö. 1791) Cezayir’in millî kahramanı Emîr Abdülkādir de (ö. 1883) Dâvûd-i Kayserî’den etkilenen Arap müellifleri arasında sayılabilir. Matla'u hususi' l kelim filmaani fususi'l hikem adlı eseri hala İranda ders kitabı olarak okutulmaktadır. Bu eseri arapça olarak kaleme almıştır.

    DAVUD-İ KAYSERİ'NİN NASİHATLARI 

    Hayâtını ilim öğrenmek ve öğretmekle geçiren Dâvûd-i Kayserî Talebelerine yaptığı nasihatleri meşhurdur. Buyurdu ki:

    “Eğer, insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu. Çünkü görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir. 

    Velî, şekil ve şemâil bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer birçok beşerî sıfatlarla, öteki insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür. Hâlbuki haddizatında o, diğer insanlardan tamamen farklı, apayrı bir insandır. Her ân gönlü Allah’u Teâlâ iledir ve O’nun muhabbeti ile yanmaktadır. İşte velînin asıl hâlini bildiren bu husûsiyetini, ancak onun gibi olanlar anlar. Diğer insanlar ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler...”

    “Allahü teâlâ bir kulu için hayır murâd edince, onun kalbine hakîkî ilimleri yerleştirir.”

    İlim Su Gibidir

    Davud el-Kayserî Ledünnî  İlmi “Hayat Suyu” sembolüyle anlatmıştır. Çünkü  ilim, su gibidir. Nasıl hayatın ve canlılığın kaynağı su ise, ilim de bütün varlığın kaynağıdır. Allah, varlığı ilmiyle yaratmıştır. Hayatın ve varlıkların sırrı ilimde ve suda çözülmüştür. Bu sırra vakıf olmak için Hızır gibi bu hayat suyundan içmek gerekir; yani başka bir ifadeyle ledünnî ilme sahip olmak gerekir. İnsanı gerçek manada, Hızır'ın durumu gibi, hem ruhen, hem de bedenen ölümsüz kılan şey, hayat suyu veya ledünnî ilimdir.

    Davud el-Kayserî'ye göre, sevgi bilginin neticesidir. Dolayısıyla bilgi, sevgiden daha öncelikli ve önemlidir. Allah'ı sevmek demek, O'nu hakkıyla bilmek ve gereği gibi kulluk etmek demektir. Diğer varlıkları sevmek, onların varlıklarını ve haklarını korumak demektir. Sevginin, sözde kuru sevgi olmaması için hakiki sevginin neticelerini göstermek gerekir. O halde hakiki sevgi son tahlilde çıkarsız sevgidir. Bu da Allah için sevgidir.

    Düzenbazlık Olmasa

    “Mahlûklar arasında hîlekârlık, düzenbazlık olmadığı zaman, Allah’u Teâlâ’nın tevfîk, yardım ve başarı ihsânları yağmur misâli yağmağa başlar.”

    “Hakîkî irfân sâhibi makbûl bir zâta tâbi olarak peşinden bir adım gitmen, kendi boş arzunla, nefsine uyarak ve güyâ hak yol zannederek, kendine göre tuttuğun yolda yüz bin fersah yürümenden daha faydalı ve daha hayırlıdır.”

    “Bir talebe, kendisine ilim ve edeb öğreten ve hakîkî âlim olan hocasına edep ve muhabbetle nazar edip bakınca, hak yoluna girmiş olur.”

    Dâvûd-i Kayserî hazretleri, vefatından bir müddet evvel buyurdu ki: 

    “Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuşmasına sebeb olanı da sevmeyi gerektirir.”

    Davud el-Kayseri'nin Risâle fî ma’rifeti’l-mahabbeti’l-hakîkiyye ve El-İlmü'l-Ledünnî isimli risaleleri Prof. Dr. Mehmet Bayraktar tarafındanLedünni İlim ve Hakiki Sevgi adıyla Kurtuba Kitap'tan yayımlandı. Kurtuba Kitap yayınevince yine Mehmet Bayraktar’ın daha önce yayımlanmış olan Davud Kayseri isimli doktora tezi de yeniden basıldı.

    Davud Kayseri(k.s)Hazretleri bize varoluş  veren şeyin “bağışlanan bilgi” olduğunu, bu bilginin sevgiyi netice verdiğini ve bu sevgiyle hem âlemi, hem insanları sevmeyi bellediğimizi, bunun da bizi Allah’a ulaştıracağını, söyler.

    Din ve Milletin Şerefi!

    Davud el-Kayseri, İbn Arabi'ye bağlanan tasavvufi düşüncesiyle Osmanlı'nın en büyük âlimlerinden biridir. Ona "din ve milletin şerefi" anlamına gelen "şerefü'd-din ve'l-mille" lakabı verilmiştir. Ekberi ekolün sürdürücülerinden biri olan Davud Kayseri, İbn Arabi Okulu'nun Anadolu'da ulema nazarında da, halk arasında da tanınmasını, Osmanlı ve İran başta olmak üzere bütün İslam dünyasında etkili olmasını sağladı. İranlı düşünür, mürşid Kaşani’nin onun üzerindeki etkisi de hayli büyüktür ve onun hocasıdır. Davud Kayseri’nin astrofizik ilminde hayli önemli görüşler ileri sürdüğü yakın zaman araştırmalarıyla anlaşılmaya başlanmıştır [Tabiatın enerjiden meydana geldiği görüşünü savunan ilk kişidir. Kâinata “küll unsur”, suya beyaz atom, varlıklara sabit öz, der. Yeni bir fiziki zaman anlayışı savunur].

    DAVUD-İ KAYSERİ'NİN VEFATI 

    Dâvud-i Kayseri Hazretleri (H.751 –M.1350) yılında İznik'te vefat etti.

    İznik'te medfundur. Kabri Davudi Kayseri Çınarı olarak ta bilinen İznik Topkapı kapısının yakınındaki 1252 yıllık Topkapı Çınarı yanındadır. [Çınarın mahkemede Eşrefoğlu Rumiye şahitlik ettiği söylenir. Malumdur Davudi Kayseri ve Eşrofoğlu Rumi İznik’te komşudurlar.] Yunan işgalinde Yunanlılar kaçarken İznikte birçoık cami külliye türbe ev yakarak kaçmıştı.Bu zulümden Davudi Kayseri Külliyeside Eşrefoğlu Cami ve külliyeside nasibini almış tahrib edilmişti.Bugün hala Kabri bulunan Davudu Kayseri Türbesi ve külliyesi yeniden ihya edilmeyi beklemektedir.

    Kabrinin hemen yanında evi bulunan, adeta Davud Kayseri’nin türbedarı haline gelmiş Nigar Teyze’nin anlattıklarına göre naaşı bu çınarın kolları arasında bulunmuştur. Nigar Teyze; “sanki çınarın kolları bir kundak gibi onu sarmalamıştı” diyor.

    DAVUD-İ KAYSERİ'NİN ESERLERİ 

    Osmanlı eğitim sisteminin banisi sayılır. 1330’da Orhan Gazi’nin çağrısı üzerine İznik'e gelerek yeni yapılan medreseye Baş Müderris (Müderris-i ‘Amm) oldu. Hayatının sonuna kadar burada Talebe yetiştirdi ve Eserler yazdı.

    Davud-ı Kayseri Hazretleri, Enerjitizm, yani tabiatta var olan her şeyin ih¬sasını ve bütün tabiat olaylarını enerji ve enerji değişimiyle açıklayan bir fizik doktrininin kurucusudur. İlim ve fazilette yüksek, güzel ahlak sahibi, çok ibadet eden, dünyaya önem vermeyen ve çok merhametli bir zat olan Dâvud-i Kayseri Hazretleri, başta tasavvuf olmak üzere, kelam sahasında eserler vermiş ve felsefeyi tenkit eden eserler yazmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır.

    1. Maṭlaʿu ḫuṣûṣi’l-kilem fî meʿânî Fuṣûṣi’l-ḥikem. Dâvûd-i Kayserî’nin en meşhur eseridir. Mukaddimesinde felsefî tasavvufun bütün meseleleri on iki bölüm halinde incelenmiştir. Müellifin “Mukaddimât” adını verdiği bu kısım, genellikle ayrı bir eser gibi değerlendirilip şerhin metninden ayrı olarak istinsah edilmiştir. Müstensihlerin Risâletü’l-vücûd, Risâletü vahdeti’l-vücûd, el-Usûl fi’t-tasavvuf, Risâle fi’l-gayb ve’l-ʿayn gibi adlar verdikleri mukaddime, bazı kaynaklarla kütüphane kataloglarında da ayrı bir eser gibi gösterilmiştir. Dâvûd-i Kayserî eserini İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’ın veziri Gıyâseddin Muhammed İbn Reşîdüddin Fazlullah’a ithaf etmiştir. Bu vezir hükümdarla birlikte 736 (1335) yılında şehid edildiğine göre kitap bu tarihten önce kaleme alınmış olmalıdır. Birçok yazma nüshası bulunan eser mukaddimesiyle birlikte ilk defa Tahran’da (1299 hş.), ertesi yıl da Bombay’da Mirza Muhammed Şîrâzî tarafından taşbaskı olarak yayımlanmıştır. Celâleddin Aştîyânî eserin mukaddimesini Şerh-i Mukaddime-i Kayserî ber Fuṣûṣü’l-ḥikem adıyla Farsça olarak şerhetmiştir (Meşhed 1385; 2. bs. Tahran 1991). 

    2. Şerḥu Ḳaṣîdeti’t-Tâʾiyye. İbnü’l-Fârız’ın Nazmü’s-sülûk diye de adlandırılan et-Tâʾiyyetü’l-kübrâ adlı kasidesinin şerhidir. Şerhin çeşitli tasavvuf meselelerinin incelendiği mukaddimesi müstakil bir eser gibi istinsah edilmiştir. Risâle (Kitâb) fî ʿilmi’t-tasavvuf, Şeceretü’l-yakın fî ʿilmi’t-tasavvuf gibi adlar verilen mukaddimenin bazı bölümleri de ayrı ayrı istinsah edilip Merâtibü’t-tevhîd, Risâletü’t-tevhîd vb. isimlerle çoğaltılmıştır. Bu mukaddimesinin Arapça metni Mehmet Bayraktar tarafından Risâle fî ʿilmi’t-tasavvuf adıyla yayımlanmıştır (İFD, XXX [Ankara 1988], s. 171-215). 

    3. Şerḥu’l-Ḳaṣîdeti’l-mîmiyye. İbnü’l-Fârız’ın Hamriyye olarak da adlandırılan el-Kasîdetü’l-mîmiyye’sinin şerhidir. İlâhî aşkın ele alındığı bir mukaddimesi bulunan şerh, İlhanlı vezirlerinden Abdülkâfî b. Abdullah et-Tebrîzî’ye ithaf edilmiştir. Eserin kütüphanelerde çeşitli nüshaları vardır (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4075, Fâtih, nr. 3964, 3965, Hâlet Efendi, nr. 888/6; İÜ Ktp., AY, nr. 1586, 3738). 

    4. Şerhu Besmele bi’s-sûreti’n-nevʿiyyeti’l-insâniyyeti’l-kâmile. Abdürrezzâk el-Kâşânî’nin Kitâbü Teʾvîlâti’l-Kurʾâni’l-Kerîm adlı eserinin mukaddimesinde besmele hakkında verdiği bilgilerin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1693/16; Cârullah Efendi, nr. 2061/3; Fâtih, nr. 141/2; Hekimoğlu, nr. 49/2). 

    5. Nihâyetü’l-beyân fî dirâyeti’z-zamân. Dâvûd-i Kayserî bu eserinde Aristo ve Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin zaman anlayışlarını tenkit ederek yeni bir zaman felsefesi geliştirmeyi denemiştir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1511; Esad Efendi, nr. 1682/8). 

    6. Taḥḳīḳu mâʾi’l-ḥayât ve keşfü esrâri’z-zulümât. Dâvûd-i Kayserî, Hızır’ın yaşayıp yaşamadığını, velî mi peygamber mi olduğunu tartıştığı eserde Hızır’ın şeriat getirmemiş bir nebî olduğunu ve artık cismanî bedenle bu dünyada yaşamadığını ileri sürer. Bazı kaynaklarda ve kütüphane kataloglarında adı Risâle fî beyâni ahvâli’l-Hızr olarak geçen eserin bir nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde (nr. 2687/2), diğer bir nüshası Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki Garrett Collection’u içinde (nr. 731) bulunmaktadır. Sekiz varaktan ibaret olan risâle Mehmet Bayraktar tarafından Hayat Suyunu İncelemek ve Karanlıkların Gizliliklerini Açığa Çıkarmak başlığıyla tercüme edilmiştir (Kayserili Dâvûd içinde, s. 45-63). 

    7. Keşfü’l-hicâb ʿan kelâmi Rabbi’l-erbâb. Müellif, Allah’ın kelâm sıfatını ele aldığı bu eserinde Mu‘tezile, Hanbeliyye ve Kerrâmiyye mezheplerinin konuyla ilgili görüşlerini özetledikten sonra bunları tenkit etmiş, daha sonra kendi vahdet-i vücûd anlayışı çerçevesinde konuyla ilgili yeni yorumlar ve görüşler ortaya koymuştur (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1682/8; Lala İsmâil, nr. 714/5).

    8. Esâsü’l-vahdâniyye ve menbaʿu’l-ferdâniyye. Eserde vahdet-i vücûd nazariyesi açısından vahdet-kesret meselesi ele alınmıştır (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1814/3).

    Bazı kaynaklarda Dâvûd-i Kayserî’ye nisbet edilen Şerḥu ʿAnḳāʾi muġrib (Massignon, IV, 42), Şerḥu Menâzili’s-sâʾirîn (Brockelmann, GAL Suppl., II, 323; Osmanlı Müellifleri, I, 68), Şerhu’l-esmâʾi’l-hüsnâ (Defter-i Kütübhâne-i Köprülü Mehmed Paşa, s. 148), Risâletü’l-irâde (Defter-i Kütübhâne-i Süleymâniyye, s. 18), Risâletü’l-mermûze (Massignon, IV, 42), Şerḥu Kitâbi’l-Ḥucüb (Massignon, IV, 42) adlı eserlerin Dâvûd-i Kayserî’ye ait olup olmadığı henüz kesinlik kazanmamıştır. Şerḥu ʿArûżi’l-Endelüsî, Ḳurretü’l-ʿayni’ş-şühûd, Şerḥu Ḥadîs̱i’l-erbaʿîn, Şerḥu’l-Ferâʾiż adlı eserlerin ise ona ait olmadığı bilinmektedir. Dâvûd-i Kayserî üzerine Mehmet Bayraktar tarafından bir doktora çalışması yapılmıştır (bk. bibl.).

    Ledünni İlim ve Hakiki Sevgi kitabını oluşturan risaleler daha önce Mehmet Bayraktar tarafından Resail ismiyle  Davud Kayseri’nin sekiz risalesinden oluşan bir kitap olarak 1997’de Kayseri Belediyesi’nce yayınlanmıştır.Kitap iki risaleden oluşuyor. “Birinci risalede Davud el-Kayserî Ledünnî İlmi (el-ilmü'l-ledünnî) konu edinmektedir; ikincisinde ise, Hakiki Sevgi (el-muhabbetü'l-hakîkîyye) kavramını ele almaktadır.

    Kaynaklar
    Dâvûd-i Kayserî, Maṭlaʿu ḫuṣûṣi’l-kilem (nşr. Mirza Muhammed Şîrâzî), Bombay 1300, s. 306-309.a.mlf., Nihâyetü’l-beyân fî dirâyeti’z-zamân, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1682/8, vr. 68b vd.Âşıkpaşazâde, Târih, s. 42-43, 199-200.Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 7, 8.Süleyman el-Kefevî, Ketâʾibü aʿlâmi’l-aḫyâr min fuḳahâʾi meẕhebi’n-Nuʿmân el-muḫtâr, İÜ Ktp., AY, nr. 2345, vr. 192a.Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 27.Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, I, 43.Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 14b.Defter-i Kütübhâne-i Köprülü Mehmed Paşa, İstanbul 1311, s. 148.Defter-i Kütübhâne-i Süleymâniyye, İstanbul 1311, s. 18.Sicill-i Osmânî, II, 323.Osmanlı Müellifleri, I, 67-69.W. Ostwald, Der Energetische Imperativ, Leipzig 1912.Brockelmann, GAL, II, 231, 299; Suppl., II, 323.Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 361.Sarton, Introduction, III/1, s. 626.Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 227.H. Corbin, “La Philosophie islamique depuis la mort d’Averroes jusqu’à nos jours”, Histoire de la philosophie Islamique, Paris 1974, III, 1289.a.mlf., Corps spirituel et terre céleste, Paris 1979, s. 139.L. Massignon, La Passion d’al-Hosayn Ibn Mansour al-Hallāj, Paris 1975, IV, 42.Mehmet Bayraktar, La Philosophie mystique de la religion chez Dâvûd de Kayserî (doktora tezi, 1978), Paris, Sorbonne.a.mlf., Kayserili Dâvûd (Dâvûdu’l-Kayseri), Ankara 1988.Hüseyin G. Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara 1982, s. 100.Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984, s. 68.Bursalı Mehmed Tâhir, “Terâcim-i Ahvâl: Dâvûd-i Kayserî”, SM, VI/134 (1326), s. 55 vd.A. Turan Akbulut, “Dâvûd-i Kayserî”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, IV/3, İstanbul 1980, s. 61-83.İzmirli İsmail Hakkı, “Âsım Bey”, İTA, I, 583.


Etiketler: Davud-i Kayseri Kimdir? Hayatı, Sözleri, Eserleri, Vefatı, Davud-i Kayseri Hazretleri, Davud-i Kayseri Hayatı, Davud-i Kayseri Vefatı, Davud-i Kayseri Nasihatları, Davud-i Kayseri Eserleri, Davud-i Kayseri Türbesi, Davud-i Kayseri Tasavvuf Tarikat | Mekteb-i Derviş