HZ.FÂTIMA-TÜZ ZEHRÂ (R.Anha) KİMDİR? HAYATI, VEFATI
(D.M.609.Mekke - V.H. 11- M.632.Medine)
Nebîler Nebisinin son çiçeği. Efendimiz(s.a.v)’in dünyada neslini devam ettiren nur yumağı, Kızlarının en küçüğü, Cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan(r.a) ve Hüseyin’in (r.a.) anneleri, Hz. Ali’nin (r.a.) zevcesi, Eli değirmen döndüren “Fâtıma ana” diye anılan bir sultane anne, Beyi ve çocuklarıyla Ehl-i Beyt’i teşkil eden ümmetin hanımlarının seyyidesi, Cennet hanımlarının efendisi...
HZ.FÂTIMA-TÜZ ZEHRÂ (r.anha); Validemiz, Bi‘setten yaklaşık bir yıl önce, Hicretten 13 yıl evvel (m. 609), Cemadiy'ul-Ahir ayının 20. Cuma günü Mekke’de doğdu. (İbn Sa‘d ile (eṭ-Ṭabaḳāt, VIII, 19) Resûlullah(s.a.v)’ın Hz. Hadîce-tül Kübrâ(r.anha)’dan olan dört kızından en çok sevdiği.
Künyesi; “Babasının annesi, anam” mânasına gelen “Ümmü ebîhâ” idi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fâtıma’yı anne sevgisiyle seven Resûlullah(s.a.v)’ın kendisine bu şekilde hitap etmesi. Ümmü'l-Hasaneyn, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin(r.anhümanın) anneleri. Lakabı; O, Zehra ve Betül lakaplarıyla meşhurdu. Zehra; "Ak yüzlü, nur yumağı, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü kadın" manasına, Betül ise; "Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah'a yönelten, iffetli ve namuslu kadın" anlamına gelmekteydi. (Ebû Nuaym, II, 39).
Deylemî’nin Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte,Efendimiz(s.a.v): “Onu sevenleri, Allah’ın Cehennemden uzaklaştıracağı için kızıma Fâtıma adını verdim.” buyurdu. Fâtıma, “sütten kesilmiş” anlamına gelmektedir.
Hz.Fatıma(r.anha); Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)‘ın biricik kızı, O‘nun aziz damadı, ilmin kapısı Hz. Ali (r.a)‘nın hanımı, Hz. Hasan ve Hüseyin(r.anhüma)‘in anneleri idi.
Yaşam Dönemi
1- Babası Resulullah (s.a.v) ve eşi Hz.Ali (r.a) ile geçirdiği dönem.
2- Toplumsal ve siyasi açıdan çok önemli olan babasının ölümünden sonra geçirdiği birkaç aylık dönem.
Çocukları: Hz.Hasan, Hz.Hüseyin, Hz.Zeynep, Hz.Ümmü Gülsüm,Hz. Muhsin.(r.anhüma)
CENNET HANIMLARININ EFENDİSİ FÂTIMATÜ’Z-ZEHRA
Hz. Fatıma(r.anha)’nın, Peygamberimizin (s.a.v) hayatında çok önemli bir rolü var. Annesi vefat ettiğinde henüz 10 yaşındaydı.O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa annesi Hz. Hatice (r.anhâ)'nın vefatından sonra babasının yanından hiç ayrılmadı. Bazan babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Bazan da babasının peşini takip etti. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babasına yardımcı olmağa çalıştı. Bir gün babasıyla Kâbe'ye gitmişlerdi. Kureyş Müşrikleri onları görünce toplandılar ve fısıltı halinde birbiriyle konuşmaya başladılar. Babası Kâbe'nin yanında namaza durdu. Secdeye vardığında Ukbe İbni Ebî Muayt adındaki azgın müşrik, bir deve işkembesi getirerek babasının sırtına koydu. Geriye çekilip uzaktan birbirleriyle gülüşmeye ve dalga geçmeye başladılar. Buna çok öfkelenen küçük Fâtıma babasının sırtından o ağırlığı kaldırıp elbisesini temizledi. Bundan dolayı Efendimiz(s.a.v) kendisine “Babasının annesi” unvanı vermiştir. Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz secdeden başını kaldırdı ve o azgın kişilere ellerini açarak: "Allah'ım bu azgınları sana havale ediyorum Ya Rabbî! Kureyşi sana bırakıyorum" buyurdu.
Abdullah İbni Mesûd (r.a.) Kâbe hareminde Resûlullah (s.a.v) Efendimize bu tür eziyet edenlerin sonlarının çok fecî olduğunu şöyle anlatır: "Allah Hakkı için o azgın müşrikleri Bedir günü gördüm. Hepsini katlettiler. Bir kısmını sürüyerek Bedir kuyusuna attılar".
RABBİM ALLAH’TIR DEDİĞİ İÇİN BİR ADAMI ÖLDÜRECEK MİSİNİZ?
Hz. Fatıma(r.anha) Mekke'de babacığının yanından ayrılmadığı için bu tür ezâ ve cefâları çok gördü. Yine bir gün Kâbe'ye varmışlardı. Müşrikler babasının etrafını sararak: "Şunu şunu söyleyen sen değil misin?" diye hakaret ettiler. Hatta azgın bir müşrik İki Cihan Güneşi Efendimiz ‘in yakasından tutup sıkıştırdı. Küçük Fâtıma çok korktu ve titreyerek yere yıkıldı. Efendimiz ise hiçbir telâşa gerek duymadan hak olarak söylediği sözleri tekrar ederek: "Evet bunları söyleyen benim “buyurdu. Bu esnada Hz. Ebû Bekir (r.a) yetişti ve: "Rabbim Allah'tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?" diyerek müdahale etti ve azgın müşrikleri oradan uzaklaştırdı.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz ‘in Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm'ın yayılması için bütün bu ezâ ve cefâlara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o kendine yapılanlara aldırmaz, kin tutmaz ve kişileri Allah'a havale ederdi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, Efendimizin(s.a.v) üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz(s.a.v) eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fâtıma, kapıyı açınca babasını o halde görünce ağlamağa başladı. Ablaları da ağlıyordu. Efendimiz(s.a.v)ise: "Zararı yok, su ile temizlenir" diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sükûnete kavuşturmağa çalışıyordu. Fakat küçük Fâtıma ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: "Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır." buyurdu ve ona Allah'ın hıfz u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeğe gayret etti.
İFFET VE İZZET-İ NEFS NÛMÛNESİ
Güzel vasıfları sebebiyle Rasûl-i Ekrem(s.a.v) Hz.Fatıma(a.anha)'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Hz. Fatıma(r.anha) da O'nu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Efendimiz(s.a.v)sefere giderken aile fertlerinden en son Hz. Fatıma(r.anha) ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü.
Hz. Fâtıma (r.anhâ), Peygamber babasının engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babasındaki merhameti ve güzel ahlâkı, annesindeki asâleti, cömertliği, babasına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti gördü. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Tam bir iffet ve izzet-i nefs numunesi olarak bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Dünya kadınlarının en üstünü dört kişidir: “İmran’ın kızı Meryem, Muhammed’in kızı Fatıma, Huveyled’in kızı Hatice ve Firavun’un hanımı Asiye. Yine Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: “Fatıma, cennet kadınlarının en üstünlerindendir”
O şanslı bir genç hanımefendiydi. Peygamber babası ve anneler sultanı Hz. Hatice(r.anha)’nin yanında onların gözetiminde eğitimini tamamladı. Rahmet ve şefkat pınarından doyasıya içti. Fakat küçük yaşta çok çileler çekti. Çocukluğu Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken annesini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara ezâ ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babasına hicret izni verildi.
HİCRETİ
Daha sonra Allah Resulü(s.a.v) Hz.Ali(r.a) Mekke’ye göndererek, aile efradı ile birlikte Hz.Fatma(r.anha) validemiz de Medine-i Münevvere ’ye hicret etti. Hz. Fâtıma(r.a)’nın, yanlarında Hz. Ali(r.a)nin annesi Fâtıma bint Esed(r.anha), Hz.Sevde(r.anha), kız kardeşi Ümmü Külsûm(r.anha) ve Ebû Bekir(r.a)’in aileside vardı.
Ehl-i Beyt ne demektir?
Peygamber Efendimizin (s.a.v) ailesi demektir. Kur’an’da da hadislerde de geçer. Arapça’daki karşlığı ‘aile bireyleri’ demektir. Peygamber(s.a.v) Efendimizin ailesine Ehl-i Beyt diyoruz: Eşleri, çocukları, torunlarını kapsar. Kaynaklar, Hz. Ali’yi ailesinden sayar. Peygamberimizin(s.a.v) soyu Hz. Ali(r.a) ve Hz.Fatıma(r.anha)’dan devam eder.
PEYGAMBERİMİZİN SON ÇİÇEĞİ
Hz. Fâtıma(r.anha), bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme’ye vedâ etti. Medine-i Münevvere ’de huzurla yaşamaya başladılar... Babası Hz. Ayşe(r.anha)ile ablaları da Hz. Osman(r.a) ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış 16-17 yaşlarına girmişti. Nebiler Sultanı Efendimiz ‘in son çiçeği olarak ona tâlib olanlar çoğalmıştı.
HZ. FATIMA’YA (r.anha) TALİP OLANLAR
O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahipti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevazıydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci danesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten ona Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için Ashâb-ı Kiram’ın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebubekir(r.a) sonra Hz. Ömer(r.a) dünür olmuştu. İki Cihan Güneşi Efendimiz(s.a.v) bu yakın dostlarına: “Fâtıma hakkında Allah Teâlâ’nın emrini bekleyelim.” buyurmuştu. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebû Tâlib ailesi Hz. Ali(r.a)’yi bu konuda acele davranması için uyardı. Onun da gidip tâlip olmasını istediler. Fakat o: “Ebûbekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diye çekindiğini söyledi. İkna ederek onu istemeye râzı ettiler.
HZ. ALİ'NİN (R.A.) FATIMA’YI (R.ANHA) İSTEMESİ
Evliliği ile ilgili olarak Hz. Ali (r.a.) kendisi şöyle anlatır: “Halk arasında konuşulanları duyan azadlı kölem bir gün bana: “Ey Ali! Fâtıma’nın Resûlullah’tan istendiğini biliyor musun?” dedi. Ben de: “Bilmiyorum.” dedim. Tekrar bana: “Ey Ali! Resûlullah’a gidip Fâtıma’yı sana nikâhlamasını istemekten seni alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Yanımda birikimim yok.” dedim. O da: “Resûlullah’a gidersen, muhakkak sana Fâtıma’yı nikâhlar!.” diyerek bana gitmemi ısrar etti. Ben ise bu konu için Resûlullah(s.a.v)’ın huzuruna çıkmaktan çekiniyordum. Fakat akrabalarımın hepsi bana: “Fâtıma’yı Resûlullah(s.a.v)’tan bir de sen iste.” diye teşvik ediyordu. Sa’d ibni Mu’az (r.a.), bu hususta beni ikna eyledi. Nihayet çekinerek, sıkılarak da olsa Resûlullah(s.a.v)’a bu teklifi götürmek üzere evden çıktım.
HZ. FATIMA’NIN (R.ANHA) MEHRİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v)’i, Ümmü Seleme (r.anha.) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selâm verdim. İçeri buyur ettiler. Efendimiz(s.a.v) bana yanında yer gösterdi. Ben de edepli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz(s.a.v): “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir murâdın var.” buyurdu. Ben de: “Ya Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fâtıma’yı istemeye geldin.” buyurdu Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: ”Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” dedi.
ALLAH’IN EMRİ
Hz. Ali(r.a), Resûlullah(s.a.v)’ın huzurundan gayet neşeli bir şekilde çıkıp mescide vardı. Peşinden Efendimiz(s.a.v) teşrif etti ve Bilâl(r.a)’e yönelerek; Muhâcir ve Ensar’ı toplamasını söyledi. Ashâb-ı Kiram mescidde toplanınca Efendimiz(s.a.v) minbere çıktı ve:“Hamd olsun Allah’a ki, verdiği nimetlerle övülen O’dur! Kuvvet ve kudretinden dolayı kendisine ibadet edilen O’dur! Mülk ve saltanatından dolayı kendisine boyun eğilen O’dur! Azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan O’dur! Yerde ve göklerde hükmünü yürüten O’dur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan ve izzetiyle sağlamlaştıran O’dur! Gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed’le (s.a.v.) halkı şereflendiren O’dur!
Yüce Allah, karşılıklı hısımlıklarla nesepleri birbirine katmayı emir buyurmuş ve bununla günahları ortadan kaldırmıştır.
Ey Müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şâhit olunuz; Fatıma’yı 400 miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.” buyurarak kısa ve öz bir hitabede bulundu.
Sonra Hz. Ali(r.a) kalktı ve: “Söze Hak Teâlâ’ya hamd ederek başladı. Peşinden Resûlullah kızı Fâtıma’yı bana nikâhladı. Onun mehri benim küçük zırh gömleğimdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şahit olun” dedi.
Ashâb-ı Kiram bu hayırlı işe çok sevindi. Cümlesi ayrı ayrı Hz. Ali(r.a)’yi tebrik etti. Sonra Resûl-i Ekrem(s.a.v), Hz. Ali(r.a)’nin evine geldi ve: “Ya Ali! Var git küçük zırh gömleğini sat, parasını bana getir.” buyurdu.
Hz. Ali(r.a) zırhını alıp çarşıya çıktı. Yolda Hz. Osman(r.a) ile karşılaştı. Zırhını satacağını söyleyince Hz. Osman(r.a) istediği bedeli 480 dirhemi verdi ve satın aldı. Sonra ona: “Ya Ali! Bu zırha sen benden daha lâyıksın. Lütfen hediyem olarak kabul eyle.” diyerek geri verdi. Hz. Ali(r.a), bu muhabbet ve hediyeye çok sevindi. Zırh gömleğini ve parayı alarak İki Cihan Güneşi Efendimiz(r.a)’e getirdi. İki seçkin ashabının karşılıklı muhabbetinden ve yardımlaşmasından pek memnun kalan Efendimiz. Hz. Osman(r.a)’a dua etti. Onun nazik davranışını takdir etti.
HZ. FATIMA’NIN (R.ANHA) ÇEYİZİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v), o paradan bir miktarını alıp Bilâl(r.a)’e verdi. Bununla çarşıdan koku almasını tembih etti. Düğün için gerekli zarûrî ihtiyaçları çeyizleri almak üzere bir miktar daha aldı ve Hz. Ebubekir(r.a)’e uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye (r.anha.) ya emanet olarak gönderdi. Hz. Ebubekir(r.a), Selman(r.a) ve Bilâl (r.a.) yardımcıları birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler. Çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı:
1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder. 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim, 2 adet Yemen işi, üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.
HZ. ALİ (R.A.) İLE FATIMA’NIN (R.ANHA) DÜĞÜNÜ
Ne güzel çeyiz! Ne mütevâzi eşyalar! Ne sâde hayat! Ne mutluluk! Ne kolay evlilik! Günümüz insanına ne ibretli ders! Gençlerimize ne eşsiz örnek! Allah'ım cümlemize hisse almayı nasib et! Âmin.
Zaman su gibi akıp gidiyor, günler bir bir geçiyordu. Hz. Fâtıma(r.anha)’nın çeyizleri alınmıştı. Düğün hazırlıkları tamamlanmış fakat günü belirlenmemişti. Hz. Ali(r.a) ile kardeşi Akil(r.a) düğün mevzuunda görüşmek üzere birlikte Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v)’in hanesine geldiler. Kapıda Ümmü Eymen(r.anha)’e rastladılar ve durumu ona açtılar. O da: “Bu iş için bana biraz müsaade edin. Ben size yardımcı olayım. Meseleyi önce Resûlullah(s.a.v) zevcelerine açar ve bir cevap almaya çalışırım.” diyerek onları geri döndürdü.
Resûlullah(s.a.v)’ın hizmetinde bulunan dadısı Ümmü Eymen(r.anha) bu meseleyi Ümmü Seleme(r.anha) annemize söyledi. O da Hz. Âişe’nin (r.anha) evinde toplandıkları bir sırada Peygamber Efendimiz(s.a.v)’e durumu arz etti ve: “Yâ Resûlallah! Haticetü’l-Kübrâ hayatta olsaydı bize söz düşmezdi. O bu işi tamamlardı.” diyerek söze başladı. Vefakâr Efendimiz(s.a.v), Hz. Hatice annemizin ismini duyunca; “Onun gibi hatun nerde bulunur? Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Bütün malını İslâm yoluna sarfetti.” buyurdu. Onun hizmetini ve büyüklüğünü bu vesileyle tekrar duyurdu.
Ümmü Seleme(r.anha) annemiz söze devamla: “Ya Resûlallah! Hakîkaten Hatice dediğiniz gibiydi. Cenâb-ı Hak onu ve bizleri Cennet’te cem eylesin. Şimdi onun kızı Fâtıma’yı düşünsek. Amcaoğlun Ali düğünlerinin yapılmasını istiyor. Siz ne buyurursunuz?” dedi.
Efendimiz(s.a.v):“Ali bana böyle bir şey söylemedi.” buyurdu. Ümmü Seleme(r.anha) annemiz de: “Ya Resûlallah! Ali mahcûbiyetinden, edebinden size söyleyemez.” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v): “Öyleyse Ali’yi çağırın.” buyurdular.
Ümmü Eymen (r.anha.) koşup Hz. Ali(r.a)’yi çağırdı. Mahcubiyetinden sıkılarak huzura giren Hz.Ali (r.a.) bir kenara oturdu. Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v): “Yâ Ali düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?” buyurdu Hz.Ali (r.a.) de: “Evet” dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v): “Fâtıma’nın çeyizi tamamdır. İnşallah bu vazifede yerine gelecektir.” buyurdu. Ümmü Seleme(r.anha) annemize haber gönderip 10 dirhem istedi. Gelen parayı Hz. Ali(r.a)’ye uzattı ve: “Ya Ali! Bir miktar hurma, biraz tereyağı biraz da yoğurt al gel” buyurdu.
HZ. ALİ’NİN (R.A.) DÜĞÜN YEMEĞİ
Hz. Ali (r.a)siparişleri alıp huzura getirdi. Efendimiz hurmaları bir kaba boşaltıp mübarek elbisesiyle ezdi. Biraz un, yoğurt ve tereyağı ile karıştırarak tatlı bir düğün yemeği yaptı. Arapların meşhur “Hays” adını verdikleri bu yemeği tabaklara koydu. Bu velîme hazırlığından haberdâr olan Sa’d İbn Ubâde (r.a.) katkı olmak üzere derhal bir koyun kesti getirdi. Bir başka sahâbî yağ, un v.s. getirdi. Hazırlıklar tamam olunca Efendimiz(s.a.v): “Yâ Ali! Ashab-ı Kiram’ı davet et! Dostlarını davet et!” buyurdu. O da dışarı çıkıp ashâbı davet etti. Gelenler onar onar içeri alınıp sıra ile sofraya oturtuldu. Bu şekilde sofralar dolup taştı. Gönülleri bereket, rahmet kuşattı. Hz. Ali(r.a) o gün velîme yemeğinden 700 kişinin yediğini nakletmiştir.
İki Cihan Güneşi Efendimiz(s.a.v), Ümmü Seleme(r.anha) annemizle Ümmü Eymen(r.anha)’den Fâtıma’yı (r.anha) giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi. Hz. Fâtıma(r.anha) bindirildi. Yuları Selman-ı Fârisî’nin (r.a.) eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali(r.a)’nin evine getirildi. Böylece kadınlık âleminin hanımefendisi Hz. Fâtıma(r.anha) şânına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin 2. yılının Zilhicce ayında yapıldı.
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN EVLİLİK DUASI
Ümmü Eymen(r.anha)’in anlattığına göre Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v) kendisi gelinceye kadar Hz. Ali(r.a)’nin Fâtıma(r.anha)’nın yanına gerdeğe girmemesini emir buyurmuştu. Efendimiz(s.a.v) gelip kapıyı çaldı. Dadısı Ümmü Eymen(r.anha) karşıladı. Selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince girdi ve: “Kardeşim burada mı?” diye sordu. Ümmü Eymen(r.anha): “Ya Resûlallah! Kardeşin kim?” dedi. Efendimiz(s.a.v) de: “Ali ibni Ebî Tâlib” buyurdu. Dadısı: “Sen kızını onunla nikâhladığına göre o nasıl kardeşin olur?” dedi.
Efendimiz(s.a.v): “Evet! o öyledir.” buyurdu. Yani o benim dinde kardeşim olur. Fâtıma(r.anha) ile evlenmesinde bir sakınca yoktur dedi. Sonra bir kapla su getirtti. Abdest aldı ve Hz. Ali(r.a)’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fâtıma(r.anha)’ya da aynı şekilde davrandı ve: “Allahümme bârik fîmâ ve bârik lehüma fi neslihimâ= Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.” buyurdu ve: “Ey Allah’ım! Fâtıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.” diye duâ etti. Hz. Ali(r.a) için de aynı duâyı tekrar ederek: “Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.” buyurdu.
Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v) evlenecek bir kimseyi tebrik edeceği zaman “Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah’ın bereketi senin üzerine Olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!” diye duâ ederdi.
“O BENDEN BİR PARÇADIR”
Yeni gelin ve damata bu duâları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: "Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm'da büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm'ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!" diye nasihatta bulundu. Damadına da: "Ey Ali, Fâtıma'nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun." buyurdu. Her ikisini de Allah'a emanet ederek oradan ayrıldı.
Yeni bir hayat başladı. Nurlu bir ocak kuruldu. İki Cihan Güneşi Efendimizin(s.a.v) neslini devam ettirecek bir nur yumağı oluştu. Bu mesut evlilikten "seyyid" "şerif"unvanlarıyla anılan bahtiyar insanlar dünyaya geldi. Cennet gençlerinin efendileri ve cennet hurîlerinin hanımefendileriyle nurlu nesil devam etti.
Seyyidler neslinin kaynağı olan bu aile muhabbet dolu sıcacık bir yuva oldu. Orada sevgi, saygı şefkat, merhamet, hizmet, firaset, nezâket ve nezâhet gibi üstün ahlâkî meziyyetler yeşerdi. Acısıyla tatlısıyla hayatı olduğu gibi kabul eden aile ferdleri, dünyanın sıkıntılarını da birlikte sabır ve rıza ile göğüslediler. Evin içindeki hizmetler Hz. Fâtıma(r.anha)'ya dışardaki işler de Hz. Ali(r.a)'ye bırakıldı. İç ve dış hizmetleri paylaşma yönüyle onlar bir bütünün iki parçası haline gelmişlerdi. Hz. Fâtıma (r. anhâ) yerine göre el değirmeninde arpa öğütüp ekmek yaptı. Yemeğini pişirip, temizliğini yaptı. Ev işleriyle uğraştı. Değirmeni çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Ama yokluktan, yoksulluktan hiç şikâyet etmedi. Zâhidâne bir hayat yaşayıp kimseye dert yanmadı.
Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: "Ey Muhammed'in ev halkı! Haydi Namaza!" diye çağırmış ve peşinden; "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister." meâlindeki Ahzâb sûresi 33. âyetini okumuştur. Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti: “Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa'nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a ant olsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin" buyurdu.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir gün kızının hastalandığını duydu ve ziyaretine gitti. İmran İbni Husayn (r.a.) da yanında idi. Kapıya varınca tıklattı ve selâm verdi. Hz. Fâtıma (r.anhâ) derhal kapıyı açtı ve : "Buyurun babacığım" diyerek içeriye aldı. Sevincinden hastalığını unutmuş gibiydi Efendimiz: "Kızım yanımda İmrân İbni Husayn var başını ört!" buyurdu. Hz. Fâtıma (r.anhâ): "Babacığım bundan başka örtüm yok. Onunla başımı örtsem vücudum açıkta kalıyor." dedi. Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz: "Örtüyü düz olarak değil, değirmi köşeli olarak ört ki her tarafını kapasın" buyurdu Sonra İmran İbni Husayn(r.a) da içeri alındı. O da "geçmiş olsun" dileğinde bulundu dua ederek izin istedi.
Hz. Fâtıma (r.anhâ) böylesine yoksul ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü. Birgün arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Bunu Hz. Ali(r.a)'ye göstererek bir çare aramasını arzu etti. Hz. Ali (r.a.) da dilersen Resulullaha(s.a.v)durumu açabilirsin dedi. Medine'ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fâtıma (r.a) babacığından bir hizmetçi vermesini istedi.
Rahmet Peygamberi (s.a.v) Efendimiz kızına: "İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi?"
Cebrâil(a.s)'in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda okursan, hizmetçiden daha iyidir. Bunlar: Otuz üç defa: "Subhânallah" otuz üç defa: "Elhamdülillâh" otuz üç defa da: "Allahü Ekber" demenizdir.
Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtıma (r.anhâ) arasında kurulan evlilik ümmete ibretler dolu örnek bir yuva oldu. Karı ile koca arasındaki sevgi saygı, samimiyet, hizmet ve güzel geçime en iyi örnek bir yuva. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek musâmaha ile karşılardı. Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak küçük kırgınlıklar da olmaz değildi.
Birgün Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz kızını ziyarete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma(r.anha) da: "Aramızda ufak bir şey geçti. O sebeple çıkıp gitti." cevabını verdi.
Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz(s.a.v) dışarı çıktı ve Sehl İbni Sa'd (r.a.)'a: "Ya Sehl git Ali'ye bak. Nerede ise bana haber ver." buyurdu. Sehl(r.a) doğru mescide koştu. Hz. Ali(r.a)'nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescidde yattığı haberini verince Efendimiz(s.a.v) kalktı mescide gitti. Hz. Ali(r.a) toprak üzerine uzanmış uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz(s.a.v) damadını bu vaziyette görünce mübarek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için "Ey Ebû Tûrâb kalk!" diye seslendi İki Cihan Güneşi Efendimizin(s.a.v) sesini duyan Hz. Ali(r.a) derhal ayağa kalktı. Üstü başı toz toprak içinde olmuştu. Fahr-i Kâinat (s.a.v) Efendimiz elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü.
Ne engin merhamet!.. Ne derin şefkat! Ne yüce muhabbet! Allah'ım bizlere de bu üstün ahlâktan hisseler nasib et! Âmin.
Bir defasında Hz. Ali(r.a) ile Hz. Fâtıma(r.anha)validemiz karşılıklı sohbet ediyorlardı. Birbirlerine iltifatlarda bulunuyor ve: "Hangimiz Allah'ın Rasûlü'ne daha sevgilidir? Kızı mı? Damadı mı?" diye konuşuyorlar ve tatlı tatlı gülüyorlardı. Tam bu sırada Resûl-i Ekrem (s.a.v) yanlarına çıkageldi. Onları neşeli görünce pek sevindi. Babasına çok düşkün olan Hz. Fâtıma (r.anhâ) gülümseyerek: "Babacığım. Ali ile sizin yanınızda hangimizin daha sevimli olduğumuz üzerinde konuşuyorduk." dedi.
Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz(s.a.v) hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi şöyle ifade etti: "Kızım sen, babanın evlâdına olan tabii sevgisinden dolayı bana Ali'den daha sevgilisin. Fakat Ali de benim gözümde senden daha kıymetli ve daha çok izzet sahibidir." buyurdu. Her ikisini de değişik yönlerden sevdiğini duyurdu. Her fırsatta Onların aralarındaki muhabbetin artmasına gayret etti.
Hz. Ali (r.a.) ilim şehrinin kapısı, harb meydanlarının korkusuz arslanı, âlim, mücâhid bir yiğit! Hz. Fâtıma(r.anha)'da Rasûlullah(s.a.v)'ın ciğerpâresi, pırlantası ve nur parçası, kendi dünyasının hanımefendisi bir bahtiyar!
Hz. Âişe (r.anhâ) annemizin bildirdiğine göre insanlardan Rasûlullah (s.a.v)'e en sevgili olan Hz. Fâtıma(r.anha) idi. İçeri girdiğinde Efendimiz(s.a.v) ayağa kalkar ve yerine oturturdu. Bir sefere çıkarken veya seferden döndüklerinde önce mescide girer, iki rekât namaz kılar ve sonra sevgili kızına uğrardı. Onunla bir müddet sohbet ederdi.
Hz. Fâtıma (r.anhâ) da babacısını çok seviyordu. Onu gölge gibi takib etmek istiyordu. Uhud savaşında babasının yaralandığını duyunca bütün tehlikeleri göze alarak yanına vardı. Yanağına doğru akan kanı temizledi ve kül bastırarak durdurdu. Yarasını tedavi etmeye çalıştı.
Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtıma (r.anhâ)'nın dünya evleri üstün ahlâkî meziyyetlerle donatılmıştı. Nurlu Neslin devamını sağlayan, bu evlilikte iltifat, saygı, edeb, iffet ve kıymet bilme önde gelen meziyetlerdendi. Birbirlerinin fikir ve düşüncesine çok değer verirlerdi. Görüş ayrılığı olsa dahi müşterek bir noktada birleşirlerdi. Dâvâ şuûruna sahib, samimi, sıcak bir aile kurmuşlardı. Bir muhabbet ocağı olmuştu onların birlikteliği. Öylesine bir muhabbetle birbirine bağlanmışlardı ki, gel-geç sevdalar onlara tesir edemedi. Ebedî hayatı kazanmak ve Allah'ın rızasına erebilmek onlar için her şeyden önce gelirdi. Kendileri yemez, ihtiyaç sahiplerine yedirirlerdi. Kapısına gelen fakiri reddetmezlerdi. Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarına verirlerdi. Onların bu güzelliklerini, cömertliklerini ve îsâr halindeki davranışlarını Allah’u Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde övmüştü. Şöyle ki:"Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın nâfile oruç tuttukları bir akşam vakti kapılarına bir fakir gelir. "Allah için" diyerek bir şeyler ister. Onlar da kendileri için hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi fakire verirler. Peş peşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garib birileri kapılarına gelir; "Allah için" diyerek dilekte bulunur. Hz. Aliile Hz. Fâtıma (r.anhûm) birlike hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi bu yabancı garib kimseye verirler. Kendileri üç gün birşey yemeden peş peşe su ile oruç tutarlar. Onların bu güzel hali, gönüllerindeki engin infak şuuru Allah’u Teâlâ'nın hoşuna gider ve şu âyet-i celîle ile methü senâ edilirler.
Meâlen:"İyiler şüphesiz (güzel kokulu ve serin) kâfur katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız." (derler)" (İnsan Sûresi; 5 - 10)
Vahiy tamamlandığında İki Cihan Güneşi Efendimiz bu müjdeyi kızına ve damadına bildirdi. Her ikisi de sevinçlerinden üç günlük açlığın verdiği sıkıntıyı bir anda unutuverdiler. Kıyamete kadar okunacak bir kitapta övülmek ne büyük bir mükâfattı.
Hz. Fâtıma (r.anhâ) vahyin beşiği sevgili babacığının sohbetlerinden çok istifade etmişti. Rasûlullah (s.a.v)'in terbiyesinde yetiştiği için onun feyziyle gönlünü doldurmuş, ilim, edeb, haya gibi üstün ahlâkî meziyyetlerle kendini yetiştirmişti. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hz. Ali(r.a)'ye: "Ya Ali, Allah’u Teâlâ'yı sever misin?" diye sordu. O da: "Evet! Ya Rasûlallah severim." dedi. Efendimiz: "O'nun Rasûlünü de sever misin?" dedi.Hz. Ali(r.a) heyecanlanarak: "Evet yâ Rasûlallah!" dedi. Efendimiz tekrar: "Kızım Fâtıma'yı da sever misin?" diye sordu. Hz. Ali(r.a) hiç tereddüt etmeden. "Evet"dedi Efendimiz: "Hasan ve Hüseyin'i sever misin?" dedi. O da: "Evet ya Resûlallah severim." diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v): "Ya Ali, gönül bir tane, sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor?Buyurdu. Hz Ali(r.a)bu suale bir türlü cevap veremedi. Düşünceli bir vaziyette evine döndü.
Onu düşünceli ve durgun görünce Hz. Fâtıma (r.anha) üzüldü. Ne olduğunu ve onun zihninden geçirdiklerini öğrenebilmek için şefkatle: "Ya Ali sizi durgun görüyorum. Üzücü bir şey mi oldu diye söze girdi ve; Eğer bu dünya ile ilgili ise kederlenmeğe değmez. Ahiret ile ilgili bir husus ise nedir sizi üzen şey?" dedi. Muhterem eşinin sorusunu cevapsız bırakmak istemeyen Hz. Ali (r.a.) başından geçen olayı anlattı ve Efendimizin sorduğu soruya cevap veremediğini söyledi. Hz. Fatıma (r.anhâ) soruyu öğrenince gülümsedi ve "Ya Ali! Babamın yanına var ve bu suâli şöyle cevaplandır." diyerek açıklamalarda bulundu. Hz. Ali(r.a) bu izâhatten memnun oldu. Gönlüne hoş geldi ve Efendimizin huzuruna koştu: "Ya Rasûlallah! Sağ, sol, ön, arka diye insanın yönleri vardır. Kalbin de böyle. Ben Allah'ı aklım ve imanımla, sizi ruhum ve imanımla, Fâtıma'yı, insânînefsim ile Hasan ve Hüseyin’i de babalığın tabii icabı ile seviyorum." dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz(s.a.v)bucevaba tebessüm etti ve: "Ya Ali! Bu sözler ancak Peygamber ağacının dalından alınmış meyvelerdir." buyurdu...
Hz. Fâtıma (r.anhâ) çok hassas ve yufka yürekliydi. Kimsenin üzülmesini istemez, acı çekmesine dayanamazdı. Allah Rasûlü (s.a.v)rahatsızlandığı zaman hemen yanına koşardı. "Vah babacığım!" diyerek üzülürdü. İki Cihan Güneşi Efendimiz(s.a.v) de: "Sabret kızım! Sabır güzeldir!" buyurarak onu teselli ederdi. Bir gün şiddetli ateşler içinde iken etrafındakilere: “Ey insanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsın! Zira Ben ancak Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'in helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım.
"Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiye! Allah katında makbul olan ameller işleyiniz. Yani bana güvenip tembellik etmeyiniz. Çünkü Ben, sizi, Allah'ın azabından kurtaramam!" buyurdu. İnsan için ancak çalıştığının karşılığının verileceğini duyurdu. Kişiyi ancak iman ve amelinin kurtaracağına dikkat çekti.
Hastalığı ağırlaştıkça ümmetini daha çok düşünüyor ve onları cehennemin korkunç alevlerinden kurtarmak istiyordu. Yine etrafında bulunanlara: "Namaza... Namaza dikkat... Namaza... Namaza... Devam ediniz!" buyurarak İslâm'ın ana direğini iyi muhafaza etmek gerektiğini vurguluyordu.
Etiketler: Hz. Fatıma Tüz Zehra (r.anha) Kimdir Hayatı, Hz.Fatıma Tüz Zehra (r.anha) Cennet Hanımlarının Efendisi, Hz.Fatıma Hz. Hasan Hz. Hüseyin, Hz.Ali, Hz.Fatıma Hayatı, Hz.Fatıma Evliliği, Hz.Fatıma Çocukları, Hz.Fatıma Vefatı, Ehli Beyt, Hz.Fatıma Çeyizi, Evlilik duası, Hz.Fatıma Cenaze namazı, Hz.Fatıma Nasıl Örtünürdü, hz.fatıma türban şekli, | Mekteb-i Derviş