Mekteb-i Derviş | İslam

    EBU'L HASAN HARAKANİ (K.S.) KİMDİR, SÖZLERİ, TÜRBESİ, ESERLERİ

    (D.H.352.M.963-V. H.425/M.1033)

    Tarih sayfalarına isimleri altın harflerle yazılan gönül sultanlarından birisi de Peygamber (s.a.v) Efendimizin soyundan gelen Mücahit, mutasavvıf, âlim, veli Ebu’l Hasan Harakani(k.s) Hazretleridir. 

    Bin yıl önce Kars’a gelip Anadolu’da fütüvvet ahlakını yaşayan ve yayan Harakanî ve onun yetiştirdikleri alperen, derviş ve gazileri büyük medeniyetimize öncülük etmişler ve Anadolu’nun bize vatan olmasını sağlamışlardır. Peygamber (s.a.v)Efendimizin yolundan sünnetinden taviz vermeden nefsini mücadele ve mücahede ederek, İslam’ı şuurlu bir mümin ve Müslüman olarak yaşamış, gayri Müslimlere bile örnek olmuş, ibadet, tefekkür ve güzel ahlakın zirvelerinde bir hayat yaşamış, haçlı Bizanslılarla savaşırken şehadet şerbetini içmiş bir yiğit.

    Ülkemizin doğusunda bulunan 1064 yılında Anadolu’da fethedilen ilk şehir Anı ve Kars şehridir. Bu kent aynı zamanda Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk giriş kapısı olmuştur. Kafkasya’nın incisi olan Kars Şehri pek çok maneviyat önderini ve şehidini de derununda barındırır. Burada bulunan Ebu’l -Hasan Harakanî Külliyesi ve çevresindeki tarihi eserler Kars’ın manevi tapusudur. 

    Horasan’dan hicret edip Kars’a gelen, sadece Peygamberimizin(s.a.v) izini takip ederek insanlığa iyiliği tavsiye edip kötülükten men edenlerden biri.

    Harakanî Hazretleri beraberinde birçok ehlibeyt ve seyyidleri de getirerek Kafkasya, Karadeniz, Anadolu’nun içlerine kadar yerleştirmiş, İslam’ı yaşayarak güzel örnek olmuş, fütüvvet hizmetleri yürütmüşler, bu açıdan Kars bir tasavvuf ve maneviyat merkezi olmuştur.

    Sevgili Peygamberimiz(s.a.v)den gelen hafi ve cehri tarik kolları Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ali (r.a) Efendilerimize ulaşmaktadır. Bu silsilenin ikisi de 6. İmam, İmam Cafer-i Sadık(r.a) Hz.lerinde birleşmektedir. Cafer-i Sadık(r.a)Hazretlerinden sonra Beyazid-i Bestami(k.s)’ye ve ondan da Ebul -Hasan Harakanî(k.s)’ye gelip ulaşmaktadır. Böylece Harakanî(k.s)Hazretleri Silsile-i Aliyelerin Altıncı Piri olup, tasavvuf ilminin dünyaya yayılmasında bir merkez olmuştur.

    Allah’ın Resulü mübarek hadislerinde buyurdukları gibi; “Size iki şey bırakıyorum; Allah’ın kitabı Kur’an ve benim ehli beytimdir.” “Size iki Emanet bırakıyorum bunları muhafaza ettikçe yolunuzu şaşırmaz dalalete düşmezsiniz; Birisi Allah’ın Kitabı Kur’an, hükmü kıyamete kadar baki, Diğeri benim Sünnetimdir.” (İ.Malik,Muvatta.K.Sitte)

    Kur’an ve maneviyat ilmi ehli beytin kalplerinden insanların kalplerine ulaşmaktadır. Harakanî (k.s)Hazretleri de Üveyesidir. Anadolu’nun İslam’la müşerref olması için hem manevi yönden hem de kılıcıyla mücadele etmiş, bu uğurda şehit düşmüştür. Yetiştirdiği insan-ı kâmillerle Anadolu’nun manevi fütuhatını yapmış olan Harakanî’yi, birçok büyük sûfi, edip, ilim adamı ve devlet ricali ziyaret etmiş, bunlardan bir kısmı da kendisine mürit olmuştur. Dînine ve ibadetlerine düşkünlüğü, nefsiyle mücâhedesi ve dâimî zikir ve murâkabe hâlinde bulunması sebebiyle, kendisine “Şeyhü’l-Asr”, yani “Asrının Şeyhi” denilmiş. Pek çok kerâmetleri ve hâlleri müşâhede edilimişti.( Zehebî, Siyer, XVII, 421.)

    II. Asır’dan itibaren hem İslâm dünyasında, İslâm’ın yaşanması ve yaşatılması, hem de gayr-i Müslim diyarlara ulaştırılmasında Peygamber(s.a.v)Efendimizin; “üsve-i hasene/model insan” Ebu’l-Hasan Harakânî, işte bu zümreden. Peygamber vârisi sıfatıyla insanlığa örnek olmuş, sözleri, tavır ve davranışları, eser ve tesirleriyle ölümsüzlük kervanına katılmıştır. Ebu’l-Hasan Harakânî, Anadolunun İslamlaşmasında son derece önemli etkisi bulunan tasavvuf ekolünün ilk devir temsilcilerinden bir gönül eridir.

    İnsan ile İslâm arasındaki tebliğe âid engelleri kaldıracak vasatlar hazırlamayı gündemine almış ve bu ortamın hazırlığı görevini İslâm muhîtinde leşker-i gazâ denilen mücâhidlerle leşker-i duâ denilen gönül erleri üstlenmiştir. Bizdeki “alperenlik” ise hem gazâ, hem de duâ fonksiyonlarını üstlenen gönül erleri için kullanılan bir tabirdir.

    Doğumu: Horasan bölgesinin batısında Bistama bağlı Harakan'da hicri 352.M.963 yılında dünyaya geldi.    Adı Ali Bin Cafer, künyesi de Ebul Hasan’dır. Babası; Cafer. Nisbesi Mu‘cemü’l-büldân müellifi Yakut el-Hamevî’nin ifadesine göre el-Harakânî’dir,  Ümmi olup Bayezıd-ı Bistami(k.s) Hazretleri'nin ruhaniyeti ile feyz alarak Üveysi tarikle yetişmiş hem zamana hem de kendisinden sonraki dönemlere damgasını vurmuştur. 

    Hilyesi: Uzunca boylu, kumral tenli, genişçe alınlı, gökçek yüzlü, irice gözlü, açık ve tok sözlü idi. Sûreti itibariyle Hz. Ömeru’l-Fâruk (r.a)’a benzerdi. İlim ve irfanı sebebiyle, “zamanın kutbu ve gavsi” ünvanlarıyla anılan bir gönül sultanıydı.

    İlim Tahsili: Çocuk yaşından başlayarak ilim tahsili yapan Harakâni kısa zamanda bütün akranlarının önüne geçerek büyük bir âlim olmuştur. Tasavvuf ve hakikat piri olan Ebu’l Hasan Harakâni’ye Allah celle celaluhu tarafından vehbi ilim verilmiştir. Hz.Mevlana(k.s)’nın da mesnevisinde belirttiği gibi “Din şeyhi” Harakâni açık kerametleri, yüksek menkıbeleri ve yüce hallere sahip bir insanı kâmil idi. Yine Mevlânâ birçok sohbetinde 'Bizim söylediklerimiz Ebu'l Hasan Harakani'den aldıklarımızdan başka bir şey değildir.' diye belirtiyor.

    Bayezıd-i Bistami(k.s) Hazretleri'nden 91 yıl sonra dünyaya gelmiş, geleceğinin müjdesini de Beyazidi Veli(k.s)keramet buyurmuştur. Bayezıd-i Bistami'nin (k.s) Dihistan'da şehitlerin bulunduğu kum tepeyi her yıl ziyarete gittiği ve Harakan'dan geçerken de durup havayı kokladığı, koku almadıklarını söyleyen müritlerine 'buradan öyle bir er gelecek ki benden üç derece önde olacak bu kişinin adı Ali künyesi Ebul Hasan'dır' ,diye haber verdiği, Şathiyeleriyle tanınan mutasavvıf. Asrının Şeyhi, veli, âlim, şehit bir Hak dostudur.

    Kendisinden bir asır önce Horasan da yaşayan Beyazid-i Bestam (k.s)inin tasavvufundan etkilenerek Bestami dergâhında bir süre türbedarlık yapmıştır. Bu süre içerisinde tasavvufa erişen Ebul Hasan daha sonra çağının en büyük manevi şahsiyetlerinden birisi olmuştur

    On iki yıl boyunca Bayezid-ı Bistami Hazretleri'nin türbesine bekçilik eden Harakani Hazretleri ümmi olduğu halde Kur'an-ı Kerim'i hıfz etti. Harakani Hazretleri'nin her gün akşam vakti Harakan'dan Bistama dergâha gelir sabah namazına kadar şöyle dua ederdi: “Allah'ım Bayezıd'a ihsan ettiğin ilimlerden Hasan kuluna da ihsan eyle.' On iki yılsonunda nihayet duası kabul olur. Bayezıd-i Bistami Hazretleri'nin himmeti ile Kur'an-ı Kerim'i hıfz edip irşat mertebesine erişir. (Attâr, s. 673).

    Ebul Hasan Harakâni(k.s)Hazretleri, Kolonizatör Türk Dervişlerinin, Anadolu’daki manevi sultanlarından ilkidir. Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri adlı makalesinde, dervişlerin oynadıkları önemli rolü şöyle açıklamaktadır: “Osmanoğulları ile beraber, birçok şeyhler gelip Anadolu’nun garb taraflarında yerleşmişlerdi. Bu yeni gelen derviş muhacirlerin bir kısmı gazilerle birlikte, memleket açmak ve fütuhat yapmakla meşgul bulundukları gibi; bir kısmı da o civarda köylere veya tamamen boş ve tenha yerlere yerleşmişler ve oralarda müritleriyle beraber ziraatla ve hayvan yetiştirmekle meşgul olmuşlardır. Filhakika o zamanlar bu şayanı dikkat dini cemaatlere hemen her tarafta tesadüf edilmekte idi. Onların, tercihan boş topraklar üzerinde kurdukları zaviyeleri, bu suretle büyük kültür, imar ve din merkezleri haline giriyordu. Bu zaviyeler ve fütüvvethanelerin ordulardan daha evvel hudut boylarında gelip yerleşmiş olması, onların harekâtını kolaylaştıran sebeplerden biri oluyordu...”

    Türk dervişleri; kağanların, sultanların fetihlerini edep dilinin sunduğu imkânlardan yararlanarak oluştururlarken, dervişliği sadece din duyuruculuğu olarak almıyorlardı. Ayrıca, siyasî, iktisadî, askerî, sosyal ve kültürel keşifler de yapıyorlardı. Onların hâl dili ile söyledikleri, kâl dili ile söylenenlerden çok daha etkili olmuştur. 

    Ahmet Yesevî’den bir asır önce yaşamış olan Harakâni Hazretleri, Yesevî Hazretlerinin Anadolu’ya yönlendirdiği Yesi Erenlerinden de bir asır önce Anadolu’ya gelerek binlerce yıl varlığını sürdürecek bir yaşam üslubunun yeşermesine öncülük etmiştir. O, bir din büyüğü olmanın yanı sıra Anadolu’nun manevî açıdan fethini gerçekleştiren öncü bir isimdir de. 1033’te Kars şehrinde şehit düşmesi de göstermektedir ki Sultan Alpaslan’ın orduları henüz Anadolu’ya gelmeden, Harakâni Hazretleri sözün kuşatıcı, kapsayıcı işlevleri ile Anadolu’ya gelmiş ve bir yaşam üslubunun iklimini bu topraklarda yaşayanlara açmıştır. Bu bakımdan Harakâni, yalnızca Kars şehrinin değil tüm Anadolu’nun eşiği gibidir. Bismillahlarla girilen bu eşikten sonraki yıllarda Hz. Mevlana, Hacı Bayram-ı Veli ve Yunus Emre gibi din ve dil büyüklerinin sesleri duyulacaktır.

    Harakanî fütüvvet anlayışı ile Anadolu’da Ahilik teşkilatının kurulmasına öncülük etmiştir, ona göre fütüvvet civanmertliğin şartı üçtür:1-Cömertlik.2-Şefkat.3-Halktan müstağni olmak.

    İnsanlık ailesi içerisinde, hakikati ve marifeti bulma çabası içinde olanlara yol gösteren Ebu’l Hasan Harakanî Hazretleri şu dört grubun sözlerini dinlememizi tavsiye etmiştir.1-Âlimler, 2-Müttakiler3-,Evliya ve 4-Mürşîd-i Kamiller.

    Gazneli Mahmut’tan İbn-i Sina’ya, Çağrı ve Tuğrul Beylerden Sultan Alparslan’a kadar birçok ilim ve devlet adamı Harakâni‘nin huzuru saadetlerinde bulunarak onun irfanıyla olgunlaşmışlardır.

    Harakanî’nin insaniyetçiliğinin temelinde “aşk”ın çok önemli olduğu kadar derin bir yeri de vardır. O, aşkın mahiyetini izah ederken boyutlarını ve işlevlerini de ele almıştır. Aşkın, insan hayatındaki yerini dikkatli bir şekilde açıklamıştır. O, bunu şu şekilde dile getirmiştir:“Allah’u Teâlâ bana öyle bir fikir vermiştir ki, yarattığı her şeyi onda gördüm ve onda kalakaldım. Gece ve gündüzdeki meşguliyetlerimi (o fikir) görünmez hale getirdi. O fikir basiret oldu, küstahlık ve muhabbet oldu, heybet ve vakar oldu. O fikir nedeniyle O’nun vahdaniyetinin içine düştüm. Bir yere ulaştım ki fikir hikmet, dosdoğru yol ve halka karşı şefkat haline geldi. Onun yaratıklarına karşı, kendimden daha müşfik birini görmedim. O zaman dedim ki: Keşke bütün halkın yerine ben ölsem de halk ölüm yüzü görmese! Keşke bütün halkın hesabı benden sorulsa da kıyamet günü onların hesap vermeleri gerekmese! Keşke tüm halkın azabını bana çektirse de onların cehennemin yüzünü görmeleri gerekmese!”

    Harakânî’nin İlmî Şahsiyeti ve Eserleri

    Bazı kaynaklarda ümmî olduğundan bahsediliyorsa da Harakânî devrin sûfî âlimleri Ebu’l-Abbâs Kassâb gibi kimselerin talebesi olmuş ve Bâyezîd Bistamî’den de “üveysi” yolla feyz almıştır. “Ümmî” kelimesi, Arapça anne anlamına “ümm” kökünden gelmektedir. Annesinden doğduktan sonra bir muallimin talebesi veya bir mektebin müdâvimi olmayan kimseler için kullanılır. “Ümmî” câhil demek değildir. Aksine hayatı rûhî tecrübe ile tanımış, belki okuyup yazmamış ama irfân yoluyla olayları kuşatmış insan demektir. Bizdeki mektepli ve alaylı tabirlerinden “alaylı” bu mânaya uygun düşmektedir. Alaylı da mekteb okuyup diploma almamış, ama tecrübe ve çilelerle hayâtı, insanları ve olayları tanıyan kimse demektir. Nitekim Harakânî’nin sadece eşi sebebiyle âile hayâtında çektikleri, insanı marifet ve kemâle erdirecek boyuttadır.

    Harakânî’nin Meşrebi ve Yolu

    Harakânî, muhtelif kaynakların ittifakla haber verdiklerine göre, ondan yaklaşık bir asır sonra yaşamasına rağmen Bâyezîd Bistâmî meşrebindeydi. O’nun gibi coşkulu, cezbesi ve sekri, sahvına galipti. Fena ve baka, sekr ve sahv ile tevhid ve vahdet konularında pek çok söz söylemiş, Hallâc gibi “Ene’l-Hak” anlayışına uygun terennümlerde bulunmuştur. Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ’sında onun bu vadideki sözlerine geniş yer vermektedir.

    Devrinin muhtelif âlim ve şeyhlerini tanıyan ve onlardan okuyan Harakânî, en sonunda hemşehrîsî Bâyezîd Bistâmî’nin dergâhında karar kılmış, senelerce önce ölmüş bulunan Bâyezîd’in yolunu devam ettiren müridleriyle görüşmüş, kabrine on iki yıl türbedârlık etmiştir. Sevgi ve aşkla bağlandığı bu kapı onun gönül dergâhı olmuştur. Yılları aşıp gelen Bâyezîd sevgisi, onu yoğurmuş ve vuslata götürmüştür.

    Harakânî, bağlısı bulunduğu Bâyezîd vasıtasıyla daha sonra ortaya çıkacak olan Yesevîlik, Bektâşîlik ve Nakşbendîlik’in de kendisinden neş’et ettiği insandır. Çünkü kendisinden sonra onun yolunu devam ettiren Ebû Ali Farmedî, hem Yûsuf Hemedânî’nin, hem de Gazzâlî’nin üstâdıdır. Dolayısıyla Harakânî, Gazzâlî’nin yolunun da kolbaşı sayılır.

    Yûsuf Hemedânî(k.s) ise hem Yesevîlik’in kurucusu Ahmed Yesevî(k.s)’nin, hem de Nakşbendîlik’in üveysî pîri Abdülhâlık Gucdüvânî(k.s)’nin mürşididir. Bektâşîlik’in Yesevîlik ile bağlantısını düşündüğümüzde Harakânî bu üç kolun kendinden çıktığı merkez konumundadır.

    Ebul Hasan El Harakani Hazretleri'ni, ölmelerine rağmen halen yeryüzünde tasarrufu devam eden beş büyük zattan birisidir. Çünkü O daha dünyada iken ahireti görmeyi başardı. İnsanların imanlarının kurtuluşuna hizmet etmeyi varlığının gayesi olarak gördü. Birçok ulema gelip geçmiştir şu hayattan ama en önemli beş büyük zattan sayılmasına rağmen Harakani Hazretleri çok az kişi tarafından biliniyor.

    Ebu’l Harakanî Hazretleri tüm insanlığa evrensel mesajını şu sözleriyle seslenmiştir. “Her kim bu dergâha gelirse ekmeğini verin ve dinini ve inancını sormayın; zira Ulu Allah’ın dergâhında ruh taşımaya layık olan herkes, elbette Ebu’l -Hasan’ın sofrasında ekmek yemeye de layıktır.”

    İlahi! Her koşulda senin ve Resul’ün bendesi, halkının hizmetçisiyim!

    HARAKĀNÎ HAZRETLERİNİN İBADET HAYATI

    Harakānî Hazretleri küçüklüğünden beri ibadetlere düşkün idi. Farzların hâricinde pek çok nâfile namaz kılardı. Bâzen kendisine öyle bir hâl gelirdi ki, gafletle kıldığı endişesiyle namazlarını kazâ etme ihtiyacı hissederdi. ( Attâr, Tezkire, s. 637.)

    Harakanî(k.s)Hazretlerine göre gerçek kulluk, hakiki anlamıyla ibadet yapmaktır.

    İbadet konusu, Harakanî’nin eserlerinde çok açık bir şekilde ve geniş olarak yer alır.O bu konuda şöyle demektedir:“Amele devam et ki, ihlâs ortaya çıksın ve ihlâsa devam et ki,nur ortaya çıksın.Nur ortaya çıkınca ise Allah’ı görürcesine ibadet edersin.”

    Harakani(k.s) Hazretleri mükemmel bir ruh inceliğine sahipti; 'Allah'ım gariplerin benim tekkemde ölmelerine müsaade etme. Zira Ebu'l Hasan'ın tekkesinde bir garip öldü derlerse, ben o garibin ölümüne tahammül edecek güce sahip değilim' diye Allah'a yalvarıyordu.

    Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri bir gün müritlerine: “Hangi şey daha üstün ve değerlidir?” diye sual etti. 

    Onlar da: “Ey Şeyh! Bilmiyoruz, bunun cevabını siz veriniz!” dediler. 

    O da: “Hayatın her safhasında, her zaman ve mekânda Allah’ın zikriyle dolu bir gönül!” cevabını verdi.( Câmî, Nefahât, s. 444.)Şöyle buyururdu: “Hak dostları daima büyük bir hüzün içindedir. Bunun sebebi de Cenâb-ı Hakk’ı şânına lâyık bir şekilde zikretmek isteyip de bunu yapamayışlarıdır. ”( Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 248.)

    Zira Peygamber Efendimiz(s.a.v) de şöyle niyâz ederdi:

    “…Yâ Rabbî, Sen’i hakkıyla senâ etmekten âcizim. Sen zâtını nasıl senâ ettiysen öylesin!” (Müslim, Salât, 222)

    Harakānî Hazretlerinin Cenâb-ı Hakk’a olan tâzim ve muhabbeti o derecedeydi ki şu tavsiyede bulunurdu: “Siz «Allah» derken, başka bir söz söyleyen kimse ile aslâ sohbet etmeyiniz. (Câmî, Nefahât, s. 444.)

    HARAKĀNÎ HAZRETLERİNİN DUALARI

    Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri dâimâ ilâhî azamet ve kudret akışlarının tefekkürü hâlinde bulunur, murâkabe ve ihsan duygusu içinde yaşar, müridlerine de böyle olmalarını tavsiye ederdi. Onun şu sözleri, sahip olduğu maiyyet/Allah ile beraberlik şuurunu ne güzel aksettirmektedir: “İnsanlar ekseriyetle dualarında şöyle derler, “Allah’ım, üç yerde imdadımıza yetiş: Can çekişirken, mezarda ve kıyamette! Ben de diyorum ki; “İlâhî, her zaman imdadıma yetiş!” (Attâr, s. 638.)

    “Dilini öyle bir mühürle ki Allah’ın râzı olmadığı şeyleri konuşmasın!

    Kalbini öyle bir mühürle ki Allah’tan gayrısına meyletmesin!

    Ağzına öyle bir kilit vur ki helâl olmayan bir şey oradan geçmesin!

    Diğer âzâlarını da öyle bir mühürle ki ihlâssız bir amel işlemesin!” (Attâr, s. 627.)

    “İlâhî! İnsanları incittiğim zaman beni görür görmez yollarını değiştiriyorlar. (Sen ise Rabbim, ne kadar sonsuz bir merhamet sahibisin ki) Sen’i o kadar incittiğimiz hâlde Sen yine bizimle berabersin!” (Attâr, s. 616.)

    “Allah Teâlâ şu dört şeyle kula hitâb eder: Beden, dil, kalp ve mal. Bedeni hizmete, dili zikre vermek kâfî değildir! Kalben Cenâb-ı Hak’la beraber olup malını da Allah yolunda cömertçe sarf etmedikçe bu vuslat yolunda mesâfe alamazsın!” (Attâr, s. 631.)

    NEFSİ ARINDIRIP KEMÂLE ERDİRMEK

    Harakānî Hazretleri, nefsin tezkiye ve terbiyesi hususunda şöyle buyururdu: “Allah sizi dünyaya temiz olarak getirdi; siz de O’nun huzuruna kirli olarak gitmeyiniz!” (Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 258.)

    Âyet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:“Rab’lerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük Cennet’e sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: «Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!» derler.” (Zümer Suresi, 73)

    “Yüce mertebelere ulaşan Hak dostları, ihlâsla yaptıkları amelleri yanında, nefislerini de tezkiye ettikleri için yükseliyorlar.” (Attâr, s. 622.)

    “Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecbûrîdir, aynı şekilde gönülden kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.” (Attâr, s. 629.)

    Zira ahlâkımızın seviye kazanması, ibadetlerimizin kabûlünün en büyük alâmetidir.

    Harakani Hazretleri kibiri hiç sevmezdi. Zaten Allah dostlarının sıfatlarının biri de tevazu sahibi olmasıdır. Talebelerine şöyle buyurmuştur: “Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıçrasa, hemen onu söndürmeye koşuyorsun! Peki dînini yakacak olan bir ateşin, yani kibir, haset ve riyâ gibi kötü sıfatların kalbinde durmasına nasıl müsâade edebiliyorsun?!” (Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 239.)

     “İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz:

    1) Dünya hırsına sahip âlim ve

    2) İlimden mahrum ham sofu!” (Attâr, s. 624.)

    “Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz; çok infâk ediniz, az yiyiniz; başınızı yastıktan uzak tutunuz! (Uykunun esiri olup da iç dünyanızı hantallaştırmayınız!)” (Attâr, s. 630.)

    Harakānî Hazretleri daha çok hüzün hâlinde bulunur, semâ ve rakstan hoşlanmazdı. Özel hırka ve husûsî seccâde gibi şeklî unsurlara ehemmiyet vermezdi.

    HARAKĀNÎ HAZRETLERİNİN HELÂL LOKMA HASSÂSİYETİ

    Harakānî Hazretlerinin teveccühüne mazhar olan bir mürîdi vardı ki, Şeyh’in nazarında bütün müridlerden daha üstündü. Bir gün şeyhine: “Efendim, bizim bâzı kardeşlerimiz var ki, onlar koyun sahibi olup malları helâldir. Uzun zamandır birkaç koyunu tekkeye bağışlama arzusundadırlar.” dedi.

    Şeyh Hazretleri: “Ben öyle bir tevekkül ve teslîmiyet içindeyim ki, Allah Teâlâ bana: «Senin ihtiyaçlarını Ben karşılarım.» buyurdu. Bir daha ısrar etmeyeceğine söz verirsen, bu defaya mahsus, helâl olması şartıyla kabûl ederim...” buyurdu.

    Koyunları toplayıp getirdiler. Şeyh Hazretleri tekkeden dışarı çıktı, kolunu sallayınca koyunların bir kısmı tekkeye girdi, bâzısı da hiç kimsenin tekkeye sokamayacağı şekilde kaçıp karşı tarafa gitti. Araştırdıklarında, tekkeye girmeyen koyunların helâl olmadığı anlaşıldı.( Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 315.)

    Bir gece hizmetçisi turşu yapmıştı. İçine Şeyh’in kendi eliyle ekmiş olduğu bahçeden çöğen otu koparıp koymuştu. Harakānî Hazretlerinin âdeti, yatsı namazını kılmadıkça yemek yemezdi: “Allah’ım, Sana olan ibadetlerimi huşû ile tamamlamadan vücudumu beslemeyeceğim.” derdi.

    Yatsı namazından sonra yemek getirdiler. Hazret: “Bu yemekten karanlık (şüphe) kokusu geliyor.” dedi. Ertesi gün o bahçeye gidip baktılar ki, bâzı insanlar buğdaylarını sulamak için harklarına su salmışlar, Efendi’nin bağına giden harkın bağlantısı da açık kaldığı için su oraya akmış ve Efendi’nin ektiği sebzeler bu sudan bir miktar almıştı.( Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 315-316.)

    Hadîs-i şerîfte buyrulur:“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîr, 15/3127)

    Bu firâset, basîret ve takvâ hassâsiyeti de Hakk’a yakın kalplerin sanatıdır.

    AZ YEMEK VE AZ KONUŞMAK

    Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Kırk yıl var ki, misafir için hazırlanan dışında ne yemek pişirmiş ne de herhangi bir şey yapmışızdır. Misafir için pişen yemekten de kifâyet miktârı faydalanırdık.” (Attâr, s. 637.)

    Harakānî Hazretleri şu kıssayı naklederdi: Lokman Hakîm bir gün oğluna:“Yavrucuğum, bu gün oruç tut ve konuştuğun her şeyi not et! Akşam olunca konuştuklarını bana arz edip hesâbını verdikten sonra iftar edersin!” dedi.

    Akşam olunca oğlu konuştuklarının hesâbını vermeye başladı. Vakit iyice geç oldu ve karnı iyice acıktı. Lokman Hakîm ertesi gün de aynı şeyi söyledi. Yine oğlu hesap verinceye kadar iftar iyice gecikti. Üçüncü gün de aynı şey olunca, dördüncü gün oğlu, lüzumsuz konuşmaları terk etti. Akşam babası hesap isteyince de: “Hesap verme korkusuyla çok az konuştum.” dedi. 

    Lokman Hakîm: “Gel öyleyse, hemen yemeğini ye!” buyurdu.

    Harakānî Hazretleri bu kıssayı anlattıktan sonra da:“Dünyada lüzumsuz konuşmaları terk edenlerin hâli, kıyâmet günü, Lokman Hakîm’in oğlunun hâli gibi selâmet olacaktır.” buyururdu.( Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 265.)

    HARAKĀNÎ HAZRETLERİNİN GAZNELİ MAHMUT’A NASİHATLERİ 

    İlk Müslüman Türk devletini kuran Gazneli Mahmûd da onu ziyaret ederek feyz alanlar arasındadır. Feridüddin Attar’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sında verdiği bilgiye göre, Gazneli Sultan Mahmûd, Şeyh Harakânî ile birkaç defa görüşmüştür. Hindistan Fâtihi, büyük Sultan Gazneli Mahmut, Harakān köyü yakınlarına geldiğinde, medhini duyduğu Ebû’l-Hasan Hazretlerini ziyaret etmek istemişti. Evvelâ bir adamını çağırarak Harakānî Hazretleri’ne gitmesini ve:

    “Gazne Sultânı ziyaretinize gelecek, sizler de müridlerinizle beraber onu karşılamaya çıkın!” demesini emretti. Eğer tereddüt ederse de; “Allah’a, Resûlü’ne ve sizden olan emir sahiplerine (idârecilere) itaat ediniz...” (en-Nisâ, 59) âyetini hatırlatmasını tembih etti. Bu tâlimâtıyla Hazret’in nasıl davranacağını görerek onun mânevî kemâlini yoklamak istiyordu.

    Elçi, kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Harakānî Hazretleri ona şöyle dedi:

    “Mahmut’a de ki: «Ebû’l-Hasan; “Allah’a itaat edin!” fermânıyla öyle meşguldür ki, seninle ilgilenecek hâli yoktur.»”

    Bu söz, Sultan Mahmut’a derinden tesir etti. Yanındakilere: “Kalkın Şeyh’in huzuruna varalım, bu zât farklı bir insan, bizim bildiğimiz kişilerden değil!” dedi. Huzura varan Sultan Mahmut: “Bana bir nasihatte bulun!” dedi. 

    Harakānî Hazretleri: “Ey Mahmut, dört şeye dikkat et: Takvâ, cemaatle îfâ edilen namaz, cömertlik ve halka şefkat!” buyurdu. 

    Sultan Mahmut:“Bana duâ et!” diye ricâ etti. 

    Hazret: “Beş vakit namazda; «Allah’ım, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları affeyle!» diye duâ ediyorum. Sen de buna dâhilsin.” buyurdu. 

    Sultan Mahmut:“Husûsî duâ istiyorum!” dedi. 

    Harakānî Hazretleri: “Ey Mahmut, âkıbetin Mahmut (hayırlı ve güzel) olsun!” diye duâ etti ve onları ayakta uğurladı. 

    Sultan Mahmut: “Geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdi ise ayağa kalkıyorsun. O hâl neydi, bu ikram nedir?” diye sordu. 

    Hazret: “Gelirken sultanlık gururuyla ve imtihan için gelmiştin, şimdi ise gönül kırıklığı ve dervişlik hâliyle gidiyorsun. Dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Daha önce sultan olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum!” dedi.

    Sultan Mahmut gazâya gitmek üzere oradan ayrıldı. (Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 298-300; Attâr, s. 598-599.)

    Harakânî ve Fütüvvet 

    Fütüvvet, gençlik demektir. Hz. Ali(r.a) gibi birtakım gençlerin asr-ı saâdetteki fedâkarlık, yiğitlik ve civânmerdlikleri sebebiyle bu kelime tasavvuf kültürümüzde yiğitlik ve cömertliği ifade eden bir âlem olmuştur. Bu yüzden hicrî ikinci asırdan sonraki sûfîlerden bu kavramı kullananlar pek çoktur. Ancak bu kavram daha sonra Abbâsî halifelerinden en-Nâsır li-dînillah tarafından gençleri ve san’atkarları organize eden, eğitip yetiştiren bir örgüt hâline gelmiştir. Bu fütüvvet anlayışı, Anadolu Selçukluları zamanında “Ahîlik” olarak sistemleşmiş, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması ile Osmanlı’nın kurulup gelişmesinde önemli hizmetler ifâ etmiştir.

    Fütüvvet ile ilgilenen Harakânî bu teşkîlâtın ve Ahîlik’in kurulmasını da hazırlayanlardandır. Ona göre fütüvvet ve civanmertliğin şartı üçtü:

    1- Cömertlik,

    2- Şefkat,

    3- Halktan müstağnî olmak.

    İçinde Allah’dan başkasına yer olan kalb, baştanbaşa ibadet ve taatla dolu olsa da ölüydü. Çünkü gönüllerin en aydını, içinde halk olmayanı, amellerin en güzeli, içinde mahlûk fikri bulunmayanıydı.

    Amel ve ibadetlerdeki ölçüsü şuydu: “Hergün akşama kadar halkın beğendiği ve memnun kaldığı işler yapasın. Her gece de sabaha kadar Hakk’ın beğendiği amel ile olasın.”


Devamı... ►


Etiketler: Ebu'l Hasan Harakani (k.s.) Kimdir? Sözleri, Türbesi, Eserleri, Ebu'l Hasan Harakani kimdir, Ebu'l Hasan Harakani hayatı, Ebu'l Hasan Harakani türbesi, Ebu'l Hasan Harakani vefatı, Ebu'l Hasan Harakani nasihatlar, Ebu'l Hasan Harakani eserleri | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi