Mekteb-i Derviş | İslam

    HASAN-İ BASRİ KİMDİR? HAYATI, VEFATI, ESERLERİ

    (D.H.21-M.641 - V.H.110-M.728)

    Tabiinin ulularından, irfan menbaı, zamanın şeyhi, , ittika zümresinin piri, evliyaullah fırkası defterinin başta gelenlerinden, ehli velayet ve kıble-i erbab-ı zâhid, muhaddis, fakîh ve müfessir.  

    Şeyh Hasan Basri (r.a) Hazretleri Hicret-i Nebeviyye’nin 21. Senesinde(M. 641) Medine-i Münevvere’de doğmuştur. Adı “El-Hasan ibni Ebil Hasan Yesar el-Basri”dir. Babası Ashab-ı Kiram’dan Zeyd bin Sabit’in kölesi Yesar (r.a)’dir. Annesinin adı Hayra’dır ve Peygamberimiz’in (s.a.v) zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme’nin (r.anha) azad edilmiş cariyesi idi. Oğulları Hasan Basri (r.a) Hazretleri doğunca azad edildikleri rivayet edilmiştir. Hasan Basri (r.a) doğduğu zaman Hz. Ömer (r.a)'e getirdiler. Hz.Ömer (r.a)"Hasan adı veriniz zira yüzü Hasendir." buyurdu. 

    Ümmü Seleme’nin (r.anha) evine gidip hizmetinde bulunan annesi, bu hizmetleri sırasında çocuğunu da yanında götürüyordu. Bir iş için dışarı çıkınca yalnız kalan küçük Hasan’ı Ümmü Seleme (r.anha) annemiz kucağına alarak bağrına basıp ona dua ediyor, hatta oyalamak için emzirdiği de oluyordu. Ümmü Seleme (r.anha) annemiz ihtiyar olduğu halde sütü gelmiş, küçük Hasan'da onun sütünü emmiştir. Böylece büyük bir berekete ve bu bereket sebebiyle de nimetlere kavuşmuştur. Ayrıca Ümmü Seleme (r.anha) annemizin Hasan-ı Basri (r.a) Hazretleri hakkında şöyle dua ettiği rivayet edilir: “Yâ Rabbi! O’nu dinde fakîh kıl ve insanlara sevdir.“(Ibn Sa'd, Tabakât, VII/I, 114) 

    Hasan Basri (r.a) Medine-i Münevvere'de bulunduğu sırada ilimde önemli olan Arapça'yı iyice öğrendi. 12 yaşlarında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Henüz 14 yaşında iken hıfzını tamamlayıp, Basra’ya gitmiş ve orada ilmi ve hitabeti ile büyük şöhret kazanmıştır. Yetmiş yıl içinde abdestsiz yere basmadı

    Gayet edebi vaazlariyle Basra halkını etkilemişti. Vaazlarında daima Allah (c.c) korkusunu telkin ederdi. Ahiret korkusu ile daima üzgündü. “Mümin, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar. Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın (c.c) o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arasında.” derdi.

    Bütün rivayetler, onun daima ahiret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlardı. Şöyle diyordu: “Vallahi, ey âdemoğlu, eğer sen Kur’an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzüntün artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacaktır!”.

    Çocukluk günlerini Medine’de geçirdiğinden sahabilerin yaşadığı zühd hayatı, Hasan-ı Basri (r.a) Hazretlerinin ruhuna sinmiştir. O havayı hiç unutmadı, bu zühd havasını Basra’ya götürdü. Basralılara gerçek zühdün ne demek olduğunu öğretti: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi, ‘Bunların ahirette bir nasibi yok’ derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, ‘Bunlar hesap gününe inanmıyorlar’ derlerdi.” derdi. 

    Hasan-ı Basri (r.a), Vâdi'l-Kurâ'da büyümüş ve çocukluğu orada geçmiştir. Gençliğinde Doğu iran'in fethine (43/663) katılmış, bundan kısa bir müddet sonra, Horasan vâlisi Rebi' b. Ziyâd'in kâtipliğinde bulunmuştur. Bundan sonraki hayatının geri kalanını çoğunlukla Basra'da geçirmiştir. En son vefât edenleriyle birlikte üç yüz sahâbe ile görüştüğü rivâyet edilir. Ebû Tâlib Mekkî, Hasani Basrî'nin tasavvuf yolunda imamları olduğunu söylemiştir. Enes b. Mâlik(r.a), kendisine bir mesele sorulduğunda, onun Hasan-i Basrî'ye de sorulmasını, onun derin ilim sahibi olduğunu söylerdi .(Ibn Sa'd, Tabakât, VII/I, 128)

    Hasan-ı Basri (r.a) Hazretleri 15-16 yaşlarına gelince eşi bulunmaz bir âlimdir artık. Bir gün kürsüdeyken kapıdan bir yabancı girer. Hasan-ı Basri (r.a) Hazretleri mescidin nurlandığını hisseder. Bu ne heybettir Ya Rabbi bu ne güzelliktir... Yoksa bu zat... Evet, yanılmadığını anlar. Meçhul misafir Hz. Ali’nin (k.v) ta kendisidir. Hasan-i Basri (r.a) Hazretleri, Hz. Ömer (r.a) ve Hz. Osman (r.a)’dan sonra “ilim şehrinin kapısı” ile şereflenir. Hz. Ali (k.v) Efendimiz, bu genç vaizi çok sever. Kimseye yapmadığını yapar, ona tasavvuf ile ilgili sırları fısıldar. Dahası nurlu elleri ile bir “icazet” yazar ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirir. İşte tasavvufta hilafetnâme (izin belgesi) verme usülü Hz. Ali (k.v) den kalma bir gelenektir.

    O günden sonra Hasan-ı Basri’nin hizmeti büyük olur. İnsanlar fevç fevç sohbetine gelirler. Talebeleri ülkeler beldeler ötesini nurlandırırlar ki bunların arasında Malik bin dinar (r.a), Utbe-i Gulâm (r.a), Ebû Haşim-i Mekki (r.a), Habib-i Acemi (r.a) gibi pırlantalar vardır. Bu yol ölümünden sonra da devam eder İbrahim Edhem ve Mûiniddin-i Çeşti (r.anhüma) gibi zirveler halkaya eklenirler. 

    Hasan-ı Basri (r.a) Hazretleri, o derece hikmetli konuşurdu ki, İmam-ı Cafer-i Sadık (r.a) Hazretleri O’nun hakkında: “Sözü Peygamber’in (s.a.v) sözüne benziyor” demişti. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki, kendine öz üslubiyle “Nereye gidiyorsunuz?” demesi, dinleyenleri ağlatmaya kâfi gelirdi. Gözü yaşlı olarak onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka herşeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah (c.c) korkusu ve ölüm endişesi idi.

    Hasan-ı Basri(r.a)Hazretleri’nin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi.Evdeki özel meclisi idi.Burada yakın dostları ile oturur, zühd ve batın ilimler üzerinde konuşurlardı. Özel meclisine devam edenler için :“Kardeşlerimiz, bize ailemizden,karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgilidir.Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatıyor, kardeşlerimiz ise bize ahireti hatırlatıyor” derdi. 

    Hasan-ı Basrî (r.a)'nin çesitli konulardaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz: 

    Hasan-ı Basrî (r.a), "Allah, mahlûkati ve tabiatı yarattı. Hersey yaratılışına uygun olarak hareket eder" demekle kadere inancını açıklayıp, Kaderiyye gibi düşünmediğini belirtir. Ibâdet hayatında bütün kaide ve emirlerin sıkı sıkıya tatbik edilmesini ister. Nifak ve riyâya şiddetle düşman olup, amelde ihlâsın bulunması gerektiğini söyler. "Biz insanın dindarliğını sözleriyle değil, fiiliyatiyla anlarız" diyerek de uygulamaya önem verdiğini belirtir. 

    O'nu da "eski"ye özlem içinde görmekteyiz. "Eskiden dünya ehli fânî mallarını, ilimleri için âlimlere sarfediyorlardı. Bugün âlimler, ilimlerini ehl-i dünyanın menfaati, onların fânî malları için kullanıyorlar. Dünya ehli mallarıyla, âlimlerden yüz çevirdi ve onların ilimlerinden mahrum kaldı. Çünkü âlimlerin verdigi hükümlerde talihsiz sonlarını gördüler" der. 

    Gerçek fakîhin, takvâ sahibi olduğunu, kimseden himmet beklemediğini, kimseye hakaret nazarıyla bakmadığını, ilmine karşılık bir dal bile beklemediğini, çeşitli sözlerinde belirtmektedir.

    Hasan-i Basrî (r.a), sûf giyenleri tenkid eden bir sûfî olup, Basra'dakilerin ilki değildir. O'nun zühd anlayışı, tefekkür, nefs muhasebesi, dünyadan uzaklaşma ve Allah aşkına dayanmaktadır. "Tefekkür, sana iyi ve kötü fiillerini gösteren bir aynadır"; "Mü'min, daima nefsinin hâkimidir. Onu Allah için inceler. Dünyada nefsini murâkabe edenlerin hesabı, âhirette kolay olacaktır. Kendilerini murâkabe ve muhâsebe etmeyenlerin hesabı da zor olacaktır" dediği bilinmektedir.

    O, karşısındakileri eğitmek için sorular sorar, gerçekleri bizzat kendilerinin bulmasını isterdi. Çünkü kişilerin yalnız ölüp, yalnız gömüleceklerini, yalnız dirilip, yalnız başlarına hesap vereceklerini beyanla herkesin kendisine dönmesinin önemine işaret ederdi. Ona göre, düşüncesini âhiret üzerine yoğunlaştıranların, dünyadan ve fânî şeylerden sevgisini kesmeleri ve her işte Hazret-i Peygamber (s.a.v)'in yolunu izlemeleri şarttır. 

    Hasan-i Basrî (r.a), hüzünlü olmayı kendine şiâr edinen bir sûfi olarak temayüz etmiştir. Dünyadan kaçış, zâhidâne bir hayat, nefsinden hiçbir zaman emin olmama, işte bunların hepsi, O'ndan hükmün kaynağını teşkil etmektedir. Hüznü savunan bir sözünde "uzun hüzün, iyi amellerin kaynağıdır" demektedir" "Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar" (Tevbe Suresi,82) âyetinin işaret ettiği emir çerçevesinde fazla gülmemeyi öğütler, fazla gülmenin kalbi öldürdüğünü söylerdi. Kişi bir bütün olarak Kur'ân-ı Kerîm'e uygun hareket ederken, en küçük kötülükten çekinir, her konuda çok titiz olursa o, verâ sahibi olmuş olur. Bunu, Hasan-i Basrî (r.a)'de şu ifadelerle billurlaşmış görüyoruz. 

    "Amellerine bak, onları incele. Çünkü birbirinden kesin sınırlarla ayrılan hayır ve şer tartılacak. En küçük bir hayırı değersiz bulma, âhirette o sana fayda verecek. En küçük bir kötülüğü zararsız sayma, ahirette aleyhinde olacaktır." Hasan-i Basrî (r.a)'de Allah aşkı (muhabbettullah) zirvededir. Bunu, hadîsi kudsîden aldığı güçle sağlamıştır. "Bana, kendilerine farz kıldığım şeyleri edâ ettiği gibisi ile yaklaşanı yoktur. Eğer kul, bana nâfile ibadetlerle yaklaşırsa ben onu severim. Ben onu sevince de, onun kulağı, gözü, eli, dili ve ayağı olurum. Benimle duyar, benimle görür, benimle konuşur, benimle tutar ve benimle yürür"(Buhârî, Rikak, 38). O'na göre Allah aşkı manevî hayatın en yüksek noktasıdır. Çünkü bu aşk, Allah'a dogru yükselişin meyvesidir. 

    Mü'minin Allah kelâmına ve emirlerine karşı çok duyarlı olması gerektiği üzerinde duran İmam, mü'mini şöyle tarif eder:"Mü'min, Allah'ın beyanlarını, buyruklarını O'nun (c.c) dediği gibi bilen, insanlar arasında en güzel ve en çok ibadet eden, en çok Allah'tan korkan kimsedir." "O, Allah yolunda dağ kadar altın infak etse, hep Allah'ın yardımını diler ve kendisinden asla emin olamaz. Salah, birr ü takva ve ibadette derinleştikçe derinleşir de sonra yine 'kurtuluşa eremeyeceğim' düşüncesiyle ıstırap duyar durur."

    Münafık ise, tam aksine "Birçok insanlar benim için dua edip istiğfarda bulunuyor, benim için artık ibadet u taât çok mühim değil" düşüncesiyle kulluğu unutur, ibadet u taât'ı mühimsemez ve hep kuru kuruya Allah'tan bağışlanmayı temenni eder durur. (Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, c. 2, s. 147.)

    Cennette Allah'u Zülcelalin zâtının ihatasız olarak görülebileceğini kabul eder. İyiliği emir kötülüğü nehyetmek kuralı, O'nun hareket noktasını oluşturmaktadır. 

    Hasan-ı Basri (r.a), işari tefsirin kurucularından kabul edilebilir. Tefsîr ve hadîste tenkid edici fakat gerçekçi bir görüşe sahiptir. Müslümanların ibâdetlerinde mevcûd Israiliyyat'ı biliyor ve onları bu yanlış inançlardan kurtarmak için, korkusuzca mücâdelesini sürdürüyordu. Bunun yanında isyan etmeden, halifelere bile açıkça hatalarını söylemekle, cesaret örneğini göstermiştir. Yezid’in halifeliğinin sahih olmadığını açıkça söylemekten çekinmedi. Haccâc b. Yûsuf'un zulmüne karşı, ona kafa tutmuştur. Rûhu şâd olsun... (Hayranî Altintas, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi, ilâhiyet Fakültesi,1986, s. 61-65). 

    Hasan-ı Basri (r.a)’nin, kendisini böyle zühde adamasında en önemli etken Amir ibn Abdi’l-Kays (r.a) isimli zattır. Bu zat, Basra’nın toplumsal hayatında yeni bir zühd hareketini temsil ediyordu. Kendisi evlenmez; et, yağ yemez; emirlerin yanına girmezdi. Tevrat ve İncil ile de biraz meşgul olmuştu. 

    Hasan Basri (r.a) Hazretleri her hafta vaaz ederdi. Fakat Rabia Adeviye (r.anha) karşısında olmadıkça derse başlamazdı. Bir gün birçok beyler vaazını arzu ederek geldiler. Rabia olmadığı için mubaşeret etmedi. "Bir kadıncağız olmazsa ne olur?" Dediler. Hasan-ı Basri (r.a) Hazretleri :"Bir lokma ki fil için hazırlanmıştır, karınca ağzına sığar mı?" Buyurdu. 

Vaazı arasında şevk içinde kalan Hasan-ı Basri (r.a) Rabia (r.anha)'ya hitap ederdi: "Ey kilim giyen hatun benim olduğum senin gönlün ıssılığından. Ateşindendir" derdi. 

    "Bu kadar cemi gafir vaazına geldiğinden neş'elenir misin?" sualine: "Biz avam kalabalığına şad olmayız, lakin bir gönül ehli gördüğümüz vakit neş'emiz artar, şad oluruz" dedi. 

    Sordular:"Müslüman nedir ve kimdir? ""Müslümanlığın şartı kitab içindedir ve müslüman toprak altındadır. "

    "Dinin aslı nedir?" "Vera'dır; yani haramdan ve şüpheli nesnelerden sakınmaktır. Ve tama' vera'ı batıl eder" dedi. 

    "Uyuyan gönlümüzü uyandır?" diyen cemaate hitaben: "Uyuyan gönlü uyandırmak kolaydır, sizin gönlünüz ölmüştür, zira hiç hareket etmez" deyince; 

    "Bizi biraz korkut?" dediler. "Eğer bugün korkarsanız yarın onda emin olursunuz. Vah o kişinin haline ki korkmaya" dedi. 

Dediler ki: "Bu kadar halk, meclisinde mes'ele öğrenir sana itiraz ederler." Buyurdu: "Hak Teâlâ kendi azametiyle halk dilinden kurtulamadı. Ben zerreyim" dedi. 

    Haccacı Zalim; Hasan Basri (r.a) Hazretlerini korkutmak için bütün maiyetiyle vaaza gelmişler, mübarek hiç futur etmeyerek derse devam edince Haccac demiş ki:"dünyada er isterseniz Hasan'ı görün". 

    Hazretin bir müridi Kur'an sesini işitince sayha eder düşerdi. Hasan Basri (r.a) bir gün "böyle yapma" diye buyurdular emirlerine karşı: "Ya şeyh kendi elimde değildi" deyince: "Eğer gelsin diye böyle edersen Rahmanidir, eğer çağırmıyorken bağırırsan şeytanidir." Buyurdu.

    Bir yıl Basra şehrinde kıtlık oldu; bir sene yağmur yağmadı, duaya çıktılar. Hasan Basri (r.a) minbere çıktı va'az ve dua etdi. "İsterseniz yağmur yağsın Hasan'ı Basra şehrinden koğun", deyince halk ağlaşdı. 

    O kadar Hak Teâlâ Hazretlerinden korkardı ki sanki celaf elinde durmuş gibi daima melül mahzun idi. Bir gün bir zat şu Hadis-i şerifi okudu: "Tamudan bin yıl sonra Henna isimli bir kişi zuhur edecektir". Mübarek Hasan ağlayıp, "Hadis-i şerifte ismi zikredilen Henna ben olsaydım. Korkarım ki hak yolundan çıkarım, Rabbimize asi olurum da dergâhı izzetden kovulurum " dedi. 

    Mervidir: Hasan Basri (r.a) Hz.leri namazgâhında namaz kılarken kapı önünde birisi oturmuş üzerine sular gelmiş. Pis su olmasın diye araştırılan bu zata Hasan Hz.leri "ben asinin gözyaşıdır" demiş.

    Bir cenaze namazını kıldıktan sonra kabre konulduğu zaman Hasan Basri (r.a) Hazretleri kabir üzerinde o kadar ağladı ki toprak ıslandı. Sonra dedi ki: "Müslümanlar kabir ahiret menzilinin evveli, dünya menzilinin ahiridir. Mademki hepimiz sonunda işbu yere gireceğiz, dünyada nasıl şad olup gezeriz" bütün cemaat ağlaştılar. Meğer Hasan Basri çocuk iken bir kabahat yapmış, bundan daima nedamet duyarak bu kabahati yakasına yazmış, gördükçe o kadar ağlarmış ki o yazı ıslanırmış. 

    Bir gün Said bin Cebir'e nasihat eyledi: "Üç şeyi işleme " dedi: "Beyler arasına girme, avretlerle sohbet eyleme, Rabia adeviyye dahi olursa, kulağını çalgılara verme eğer velilerden dahi olsan afetden kurtulamazsın" 

    Birgün, Sabah namazı vakti Hasan Basri(r.a)'nin mescidine gelen bir zat, kapısını kilitli görmüş. İçerde cemmi gafir duaya âmin diyorlardı. Biraz sonra yalnız olarak çıkan Hasan Basri (r.a) Hazretlerine sual eden Abdullah'a "kimseye söyleme her gün cinler gelir, benden dua taleb ederler, ben de dua ederim, âmin derler " dedi. 

    Yine bir seferinde: Birkaç kişi beraberinde hacca giderlerken yolda susuzluktan Hasan Basri (r.a)ye arzıhal ettiler. Kova neviinden bir şey olmadığı gibi ip de yok. Hasan Basri (r.a)"ben namaza durayım, siz su için" dedi. Mübarek namaza başladı. Kuyudaki su taştı: Herkes kana kana içti. Birisi bir bardak su sakladı. Namazı ihmal etti. Su da kurudu. Hasan Basr i(r.a):"siz Allah'a inanmaz mısınız?" dedi. 

    Nakildir ki: Ebu Ömer, Kur'an hocası idi. Talebelerinden gayet güzel bir çocuğu öpmek istedi. Hıfzında olan Kur'an tamamıyle silindi. Bir elif dahi gönlünde kalmadı. Pişman oldu. İçine ateş düştü. Hasan Basri (r.a) Hazretlerine gelip anlattı: "Hac vakti hacca git, sonra avdette Mescidi Hayfe var, mihrabda bir ihtiyar oturur, Onunla görüş sana dua eylesin" dedi. Emirleri minvali üzere aynen yaptı. Diyor ki:"Mihrabda ihtiyarın etrafındaki halk dağıldı, yalnız kaldı. Selam verdim, halimi söyleyip: "Allah hakkı için merhamet eyle" dedim. Acıdı gözü ucuyla göğe baktı. Başını indirmeden cümle Kur'an mahfuzum oldu. Pirin ayaklarına kapandım, bana sordu:"Beni sana kim haber verdi?" "Hoca Hasan Basri" dedim. Tebessüm etti :"Biraz evvel cemaat içine gelip herkesin hürmete istikbal ettiği Hasan Basri idi. Her gün öğle namazını Basra'da kılar, buraya gelir, ikindi namazını beraber kılarız. Akşam namazına Basra'ya gider, o size kâfidir" dedi. 

    Hasan Basri (r.a) Hazretlerinin yetmiş yaşında ateşperest Şem'un isminde bir komşusu vardı. Hastalığı şiddetlendiğinden bir zat gelip, komşuluk hakkı için, haleti nez'a gelen şem'un'a din telkin edilmesini istedi. Mübarek Hasan Basri hastaya gidip: "Bunca senedir taptığın bu ateşi terk eyle, Allah'u Teâlâ ya iman getir" dedi. Şem'un cevaben: "Ya Hasan, ben üç şeyden iman getiremiyorum. 1-dünyayı zemmeder diğer taraftan onu istersiniz. 2- ölüm haktır der, yolculuk tedariki yapmazsınız. 3-Hakkın didarını görelim der, yine rızası hilafına gidersiniz. 

    Ya Hasan ateş seni yakmaz mı ?" dedi Hasan mübarek elini ateşe soktu ve: "Bu sözlerden müslümanlık kokusu geliyor" dedi.

    Kâfir dedi ki: "Cenabı Hakkın beni cennete koyacağına kâğıt yaz ver, Hasan Basri kâğıt yazdı. Şem'un iman edip, teslimi can eyledi. Büyük cemaatle namazını kılıp, defneylediler. Fakat Hasan Basri'nin gözüne uyku girmeyip, sabah namazını kıldı." Ne yaptımda eline kâğıt verdim. Hak Teâlâ Hazretlerine karşı küstahlık eyledim deyip, ben kendimi kurtardım mı ki başkasına senet verdim" diye ağladı. Biraz uykuya daldı. Rüyasında Şem'unu gördü başına taç giymiş, yüzü ayın on dördü gibi parlıyor, türlü türlü cennet nimetleri içinde bahçelerde geziyordu. Hasan Basri (r.a) Hazretleri : "Ya Şem'un nasılsın?" dedi. "Elhamdülillah, Allah'ım bana rahmet eyledi. Verdiğin senedi geri al gam çekme" dedi. Mübarek uykudan uyandığı zaman kâğıdı avucunda buldu. "Bari hüdavenda senin işin illetle değildir, illa fazlu keremledir" dedi. 

    O bir sözünde de:"Ere ilmi nafi gerek, amel ve ihlâs ve sabırla kanaat gerek, her nazar ki ibretten değildir sehv ü zilletdir, sözü hikmet değildir, aynı afettir, her kim halktan uzlet ederse selamet olur. Kanaat ederse aziz olur, halkla ihtiyacı olmaz. Hasedi terk ederse dinlenip rahat olur." 

    İnsanda bir irade hürriyetinin mevcudiyetini, buna bağlı olarak da hayır ve şerrin işlenmesinde kişinin tamamen hür olduğunu kabul eden zühd ve takvâ önderi Hasan Basri(r.a)ye"Vera nedir ?" diye sordular. Buyurdu ki: "Vera, içinde üç makam vardır: 1-Daima hak söz söyleyen, 2-Kendini muhafaza eden, 3-Her işi hak rızası için yapandır. Ve bir zerre vera' yüz yıl verasız oruç ve namaz kılmaktan efdaldir.

    Miskin âdemoğlu dünyada üç şeye doymaz: .1-Mal devşirilip yığmaya, 2-Zevk ve sefaya, 3- Ömre: elinde olsa dünyadan hiç gitmek istemez. 

    Allah'ın sevgili kulu dünyaya hiç kıymet vermez. Mü'min olan dünyada ahiretini imar eder. Ahmak olan dünyayı imara çalışır, ahiretini haram eder. Allah-ı sevmenin nişanı dünyayı terk eylemek. Her kim altın, gümüşü kıymetli tutarsa, huzuru kalble namaz kılamaz. Ukubete yakın olur. "Bir kişi altı senedir cemaate gelmez, halka karışmazdı. Hasan Basri (r.a) gidip sual eylediğinde, "Ya şeyh beni mazur gör nefsanî işleri yapmam, nefsime rahat vermem. Nefis bana zahmet vermez. Hakkın zikr ü şükrüyle meşgul olup, otururum" deyince, "sen benden daha iyisin, böylece devam et " dedi.

    Hasan Basri.(r.a)şöyle bir soru yönelttiler:"Şimdiye kadar hiç bir şey sizi sevindirdi mi? " Buyurdu: "Bir gün otururken bir kadın kocasına: "ben senin işlerini gördüm, evini bekledim ki üzerime başkasını getirmeyesin, bundan böyle madem ki üstüme kadın aldın işlerini yapmayacağım" diyordu bu hoşuma gitti. Misalini Kur'anı Kerimde aradım, buldum. (Surei Nisa, 48.ayet)"kullarımın cemii günahlarını fazlımla af ederim. Ve ayıplarını yüzlerine vurmam, mademki beni bilirler, üzerime başka şeye tapmazlarsa. Eğer bu şirki yaparlarsa af etmem". 

    Rivayet ederler: Hasan Basri (r.a) Hazretleri kabristanda yemek yiyen birisini gördü: "Bu kişi münafıktır" dedi. "Zira bu kadar zevat huzurunda gönlüne korku gelmeyerek boğazından ekmek geçiyor, ahireti düşünmüyor, münafıklık alametidir."

    Onun zühdi hayatını etkileyen diğer bir sebep de Basra’da zühd hayatının teşvik görmüş olmasıdır. Bir zaman sonra Hasan-ı Basri(r.a), topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmişti. “Ashabını bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun” diyenlere şöyle cevap verdi: “Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dediler ki: kıyamet gününde insanların iyisi nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olandır. Kıyamet gününde en çok gülen de dünyada en çok ağlayandır.”

    Hasan-ı Basrî'ye (r.a.) güzel ahlâktan sorulduğunda: "Güzel ahlâk; güler yüz, tatlı söz, iyilik yapmak ve kötülük etmemektir." buyurdu. Hasan-ı Basrî'ye, "Evlâd, babasına karşı nasıl emr-i ma'rûf edebilir? Diye sorduklarında. O da "Onu kızdırmayacak şekilde nasîhatte bulunur, kızarsa sükût eder." diye cevap vermiştir.

    Bir meclisde bir genç bol bol kahkahalar ile gülüp dururken, Hasan-ı Basrî(r.a)oraya uğrar ve delikanlıyı çağırır: "Oğlum Sırat'ı geçtin mi?" deyince Genç,"Hayır" der. Hasan-ı Basrî(r.a), "Gideceğin yerin Cennet veya Cehennem olduğunu biliyor musun?" deyince de genç."Hayır" der. .Hasan Basri(r.a) Peki öyleyse; "O halde bu kahkaha nedir?" deyince,. Gencin bu hâdiseden sonra bir daha güldüğü görülmedi.

    Tefsirinden Örnekler:

    1-“Allah’a davet edip iyi amel işleyen ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir” (Fussilet Suresi,33)ayetini okuyor şöyle diyor: İşte bu, Allah’ın sevgilisidir; bu, Allah’ın seçkin kuludur; bu, Allah’ın hayırlı kuludur; bu, Allah’ın yarattıklarının en sevgilisidir. Allah’ın çağrısına icabet etmiş, insanları da o daveti kabule çağırmış, iyi amel işlemiş ve “ben müslümanlardanım” demiş! İşte bu, Allah’ın halifesidir. Burada Hasan Basri (r.a)’ın nasıl coştuğunu ve ayetin nitelediği şahsiyette ne derece hayran kaldığını görmekteyiz.

    2-“Dünya hayatı sizi aldatmasın” (Fatır Suresi,5-Lokman Suresi,33) ayetini okuyunca derhal kendini tutamıyor: “Bunu söyliyen kimdir? Dünyayı yaratan ve onu en iyi bilen! Sakın ha, dünya ile meşgul olmayın, zira dünyanın meşgalesi çoktur. Adam kendine bir meşgale kapısı açtı mı onun arkasından on kapı daha açılır.

    3-“Sağda ve solda oturur” (Kaf Suresi,17)ayetinde şöyle diyor: “Ey Âdemoğlu, senin için iki sayfa açıldı. Sana iki kerim melek verildi. Biri sağında,öteki solunda. Sağında olan iyiliklerini zapteder, solunda olan kötülüklerini. Artık dilediğini yap. Az veya çok. Ölünce sayfan dürülür, boynuna asılır ve kabrine konur. Kıyamete kadar o seninle beraberdir. O zaman (Allah) der ki: “Her insanın günahını boynuna astık. Kıyamet günü onun için ap açık bir kitap olarak çıkaracağız. “Kitabını, oku, bugün kendi kendine hesabını görebilirsin.” Vallahi seni nefsinin hesapçısı yapan Allah, gerçekten adalet yapmıştır.” (İsra Suresi,14)

    4-Talha İbn Amr al-Hadrami diyor ki: “Bir gün Hasan Basri (r.a) çıkageldi. Ata ile beraber yanına oturduk. Şöyle dedi: Bana ulaştığına göre Allah şöyle buyurmuştur:”Ey Âdemoğlu, seni ben yarattım, hâlbuki sen başkasına ibadet ediyorsun. Ben seni anıyorum, sen beni unutuyorsun. Ben seni çağırıyorum, sen benden kaçıyorsun. Bu, yeryüzündeki zulümlerin en kötüsüdür. Sonra şu ayeti okudu: “Yavrum, Allah’a ortak koşma, zira ortak koşmak büyük bir zulümdür”. (Lokman Suresi,13)

    5-De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı?”(Araf Suresi,32)ayetinde Hasan Basri (r.a), nefsi yaşatacak kadarından fazla yemenin doğru olmadığını söylüyor. “Zinet”sırtına bindiğin şeydir. “Tayyibat” Allah’ın, o hayvanların karınlarına koyduğu süttür. Şimdi öyle insanlar var ki Allah’ın nimetini, karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yapıyor. Kim Allah’ın nimetini alırsa onu güzelce helal olarak yer. Ama Allah’ın nimetini karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yaparsa onu, kıyamet gününde boynuna vebal yapmış olur.

    6- Hasan Basri (r.a) : “Onlardan kimi nefsine zalimdir”(Ali İmran Suresi,135) ayetindeki zalimi münafık, diğer bir rivayete göre fasık diye tefsir etmiştir. Ona göre büyük günah işleyene münafık denir. Kişinin akibetinden emin olması nifak alametidir. İnsanın nifaktan kurtulabilmesi için sözü ile bilgisi arasında ihtilaf olmamalıdır. Bundan dolayı o, çağında yaşıyanların çoğunu münafık saymıştır. Diyor ki: “Münafıklar, evlerde, yollarda, çarşılarda hep bizimle beraberdir. Vallahi onlar Rablarını bilmemişlerdir.”O halde nifaktan kurtulmak için kalbi islah etmek lazımdır. Hasan bu prensip üzerinde çok durmuştur. Onun için kendisi kalbler ilminin kurucusu sayılmaktadır. Bu prensiple o, tasavvufi anlama çok yakındır. Çünkü salih kalp korkunun çalkandığı yerdir. Fasık kalp ise batıl dikenlerin ve kuruntuların yetiştiği yerdir. Kalb, hayatını kaybedince ona öğüt tesir etmez. Mescitte etrafına toplananlara Hasan Basri (r.a) şöyle demiştir: “Ah kalbler düzelmiş olsaydı ben sizi ta kıyamet sabahına kadar ağlatırdım!”

    Hasan Basri (r.a), Hz. Osman (r.a)’ın katli ve ondan sonraki olayları Allah’ın bir intikamı saymaktadır. Allah, Resulünün hayatında ona ikram olarak müslümanlardan bu intikamı almamış, fakat vefatından sonra bu intikamı alacağını “Seni götürürsek biz onlardan intikam alıcılarız” ayetiyle bildirmiştir. Bunun sebebi de dünyaya düşkün olan, dünyaya yönelen, dinlerine içten bağlanmayan insanların türemiş olmasıdır. Hasan Basri (r.a)’a göre olaylar, zühdi hayattan ayrılmanın bir sonucudur.

    Örneklerden anlaşıldığı üzere Hasan Basri (r.a), tefsirden çok va’z etmektedir. Onca mana açıktır, izaha lüzum yoktur. O, okuduğu ayetlerden, kalbine doğan zevke göre va’z etmiştir. Her ayet, onun kalbinde Allah korkusunu depreştirmiştir. Onun ifade gücüyle dile getirilen derin hisler, en güzel mev’izeler olmuş, kalblere işlemiştir. Halk bunlardan bir müzik tesiri de duymuştur. Onun anlattıkları, öteki hikâyecilerdeki gibi değildir. Hasan, hikâye anlatmıyor, yaşadığını söylüyordu. Bununla beraber onda kıssa hiç yok da değildi. Mesela “Cehennem ateşi, her gün yetmiş bin deriyi pişirir. Kâfir derisi kırk arşın kalınlığındadır. “ gibi hikâyeler vardır onun tefsirlerinde. Bazı kıssaları detaylarıyla anlatır, tahlil eder, daha sonra kendi görüşü olan zühdü aşılamaya çalışır, bunun dışına çıkılmasına şiddetle çatar. Örneğin: “Biz emaneti göklere, yere ve yıldızlara arz ettik…”(Ahzap Suresi,72)ayeti üzerine şöyle diyor:  “Emaneti yedi kat göklere ve yıldızlarla süslediği yollara, büyük arş taşıyıcılarına arz etti, dedi ki: Emaneti, taşıdığı sorumlulukla birlikte yüklenir misiniz? Dediler ki: Sorumluluğu nedir? Dedi ki: İyi taşırsan mükâfat alırsın, kötü taşırsan cezalanırsın. Hayır, dediler. İnsana arz etti. Insan yüklendi. Çünkü insan, nefsine zalim, Rabbını emrini bilmezdir.” Kıssayı bitirdikten sonra zalim ve cahil insanın halini hatırlıyor da ona şiddetle hücum ediyor: Mallar, saraylar içerisinde yaşayan, sultanın kapısına giden, çeşitli yemekler yiyen insanları şiddetle kötülüyor. Sonra yetimleri, dulları, fakirleri hatırlıyor.

    Demek ki Hasan Basri (r.a), fikirlerini kıssa şekline sokuyor ve onu daha etkili olacak biçimde anlatıyor. Hasan’ın her tefsirinde muhakkak zühd tarafı kendini gösterir. “Allah’ın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin” ayetinde kişinin mal istediğini, hâlbuki belki o malda kendisinin helakinin bulunduğunu söylüyor.

    Tefsirinde siyasi yönü de vardır. Emevi devletini sevmediği bellidir. Onun için Kur’an’daki Ülü’l-emr ile bilginlerin kasdedildiğini ileri sürüyor. Ona göre gerçek yetki sahibi âlimlerdir.

    İsra’nın ruh ile olduğu; vücudun o gece mekânından ayrılmadığı kanısındadır. Bunun için : “Sonra yaklaştı, indi, iki yay aralığı kadar, belki daha az kaldı. Kuluna vahyettiğini etti” ayetinde vahyedenin Cebrail(a.s) olduğunu söyler.

    Görülüyor ki Hasan Basri(r.a)’nin görüşlerinde tasavvufi bir tema hâkimdir. Hasan Basri (r.a)’de aradıklarını bulan sufiler, onu efsanevi bir şekilde tasvir etmişlerdir. Onlara göre Hasan, Malik İbn Dinar ve Süfyan-ı Sevri (r.anhüm)gibi sufi kisvesi olan yamalı hırka giyer, yalın ayak gezerdi. Hasan-ı Basri(r.a)Hazretleri sof giyerdi ama bu onun devamlı giydiği birşey değildi. Sof giyip zühd göstermeyi sevmezdi: “Kim tevazuundan sof giyerse kalbinin nuru artar. Ama kim böbürlenmek ve zühdünü göstermek için sof giyerse o, şeytanlarla beraber cehennemde kavrulur” derdi. Riyadan son derece kaçan Hasan-ı Basri (r.a): “İnsanın nefsini kötülemesi dahi kendini övmesidir” demiştir ki gayet zekice bir sözdür.

    ESERLERİ 

    1- Tefsîr-ul-Haseni'l-Basrî: Bu kitabı bütün olarak zamanımıza kadar ulaşmamıştır. Ancak kaynak tefsîr kitaplarında dağınık rivâyetler hâlinde bulunmaktadır. 

    2- Kitâbü'l-Hasen İbni Ebî'l-Hasen fil Aded; Kur'ân-ı kerîmin âyetlerinin adedi ile ilgilidir. 

    3-Risâle fî Fadlı Harami Mekketi'l-mükerreme; Mekke'nin fazîletine dâirdir. 

    4-Risâle Abdi'l-Melik İbni Mervan ilâ Hasen-il Basrî ve Cevabhi aleyha; Halife Abdülmelik'e yazılmış bir risâledir. 

    5-Risâle Erbea ve hamsin farîda: Elli dört farzı anlatan bir kitabdır. 

    6- îmânda aranılacak elli fazîlet hakkında bir risâlesi. 

    7-El-istiğfârât-ul-munkıze minen-nâr (Bu kitabın bir adı da "Errâd-ı Hıfzıyye"dir.) İstiğfâr, ya'nî tövbe hakkındadır. Bunlardan başka eserlerinin de olduğu kaynaklarda bildirilmektedir.

    Pek çok âlim ve velî yetiştirmiş olan Hasan-ı Basrî(r.a) Hazretlerinin tasavvuftaki yolunu dört halîfesi devam ettirdi. Bu halifeleri, Mâlik bin Dînâr, Utbe-i Gulâm, Ebû Hâşim-i Mekkî ve yerine vekil bırakmış olduğu Habîb-i Acemî'(Rahmetullahi aleyhim ecmain)dir. Hasan-ı Basrî(r.a)'nin, Hz. Ali(r.a)'den aldığı tasavvuftaki yoluna daha sonra Edhemiyye ve Çeşdiyye adları verilmiştir.

    VEFATI

    Hayatının son yılları hastalık ile geçti son anlarında kendisinden faydalanmak için birşeyler soranlara, size üç şey söyleyeceğim buyurdu ve şunları söyledi:"Size harâm edilen şeylerden, insanların en çok sakınanı olunuz. Emredildiğiniz şeyleri de en iyi şekilde amel etmeye çalışınız. Yapacağınız işler zararlı ve faydalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Siz faydalı olanına yönelerek bu hususta kendinizi iyi kontrol ediniz."

    Ölüm döşeğinde iken devamlı "Biz Allahın kuluyuz ve (öldükten sonra) yine ona döneceğiz, derler." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okumuştur. Vefât etmeden önce şöyle buyurmuştur. "İnsanoğlu sıhhatli günlerinde ve hasta olduğu günlerde faydalı olan şeyler yapmış olsa (ömrünü iyi değerlendirse) ne iyi olur. Acele edin, acele edin; kurtuluş yoluna gelin. Nerede duracaksınız? Kâbe’nin Rabbine yemin ederim, sizin gelişinizle gidişiniz bir gibidir. Allah o kula rahmet etsin ki, günahlarına ağlamış, kötülüklerden uzaklaşmış, Allah’ın rahmetine yönelmiş ve ölünceye kadar bu halini devam ettirmiştir! Bilmem ki ne desem? Haydi, şöyle olsun: Ölmeden evvel ölüp sürmelisin zevkini, Ruh ile insansın sen, heder etme kendini! Vefât etmeden az önce, bir müddet kendinden geçti ve tekrar ayıldı. Bundan sonra da vasiyyetini şöyle yazdırmıştır: "Hasen İbni Ebil-Hasen şehâdet eder ki: Allah’u Teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) O'nun Resûlüdür." dedikten sonra Muâz bin Cebel'den (r.a.) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti. "Bir kimse ölüm ânında sıdk ile kelime-i şehâdet getirerek ölürse Cennete girer." "Beni Cennetlerden, pınarlardan ve güzel konaklardan uyandırdınız" tebessüm eyledi. Etrafındakiler hayatında hiç gülmeyen bu zata taaccüb ederlerken, o , "hangi günah" diyerek ruhunu teslim etti.”Hasan Basrî (r.a) Hazretleri perşembe akşamı vefat etmiş ve cuma günü defnedilmiştir (H.110-M.728). Halkın cenazesine katılması muhteşem olmuş ve rivâyete göre o gün camide ikindi namazı kılınamamıştır (Osman Karadeniz, Hasan el-Basrî ve Kelâmî Görüsleri, D.E. Ü.ilâhiyet Fak. Dergisi, II, izmir- 1985). 

    Bir zat rüyasında görüp sordu:" Ya şeyh dünyada gülmezdin ve ( hangi günah) dediğine sebep ne idi?" Buyurdu: "O halde iken bir nida işittim" Ya melekülmevt şiddetli tut; üzerinde bir günah kalmıştır" hitabı bana hoş geldi dedi. Diğer bir kimseye de manada gözükmüştü, mübarek zat bir buraka binmiş, başına taç giymişti. Ve derlerdi ki:" Allah Hasan'dan hoşnut oldu ve Hasan Allah'ına kavuştu".Cenab-ı Hak, şefaatini ve himmetini üzerimizden eksik etmesin. Âmin.


Etiketler: Hasan-i Basri Kimdir? Hayatı, Vefatı, Eserleri, Hasan Basri Kimdir, Şeyh Hasan Basri | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular