
DÜNYADA BAŞIBOŞ DEĞİLİZ
Allah’u Zülcelalin mahlûkatın en şereflisi, yeryüzünün halifesi olarak yarattığı ve Ahsen-i takvim sırrına mazhar kıldığı insanoğlu, dünyaya bir gaye için gelmiştir. Bu gayeyi bilmek, bulmak ve yaşamak insanın başlıca vazifesidir. Bu üstünlük sebebiyledir ki, imtihan dünyasında bir takım vazifeler verilmiştir. Bunların başında Allah’ı tanımak, Onun kulu olduğunu hiçbir zaman unutmamak ve bütün iman esaslarına inanmak gelir.
Cenab-ı Hak:”Ben insanları ve cinleri ancak beni tanısınlar, bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurur. (Zariyat Suresi, 56)
İnsan maddesi ve manasıyla insandır. Manasız bir madde boş arı peteklerine benzer. Petek olmadan bal olmayacağı gibi, balsız petekte gayeyi temin edemez. Petek madde, yani insan vücudu ise, balda imandır, ruhtur. Şu halde insan, iki yönlü gelişmek, yani hem bedenen, hemde ruhen, manen olgunlaşmak zorundadır. Tek ayakla yürüyen bir canlı, tek kanatla uçan bir kuş var mıdır? Tek kanatla uçmaya çalışmanın insanı saadete ulaştırdığı hiçbir zaman görülmemiştir.
Dünya sahasına ağlayarak gelen insanoğlu, beşikle mezar arasında uzanan kısa bir ömrü vardır. İnsanoğlu bu ömrünü değerlendirebiliyor, ahirete giderken yüzü gülebiliyorsa mutludur. Dünya köprüsü üzerinde cereyan eden bu hayatın başı beşik sonu tabuttur. Gelirken beyaz bir kundağa sarılan insanoğlu giderken de beyaz bir kefene sarılmaktadır. İnsanoğlunun gelirken değil giderken gülebilmesi, mutlu olabilmesi önemlidir.
Dünyaya imtihan için gönderilmiş bulunan insanoğlu, bu geçici dünyada başıboş bırakılmış da değildir. Mahlûkatın en şereflisi bulunan, Allah’u Zülcelâl’in yeryüzündeki halifesi olan, her şey emrine sunulan, en güzel nimetlerle donatılan insanoğlu, yaptığı her işin, yaşadığı her saniyenin hesabı kendisinden mutlaka sorulacaktır. İyi iş işlemişse mükâfatı, kötü iş işlemişse cezası şüphesiz verilecektir.
Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ ﴿36﴾“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyame suresi, 36)
اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ ﴿5﴾“O, kendisine, kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi zannediyor?” (Beled suresi, 5)
اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ ﴿7﴾“O, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?” (Beled suresi, 7)
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ ﴿115﴾
“Sizi ancak, boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülemeyeceğinizi mi zannettiniz?” Buyuruyor. (Mü’minun suresi, 115)
Görülüyor ki, insanoğlu boşuna yaratılmamış ve başıboş bırakılmamıştır. Sürekli kontrol altındadır. İnsanoğlunun yeryüzündeki ilk vazifesi, İslam dinine bütünüyle iman etmek, her şeyin yaratıcısı, sahibi ve hâkimi Allah’u Zülcelâl’e canı gönülden inanmaktır. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın Allah’ın en sevgili kulu ve son peygamberi olduğuna, insanlığın kurtuluşunun onun şeriatına bağlı olmaya bağlı olduğuna, Kur’an-ı Mübin’in, kanunu ilahi olduğuna, kendisinin de Allah’a kulluk için yaratıldığına iman etmektir.
Hak din İslam’dan uzaklaşan, nefsinin şehvetinin, şeytanın esaretine düşen, dinin hükümlerini istediği gibi anlamaya çalışan, Kur’an’a sırt çeviren Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın sünnetini terk eden, Hakkı söylemekten korkan, küfür ve batılda ısrar edenleri Allah’u Zülcelâl’in cezasız bırakacağını zannetmeyiniz. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kıyamet günü, insanoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamayacaktır. Ömründen, onu nerede ve ne surette harcamıştır. İlminden, onunla nasıl amel etmiştir. Malından, onu nereden kazanmış ve nerelere sarf etmiştir. Vücudundan, onu nerede ve ne şekilde yıpratmıştır?” (Tirmizi; R.S. Terc. c. 1/441)
Başıboş Değiliz;Yüz tane koyunu olan bir adam, bunları başıboş bırakmayıp, bir çoban tutmak suretiyle onları hem başkalarının tarlasına girmekten menediyor ve hem de hırsız ellerden ve kurtlardan muhafazaya çalışıyor.
İnsanlar, değil koyunlarını, tavuklarını dahi başıboş bırakmıyorlar. Tavukların başıboş olmayacağını bilen bir insan, nasıl oluyor da kendisinin başıboş olduğunu zannedebiliyor? Ve yine, tavuklarına hassasiyet gösteren insan, nasıl oluyor da Hakîm-i Zülcelâl’in, insanları başıboş bırakacağına ihtimal verebiliyor?
Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. “Layemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.
Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtınhârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.
Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak; cezaya müstahak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira onbeş gün (güya bize mühlet verilmiş gibi) bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nazik san'atlı, mizanlı, letafetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız, bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir.
İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zabtedilir.
Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu dünya misafirhanesine hikmet nazarıyla baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?
Kâinatta hiçbir şey boşuna yaratılmamış hepsi yaratılış hikmetine uygun görevlerini hakkıyla yerine getirmektedir. Neyazık ki nefsinin esiri, şeytanın esiri olmuş habis ruhlar görüntüde insan hakikatte evliyau-ş Şeytan olanlar inkara, isyana, zulme, nankörlüğe devam etmekte.Dünyada ebedi kalacaklarmış gibi, ahireti inkara, sanki bunların hesabı sorulmayacakmış gibi davranmaya devam etmektedirler. Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evamir-i İlahiyeye müsahharlardır.
Size ağaçtan meyveyi ve ateşi ve ottan erzakı ve hububu ve topraktan hayvanatı ve nebatatı verdiği gibi, zemini size hoş -herbir erzakınız içinde konulmuş- bir beşik ve âlemi, güzel ve bütün levazımatınız içinde bulunur bir saray yapan bir zâttan kaçıp başıboş kalıp, âdeme gidip saklanılmaz. Vazifesiz olup kabre girip uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.
Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden zât, senin ef'al ve a'malini mühmel, başıboş, hesapsız, kitapsız bırakmayarak "İmam-ı Mübin"de yazar. Ona göre muhaseben olacaktır.
İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemal, tanımak istenilmezse bu lisanları susturmalı. Bu gafilleri uyarmalı. Kendimize gelmeliyiz.
Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahidleri seslerini kesmezler. Bana ne sana ne,beni ilgilendirmez seni kurtarmaz. Elbette seni mahkûm ederler...
Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren ve o sîmada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyetivaz'eden zât seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın?
Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve ef'ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a'malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i Kübra’da ona göre derece alsın.
Yalnız Değiliz
Uzak yolda çalışan denizciler bazen aralıksız olarak bir buçuk ay seyir yaparlar. Günlerce hatta haftalarca hiçbir kara parçası görülmez. Hatta Pasifik okyanusunda gemi bile görülmez. Bu hal insana yalnız olduğunu düşündürse de aslında bu durum pek yanıltıcıdır. Zira Cenâb-ı Hakk’ın sayısız sayıda mahlûku kâinatı doldurmuştur.
Bir kısmını görmeyiz, sadece seslerini işitiriz. Rüzgâr ve dalgaların hışırtıları gibi. Bunlar dikkatli bir kulak için bir nev’î zikir ve tesbih sesleridir. Allah’ın yarattığı ve her varlığa nezaret eden meleklerin adeta ya Celil, ya Celil der gibi kendilerine mahsus bir lisanla Allah’ı zikrettiğini duyulur.
Gündüzleri Güneş ve bulutlar, geceleyin ise Ay ve yıldızlar da denizcilere yoldaşlık eder. Bu yoldaşlar adeta “Siz yalnız değilsiniz” mesajını göndererek yüzlerimizi gökyüzüne çevirip “kâinat kitabını okumaya” dâvet ederler. Mükemmel bir düzen ile hareket ederek hiçbir şeyin başıboş olmadığını kör olmayan her göze gösterirler.
At gözlüğüyle değil, İman gözlüğü ile bakıldığında her varlığın Yaratıcımızın güzel isimlerinin birer yansıması ve tecellisi olduğunu görürsün, anlarsın. Çevremizdeki her şey tefekkür etmek için bize harika fırsatlar sunarlar.
Güneş ısı ve ışığıyla hayatımızı aydınlattığı gibi doğup batarken gökyüzünde bıraktığı eşsiz güzellikteki renklerle cennetin bir numunesini gösterir. Yıldızlar bize sonsuz kudret sahibi bir Rabbimiz olduğunu hatırlatır. Samanyolu denen galaksimizin gökyüzünde açtığı ekrandan sonsuzluk kavramına aklımızı bir parça yakınlaştırıp onun nasıl bir şey olduğunu hissedebiliriz.
Her gece bir başka şekle bürünen gezegenimizin komşusu Ay ise mükemmel hareketi ile insanlara takvimcilik görevini yapar. Mübarek gün ve geceleri tam olarak bize bildirir ve adeta “benim yüzüme bakarak bir gecesi bazen bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi gibi mübarek günleri görebilir, bulabilirsiniz” der.
Gecelerimizin en vefakâr yoldaşlarından biri olan Mehtap bazen şu ışığı gönderir. “Benim bir günüm bir yılımdır. Eğer kendi ekseni etrafımdaki hareketim bir dakika geç olsa veya dünyanın çevresini dolaştığım bir yılım bir saat fazla olsa dünyadan görünmeyen yüzümü görebilirdiniz. Ama öyle şaşmayan bir düzenim var ki dünyadan uzaklaşıp bana yaklaşmadan arka yüzümü göremezsiniz. Beni takvimcilik başta olmak üzere birçok hikmetle yaratıp size hizmet ettiren sonsuz kudret sahibi olan Allah’ı nasıl tanımazsınız. Bir saniye dahi şaşmayan mükemmel düzeni yaratan Rabbimiz her türlü kusurdan münezzehtir, fesübhanallah…
Nahl Sûresinde Cenâb-ı Allah mealen “Denizden taze et yiyesiniz ve içinden takınacağınız bir ziynet çıkarasınız diye denizi hizmetinize veren O’dur. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görürsün. Bunu bir de Allah’ın fazlından nasip arayasınız diye yaptı. Olur ki şükredersiniz” buyurmaktadır.
Bu haliyle denizler ise kulağı sağır olmayan herkese “Benim sesimi de işitin, bakın siz insanlara ne derece büyük hizmetlerde bulunuyorum. Bana verilen kaldırma kuvveti ile yüz binlerce tonluk ağırlıkları pek zahmetsizce bir limandan bir limana ulaştırıyorsunuz. Allah’ın lütuf ve ihsanı olmasaydı medeniyetinizin en büyük yardımcısı olan gemilerden faydalanamazdınız” mesajını gönderiyor.
Denizler bazen gaflet uykusuna dalan biz denizcileri fırtınalarla çarparak “aklınızı başınıza alın, her nefsin tadacağı ölümü ve herkesin kaçışı olmadan toplanacağı haşri unutmayın” diyerek adeta haykırıyor. Rabbimiz bizleri Kur’an’ında birçok ayetinde; Tefekküre, ibret almaya, kendimizin nasıl yaratıldığını, inkâr edenlerin, zalimlerin sonlarının nice olduğunu haber vermiyor mu?
Zira biz insanlar bize sayısız nimetler veren Rabbimizi çok çabuk unutuyoruz. Kahharı Zülcelâl olan Allah’ın küçücük bir esintisi bu kadar sarsıcı ise “sonsuz bir cehennem azabı ne derece dehşetlidir” dersini en akılsız denizcilere dahi söylettiriyor. Fırtınalara tutulduğumuz zaman hepimiz günahlarımızdan tövbe ediyor bir daha işlememeye karar veriyoruz. Lâkin cehalet ve gaflet limana varınca hemen etkisini gösteriyor. Ne yazık ki Kur’an’da Rabbimizin buyurduğu gibi sahili selâmete çıkınca hemen onu unutmaya başlıyoruz.
Hâlbuki denizde olsun karada olsun bütün yoldaşlarımız bize onun varlığını ve birliğini anlatan birer mektuptur. Çevremizde gördüğümüz her canlı veya cansız cisim Allah’ın güzel isimlerinin tecelli ettiği adeta bir görüntü ekranıdır. Ne yazık ki onların lisanını çoğu insan bilmiyor. Ne mesajı verdiğini idrak edemiyor.
Peki, onların lisanını anlamaya yarayan bir kurs veya eğitim kurumu yok mudur? Evet vardır. Herkesin kabiliyeti nispetinde öğrendiği tahkiki iman dersleri ile dolu, Ehl-i Sünnet âlimlerimizin yazdığı birçok eserler, kâinat kitabını okumamıza yardımcı olan bir lisan okuludur. Bu eserleri anlayarak okuyan her insan mükemmel bir lisana kavuşur.
Tahkiki iman sayesinde hiçbir güç hiçbir düşman o insanı mağlûp edemez. Kâinatta cereyan eden birçok hadisenin içyüzünü ve hangi anlamları taşıdığını o eserleri okuyarak anlayabilmek mümkündür.
Denizlerde, karalarda ve gökyüzünde yaşayan canlıların bize ulaştırdığı mesajları tahkiki iman lisanı ile anlayabilir onlarla arkadaş olabiliriz. Zira Kur’an’ı asrımızın insanlarının anlayabileceği bir lisan ile mükemmel bir şekilde tefsir eden bu eserler havaya suya muhtaç olduğumuz gibi bize lâzımdır. Aksi takdirde bu dünyanın zavallı bir mahlûku ve her şeyden dehşet alan Şeytanın maskarası oluruz. Allah korusun…
İmânım var demek, Müslümanım demek, kalbim temiz demek insanı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır. Hâlbukiyakîn nerede? Zan bile yok. Belki vehim bile değil.
Bir kimsenin, dünyada ve âhırette rahata, saâdete kavuşması için, lafla Müslümanım demesi, Müslüman görünmesi, kâfi değildir. Bu kimsenin Müslümanlığı iyi öğrenmesi, onu doğru anlaması ve yapması, ona uyması, amel etmesi lâzımdır. Allah’a ve Resulü Hz.Muhammed Mustafa'ya (s.av) inanmayan itaat etmeyen kurtuluşa saadete ulaşamaz.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki: “Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sâhibi olalım! Kıyâmet günü utanmaktan, pişmân olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. İhtiyârlık herkese nasîb olmaz. Nasîb olsa da, rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, hâlsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, her fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özür, hangi sebeple, bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz; (Yarın yaparım diyen helâk oldu, ziyân etti) buyurdu. Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep âhıret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat bunun aksini yaparsan çok çirkin olur.
Gençlik zamânında, insanı üç din düşmanı olan, nefis, şeytân ve kötü insanlar aldatmaya uğraşmaktadır. Bunlar karşısında az bir ibâdet pek kıymetli olur. İhtiyârlıkta yapılan, bundan kat kat fazla ibâdetlerin bu kadar kıymeti olmaz.
Ey evlâdım! Yalancılığı çok defa görülmüş olan birisi, düşman bu gece filan yerden baskın yapacak dese, idâreciler, akıllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri hâlde, tehlike bulunan işlerde, ihtiyâtlı, tedbîrli, uyanık bulunmak lâzımdır demezler mi?
Peygamber Efendimiz(s.a.v), tekrar tekrar, açıkça, âhıretin sonsuz azâblarını bildiriyor. Buna inanmıyorlar. İnanılsa da, tedbîr, kurtulma çâresi düşünmüyorlar. Hâlbuki Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, kurtuluş yolunu da, göstermektedir. O hâlde, Peygamber Efendimizin(s.a.v) sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir îmândır? İmânım var demek, Müslümanım demek, insanı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır. Hâlbuki yakîn nerede? Zan bile yok. Belki vehim bile değil. Çünkü tehlikeli zamanlarda vehim edilen şeye karşı da, tedbîr almak, akıl îcâbıdır.”
Netice olarak, bir kimsenin Müslüman görünmesi, yalnız Müslümanım demesi, onu âhırette azaptan kurtarmaz. Müslüman olduğunu, dinin emir ve yasaklarını öğrenerek ve bunlara uygun hareket ederek isbât etmesi lâzımdır. Her ibâdeti, şartlarına uyarak, severek, ihlâs ile yapmalı ve harâmların hepsinden de Allah rızâsı için sakınmalıdır.
Rabbimiz Kur’anında:
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ ﴿٧﴾ “Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a, onun emrini tutar dinini uygular yardım ederseniz, O da size yardım eder ve düşmanlarınıza karşı ayaklarınızı sabit kılar, sağlam bastırır.”(Muhammed suresi, 7)
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin.(Kur’an nasihatlarını) dinlediğiniz halde, Peygamberin emirlerinden yüz çevirmeyin.” (Enfal suresi, 20)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْرًا كَب۪يرًاۙ ﴿9﴾
“gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” İsra Suresi,10
O halde, Müslümanların yeniden dirilişi, yeniden cihana hâkim oluşu ve kurtuluşu için tek yol vardır. O da İslam’a dönüştür. Allah’a ve Resulüne itaattir. Kendi öz değerlerine sahip çıkmaktır. Ebedi kurtuluşa ermek isteyen herkes, İslam’a koşmak ve hayatını İslam’a göre düzenlemek zorundadır. Çünkü İslam’ın bütün emir ve yasakları insan için, hayattır, diriliştir, emniyettir ve kurtuluştur. İnsanoğlu başıboş değildir.
Etiketler: Dünyada Başıboş Değiliz | Mekteb-i Derviş