Mekteb-i Derviş | İslam

    GAZNELİ MAHMUT KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, TÜRBESİ

    (D.H.361-M.971.Buhara - V.H.421-M.1030.Gazne)

    Hindistan Fatihi, Âlim, Cömert, Adil Türk Sultanı...

    Hindistan fatihi Gazneli Mahmut, (H.10 Muharrem 361-M.2 Kasım 971) tarihinde Buhara’da doğdu. Babası, Kara Aslan oğlu Gazneli Hükümdarı  Sebük Tigin Samanoğulları Devleti’nin Cesur ve güçlüHorasan valisiydi. Annesi Doğu Afganistan’daki Zâbülistan bölgesinden asil bir ailenin kızı idi. Bundan dolayı kendisine Mahmûd-ı Zâbülî de denilir. Künyesi:Ebü’l-Kāsım Yemînü’d-devle ve emînü’l-mille Kehfü’l-İslâm Nizâmü’d-dîn Gāzî Mahmûd b. Sebük Tegin. H. 23 Rebîülâhir 421-.M.30 Nisan 1030.Gazne’de vefat etti.

    Gazneli Mahmut’un çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Geleneğe uygun olarak küçük yaştan itibaren gerekli dinî tahsili yaptı ve Kur’an’ı ezberledi. Ayrıca siyasî eğitimi de ihmal edilmedi ve iyi bir devlet adamı olarak yetiştirildi. Gazneli Mahmut, “sultan” unvanını kullanan ilk Türk hükümdarıdır.

    GAZNELİ MAHMUT DÖNEMİ (998-1030)

    Gazneli Mahmut, çocukluğundan itibaren eksiksiz bir dinî öğrenim görmüş, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemişti. İslâm’ı iyi öğrenmiş, Hanefi Fıkhı’nda bir fakîh derecesine ulaşmıştı. Babası ve Gazneliler Devleti’nin kurucusu Sebüktegin’in Pendnâme’sini kendisine, uyulması gereken pek önemli bir düsturlar demeti olark değerlendirmişti. 

    Bu düsturlardan birkaçı şunlardır:"Memleketin idaresinde gafil olma... Ordu ve askerin durumundan, silahlardan ve maaşlardan ve iaşelerden haberdar ol... Müstahak olanın hakkını ver... Yollan emin tut, zira bu çok önemli bir iştir ve çölde tüccardan çalınan her malın senin hâzinenden götürülmüş olduğunu bil. Hırsızı cezalandırıp malı hak sahibine iade edinceye kadar uyuma. Aksi halde Allah’ın sana kıyamet günü bundan dolayı hesap soracağını bilesin... Muâmelâttan, pazarlar, narhlar ve alış-veriş- ten haberdâr ol... Eğer gece yarısı senin memleketinde bir canlı aç uyursa Tanrı senin cezanı verir... Hiçbir zaman zulmü uygun görme... Cömert ve merhametli olmalısın ve senin affın öfkenden fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler... Bir işi lâyık olmayan bir kimseye buyurmamalısın... Padişahın en büyük düşmanının kendini beğenmişlik ve istibdat olduğunu bil. Her işte dostluğu denenmiş sadık insanların tavsiyelerini al ve o hususta kendi aklınla karar ver... Memleketin her tarafına casuslar ve haberciler tayin etmelisin, tâ ki, gece ve gündüz durumdan seni haberdâr etsinler... Benim sana söylediğim bu sözlerin hepsini ezberlemeli ve kalbine nakşetmelisin ve bundan yüz çevirmeme- lisin, tâ ki, Allah seni iki cihanda talihli kılsın, inşaallahü Teâlâ. Bu benim sana nasihat ve vasiyetimdir.” (Erdoğan Merçil, Sebüktegin’in Pend- nâmesi, İTAD., c. VI, S. 1-2 (İstanbul 1975), s. 203-232)

    Gazneli Mahmut bu düsturları ve yönetimle ilgili diğer prensipleri yalnızca öğrenmekle kalmamış, ilk gençlik yıllarından itibaren üstlendiği farklı görevlerde, teorik bilgilerini, uygulanabilir gerçekler hâlinde benliğine yerleştirmiştir. Nihayet siyasî yönünü de ihmal etmeksizin geliştirmiş, geçmiş padişahların başarılarının sırlarını, başarısızlıklarının sebeplerini çok iyi kavramıştır. Böylece büyük tarihçimiz Necip Âsim (Yazıksız)’ın ifadesiyle o, "Din-i mübîn’’i politikasına üssü’l- harekât (davranışlarının başlangıç noktası) ittihaz etmişti" ve bütün bunlardan sonra Türk-lslâm Tarihi’nin en önde gelen sultanlarından biri olarak nitelenmeye hak kazanmıştı. Gazneli Mahmut, devletini yönettiği Mart 998-30 Nisan 1030 tarihleri arasındaki uzun saltanat yıllarında, hepsinde ordusunun başında bulunduğu ve önceliği İslâm’ın neşrine verdiği, çok sayıda seferler gerçekleştirmiştir.

    Gazneli Mahmut daha gençlik yıllarının başında devlet idaresinde görev almaya başlamış, Nitekim Sebük Tegin, Saffârîler’e karşı Sîstan bölgesini daha iyi kontrol edebilmek için Büst şehrine çekildiğinde Mahmut’u Gazne’ye vekil olarak bırakmıştı. Mahmut bu dönemde babasıyla birlikte katıldığı savaşlarda cesaret ve zekâsıyla kendini gösterdi. Bir ara dedikodular yüzünden babası ile arası açılmış ve Gazne Kalesi’nde hapsedilmişti (380/990). Ancak bu anlaşmazlık uzun sürmedi ve birkaç ay sonra hapisten çıkarıldı. Sâmânî Emîri II. Nûh’un yardım istemesi üzerine Mahmud, babasıyla beraber Sâmânîler’in Türk kumandanları Ebû Ali es-Simcûrî ve Fâik’e karşı yaptıkları savaşta büyük yararlıklar göstermiş, bundan çok memnun kalan II. Nûh, Gazneli Mahmut’a “Seyfüddevle” lakabı vermiş ve kendisini Horasan ordusu kumandanı tayin etmişti.

    GAZNELİ MAHMUT’UN KARDEŞLERİYLE TAHT MÜCADELESİ

    Sebük Tegin öldüğü zaman (387/997) oğullarından Gazneli Mahmut Horasan ordusu kumandanı, Nasr Büst valisi, İsmâil ise Gazne ve Belh hâkimiydi. Sebük Tegin, İsmâil’in tahta geçmesini vasiyet etmişti. Bu vasiyet yerine getirildi ve İsmâil hükümdar ilân edildi. Bu sırada Nîşâbur’da bulunan Mahmut, İsmâil’in hükümdarlığını tanımadı, kardeşi Nasr ve amcası Buğracuk’u da kendi tarafına çekti. İki kardeşin orduları Rebîülevvel 388’de (Mart 998) karşılaştı, Gazneli Mahmut İsmâil’in kuvvetlerini yenerek Gazneliler tahtına çıktı.

    Sultan Mahmut kardeşiyle taht mücadelesi yaptığı sırada Sâmânîler’den II. Nûh’un ölümüyle yerine oğlu II. Mansûr geçmişti. II. Mansûr, Horasan’a kendi kumandanlarından Begtüzün’ü sipehsâlâr tayin etti. Ancak Mahmut, Sâmânî başşehri Buhara’ya elçi gönderip Horasan’ın kendisine iadesini istedi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine Nîşâbur’a yürüdü. Bu sırada Begtüzün ve Fâik, II. Mansûr’u yakalayıp gözlerine mil çektiler ve yerine henüz küçük yaşta bulunan Abdülmelik b. Nûh’u tahta çıkardılar. Mahmut, Sâmânî emîrinin intikamını almak için harekete geçti.

    Yapılan savaşta Gazneli ordusu Sâmânî kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Mahmud bu zafer sonunda Horasan’ı ele geçirdi ve kardeşi Nasr’ı oraya vali tayin etti (27 Cemâziyelevvel 389 / 16 Mayıs 999). Ardından Bağdat’a elçi göndererek zaferini Abbâsî Halifesi Kādir-Billâh’a bildirdi.

    GAZNELİ MAHMUT’UN LAKABI/ÜNVANI

    Halife, Gazneli Mahmut’un elçisini kabul edip saltanatını tasdik etti ve kendisine “Yemînüddevle ve emînü’l-mille” lakabını verdi (Zilhicce 389 / Kasım 999). Sultan Mahmud bu tarihten sonra İslâmiyet’i yaymak ve Hindistan tapınaklarındaki zengin servete sahip olmak amacıyla her yıl gazâya çıkmaya karar verdi. Bu sırada Karahanlılar Buhara’ya girip Sâmânî hânedanı mensuplarını Özkent’e gönderdiler (389/999).

    Sâmânî Devleti’nin ortadan kalkmasıyla Mahmud her yönden bağımsız bir hükümdar sıfatını kazandı. Amcası Buğracuk’un ölümüne sebep olan Sîstan hâkimi Halef es-Saffâr’ı cezalandırmaya karar veren Sultan Mahmud bu maksatla büyük bir ordunun başında Sîstan’a yürüdü. Ancak Halef’in 100.000 dinar para ödemeyi ve Mahmud adına hutbe okutmayı kabul etmesi üzerine anlaşma yaparak Gazne’ye döndü (390/1000). 393’te (1003) Sîstan’a bir sefer daha düzenleyerek bölgeyi itaat altına aldı.

    27 YILDA 17 SEFER

    Sultan Mahmûd, fütuhât açısından tarihteki en önemli hükümdarlardan biridir. Hâkimiyetini tesis ettikten sonra Sistan, Cûzcân, Cagâniyân, Huttel ve Hârizm’i zaptetti. Horasan’da henüz Müslüman olmamış Gurluların topraklarına 1011 ve 1020 tarihlerinde olmak üzere iki sefer düzenledi. Sultan Mahmûd, strateji sahibi bir hükümdardı. Topraklarını güvence altına almak için komşularıyla arasını iyi tutma konusunda da özverili davrandı. Karahanlı İlig Nasr Han’ın kızı ile evlenmek suretiyle iki hanedân arasında akrabalık ilişkisiyle bu siyasetini daha da güçlendirdi.

    Gur bölgesine 1011 ve 1020 yıllarında iki sefer düzenlediyse de burayı tam olarak itaat altına alamamıştı. Samaniler üzerinde hâkimiyetini büyük ölçüde kabul ettirdikten sonra Hindistan üzerine İslam’ı yaymak amacıyla sefer yöneldi. Eylül 1000 târihinde ilk Hint Seferine çıkan Sultan Mahmut, bu tarihten 1027 yılına kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer düzenledi.

    SULTAN MAHMUD VE HİNDİSTAN SEFERLERİ

    Sultan Mahmûd’un saltanatı süresinde Hint seferleri önemli bir yer tutar. İslâmiyet’in o bölgeye taşınmasına ve yerleşmesine vesile oldu. Tek amacı İslam Dinini yaymaktı. İslâm’ı yaymak için yaşadı ve öldü” Hindistan’daki fütuhâtı kapsamında evvela Kuzey Hindistan’ın fethiyle Vayhand’ı ele geçirdi ve bu başarısı neticesinde ‘Gâzî’ unvanına erişti. Karmâti Mezhebi’nden olan Murtan’ı zaptetti ve Bâtınîlikle mücâdele ederek İslâmiyet’in aslı olan Ehl-i Sünnet’in yayılması için âlimleri görevlendirdi. 1014’te Keşmir’i aldı ve bundan sonra İslâm’ın bölgede yayılması hızlandı. Bu başarısı üzerine halife kendisine ‘Nizâmeddin’ unvanını verdi. Keşmir’de tapınaklarıyla ünlü Muthura’da elde ettiği ganimetlerle Gazne Camii’ni yaptırdı. Hârizm bölgesine hâkim olmak zaruriyeti hâsıl olunca oraya sefer düzenleyip 1017’de Me’mûnîler hânedânına son verdi.

    1025-26’da Somnat’a düzenlenen ve başarıyla neticelenen 16. Hindistan seferinde Somnat Putu ve binlerce put yerle yeksan edildi. Bu başarıya bağlı olarak kendisine ‘Putkıran’ lakabı verildi ve halife tarafından ‘Kehfüddevle ve’l-İslâm’ unvanıyla taltîf edildi.

    SULTAN MAHMUT’UN HİNDİSTAN SEFERLERİ


    Gazneli Mahmut, Karahanlılar ile bir anlaşma yaparak kuzey bölgesini emniyete aldıktan sonra Hint seferlerine başlamaya karar verdi. Şevval 390 (Eylül 1000) tarihinde ilk Hint seferine çıktı. Kâbil’in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintliler’in elinde bulunan birkaç kaleyi ele geçirdikten sonra Gazne’ye döndü.

    Gazneli Mahmut’un ikinci seferi Vayhand Racası Caypal üzerine olmuştu. Mahmud, Hintliler’e karşı kazandığı bu zaferden (392/1002) sonra Hinduşâhî hânedanının merkezi Vayhand (Und) şehrini zaptetti ve Gazne’ye döndü. Bu başarısından dolayı kendisine “Gāzî” lakabı verildi.

    Üçüncü Hint seferi, Bhâtiya denilen bölgenin racası Beci Ray’a (Bacra) karşı yapıldı. (395/1004-1005)

    Gazneli ordusu Bhâtiya’yı ele geçirdiği gibi racalığın diğer bölgelerini de itaat altına aldı. Mahmud bu bölgede mescidler yaptırdı, İslâm esaslarını öğretmek için din âlimleri gönderdi. Onun Hindistan seferlerinin bir amacı da Sünnîliği korumak ve güçlendirmekti. O sırada Mültan’ın idaresini elinde bulunduran Karmatî Ebü’l-Fütûh Dâvûd’un bâtınî düşünceleri yaymaya çalışması Mahmud’un oraya bir sefer düzenlemesine sebep oldu. Mültan’ı fethederek buradaki Karmatîler’i cezalandırdı (396/1006) ve Caypal’ın müslüman olan torunu Suhpal’ı (Nevasaşah) Mültan valiliğine tayin etti. Ancak Suhpal’ın tekrar Hindu dinine dönmesi üzerine Sultan Mahmud beşinci Hint seferine çıktı (398/1007-1008). Suhpal yakalandı ve Mültan valiliğine Gazneli kumandanlardan Tegin Hazîn getirildi.

    Altıncı Hint seferi Caypal’ın oğlu Anandpâl’a karşı yapıldı. Pencap bölgesinin gittikçe artan İslâm baskısı altında bulunması, Anandpâl’ı Kuzeybatı Hindistan’daki diğer racalardan yardım istemeye sevketti. Racalar yaklaşan İslâm tehlikesi karşısında Anandpâl ile anlaşarak asker gönderdiler. Bu büyük Hint ordusuna Anandpâl’ın oğlu Brahmanpâl kumanda ediyordu. Mahmud bu hareketi kış ortasında öğrendi ve hava şartlarının kötülüğüne rağmen 29 Rebîülâhir 399 (31 Aralık 1008) tarihinde Gazne’den ayrıldı. Vaynand şehrinin karşısındaki ovada meydana gelen savaşta Hintliler’i mağlûp ederek Pencap yolunun güvenliğini sağladı. Ayrıca savaş alanından kaçanların sığındığı Nagarkot (Bhim Nagar) Kalesi üç günlük bir kuşatmadan sonra fethedildi (399/1009).

    Gazneli Mahmut’un yedinci seferi, Nagarkot’tan dönüşünden kısa bir süre sonra Safer 400’de (Ekim 1009) büyük bir ticaret merkezi olan Narâyan (Narâyanpûr) üzerine gerçekleştirildi. Neticede Narâyan racası ile barış yapıldı; bu barış sayesinde Horasan ile Hindistan arasındaki yollar tüccarlara açıldı ve ticaret hız kazandı.

    Gazneli Mahmut sekizinci Hint seferinde yine Mültan üzerine yürüdü; hiçbir zorlukla karşılaşmadan bölgeyi itaat altına aldı ve Karmatîler’e ağır bir darbe indirdi (401/1010).

    Dokuzuncu Hint seferi Nandana’ya (Nâradîn, bugünkü Salt Range bölgesinde) karşı gerçekleştirildi ve burası ele geçirildi (404/1014). Sultan Mahmud daha sonra Raca Triloçânpâl’ın çekildiği Keşmir’e doğru ilerledi ve onu mağlûp etti. Mahmud yeni hâkim olduğu bölgelere İslâmiyet’i tebliğ için din âlimleri gönderdi ve camiler yaptırdı. Halife Kādir-Billâh bu başarısından dolayı kendisine “Nizâmeddin” lakabını verdi.

    Onuncu seferini Thânesâr şehrine yapan Mahmud, Hintliler’ce mukaddes sayılan bu şehirdeki birçok tapınak ve putu tahrip ettirdi (405/1014-15).Hiçbir direnişle karşılaşmadan şehre girmişti. Artık Hindular İslam dünyasını tanıyordu.

    406 ortalarında (1015 sonları) on birinci Hint seferine çıkan Sultan Mahmud, Keşmir yolu üzerindeki Lokhot (bugünkü Loharin) Kalesi’ni kuşattıysa da şiddetli kış yüzünden geri çekilmek zorunda kaldı.

    KEŞMİR FATİHİ, İLK SULTAN

    Gazneli Mahmut’un ünü kendinden önce gideceği yere varır hale gelmişti. O cesaretiyle zekâsını birleştirmişti. 

    On ikinci seferini Kannevc’e gerçekleştirmek üzere 13 Cemâziyelevvel 409 (27 Eylül 1018) tarihinde Gazne’den ayrıldı. Agra’nın 170 km. kadar doğusunda bulunan Sarsâva Kalesi ele geçirildi. Baran (bugünkü Bülendşehir) Racası Hordat itaatini bildirdi; raca ile birlikte 10.000 taraftarı İslâm dinini kabul etti. Gazneli ordusu, daha sonra Delhi ile Agra yolunun ortalarında bulunan Mathûrâ (Muttra) şehrine hâkim oldu. Sultanın asıl hedefi olan Kannevc ise 8 Şâban 409’da (20 Aralık 1018) fethedildi.

    Sultan Mahmut 410 yılı ortalarında (1019 yılı sonları) on üçüncü Hint seferine çıktı. Amacı Kālincâr Racası Ganda ve müttefiklerini itaat altına almaktı. Bari şehri ele geçirildi, Ganda bir öncü savaşından sonra kaçtı.

    On dördüncü Hint seferi yine Keşmir üzerine yapıldı (412/1021). Ancak Mahmud, Lokhot Kalesi önünde kışın şiddetle bastırması sebebiyle çekilmek zorunda kaldı.

    On beşinci Hint seferinde Ganda’ya karşı tekrar harekete geçti (413/1022), önce Gevâliyâr’a, ardından Kālincâr’a yürüdü. Ganda’nın barış teklifini kabul ederek onu itaat altına aldı. Mahmud’un Hindistan’a yaptığı en önemli seferlerden biri Sûmenât (Somnât) seferidir. Sûmenât, Hindistan’ın batı sahilinde Kathiavar yarımadasında bir şehirdi. Mahmud, 30.000 atlı ve pek çok gönüllüden oluşan ordusuyla 416 Şâbanında (Ekim 1025) Gazne’den hareket etti. Gazneli ordusu 16 Zilkade 416’da (8 Ocak 1026) Somnât Kalesi’ni fethetti. Buranın tapınağındaki büyük put yerinden sökülerek dört parçaya ayrıldı. Parçalardan ikisi Gazne’deki ulucami ve sarayın kapıları önüne konulmuş, diğer ikisi Mekke ve Medine’ye gönderilmişti. Halife Kādir-Billâh bu başarısından dolayı kendisine “Kehfüddevle ve’l-İslâm” lakabını verdi.

    Sultan Mahmut Hindistan’a son seferini, kendisine saldıran bölgenin yerli halkı Catlar’ı cezalandırmak ve yol güvenliğini sağlamak için yaptı (418/1027). İndus nehrinin iki yakasına hâkim olan Catlar aynı zamanda usta gemicilerdi. Mahmud, onlarla savaşabilmek için Mültan’da 1400 gemiden oluşan bir nehir filosu yaptırdı. İndus nehri üzerindeki savaşta Catlar mağlûp edildi. Sultan Mahmud, bu seferleriyle Hint ülkesinde yüzyıllarca sürecek olan Türk-İslâm hâkimiyetinin temellerini atmış,İslam dini Hindistan’da yayılma imkânını Gazneli Sultan Mahmut sayesinde bulmuş oluyordu. Sultanın sarayı adeta bir ilim meclisi gibi dolup taşmaktaydı. Adına birçok eserler yazılmıştı. Kendisine sunulan bu eserlerden biri de Firdevsî’nin Şehnâme’siydi.

    Otuz üç sene süren saltanatında olayları en iyi şekilde değerlendirmekte ve kalabalık orduları sevketmekte üstüne yoktu. Gazneli Devleti sınırlarını genişletmekle kalmamış Gazne şehrini parklar, bahçeler, zafer âbideleri ve camilerle süslemişti.

    Onun hâkimiyeti altındaki bölgelerde İslâm dininin yayılması, 1947’de kurulan bağımsız Pakistan Devleti’nin teşekkülünde birinci derecede etken olmuştur.

    GAZNELİLERİN DİĞER TÜRK DEVLETLERİYLE MÜCADELESİ

    Karahanlı Hükümdarı Nasr b. Ali, Buhara’yı zaptettikten sonra Sultan Mahmud ile birbirlerine dostluk mesajları gönderdiler. Ardından iki devlet arasında Ceyhun nehri sınır kabul edildi (391/1001). Fakat Nasr b. Ali, Sâmânîler’in bütün mirasına konmak istiyor ve Horasan’ı ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Nitekim Mahmud’un Hindistan’da bulunmasından yararlanarak iki koldan Horasan’a kuvvet gönderdi (396/1006). İki taraf arasındaki mücadele neticesinde Sultan Mahmud, Karahanlı kuvvetlerini Horasan’dan uzaklaştırdı (Zilhicce 396 / Eylül 1006). Nasr b. Ali ise kolay kolay Horasan’dan vazgeçmek niyetinde değildi. Bu sebeple Karahanlı Yûsuf Kadır Han’dan yardım aldı. Mahmud birleşik Karahanlı ordusunu Belh civarında mağlûp etti (Rebîülevvel 398 / Aralık 1007).

    Nasr b. Ali’nin halefi ve kardeşi Ebû Mansûr Arslan Han, Sultan Mahmud ile iyi komşuluk münasebetlerini devam ettirmek amacıyla bir anlaşma yaptı. Ancak Ebû Mansûr daha sonra Yûsuf Kadır Han ile birleşti. Sultan Mahmud bu iki Karahanlı hükümdarının ordularını Belh civarında yenilgiye uğrattı (410/1019). Bu defa Yûsuf Kadır Han, Sultan Mahmud ile kardeşine karşı anlaşmak istedi. Mahmud, yeni komşusu Ali Tegin’e güvenemediğinden Yûsuf Kadır Han ile Semerkant civarında buluştu (Muharrem 416 / Mart 1025). İki hükümdarın görüşmesinde önemli kararlar alındı.

    Sultan Mahmut, Ali Tegin’in müttefiki olan Selçuklu Arslan Yabgu’yu (Arslan b. Selçuk) Mâverâünnehir ve Türkistan’dan uzaklaştıracaktı. Mahmud, kendi ülkesine gelebilecek tehlikeleri önlemek için Arslan Yabgu’yu tutuklatarak Kālincâr Kalesi’nde hapsettirdi. Daha sonra Karahanlılar arasındaki mücadeleden faydalanıp Sâmânî Devleti’nin topraklarına hâkim oldu. Sultan Mahmud her fırsatta Hârizm bölgesini itaat altına almaya çalışıyordu. Nihayet Karahanlılar’ın aracılığı ile Mahmud ve Me’mûnîler’den Hârizmşah Ebü’l-Abbas Me’mûn arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre Hârizmşah Gazneliler’e tâbi olacaktı. Hutbenin Sultan Mahmud adına okunmaya başlanması Hârizm ordusu kumandanları arasında anlaşmazlığa yol açtı. İsyan eden kumandanlar Me’mûn’u öldürerek yerine on yedi yaşındaki yeğeni Ebü’l-Hâris Muhammed’i geçirdiler. Sultan Mahmud aynı zamanda eniştesi olan Me’mûn’un intikamını almak bahanesiyle, gerçekte ise Hârizm’i zaptetmek için harekete geçti. Gazneli ordusu Hârizm kuvvetlerini yenerek bölgenin başşehri Gürgenç’e girdi, böylece Me’mûnîler hânedanına son verildi (408/1017).

    Arslan Yabgu’ya bağlı 4000 çadırlık bir Oğuz obasının ileri gelenleri Sultan Mahmud’dan Horasan’a geçmek için izin istediler. Sultan, Tus Valisi Arslan Câzib’in muhalefetine rağmen Oğuzlar’ın Ceyhun’u geçmelerine izin verdi. Ancak Nesâ, Bâverd ve Ferâve halkı Türkmenler’den şikâyette bulundu (419/1028). Bunun üzerine Sultan Mahmud hayatının sonuna kadar Türkmenler’le mücadele etti ve onları ülkesinden uzaklaştırdı.

    Öte yandan Gurlular yol kesiyor, türlü kötülükler yaparak Mahmud’un halkını rahatsız ediyorlardı. Sultan buraya ilki 401’de (1010-11), ikincisi 411’de (1020) olmak üzere iki sefer düzenledi. Bölgede İslâmiyet’i yaymak için din âlimleri görevlendirdi. Ayrıca 401 (1010-11) yılında isyan belirtileri gösteren Kuslar hâkimini itaat altına aldı. 1012’de Garcistan bölgesini Gazneli Devleti sınırları içine kattı. Ziyârî Emîri Minûçehr, Sultan Mahmud’a tâbi olmak ve yıllık 50.000 dinar haraç ödemek suretiyle tahtında kaldı.

    Mahmut, 420’de (1029) Büveyhîler’den Rey şehrini alarak Gazneli Devleti’nin topraklarını batı yönünde de genişletti. İndus nehriyle Gazne arasındaki dağlık bölgede yaşayan Afganlar, Sultan Mahmud’un ülkesinin sınır bölgelerine zaman zaman yağma akınları yapmakta, Horasan ile Hindistan arasında yol alan kervanları vurmaktaydılar. Mahmud, Afganlılar üzerine yaptığı seferle onları itaat altına aldı ve bölgenin İslâmlaşması için hocalar tayin ederek Gazne’ye döndü. (411/1020)

    GAZNELİ MAHMUT’UN HALİFE İLE İLİŞKİLERİ

    Sultan Mahmut başlangıçta Abbâsî halifeliğiyle iyi münasebetler içinde bulunmuş, Kādir-Billâh’ı halife tanımıştı. Kādir-Billâh da onun bu davranışından ve İslâm dinini yaymak için Hintliler’e karşı yaptığı gazâlardan memnun olmuş, Mahmud’a çeşitli lakaplar vermişti. Fakat daha sonra Gazneli-Fâtımî yakınlaşmasından şüphelendi ve bu yüzden Mahmud ile halifenin arası açıldı (414/1023). Buna rağmen Sultan Mahmud paralarında halifenin ismine yer vermiş, seferlerinde elde edilen ganimetten Bağdat’a hediyeler göndermeye devam etmiştir.

    GAZNELİ MAHMUT’UN VEFATI


    Sultan Mahmut 23 Rebîülâhir 421’de (30 Nisan 1030) Gazne’de vefat etti. Gazneli Mahmut 61 yıllık ömrünün 32 senesini Sultan, daha öncesinde de babasının nezaretinde olmak üzere 45 senesini, tam anlamıya gaza ve cihad hedefine yönelik olarak, hareket hâlinde geçirmiştir. Bu hareketli hayata sığdırılan Hint Seferleri’nin sayısı ise 17’dir. Bu sırada elde ettiği başarılar bir tarafa, o günün şartlarında, yer yer 1000 civarında fil ile takviyeli büyük Gazneli ordusunu, Gazne’den kaldırıp Hindistan içlerine götürüp getirmek bile başlı başına değerlendirilmesi gereken çok önemli bir olgudur. Bu seferlerine Birûnî gibi döneminin önde gelen din âlimlerini de birlikte götüren Gazneli Mahmut bir taraftan ülkeler fethedip, devletinin sınırlarını genişletirken, diğer taraftan da Islâm’ın aydınlığını, yeni ufuklara ulaştırmayı hedeflemiştir.Sultan Mahmud, hayatının büyük bir kısmını savaş meydanlarında geçirmiş, özellikle Hindistan’a yaptığı seferler onu çok yormuş ve hastalanmasına sebep olmuştur. O doktorların bütün tavsiyelerine rağmen bir türlü istirahat etmiyor, bir hükümdarın yapması gerekli bütün vazifeleri yerine getiriyordu. Sultanın son seferi, Bâtınî cereyanları bastırmak üzere, Irak-ı Acem bölgesine olmuştu. 1029 Mayıs’ında Rey’e girerek bölgeyi Bâtınîlerden temizlemişti. Buradan dönüşte, sıhhati bozulmuş olan Sultan, verem hastalığından vefat etmiştir.(Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi,  Ankara, 2014, s. 184. Erdoğan Merçil, Gazneli Mahmûd, Ankara, 1987, s. 19.74)

    Vefatından sonra yerine, sağlığında Rey valisi olarak görevlendirmiş olduğu oğlu Mesud geçti.

    Moğol işgalinde Cengizhanın orduları, Firdevsi’nin Fars dilinin yazınsal başyapıtı Şehname'yi yazdığı, Islamın en büyük bilgini Biruni'nin yaşadığı şehir (Gazne) talan edilmiş ve halkı, sürgün edilen zanaatkarlardin âlimlerinin bir kısmı dışında hepsi öldürüldü...

    Gazneli Mahmud'un mezarı da tahrip edildi: Büyük kralın cesedi toprak altında bulunup Moğolların anlayışına uygun bir biçimde, şehrin kazandığı anlamı yok etmek için topraktan çıkarıldı ve kemikleri yakıldı. Rabbim kâfirleri hainleri kahreylesin. Âmin.

   GAZNELİ MAHMUT NASIL BİR HÜKÜMDARDI?

   Gazneliler devleti en parlak devrini Sultan Mahmûd döneminde yaşamıştır. İdarî kabiliyeti, siyaseti ve muazzam fütühatı ile Türk-İslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Mahmud hayatının büyük kısmını savaş meydanlarında geçirmiştir. Öldüğü zaman Gazneli Devleti batıda Azerbaycan topraklarından doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj vadisine, kuzeyde Hârizm’den güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahayı içine alıyordu. Mahmud dindar, zeki, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı.

    ÂLİMLERİ HİMAYE EDEN SULTAN

    Âlimleri himaye eden Sultan Mahmud’un Şâfiî ve Hanefî fakihlerine huzurunda münazara yaptırdığı bilinmektedir. Âlimlere olan saygısı, adaleti ve iyi yönetimi, gerek kendi döneminde gerekse sonraki devirlerde edip ve şairler tarafından övülmüş, Fars edebiyatında adalet ve insafın timsali olarak gösterilmiştir. Başta Firdevsî olmak üzere Unsurî, Ferruhî-yi Sîstânî ve Ascedî gibi şairler onun ihsanlarına nâil olmuşlardır. Bir rivayete göre Firdevsî Şâhnâme’yi Gazne’ye giderek bizzat ona sunmuştur. Sultan Mahmud’un Şâhnâme’yi beğenmediği, bunun üzerine Firdevsî’nin ona hicviye yazdığı hakkında bazı kaynaklarda yer alan bilgilerin asılsız olduğu anlaşılmaktadır.(Ateş, XVIII/70 [1954], s. 162-168).

    Farsça’nın büyük bir gelişme göstererek Hindistan topraklarında yayılması da Sultan Mahmud sayesinde olmuştur. Bîrûnî Gazneli sarayında uzun süre kalmış ve Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind adlı eserini bu dönemde yazmış, ölümünün ardından Sultan Mahmud’u “âlemin aslanı ve zamanın yegânesi” olarak tanıtmıştır.

    Sultan Mahmut, Hint yarımadasıyla İslâm dünyası arasındaki kültür ve ticaret hayatına canlılık kazandırmış, birçok Müslüman âlim, edip ve şairin Hindistan’a yerleşmesiyle İslâm kültürünün bu bölgeye ulaşmasını sağlamıştır.

    Târih kitaplarında Sultan Mahmûd’un hususiyetleri ile ilgili birçok menkıbeler vardır. Nizâm-ül-mülk’ün Siyâsetnâme’sinde geçen bir menkıbede oğlunun bile mahkemeye verilmesinde gayret göstermiştir. 

    Bu menkıbe şöyledir: “Bir tüccar, Sultan Mahmûd’un huzuruna gelip, oğlu Mes’ûd’u şikâyet ederek şöyle dedi: “Ey efendimiz! Ben tüccar bir adamım. Oğlun Mes’ûd benden altmış bin dînârlık eşya ve kumaş satın aldığı hâlde, parasını vermiyor. Emir Mes’ûd’u benimle birlikte kadının huzuruna göndermeni isterim.”

    Sultan, bu duruma çok üzüldü ve oğlu Mes’ûd’a; “Tüccarın parasını derhal vermeni isterim. Eğer bir sebeb göstereceksen, derhal kendisiyle birlikte karâr meclisinde ol. Dînin hükümlerini yerine getirsinler” diye haber gönderdi. Babasının bu mesajını alan Mes’ûd, hazînesinde bulunan paranın yirmi bin dînâr olduğunu öğrenince; “O parayı alınız ve tüccara götürünüz. Geri kalan kırk bin dînâr için üç gün mühlet isteyiniz” dedi. Sonra da durumu babasına bildirdi. Sultan bu durum karşısında; “Mahkeme meclisinde hâzır ol veya geri kalan kırk bin dînârın tamâmını tüccara teslim et. Şunu bil ki, bu paranın tamâmı tüccara ödemediğin ve ben onun ağzından, “Mes’ûd hakkımı bana ödedi” sözünü işitmediğim sürece, benim yüzümü bir daha göremezsin” dedi. Bunun üzerine, Mes’ûd söyliyecek bir söz bulamadı. Her tarafa adam gönderdi ve borç isteyerek ikindi namazı vaktinde altmış bin dinarı tüccara gönderdi. Mes’ûd ve tüccar teşekkür etmek için Sultan’ın huzuruna çıktılar. Ancak o zaman Sultan, oğlu Mes’ûd’dan râzı oldu.” Onun bu adaleti bütün dünyâya yayıldı.

    Sultan Mahmûd Gaznevî, gittiği yerlerde Allah’u Teâlânın dostlarını arar bulur; ziyaret ve hizmet etmekle şereflenirdi. 

    Sultan Mahmud Gazi, sivri, sarı bir yüzü, uzun ince boynu ve iri bir burnu olduğundan güzel değildi. Fakat Hindistan ve Horasan onun has malı idi. Bir gün sabah namazı vaktinde yatak odasında, sabah namazını kıldıktan sonra, önünde tarağı ve aynası olduğu halde, tesbih ve dua ile meşgul olduğu anda veziri Şemsu'l Kifat Ahmed- i Hasan odasına girerek selâm verdi. Mahmud dua ile meşgul olduğundan başı ile otur diye işaret etti. Vezir, Mahmud'un karşısına oturdu. Mahmud duasını bitirdikten sonra kaftanını giydi, başına serpuşunu koydu, çizmelerini çektikten sonra aynaya bakıp gülümsedi. Ahmed-i Hasan'a, Şu anda hatırımdan ne geçiyor? Biliyor musun?" dedi. "Sultanım daha iyi bilir" diye cevap verdi.

    Yüzüm güzel olmadığından, halk da güzel yüzlü padişahları sevdiğinden halkımın beni sevmemesinden korkuyorum. Hasan-ı Ahmed, "Padişahım. Halkın seni seveceği gibi çalış. O zaman kadın ve çocuk, avam ve havas seni canindan çok sever, fermanın ile ateşe bile girerler" dedi

    Mahmud, "Ne yapayım?" dedi.

    Bütün dünyanın seni sevmesi icin altını kendine düşman kabul et. Bu söz Mahmud'un hoşuna gidip, "Bu sözün altında binlerce fayda var" dedi. Ondan sonra Mahmud bağışlayan ve dağıtan elini açtı ve çaresiz bütün dünyalılar onu sevip methetmeye başlayınca, büyük işler ve büyük fetihler onun eliyle oldu.Bir gün Ahmed-i Hasan'a, "Ben elimi altından çekince, her iki cihan bana teslim olup avucuma geldi. Dünya'yı hakir olarak kabul edince iki cihan- da da eşsiz oldum" dedi.

    HARAKANİ HAZRETLERİNİN GAZNELİ MAHMUT’A VERDİĞİ NASİHATLER

    Bir sefer esnasında Harkân şehri civarına varmıştı. Zamanın büyük evliyasından Ebü’l-Hasen-i Harkânî (rahmetullahi aleyh) de talihlerine feyzler saçıyordu. Onu tanımayan Hindistan fatihi büyük sultan Gazneli Mahmut Harakān köyü yakınlarına geldiğinde, medhini duyduğu Ebû’l-Hasan Harakani Hazretleri’ni ziyaret etmeden önce bir adamını çağırarak Harakānî Hazretleri’ne gitmesini ve:“Gazne Sultânı ziyaretinize gelecek, sizler de müridlerinizle beraber onu karşılamaya çıkın!” demesini emretti. Eğer tereddüt ederse de; “Allâh’a, Rasûlü’ne ve sizden olan emir sahiplerine (idârecilere) itaat ediniz...” (Nisâ Suresi, 59)âyetini hatırlatmasını tembih etti. Bu tâlimâtıyla Hazret’in nasıl davranacağını görerek onun mânevî kemâlini yoklamak istiyordu.

    Elçi, kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Ebü’l-Hasen-i Harkânî, elçiye özür beyân edip sultanın huzuruna gitmek istemedi. Harakānî Hazretleri ona şöyle dedi:“Mahmût’a de ki: «Ebû’l-Hasan; “Allâh’a itaat edin!” fermânıyla öyle meşguldür ki, seninle ilgilenecek hâli yoktur.»”

    Durum sultana arz edildi. Bu söz, Afganistan ve Hindistan pâdişâhı Sultan Mahmût’a derinden tesir etti. Yanındakilere:“Kalkın Şeyh’in huzûruna varalım, bu zât farklı bir insan, bizim bildiğimiz kişilerden değilOna biz gidelim”!” dedi…

    Sonra kendi elbisesini Kadı Iyâd’a giydirdi. Kendisi de silahdâr kıyafeti ile Kadı Iyâd’ın yanında yer aldı. Ebü’l-Hasen-i Harkânî, huzuruna değişik kıyafetle giren Sultan Mahmûd’u tanıdı. Hiç iltifat etmedi, hocası Bâyezîd-i Bistâmî ile ilgili sorduğu suâli cevaplandırdı. İsteği üzere ona dua etti. “Akıbetin Mahmûd (makbul) olsun” buyurdu. Sultanın verdiği bir kese altını kabul etmedi. Hırkasını teberrüken hediye etti. Ayrılırken ayağa kalktı. “Geldiğim zaman iltifat etmemiştin, giderken niçin ayağa kalkıyorsun?” diyen Sultan’a; “önce padişahlık gururu ile imtihan için geldin, şimdi ise inkısar ve dervişlik haliyle gidiyorsun. Dervişlik güneşinin ışıkları üzerinde parlamaya başladı. Pâdişâh olduğun için kalkmadım. Derviş olduğun için kalkıyorum” dedi. 

    Bu hâdiseden sonra Sultan Mahmûd’un gönlü Ebü’l-Hasen-i Harkânî’nin muhabbeti ile doldu. Bir savaşta düşman ordusunun çokluğu kalbine korku verdi. Atından inip, o mübarek zâtın verdiği hırkayı yanına alarak bir köşeye çekildi. Hırkayı eline alıp alnını toprağa sürdü; “Yâ Rabbî! Bu hırkanın sahibi yüzü-suyu hürmetine şu kâfirlere karşı zafer ihsan eylersen; alacağım ganîmetlerin hepsini dervişlere vereceğim” diye dua edip dilekte bulundu. Savaş sonunda zafere ulaştı.

    Sultan Mahmût:“Bana bir nasihatte bulun!” dediğinde.

    ŞU DÖRT ŞEYE DİKKAT ET

    Harakānî Hazretleri:“Ey Mahmût, dört şeye dikkat et buyurdu.1-Takvâ.2-Cemaatle îfâ edilen namaz.3-Cömertlik4-Halka şefkat.”

    Sultan Mahmût:“Bana duâ et!” diye ricâ etti.

    HASAN HARAKANİ HAZRETLERİNİN GAZNELİ MAHMUT'A DUASI

    Hazret:“Beş vakit namazda; «Allâh’ım, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları affeyle!» diye duâ ediyorum. Sen de buna dâhilsin.” buyurdu.

    Sultan Mahmût:“Husûsî duâ istiyorum!” dedi.

    Harakānî Hazretleri:“Ey Mahmût, âkıbetin mahmût (hayırlı ve güzel) olsun!” diye duâ etti ve onları ayakta uğurladı.

    Sultan Mahmût:“Geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdi ise ayağa kalkıyorsun. O hâl neydi, bu ikram nedir?” diye sordu.

    Hazret:“Gelirken sultanlık gururuyla ve imtihan için gelmiştin, şimdi ise gönül kırıklığı ve dervişlik hâliyle gidiyorsun. Dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Daha önce sultan olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum!” dedi.(Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 298-300; Attâr, s. 598-599.)

    SEFERDEKİ DUASI

    Bu seferlerin birinde oldukça şiddetli bir direnmeyle karşılaşmış, bu zor durumdan kurtulmak için Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu:“Ey Rabbim! Sen yardım edensin. Bizlere yardım eyle. Şayet bu savaştan galip çıkarsam aldığım bütün ganimetleri yoksullara dağıtacağım.” Gazneli Mahmut, bu seferden zaferle çıkmıştı. Elde ettiği ganimetleri de yoksullara ve garibanlara dağıtmaya başlamıştı. Ancak sultanın yanındaki vezirler bu durumdan hoşnut olmamışlardı.

    Bu durumu sultana, “Aman sultanım! Ne yapıyorsunuz? Bunca değerli altınlar, inciler fakir fukaraya dağıtılır mı? Hem onlar, bunların kıymetini ne bilecek? Üstelik devletin bu ganimetlere ihtiyacı var!” diyerek bildirmişlerdi.

    Gazneli Mahmut’un kafası bu sözler üzerine karışmış, kararsızlığa düşmüştü. Bu kararsızlıktan kurtulmak için devrin âlimine bu durumu danışınca Âlim, Gazneli Mahmut’a şu şekilde tavsiyede bulundu: “Sultanım! Bunda kararsızlığa düşecek bir taraf yok!Çok basit bir tercih karşısındasınız. Eğer Allah’a bir daha işiniz düşmeycekse hemen adamlarınızın dediğini yapın, ganimetleri hazineye koyun; ama Allah’a tekrar işiniz düşecekse verdiğiniz sözü tutun, adağınızı yerine getirin, ganimetleri yoksullara dağıtın.” Zor zamanlarda, sıkışık anlarda verilen sözler; durumlar iyileşince unutulmamalıdır. Aynı sıkışık durumlara düşmemeye kimse garanti edemez.

    ONU GÖRMESEYDİM HAKİKATE EREMEZDİM

    Sultan Mahmût gazâya gitmek üzere oradan ayrıldı.Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri’ni, buna benzer daha pek çok büyük zât ziyaret etmiş ve birçoğu da ona mürîd olmuştur. İbn-i Sînâ da Harakānî Hazretleri’ni ziyaret edip onun tesirinde kalanlardandır.( Attâr, s. 597.)

    Menâzilü’s-Sâirîn adlı eserinde mânevî hâl ve makamları anlatan ve tasavvuf tarihinde mühim bir yeri bulunan Abdullah el-Ensârî el-Herevî de Harakānî Hazretleri’nin müridlerindendir. Nitekim o şöyle der:“Hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde pek çok üstaddan ders okudum. Tasavvuftaki üstâdım ise Ebû’l-Hasan Harakānî hazretleri’dir. Onu görmeseydim hakîkate eremezdim.”( Câmî, Nefahât, 482.)

    SEN NE BİÇİM ÇOBANSIN?

    Gazneli Mahmûd, Irak’ı aldığı zaman, kervan ile birlikte yolculuk eden bir hanımın eşyası Kirman bölgesi hırsızları tarafından çalındı. Hanım, Sultan Mahmûd’un huzuruna çıktı ve: “Hırsızlar benim eşyalarımı çaldılar. Eşyamı onlardan geri al veya öde” dedi. Sultan: “Bu hırsızların nereden geldiklerini biliyor musun?” diye sorunca, kadın: “Kirman vilâyetinden gelmişlerdi” cevâbını verdi. Sultan: “O vilâyet uzaktır ve benim mülkümün dışındadır. Ben onlara bir şey yapamam” dediğinde, kadın: “O hâlde tâbiiyyetini koruyamadığına göre niçin cihan kethudâlığı yaparsın? Ne biçim çobansın ki, koyunları kurttan koruyamıyorsun? Şimdi ha benim zayıflığım, ha senin kabiliyetsizliğin” dedi. Bu sözler karşısında sultanın gözlerinden yaşlar aktı ve “Ey kadın! Doğru söyledin. Eşyanın bedelini vereyim, hırsızların işi için de elimden geldiği kadar tedbir alayım” dedi. Gazneli Mahmud 'un, çocuğa " vezirin oğlu" diye seslenip çocuğun ismini söylememesi, veziri hayrete düşürünce, padişah:"Vezir! Ben bu âna kadar, 'Muhammed(s.a.v)' ismini ağzıma abdestsiz almadım."

    Gazneli Mahmud 'un, çocuğa " vezirin oğlu" diye seslenip çocuğun ismini söylememesi, veziri hayrete düşürünce, padişah:"Vezir! Ben bu âna kadar, 'Muhammed(s.a.v)' ismini ağzıma abdestsiz almadım."der.

    Sultan Mahmut’un İmtihanı

    Gazneli Sultan Mahmud, bütün devlet adamlarının hazır olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden bir mücevher çıkardı. Vezirinin avucuna koydu ve ”Bu nasıl bir mücevherdir? Değeri nedir?” diye sordu. Vezir, ”Yüz eşek yükü altın eder” dedi.

    Sultan, ”Mücevheri kır, iyice döv” deyince vezir,”Sultanım! Bu mücevheri ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim. Böyle paha biçilmez bir mücevheri kaybetmeye gönlüm razı olmaz” dedi.

    Sultan Mahmud, vezirin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti. Bir müddet devletin başka işlerinden konuştuktan sonra, sultan vezirden aldığı mücevheri sarayın perdecisine vererek ona sordu: ”Bunu biri satın almak istese değeri nedir?”

    Perdeci, ”Bu mücevher, ülkenin yarısı ile eş değerde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun” deyince, sultan, ”Bu mücevheri kır, parçala” diye emir verdi. Perdeci,”Ey kılıcı güneş gibi parlayan sultanım! Kırıp parçalarsak bu mücevhere çok yazık olur. Buna benim elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık demektir” dedi.

    Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiş göründü. Ona da bir elbise verdi. Maaşını artırdı. Aklını ve anlayışını öven sözler söyledi. Biraz sonra mücevheri bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı şeyleri söyledi.

    Padişah mücevheri kime verdiyse, hepsi mücevherinin paha biçilmez değerinden bahsedip mücevheri tekrar padişaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu.

    Sultan birçok adamını denedikten sonra sadık kölesi Eyaz’a, ”Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu mücevherin değerini bir de sen söyle” dedi. Eyaz, ”Sultanım, bu mücevherin değeri benim söyleyeceklerimden fazladır” dedi. Sultan, Öyleyse şu mücevheri kır, parçala, toz et” dedi.

    Eyaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan mücevheri, parçalayıp tuz buz haline getirdi.

    Mücevher kırılınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne korkusuzluk, Allah hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler. Diğer beyler Eyaz'ı ayıplayıp kınarken Eyaz:”Ey benim büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, bu mücevher mi? Mücevherin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı, Sultanı göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak etmem” dedi.

    Az sonra padişah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: ”Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır. Bunlar bulundukları makama layık değiller. Bir taş parçası uğruna buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık olamazlar.”Sultanın buyruğu üzerine, Eyaz tahtın önüne koştu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Eyaz’ın hatırı için suçluları bağışladı.(Mevlana Mesnevî,c.5. Feridüddîn Attâr, Mantıku't-Tayr, çev. Abdülbâkî Gölpınarlı, İstanbul 1990-91, C1, s.92-93 ; C2, s. 27,44-5,86-87,112-13,150)

    TÜRK TARİHİNDE

    Devletlerin yönetim şekillerine bakılarak İslam tarihini, dolayısıyla Türk tarihini de üç kısma bölmek mümkün görünüyor. Birincisi, halifeler dönemidir ki adı üstünde Medine, Şam veya Bağdat yahut Dört Büyük Halife ile onlardan sonra gelen Emevi veya Abbasi halifelerinin bütün İslam dünyasına hükmetmesi anlamı taşır. Bu dönemde oluşan kurumsal yapı daha sonraki İslam devletlerine de model olacaktır.

    İkinci dönem Gazneliler Devleti ile başlayan sultanlık dönemidir. Bu dönemde Haçlı Seferleri İslam dünyasını tahrip etmiş, Abbasi halifeliği iyice güçten düşmüş, Kuzey Afrika’da ortaya çıkan Şii Fatımi Hanedanı halifeliğini ilan etmiş; böylece bir merkez kaybı olmuş, dağınıklık ortaya çıkmıştır. Sultanlığın toparlayıcı etkisi kendini çok çabuk gösterdi. Önce İslam toprakları belli büyük devletlerin hâkimiyetini tanıdı; daha sonra ise Haçlılar sökülüp atılarak fetihler kaldığı yerden devam etti. Bundan dolayıdır ki sultanlık dönemi bin seneden uzun sürebilmiştir.

    Üçüncü dönemse Osmanlı saltanatının lağvedildiği 1923’te başlayan ve bugün de içinde olduğumuz ulus-devlet dönemidir.

    İdarî Teşkilât. Gazneliler’de sultan devlet yönetimine mutlak bir şekilde hâkimdi ve “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” sayılıyordu. Hükümdar sarayı İran geleneği esas alınarak teşkilâtlandırılmıştı. Sultan, saraydaki toplantılarda şahsî muhafızları ile (gulâmân-ı saray) çevrilmiş olarak altın bir taht üzerinde otururdu. Sarayda sıkı protokol kuralları uygulanmakta ve sultanın halk ile doğrudan teması engellenmekteydi. Gazneli saray teşkilâtında da öteki müslüman-Türk devletlerinde mevcut görevliler yer alıyordu. Divan teşkilâtı Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Risâlet (Dîvân-ı Resâil/İnşâ), Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı İşrâf ve Dîvân-ı Vekâlet, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı Berîd, Dîvân-ı Âb (Dîvân-ı Mâ), Dîvân-ı Müsâdere’den oluşmaktaydı. Debîrlerin (memur-kâtip) çoğu Dîvân-ı Risâlet’te görev alırdı.

    Adliye teşkilâtında yargı işlerini kadılar yürütüyordu. Her şehirde bir kadı ve her eyalette bir kādılkudât bulunurdu. Kadının devlet idaresinde özel bir konumu vardı. Kadıların dürüst görev yapmalarını sağlamak amacıyla onlara yüksek ücret ödenirdi. Sultan Mahmud adalet teşkilâtına büyük önem vermiş, kadıları bilgi ve dürüstlükleriyle ün kazanmış müftü ve fakihler arasından seçmişti. Gazneliler’de Dîvân-ı Mezâlim’e bizzat hükümdar başkanlık ediyordu. Sultan burada halkın şikâyetlerini dinler ve karar verirdi.

    Bir eyalette devlet teşkilâtının üç önemli kolu mevcuttu. Bunlardan sivil idarenin başındaki görevliye “sâhib-dîvân” denirdi; sâhib-dîvân vergilerin toplanması ve yönetim işlerinden sorumlu idi. Eyaletteki ordunun ihtiyacını karşılamak da onun görevleri arasındaydı. Bunun dışında eyalette ordu kumandanı (sâlâr, sipehsâlâr), âmil, kādılkudât ve sâhib-i berîd gibi görevliler de vardı.

    Gazneli Devleti başlangıçta genişleme siyaseti takip ettiğinden ordu bunu sağlayabilmek için daima savaşa hazır durumda bulunurdu. Gazneli ordusu genelde gulâmlar, düzenli birlikler, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönüllülerden oluşmaktaydı. Gulâmların çoğunluğu Türk olup sayıları yaklaşık 4-6000 kişiydi. Sonraları bu gulâmlara Hintliler ve Tacikler de katılmıştı. Bunların kumandanı “sâlâr-ı gulâmân” unvanını taşıyordu. Gulâmların içinde sultanın muhafız kuvveti de yer alıyordu ve bunlara “gulâmân-ı hâs” deniliyordu. Gazneli Devleti’nin çöküşüne kadar gulâmlar ordu içinde önemli bir unsur olarak yerini korudu. Orduda kuzeyden gelen ücretli askerler de yer almaktaydı. Oğuzlar, Karluklar, Yağmalar ve Halaçlar gibi gruplardan yardımcı kuvvet olarak faydalanılıyordu. Eyalet valileri de mahallî savunmada kullanmak üzere kabilelerden asker kaydetmekteydiler. Devletin kuruluşundan itibaren düzenlenen Hindistan seferleri, orduya Horasan ve Mâverâünnehir’den gönüllü gazilerin katılmasını sağlamıştı. Sultan Mahmud’un 409’daki (1018) Kannevc seferine Mâverâünnehir’den 20.000 gazi katılmıştı. Gazneli ordusunda önemli bir unsuru da Hindistan’dan haraç olarak alınan savaş filleri teşkil ediyordu. Filler savaşta düşman saflarını bozmak ve yarmak, okçulara atış, kumandanlara orduyu sevk ve idare etmek için yüksek bir yer sağlamak, ayrıca ağır silâh ve mancınık gibi kuşatma makinelerini çekmek için kullanılıyordu. Ordudaki fil sayısı 1700 civarında idi.

    Gazneli ordusunun sayısına gelince, Sultan Mahmud’un 414’te (1023) Şâbahar’da teftişi sırasında ordunun mevcudu 54.000 civarında idi. Bu sayı, savaş zamanında gönüllüler ve eyalet kuvvetleriyle büyük ölçüde artmaktaydı. Meselâ Mahmud 406’da (1015-16) Hârizm seferi için Belh’e ilerlediği zaman ordusunun 100.000 kişiden oluştuğu kaydedilmektedir.

    İlim ve Kültür Hayatı. Gazneliler devri siyasî bakımdan olduğu gibi kültür bakımından da parlak geçmiştir. Sultan Mahmud ve oğlu Mesud geleneksel İslâm kültürüyle yetişmişlerdi. Her iki sultan da kendi saraylarında devrin en büyük simalarını toplamaya çalışmışlar, şairlere ve ulemâya hürmet ve sevgi göstermişlerdi. Ayrıca komşu ülkelerden şairleri kendi ülkelerine çağırmışlardı. Resmî dilin Farsça olduğu Sultan Mahmud’un sarayında 400 şairin bulunduğu yolundaki rivayet mübalağalı kabul edilse bile şiir ve edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu şairlerin başında, devamlı olarak efendisini ve diğer saray mensuplarını övmekle meşgul olan Melikü’ş-şuarâ Unsurî geliyordu. Sebük Tegin ve Mahmud döneminin büyük edip ve münşîlerinden biri de Ebü’l-Feth el-Büstî idi. Daha sonra Sultan İbrâhim ve halefleri devrinde de Gazneliler sarayının İran edebiyatının gelişmesine yardımcı olduğu görülmektedir. Bu şairler arasında Türk asıllı Ferruhî-yi Sîstânî ve Menûçihrî, Escedî, Gazâirî ve Şâhnâme müellifi meşhur Firdevsî, Ebü’l-Ferec-i Rûnî, Senâî, Osmân-ı Muhtârî, Mes‘ûd-ı Sa‘d-ı Selmân ve Eşref-i Gaznevî (Seyyid Hasan) sayılabilir. Bizzat Sultan İbrâhim de her yıl bir Kur’an istinsah eder ve onu diğer hediyelerle birlikte Mekke’ye gönderirdi. Sultan Mesud da iyi bir hattattı.

 

Etiketler: Gazneli Mahmut Kimdir Hayatı Eserleri Türbesi - Hindistan Fatihi, Gazneli Mahmut Hayatı, Gazneli Mahmut Vefatı, Gazneli Mahmut Türbesi, Gazneli Mahmut dönemi, Gazneli Mahmut Hindistan Seferleri, Gazneli Mahmut Gazneliler, Harakani Hazretleri, Gazneli Mahmut Eserleri | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi