Mekteb-i Derviş | İslam

    EMİR SULTAN (K.S.) KİMDİR, HAYATI, ESERLERİ, TÜRBESİ

    (D.H.770-M. 1368.Buhara -V.H.833-M.1429.Bursa)

    Osmanlı Devletinin kuruluş devrinde yaşıyan, tefsîr, hadîs, kelâm âlimi ve mutasavvıf, veli, Yıldırım Bayezid Han’ın damadı.

    Buhara’da doğdu. Adı, Mehmed Şemseddin, babası Seyyid Muhammed b. Ali'dir. Bir zamanların ilim ve irfan beldesi Buhara'da dünyaya gelmiştir. "Emir Sultan" olarak meşhur olmuştur. Bursa denilince akla ilk gelen şey Emir Sultan Hazretleri'dir. Horasan diyarından gelen Emir Sultan Hazretleri'nin soyu ta İmam-ı Ali (k.v.) Hazretleri'ne kadar uzanır. Seyyid olduğu için “Emîr”, çömlekçilik yaparak geçimini sağladığı için “Külâl” unvanları verilen ve Emîr Külâl diye tanınan babası Seyyid Ali Buhara’nın tanınmış mutasavvıflarından alim bir velidir. Seyyid Ali, Bahâeddin Nakşibend’in aynı unvanı taşıyan mürşidi Emîr Külâl ile karıştırılmamalıdır.

    Anadolu'yu aydınlatan, anadoluya İslam’ı mayalayan, alperen bahtiyarlardandır. Çocukluk yılları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte iyi bir tahsil gördüğü söylenebilir. Bizzat kendi ifadesine dayanılarak yazıldığı söylenen menâkıbnâmelerin birçoğuna ve onlara dayanan tarih ve biyografi kitaplarına göre soyu yedinci kuşakta on ikinci imam Muhammed el-Mehdî el-Muntazar’a ulaşır. Bazı menâkıbnâmelerde Muhammed el-Mehdî’den önceki isim Hasan el-Askerî yerine Ali şeklinde kaydedilmiştir. Akrabası olduğunu söyleyen Emîr Hasan Nûrî, Emîr Sultan’ın yedinci İmam Mûsâ el-Kâzım’ın oğlu İbrâhim’in soyundan geldiğini bildirerek farklı bir silsile kaydeder. İmam Mûsâ el-Kâzım’ın gerçekten İbrâhim adlı bir oğlu bulunduğuna göre en mâkul rivayetin bu olduğu düşünülebilir.

    Emir Sultan, Türk-İslâm dünyasının başlangıçta ilim membaı olan Buhara’da yetişmiştir. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de de ayrıca ilim tahsil etmiştir. 

    On yedi on sekiz yaşlarında iken babası vefat eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra  Seyyid Usûl, Seyyid Nâsır, Seyyid Ni‘metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gibi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara’dan ayrıldı. Daha çocuk denilecek yaşta iken Buhara'da bir rüya gördü. Rüyasında Rasulüllah Efendimiz onu Medine'ye çağırıyordu. Hacılar kervanına katılarak Medine'ye ulaştı. Rasulüllah Efendimiz'in Ravzasına kavuştu. Ne var ki, hacılar kendilerine birer mesken bulup yerleştiği halde ona sahip çıkan olmadı. Sonunda seyyidlere mahsus olan boş bir oda bulup oraya doğru yürüdü. Orada bulunan bir kimse yöneldiği yerin seyyidlere mahsus olduğunu bildirerek girmemesini söyledi. Emir Muhammed Efendi, kendisinin seyyid olduğunu söylediyse de, o zat kılık kıyafetinin seyyidlere benzemediğini, bunun için de onlara mahsus odaya kabul edemeyeceğini söyledi. Sonunda, kendisini seyyid olarak kabul ettirmek için Rasulüllah Efendimiz'e sormayı kabul ettiler. Birlikte Ravza-i Mutahhare'ye vardılar ve Emir Muhammed Efendi: "Esselâmü aleyke yâ ceddi!" diye seslendi. Bu sese: "Ve aleykes selâm yâ veledi yâ Seyyid Muhammed Buhari!" diye karşılık geldi. O andan itibaren değeri anlaşıldı ve orada bulunanlar eline, eteğine sarılmaya başladılar. Bundan sonraki Medine hayatı Rasulüllah Efendimizin Ravzası’nda coşkunluklar ve vecdler halinde geçti 

    Hac farizasını ifayı müteakip Medine’de, birkaç yıl kaldıktan sonra,  bir gece rüyasında yine’ yanında İmam-ı Ali (k.v.) Hazretleri bulunduğu halde Efendimiz (s.a.v.)'i gördü. İmam-ı Ali(r.a), kendisine dikkatle bakarak: "Oğlum, sana burada mekân tutmak yok. Yüce Allah seni Ceddim Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın yolunda hizmet için görevli kıldı. Rum diyarına gidecek, halkı irşad edeceksin. Senin önünde ilerleyen nurdan üç kandil belirecek. O kandiller hangi yerde gözden kaybolursa, orayı kendine mekân tutacak ve orada kalacaksın. Kabrin de orada olacaktır." Bu rüya üzerine şaşkına döndü. Gönlü Medine'den, bilhassa Rasulüllah Efendimiz’in Ravzası’ndan ayrılmak istemiyordu. Önce Irak -Bağdat’a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi’nin ceddi Seyyid Muhammed en-Nattâ’nın misafiri oldu. Çaresiz yeniden Buhara'ya döndü. Hasret ateşiyle tutuştuğu Rum diyarına vakit geçirmeden yürümeye koyuldu. Dağ tepe demeden yol aldı ,onunla birlikte Anadolu’ya geçerek, Karaman, Niğde, Hamîd-ili, Kütahya ve İnegöl yoluyla Bursa’ya ulaştı. Gelir gelmez de yanan kandiller gözden kayboldular. Kendisine hazırlanan yere geldiğini hemen anladı ve Bursa'da yerleşip kalmak üzere kararını verdi.  Bursa’ya Yıldırım Bayezid Han zamanında gelmiştir. 

    Menâkıbnâme müellifi Hüsâmeddin ile tarihçi Âlî, Niğbolu Muharebesi sırasında (798/1396) Bursa’da bulunduğu kesin olan Şemseddin Muhammed’in evlenmesinden bahsederken Yıldırım Bayezid’in bu sırada Eflak seferinde olduğunu söylerler ki bu takdirde 1394’ten önce Bursa’ya gelmiş olmalıdır. Bursa’da ilk olarak Pınarbaşı’na veya Gökdere civarındaki bir mağaraya ya da bir savmaaya yerleştiğine dair farklı rivayetler vardır. İlk ikamet yerinin türbesinin bulunduğu mahal olduğu da söylenir. Bursa’da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri haline gelir; Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyih arasında da itibar görmeye başlar. 

    Bu sırada Osmanlı padişahı olan Yıldırım Bayezıd Han Rumeli fethinde bulunuyordu. Zafer nasip olmuş, bir süre orduyu dinlendirmek için Edirne'de kalmıştı. Zaten Edirne Osmanlı'nın o dönemde ikinci payitahtı idi. Yıldırım Bayezıd'ın güzeller güzeli kızı Hundî Hatun bir gece rüyasında Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz’i gördü. Efendimiz ona; "Ey güzel kız! Seyyid Muhammed Buharı ile evleniver. O benim oğlumdur." Bu rüyasını kimseye açmayan Hundî Sultan'ın gönlüne aşk ateşi dolmuş, yanıp yakılıyor. Ancak derdini kimseye açamıyordu. 

    Yine bir gece rüyasında Rasulüllah Efendimiz(s.a.v)’i gördü. Bu defa da ona şöyle buyurdu: "Kızım! Eğer kıyamet gününde benden şefaat umuyorsan, Muhammed Buharı ile hayatını birleştir." Uyandığında, içinin bir ateşle kavrulduğunu duydu. Kimseye açamadığı derdini, yüceler Yücesi Allah'a açmaya karar verdi. Şöyle yalvarmaya başladı: "Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım! Düşenlerin elinden ancak sen tutarsın. Benim de elimden tut. Eğer o Seyyid Muhammed Buharı kulunun bu ateşimden haberi yoksa onu da haberdar eyle." Sabah olunca hizmetçisini çağırdı ve ona: "İki gecedir üstüste aynı rüyayı görüyorum. Var Emir Sultan'a olanları anlat. Bu rüyalardan o da haberdar mıdır, bileyim" dedi. Hundî Sultan'ın cari-yesi eteklerini sürüyerek Emir Sultan'ın kapısına vardı. 

    Emir Sultan Hazretleri de gelecek haberci misafirini beklemekte idi. Cariye kendisine bir şey söylemeden: "Var hanımına söyle. Bu husus bizim de malumumuzdur." Cariye, kuş gibi uçarcasına haberi Hundî Sultan'a iletti. Hundî Sultan sevinçten uçuyordu. Bir ara kendine geldi ve: "Takdir-i İlâhî bozulmaz. Bu durumdan herkesi haberdar etmeliyiz." Rüyasını bütün saray halkına anlattı. Sonunda nikâhları kıyıldı. 

    Kötü huylu kimseler derhal Edirne'de bulunan Yıldırım Bayezıd Han'a haber uçurdular. “Sultanımız, kızınız Hundî Hatun, derviş parçası bir adamla evleniyor” diyerek sultana olan bitenleri ilaveli bir şekilde Sultan'a aktardılar. Yıldırım Bayezıd Han, öfkesinden çılgına döndü. Vezirlerinden Süleyman Paşa'yı huzuruna çağırdı ve: "Paşa! Kendi kapı halkından kırk kişi al ve birçok sipahi ile Bursa'ya git. Emir Sultan denen dervişle kızım Hundî Sultan'ın başlarını koparıp bana getir. Çabuk ola! Süleyman Paşa, aldığı emri yerine getirmek üzere maiyeti ve sipahilerle Edirne'den hareket etti. Yıldırım hızıyla Bursa'ya ulaştı. Kaplıcalar semtinde bir yerde konup adamlarına emir verdi: "Sizlerden Emir Sultan denilen derviş ile Hundî Sultan'ın başlarını isti-yorum." Cengâverler sarayın çevresini kuşattılar ve Emir Sultan ile Hundî Hatun'u aramaya başladılar. 

    Emir Sultan'ın dervişlerinden biri onlara şöyle seslendi: "Ey yiğitler! Münafık sözüne uyup olay çıkarmayın." Bu sözü Emir Sultan ve Hundî Hatun birlikte duydular. Emir Sultan Hundî Hatun'a bakarak şöyle dedi: "Ey Hundî Hatun! Duvarda asılı duran yayı al ve bir ok koy kirişini ger. Sonra da evliyanın cümbüşünü seyret." Askerler kapıya yüklenmiş, saraydan içeri dolmuşlardı. Hemen orada beliren kırk yeşil ok hücumda olan kırk askerin kalbine saplandı ve hepsi yere cansız düştüler. Olup bitenler Süleyman Paşa'ya bildirildi. Öfkeyle atına binip saraya doğru harekete geçtiyse de atından düşerek boylu boyunca yere serildi. O sırada Emir Sultan Hazretleri kendi kendine konuşuyordu: "Lütfen sabredin." Anadolu evliyaları Emir Sultan Hazretlerinin yardımına koşmuşlardı. Süleyman Paşa da attan düştüğü yerde ölüp kalmıştı. 

    Haber en kısa zamanda Yıldırım Bayezıd Han'a ulaştırıldı. Yıldırım Bayezıd Han bu defa Bursa kadısına durumu tahkik için bir mektup gönderdi. Kadı da Emir Buharî Hazretleri'nin büyüklüğünü, Rasulüllah Efendimizin emri üzerine Bursa'ya geldiğini, bu evlenme işi de yine onun emri olduğunu bir bir anlattı. Yaptıklarından pişmanlık duyan Yıldırım'ın öfkesi geçti ve bir yakınını göndererek Emir Sultan Hazretleri'nden özür diledi. Böylece bu izdivaç Padişah tarafından da onaylanmış oldu. Rivayete göre, Hundî Sultan bir atlas bohça içerisinde nişanlısı Emir Sultan Hazretleri'ne Harem Ağası ile bir takım giyecekler gönderdi. O sırada Emir Buharı Hazretleri küçük bir hücrede, dervişlerine sohbette bulunuyordu. Bohçayı alıp içerisinden atlas bir yemeni aldı. İçerisine önündeki mangaldan kıpkırmızı koru koydu ve nişanlısına hediye olarak gönderdi. Hediye sarayda açıldığında, yemeni içinde nadide mücevherlerin parlamakta olduğu görüldü.

    Zahir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen Molla Fenârî, Molla Yegân, Alî-i Rûmî gibi âlimlerin onun mânevî gücü karşısında bir süre ağız açamadıkları ve onlarla giriştiği tartışmadan başarıyla çıktığı şeklindeki rivayetlerden onun bu âlimlerle yakın münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sultan bu yıllarda Molla Fenârî’den Sadreddin Konevî’nin Miftâḥu’l-ġayb’ını okuyup istinsah etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icâzetnâme yazmıştır. (Taşköprizâde, s. 55)

    Mutasavvıflara ilgisi olan Bursa halkı tarafından kısa sürede sevilmiş ve etrafında birçok mürit toplanmıştır. Bursa ulema ve meşayihi ile de münasebette bulunmuştur. Emir Sultan; Bursa’da Şemseddin Fenâri’den ders aldı ve icazet diploması da hocası tarafından yazılıp verilmiştir. 

    Daha sonra I. Bayezid’in kızı Hundî Hatun ile evlenmiş bu evlilikten iki kızı ve daha sonra kendi emri ile öldürteceği Emir Ali Çelebi adında bir oğlu olmuştur. Çocukları hep kendisinden önce ölmüştür. Emir Sultan, “kerametler Sultanı” diye de anılmıştır. 

    Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtılan Emîr Sultan’ın on iki terkli taç üstüne yeşil imâme sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takvâ içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir. 

    Zamanında Osmanlı sultanları kendisine hürmet eder, sefere çıkacaklarında huzura gelip, mübarek duasını alırlardı. Emir Sultan, aynı zamanda birinci Bâyezid’in ‘Bilim Danışmanı’ idi. Ordu onun eliyle kılıç kuşanırlardı. Emir Sultan; hayatı boyunca din ve vatan için yapılan gazaları teşvik etti. Müritlerine bu işlerin kutsiyetini anlatarak onların da bu yola gönül bağlamalarını sağladı.

    Emir Sultan’ın vefatından sonra bile manevî yardımlarının serhat boylarındaki gaziler tarafından görüldüğü sürekli bir şekilde anlatılırdı. Bu cümleden olarak onun, çok gayret sarf etmesine rağmen Timur-Yıldırım çarpışmasının önüne geçemediği ve savaşın da Emir Sultan’ın işaret ettiği gibi Yıldırım Bayezid’in aleyhine sonuçlandığı bilinmektedir.

    Osmanlı Devleti’nin genişleyip büyümesinde maddî ve manevî yardımları olan Emir Sultan, asıl kurduğu tarikat ve yetiştirdiği müritleri vasıtasıyla hizmet etmiştir. Anadolu’nun Türkleşmesi-İslâmlaşması sürecinde onun da büyük rolü olmuştur. Kendisi, daha çok “toplumun hocası” olarak görev yapmış, öğrenci yetiştirmiş, şairlik yönü itibariyle de birkaç şiir yazmış ve söylemiş, fakat bunun dışında da herhangi bir eseri bulunmamakta, ama ona ait bir menakıpname ölümünden bir müddet sonra müritleri tarafından kaleme alınarak birkaç nüsha halinde yazılmıştır.

    Akar gözlerümden yaş yerine kan

    Zerrece görünmez gözüme cihân

    Deryâlar nûş idüb kanmaz iken cân

    Aşıklar kandıran ummânı buldum

    Emîr Sultan dir ne hoş bâzâr imiş

    Aşıklar seyr idüb gezerler imiş

    Cümlenün maksudı ol dîdâr imiş

    Hakk’a karşı duran divanı buldum” (Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL, Türk Halk Şiiri Emir Sultan Efsanesi)

    Yıldırım Beyazıd savaşa gider. Emir Sultan, Yıldırım Beyazıd’ın damadı olduğu için Bursa’dan ayrılmaz. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenir. Emir Sultan’a  “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın.”  Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zamanda gelecek.” der. Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan karısına savaş meydanını gösterir. Bakarlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü alır ve ortadan kaybolur. Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirir. Beyaz atlı savaşçı önüne çıkan düşmanı perişan eder. Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanır. Evden çıkarken karısının başından aldığı başörtüsünü de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarar ve ortadan kaybolur. Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultanı huzuruna çağırır. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum, Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” der.

    Emir Sultan “Affedersiniz Sultanım” diyerek beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamaz. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanır. “Hayır, baba” der. Bacağınızdaki çevreye bir bakar mısınız, o benim çevrem” der. Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu görünce kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlar. Hemen yerinden fırlayarak Emir Sultanın elini öpmeye çalışır. Emir Sultan “Siz benim büyüğümsünüz, ben sizin elinizi öpeyim” der. Ve zaferlerin daim olmasını diler.

    Emîr Sultan’ın Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun ile evlenmesi kaynaklarda farklı şekillerde anlatılmaktadır. Menâkıp kitaplarına göre Hundi Hatun rüyasında gördüğü mânevî işaretler üzerine, Rumeli taraflarında seferde bulunan babasının rızâsını almadan Emîr Sultan ile evlenmiş, dönüşte durumu öğrenen padişah gazaba gelerek kızıyla damadını öldürmek üzere Süleyman Paşa maiyetinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş, ancak Emîr Sultan’ın kerametiyle bunlar birer “kadîd” kesilmiştir. Bursa’nın Yıldırım semtindeki Kaditler Mezarlığı’nın adının bu olaydan kaynaklandığı rivayet edilmektedir.

    Bunun üzerine Molla Fenârî Yıldırım’a, öldürülmesini emrettiği zatın peygamber soyundan bir kişi olduğunu, Anadolu’ya şimdiye kadar böyle değerli bir zatın ayak basmadığını, onun kayınpederi olmasının kendisi için büyük bir şeref vesilesi olduğunu, kendisini öldürmek için gönderdiği adamların bir anda kadîde dönüştüğünü belirten, kendisine bir daha tecavüz edilirse bütün şehrin helâk olacağını bildiren bir mektup göndermiştir. (metni için bk. Baldırzâde, Ravza-i Evliyâ, vr. 9b-10a; Mehmed Şemseddin, s. 6)

    Molla Fenârî’yi Emîr Sultan’ın kerametine şahit göstermek isteyen bu mektubun tarihî bir vesika olma ihtimali zayıf bulunmakla birlikte onunla münasebetlerinin iyi olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Öte yandan Mecdî ve Belîğ, padişahın çok sevip saydığı Emîr Sultan’la kızını kendi rızâsıyla evlendirdiğini söylerler ki doğrusu da bu olmalıdır.

    Molla Fenârî gibi bazı büyüklerin de yardımıyla Emîr Sultan, Yıldırım Bayezid’in Timur tarafından gönderilen elçileri öldürtmesine engel oldu. Ankara Savaşı’nın ardından Bursa’nın Timur ordusu tarafından işgali sırasında Molla Fenârî ve İbnü’l-Cezerî ile birlikte Emîr Sultan da Kütahya’da bulunan Timur’un huzuruna götürüldü. Bir süre sonra serbest bırakılarak yine Molla Fenârî ile birlikte Bursa’ya döndü. II. Murad’ın, amcası Mustafa Çelebi’ye karşı sürdürdüğü mücadelede hükümdarın yanında yer aldı. Mustafa Çelebi büyük bir kuvvetle Bursa’ya yaklaşırken padişahın Emîr Sultan’a başvurup amcasına karşı yürüttüğü mücadelede onun sözlerinden cesaret aldığı, olaydan sonra kendisine daha çok bağlandığı, huzurunda diz çöküp oturduğu rivayet edilir.

    II. Murad tarafından 1422’de yapılan İstanbul kuşatmasına Emîr Sultan da katıldı. Bu kuşatmanın tarihini yazan Bizans tarihçisi Ioannec Kananoc, Emîr Sultan’ın 500 kadar dervişiyle birlikte büyük bir debdebeyle padişahın ordugâhına geldiğini, hücum vakti olarak tayin ettiği 24 Ağustos Pazartesi günü öğleden bir saat sonra dervişlerinin başında at üstünde kılıç ve kalkanıyla surlara yaklaşıp kılıcını çekerek üç kere salladıktan sonra hücuma geçtiğini, bu işaret üzerine Türk ordusunun taarruza kalktığını anlatır.

    Bütün kaynaklar Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad’ın Emîr Sultan’a saygı gösterdiklerini, sefere giderken onun eliyle kılıç kuşanıp duasını aldıklarını belirtir. Padişahlara kılıç kuşatma geleneği, Emîr Sultan’ın Hammer’e göre Yıldırım Bayezid’e, Atâ Bey’e göre ise II. Murad’a kılıç kuşatmasıyla başlamıştır. Osmanlı padişahları Emîr Sultan’ın vefatından sonra da ona hürmet göstermeyi sürdürmüşler, Bursa’ya geldiklerinde türbesini mutlaka ziyaret etmişlerdir. II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim’in Emîr Sultan’ın sandukasının örtüsü altına girip uzun süre dua ettikleri bilinmektedir. Menâkıbnâme müellifi Ni‘metullah’ın “eimme-i ma‘sûmîn”den “ismet-i kesbiyye” sahibi olarak tanıttığı ve muhtemelen İmâmiyye mezhebine mensup olan Emîr Sultan’ın Sünnî Osmanlı muhitinde bu kadar büyük itibar kazanması üzerinde durulması gereken bir husustur.

    Tasavvufa Bağlılığı

    Emîr Sultan’ın mensup olduğu tarikatKübreverdi tarikatıdır. Atâî’nin Zeyl-i Şekāik’te kaydettiği silsileyi dikkate alarak  Emîr Sultan’ın babası Seyyid Ali’den, onun da Hâce İshak Huttalânî’den (ö. 826/1423) tarikat aldığını ve tarikatın Ali el-Hemedânî (ö. 786/1384), Muhammed Mazdekânî, Alâüddevle-i Simnânî (ö. 736/1336), Nûreddin İsferâyînî, Ahmed Zâkir-i Curfânî, Ali Lala şeklinde yürüyerek Necmeddîn-i Kübrâ’ya (ö. 618/1221) ulaştığını ve dolayısıyla Emîr Sultan’ın Kübreviyye tarikatına mensup olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan halifelerinden Hasan Efendi Müzîlü’ş-şükûk, Lutfullah Efendi de Cenâhu’s-sâlikîn adlı eserlerinde, bizzat kendisinden işitmiş olduklarını söyleyerek şeyhin tarikat silsilesini babadan oğula intikal ettirip on iki imam kanalıyla Hz. Ali(r.a)’ye ulaştırırlar.

    Şöhreti Bursa’dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Bunların en meşhuru, Bursa’da Yıldırım Bayezid tarafından Emîr Sultan’ın tavsiyesiyle yaptırılan Ulucami ile ilgili olanıdır. Bu menkıbeye göre caminin inşaatı sırasında Yıldırım Emîr Sultan’a bina hakkındaki görüşünü sormuş, Emîr Sultan da caminin dört köşesinde birer meyhâneden başka bir eksiği kalmadığını söylemiş, bu uyarı üzerine padişah içkiye tövbe etmiştir. Bazı kaynaklarda bu olayın Yıldırım Bayezid ile Somuncu Baba arasında geçtiği nakledilir.

    Vefatından sonra Emîr Sultan’ın yerine halifelerinden Hasan Hoca şeyh olmuş ve on üçüncü halife İbrâhim Efendi’ye kadar (ö. 1178/1764-65) dergâhta Emîr Sultan’ın silsilesi devam etmiştir. İbrâhim Efendi’den sonra Emîr Sultan Dergâhı’nın şeyhliği Celvetî meşâyihinden Selâmi Ali Efendi’ye intikal etmiştir. Dergâh 1225 (1810) yılına kadar Celvetî olarak faaliyet göstermiş, bu tarihte Hacı Ahmed Efendi’nin şeyh olmasıyla Nakşibendî dergâhına dönüşmüştür. Emîr Sultan’ın takip ettiği irşad usulü bilinmemektedir. Kaynaklarda dergâhta “usûl-i Emîr” üzere âyin yapıldığı söylenmekteyse de bu âyinin uygulama tarzı hakkında bilgi verilmemiştir.

    Emîr Sultan’ın halifeleri daha şeyhin sağlığında Bursa, Balıkesir, Edremit ve Mihaliç’e, Karaman sınırlarına, Aydın ve Saruhan sancaklarına kadar yayılmışlardı. Kendisine mensup şeyh ve dervişler Rumeli yakasına geçip mürşidlerinin âdet ve menkıbelerini Gelibolu’dan başlayarak sınır boylarına kadar götürmüşlerdir. Osmanlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi müridlerini de gazâya teşvik eden Emîr Sultan’ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan himmetini esirgemediğine inanılmıştır. Hakkında yazılan menâkıbnâmelerin çoğunda, sağlığında gösterdiği kerametler yanında vefatından sonra da özellikle darda kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bütün bunlar Emîr Sultan’ın Türk halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.

    Vefatı

    Emîr Sultan’ın vefat tarihi H.833-M.1429) tarihidir. Bursalı Ahmed Paşa’ya ait olduğu söylenen. “İntikāl-i Emîr Sultân’a / Oldu târîh intikāl-i Emîr” beytindeki “intikāl-i Emîr” terkibi 833 (1429) yılını vermektedir. Eski kaynaklar onun Bursa’da çıkan bir veba salgınında öldüğünü kaydetmekle yetinirler. Cenaze namazı o sırada Bursa’da bulunan Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kıldırılmış,bugün türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Emir Sultan, 63 yaşında vefat ettikten sonra, kendisinden başka eşinin ve çocuklarının da bulunduğu türbesi şu anda Bursa’da bulunmaktadır. Türbe’nin, müritleri tarafından kalabalık bir kafile tarafından ziyaret edilmesi ananesi bundan 50 yıl öncesine kadar devam etmekteydi. 

    Osmanlı Devleti’nin genişleyip büyümesinde maddî ve manevî yardımları olan Emir Sultan, asıl kurduğu tarikat ve yetiştirdiği müritleri vasıtasıyla hizmet etmiştir. Anadolu’nun Türkleşmesi-İslâmlaşması sürecinde onun da büyük rolü olmuştur. Kendisi, daha çok “toplumun hocası” olarak görev yapmış, öğrenci yetiştirmiş, şairlik yönü itibariyle de birkaç şiir yazmış ve söylemiş, fakat bunun dışında da herhangi bir eseri bulunmamakta, ama ona ait bir menakıpname ölümünden bir müddet sonra müritleri tarafından kaleme alınarak birkaç nüsha halinde yazılmıştır.

    Akar gözlerümden yaş yerine kan

    Zerrece görünmez gözüme cihân

    Deryâlar nûş idüb kanmaz iken cân

    Aşıklar kandıran ummânı buldum

    Emîr Sultan dir ne hoş bâzâr imiş

    Aşıklar seyr idüb gezerler imiş

    Cümlenün maksudı ol dîdâr imiş

    Hakk’a karşı duran divanı buldum” (Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL, Türk Halk Şiiri Emir Sultan Efsanesi)

    Türk edebiyatında Emîr Sultan hakkında yazılmış birçok manzume bulunmaktadır. Bunlardan, şiirleri Yûnus Emre’nin şiirleriyle karıştırılan Yûnus adlı bir şairin manzumeleri Emîr Sultan hakkındaki menâkıbnâmelerde yer almaktadır. Emîr Sultan’a dair yazılan şiirlerin en meşhuru Bursalı Ahmed Paşa’nın, “Ey âlem-i velâyete sultân olan Emîr / Vey mülk-i Rûm’a rahmet-i rahmân olan Emîr” mükerrer beytini ihtiva eden terciibendidir.

    Emîr Sultan’ın sağlığında Bursa’dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kafile halinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duasını almaya gelirlerdi. Bu ziyaretler ölümünden sonra bir gelenek halini alarak asırlarca devam etmiştir. Bursalılar’ca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek XX. yüzyılın başlarında terkedilmişse de ramazan ve kurban bayramlarının ikinci günlerinde Eşrefî şeyh ve dervişlerinin zikrederek Emîr Sultan türbesine yaptıkları ziyaret ve Eşrefiyye usulüne göre icra ettikleri âyin şeklindeki geleneği bir süre daha devam etmiştir. Emîr Sultan’la birlikte Anadolu’ya gelen sûfîlerin bir kısmı Bursa’nın çeşitli yerlerinde zâviyeler açmışlardır. Bunlardan Seyyid Nâsır Bursa Pınarbaşı’nda, Ali Dede İncirli Hamamı civarında, Seyyid Usûl Kuruçeşme mahallesinde, Seyyid Nattâ da Ebû İshak Kâzerûnî zâviyesinde tarikat faaliyeti göstermişlerdir.

    Yakın zamanlarda yayımlanan bir makalede, Emîr Sultan’ın Alaşehir’de faaliyet gösteren halifesi Şeyh Sinan ile meşhur Osmanlı şairi Şeyhî’nin aynı kişi olduğu öne sürülmüştür. (Bilgin, s. 123-139) 

    Eserleri

    Emîr Sultan hakkında çeşitli menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır. Bunların ikisi, kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi’nin Müzîlü’ş-şükûk’ü ile (Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Ulucami, nr. 168) üçüncü şeyh Lutfullah Efendi’nin Cenâhu’s-sâlikîn adlı eserleridir. Diğer menâkıbnâmelerin önemlileri şunlardır: İbrâhim b. Zeynüddin, Vesîletü’l-meṭâlib fî cevâhiri’l-menâḳıb (Emîr Sultan’ın on yedi menkıbesini ihtiva eden Arapça eserin [Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1841] Türkçe tercümesi Millet Kütüphanesi’ndedir [Ali Emîrî, nr. 1060]); Yahyâ b. Bahşî, Menâkıb-ı Cevâhir (Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 410/1); Ni‘metullah, Menâkıb-ı Emîr Sultan (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4564); Müdâmî, Dîvân-ı Müdâmî der Vasf-ı Emîr Sultan (İÜ Ktp., TY, nr. 5520); Hüsâmeddin, Târîh-i Emîr Sultan (Millet Ktp., Pertev Paşa, nr. 457); Senâî, Menâkıb-ı Emîr Sultan (İstanbul 1290). 

    Emîr Sultan hakkında bazı müstakil kitaplar da yayımlanmıştır (Gazalî Saltık, Bursa’da Emîr Sultan ve Kerametleri, Bursa 1959; Şinasi Çoruh, Emîr Sultan, İstanbul, ts.; Hüseyin Algül, Bursa’da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emîr Sultan, İstanbul 1981).


    Kaynaklar
    Tabersî, İʿlâmü’l-verâ bi-aʿlâmi’l-hüdâ, Beyrut 1985, s. 329.
    Âşıkpaşazâde, Târih, s. 117.
    Lâmiî Çelebi, Şehrengiz-i Bursa, Bursa 1288, s. 11.
    Rüstem Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osmân, İÜ Ktp., TY, nr. 2438, vr. 104b.
    Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 61-62.
    Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 54-55.
    Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 76-78, 132.
    Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, I, 145, 188, 345.
    Âlî, Künhü’l-ahbâr, İstanbul 1277, V, 83, 195-197.
    Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 61, 62, 161.
    Baldırzâde, Ravza-i Evliyâ, İÜ Ktp., TY, nr. 2556, vr. 2b-10a.
    a.mlf., Vefeyatnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 3a.
    Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1841.
    Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 231.
    Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 16, 47-50.
    Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa 1332, s. 3-27.
    Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, I, 365; III, 309, 313, 337, 340, 348.
    Belîğ, Güldeste, s. 69-79.
    Hammer (Atâ Bey), I, 42, 76, 277-280, 343.
    Atâ Bey, Târih, I, 35.
    Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 205b-208b.
    Osmanlı Müellifleri, I, 57.
    Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 264-265.
    A. A. Vasiliev, Histoire de l’Empire Byzantin, Paris 1932, II, 330.
    Arşiv Kılavuzu, İstanbul 1940, s. 139.
    Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Genel, nr. 4519-4522.
    a.mlf., “Târihî Vesîkalar ve Bilgiler”, VD, II (1942), s. 410.
    Ma‘sûm Ali Şah, Ṭarâʾiḳ, III, 71.
    Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, İstanbul 1969, s. 126-128.
    Cavit Baysun, “Emîr Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti”, TD (1949), I, 77-94.
    a.mlf., “Emîr Sultan”, İA, IV, 261-263.
    Orhan Bilgin, “Şeyhî Hakkında Yeni Bilgiler”, MÜTAD, sy. 7 (1991-92), s. 123-139.

    Ebubekir TANRIKULU Hoca

    Kadiriye-i Halisiye-i Hayriyyenin 

    Hadimul Fukarası


Etiketler: Emir Sultan (k.s.) Kimdir Hayatı Eserleri Türbesi, Emir Sultan Hayatı, Emir Sultan Vefatı, Emir Sultan Eserleri, Emir Sultan Tasavvuf, Emir Sultan Nasihatları, Emir Sultan Osmanlı | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi