Mekteb-i Derviş | İslam

    HZ. HÜSEYİN (R.A.) KİMDİR? HAYATI VE VEFATI

    (D.H.4.M.626–V.H.61.M.680)

    Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib İslam peygamberi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)'in torunudur.

    Dördüncü halife ve birinci imam olan Hz.Ali (r.a)'nin oğludur. Annesi, Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’in kızı Hz.Fatıma (r.anha)’dır. Hz.Hüseyin (r.a.), Fatıma’nın Hz.Hasan (r.a)’dan sonraki ikinci çocuğudur. Hz.Hüseyin (r.a), annesini henüz sekiz yaşındayken kaybetmiştir. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü veya beşinci günü Medine’de gözlerini dünyaya açtı. Künyesi Ebu Abdullah’tır; lakapları ise Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid. ve Seyyid’üş- Şüheda’dır. İmam Hüseyin (r.a) yaklaşık yedi yıl Resulullah (s.a.v)’in, otuz yıl Emir’ul- Muminin Ali’nin, on yıl da İmam Hasan’ın hayatları zamanında yaşamıştır. Hicretin 50. yılında İmam Hasan (r.a)’ın mazlumca şehit edilmesinden sonra hak yolunun takipçilerinin önderliğini üstlenmiştir.( Misbah’ul- Muteheccid, s.758.İrşad-ı Mufid, c.2, s.27.Keşf’ul- Ğumme, c.2, s.216.Tarih-i Ehl’ul- Beyt, s.76.Kafi, c.1,s.461-462.)

    Doğumu ve Ailesi 

    Hicret’in dördüncü yılında Şaban ayının üçüncü gününde (M. 8 Ocak 626) dünyaya gelmiştir. Çok az olmakla beraber Hicret’in üçüncü yılında doğduğunu iddia eden bir kısım tarihçiler de vardır.( Usul-u Kafi, 1/463; el-İsabe adlı kitabın dipnotu olarak basılan el-İstiab, 1/377 ) 

Ümm-i Hâris hazretleri anlatır: Birgün Resulullahın huzuruna varıp, bir rüya gördüğümü ve çok korktuğumu arzettiğim zaman, buyurdular ki:  Ne gördün? Sizin vücudunuzdan bir parça kestiler, benim yanıma eklediler. İyi görmüşsün, Fatıma'nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacaktır.

    Bir müddet sonra, Hz. Hüseyin (r.a) dünyaya geldi. Resulullah (s.a.v) her sabah namazını kıldıktan sonra, mübarek yüzünü ashab-ı kirama çevirirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler, mesrur olurlardı. O gün sabah namazından sonra, yüzlerini döndürmeden, Hz. Ali'(r.a)yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Ashab-ı kiram nereye, niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular. İkisi Hz. Fatıma' (r.anha)nın evine gittiler.

    Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Ali'(r.a)ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi. Hz. Hüseyin (r.a) doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hz. Ebu Bekir (r.a) duramayıp, Hz. Ali'(r.a) nin evine gitti. Sonra Hz. Ömer (r.a), sonra Hz. Osman (r.a) ve bütün eshab-ı kiram Hz. Ali (r.a)'nin evine gittiler. 

    Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ali'(r.a)den, Resulullahın (s.a.v) nerede olduğunu sordu. Oda içerde olduklarını bildirince, Hz. Ebu Bekir (r.a) buyurdu ki: İzin verirsen, ben de gireyim. Allahın Resulü meşguldür. Benim içeri girmememi sana emretti mi? Hayır, yalnız dörtyüz yirmidörtbin melek geldi.

    Hz. Ebu Bekir (r.a) hayret edip, durdu. Bir müddet sonra, Resulullah (s.a.v) dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emrettiler. Eshab-ı kiram içeri girdiler. Hz. Ali (r.a)'nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali'(r.a)ye sordular:  Meleklerin sayısını nasıl bildin? Melekler grup grup geliyorlardı. Herbiri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):”Allah aklını ziyade etsin ya Ali!”

    Hâkim Nişaburî şöyle rivayet etmiştir:“Ümm-ül Fazl(r.anha) Resulullah’ın (s.a.v) yanına gelerek “Ey Allah’ın Resulü, dün kötü bir rüya gördüm.” dedi. Peygamber (s.a.v) ne gördüğünü sorunca, Ümm-ül Fazl “Çok kötü bir rüya gördüm. Sanki senin bedeninden bir parça kesilip benim eteğime bırakılıyordu.” diye anlattığında, Resulullah (s.a.v) “Çok iyi bir rüya görmüşsün. İnşaallah kızım Fatıma yakında bir erkek çocuğu dünyaya getirecek ve o çocuk da senin eteğinde büyüyecek (sen onun dadısı olacaksın).” dedi. Böyle de oldu. Hz. Fatıma (r.anha), Hz.Hüseyin (r.a)’i dünyaya getirdi ve onun dadılık iftiharını bana verdiler. Bir gün Hz.Hüseyin (r.a)’i Resulullah’ın (s.a.v) yanına götürdüm ve onun kucağına verdim. Aniden Hz. Peygamber (s.a.v)’in yüzünü diğer tarafa çevirerek ağladığını gördüm. “Ya Resulallah, annem-babam sana feda olsun; size ne oldu? (Niçin ağlıyorsunuz?)” diye sorduğumda şöyle buyurdu:“Cebrâil (a.s) şimdi yanıma gelerek, ümmetimin bu çocuğumu öldüreceğini bana haber verdi. Cebrâil’e “Bu çocuğumu mu (öldürecekler)?” diye sorduğumda, “Evet” dedi. Daha sonra Hüseyin’in öldürüleceği yerden kan renginde bir avuç toprak bana getirdi.”

    Hz.Fatıma (r.anha) doğum yapınca, Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’e haber verildi ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) bebeği göğsüne basarak sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okudu. Hz.Ali (r.a)’ye, ‘oğluma ne ad verdin’ diye sorduğunda, Hz.Ali’(r.a)nin, ‘senden önce ona isim verecek değilim’ cevabıyla şöyle dedi; ‘Onun adını Hüseyin koy’. Hüseyin, Arapça’da güzel, yakışıklı manasına gelmektedir.

    Esma bint-i Ümeys(r.anha) şöyle naklediyor:“Ben Hz.Fatıma (r.anha) nın oğulları Hz.Hasan ve Hüseyin (r.anhüma)’in ebesiydim.Hz. Hüseyin (r.a) dünyaya geldiğinde, Resulullah (s.a.v) yanıma gelerek “Ey Esma, çocuğumu bana getir.” diye buyurdu. Ben Hüseyin’i beyaz bir kundağa sararak Resulullah’a (s.a.v) verdim. Resul-i Ekrem (s.a.v) sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuduktan sonra, Hüseyin’i bana verdi ve ağlamaya başladı. Ya Resulullah’: “Anam, babam sana feda olsun! Ağlamanızın sebebi nedir?” diye sorduğumda, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v) “Bu çocuğuma (ağlıyorum)” diye cevap verdi. “Bu çocuk dünyaya daha yeni geldi” dediğimde bana “Ey Esma, bu yavrumu zalim ve azgın bir grup öldürecektir. Allah-u Teâlâ benim şefaatimi onlara nasip etmesin.” diye cevap verdi. Daha sonra “Ey Esma, bunu kızım Fatıma’ya söyleme, çünkü o daha yeni doğum yapmıştır (ve bu haberi duymaya hazırlıklı değildir.)” buyurdu.”

    Doğumun yedinci gününde, Peygamber (s.a.v) Efendimiz akike kurbanı olarak bir koç kesti, bebeğin saçları ağırlığınca gümüşü sadaka olarak dağıttı ve bebeğin sünnet edilmesini emretti.( Uyun-u Ahbari’r Rıza, 2/25; İ’lamu’l-Vera, 1/427 )

    Annesi, İslam peygamberi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’in soyunu devam ettiren tek kızı olan, babasının annesi (ümmü ebîha) Fatıma’dır. Fatma, İslam peygamberince çeşitli defalar övülmüşse de bunlardan en meşhuru, onu dünyadaki ve ahiretteki tüm kadınların en üstünü diye nitelendiren hadistir.( Ahmed bin Hanbel, Müsned; Hafız Ebubekir Şirazi, Nüzul’ul-Kur’ân fi Ali. Hatip, Tarih-i Bağdat )

    Çocukluğu 

    Göğsünden aşağısının dedesine çok benzediği rivayet edilir. Ağabeyi Hasan(r.a) gibi ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylara fiilen katılmayan Hüseyin(r.a), Hz. Osman(r.a) zamanında Said bin Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yaptığı sefere (651) iştirak etmiş, babasının halifeliği sırasında da, Kûfe’ye giderek onun bütün seferlerinde bulunmuştur. Babasının şehâdetinden sonra da yine vasiyetine uyarak ağabeyine itaat etmiş, ağabeyi Hz. Hasan(r.a), Muaviye(r.a) ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istemişse de itirazının reddedilmesi üzerine vazgeçip Medine’ye gitmiştir. Burada kaldığı süre içinde, kendini ibadete vererek zühd ve takvaya dayalı bir hayat sürdürmüştür. Hz. Peygamber’in, ağabeyi Hasan’la beraber “dünyanın iki çiçeği”, ahirette de “cennet gençlerinin efendisi” olarak belirttiği Hz. Hüseyin(r.a) şehit oluncaya kadar geçirdiği hayatında iman, kulluk ve takvaya dayalı bir hayat yaşamış, bazı evlilikler gerçekleştirmiş, soyundan birçok büyük müctehit,  âlim ve veli gelmiştir (İlyas Üzüm, TDV İslâm Ansiklopedisi, “Hüseyin” (Literatür), XVIII, 521–524./ 2. Bu rivayetler için bk. Meclisî, Bihârü’l–envâr, X, 103./)

    Hz.Hüseyin (r.a), ağabeyi Hz.Hasan (r.a) ile, İslam peygamberinin yanında büyüyordu. Birçok hadis Peygamber (s.a.v) Efendimizin, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin (r.anhüma)’le oynadığını ve onlarla vakit geçirdiğini göstermektedir. İslam peygamberinin onları sırtına bindirerek eğlendirdiği ve şöyle hitap ettiği bilinir; "Bineğiniz ne güzel binek, siz ne güzel binicisiniz."( Bihar’ul Envar C.43, S.254 )

    Yine Efendimiz (s.a.v):"Şu iki oğlum benim dünyadaki güllerimdirler." (Buhari C.2, S.188; Tirmizi C.5, S.615 ) buyurur.

    Birgün Hz. Hüseyin(r.a), Resulullah (s.a.v) Efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Efendimiz (s.a.v) duâ buyurdu. Hz. Hüseyin (r.a) eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi.

    Birgün Resulullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Hüseyin (r.a)'i sağ dizine, oğlu İbrahim (r.a)'i sol dizine aldı. Cebrail (a.s) gelip dedi ki: “ Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç!”

    Resulullah (s.a.v) Efendimiz buyurdu ki: “Eğer Hüseyin (r.a) vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali'(r.a)nin ve Fatıma(r.anha)'nın da canları yanar. Eğer İbrahim (r.a) giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum.”Üç gün sonra oğulları İbrahim vefat etti.

    Resulullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Hüseyin (r.a) yanına her gelişinde, onu öper ve buyururdu ki:”- Selamet ve saadet o kimseye ki, oğlum İbrahim'i ona feda ettim.”

    Hz. Hüseyin (r.a)'in ilk çocukluğu Resulullah (s.a.v) Efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Zira Peygamber (s.a.v) Efendimiz vefat ettiler. Hz. Hüseyin (r.a), bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı.

    İbni Mesud (r.a) nakleder ki: Hz.Hasan ve Hüseyin (r.anhüma) bir gün, İslam peygamberi namaz kılarken yanına gittiler ve secde halindeyken peygamberin sırtına çıktılar, peygamber secdeden kalkarken onları usulca sırtından indirdi ancak bir daha ki secdede çocuklar yine peygamberin sırtına çıktılar. Nihayet peygamberin namazı bittiğinde, birini sağ birini sol dizine oturtarak etrafında bulunanlara şöyle dedi; "Beni seven, şu ikisini sevsin." Peygamber (s.a.v) in Hz.Hüseyin (r.a) hakkında sarfettiği "Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir." Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah, Hüseyin’i seveni sevsin. Hüseyin torunlardan bir torundur.( Müstedrek, Hakim, 3/166 . İbn Mace, 1/56; Tirmizi, 5/614; Bihar’ul Envar 43/265 .Tirmizi 5/658; Bihar’ul Envar 43/261; Ahmed 4/172 ) 

    Cennet Gençlerinin Efendisi 

    Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hz. Hüseyin (r.a) doğduğu zaman, kulağına, (O, cennet gençlerinin efendisi, seyyididir) diye seslenmişlerdi.

Hz. Üsame bin Zeyd (r.a), bir gece Peygamber (s.a.v) gördüğünü ve Onun, (Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır. Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev) buyurduğunu rivayet etmektedir.

    Bir defasında da, (Hüseyin benden, ben Hüseyin'denim, Allah’ü Teâlâ Hüseyin'i seveni sever) buyurmuştu.

    Allah’ü Teâlâ Kur'an-ı Kerimde, ehl-i beyte, mealen buyuruyor ki: “Allah’ü Teâlâ, sizlerden ricsi, yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.” Bu ayet-i kerime gelince, ashab-ı kiram sordular.

    Ya Resulallah! Ehl-i beyt kimlerdir?

    Benim ehl-i beytim:O esnada, Hz. Ali(r.a) geldi. Mübarek hırkasının altına aldılar. Fatıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına aldılar. İmam-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, sonra gelen İmam-ı Hüseyin'i de öbür tarafına alarak buyurdular ki:  İşte bunlar, benim ehl-i beytimdir.

Bu ayet-i kerime ve ilgili hadis-i şerifler, Resulullahın iki mübarek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir.

    Hüseyin (r.a) buyurdu ki: “Birgün dedemin huzuruna varmıştım. Übey bin Kâb (r.a) da orada idi. Bana, "Merhaba, ey Ebu Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü" diye hitap ettiler. Übey bin Kâb (r.a) hazretleri dedi ki:  Ya Resulallah! Gökler ve yer için, senden başka süs var mıdır?

Resulullah (s.a.v) bunun üzerine buyurdular ki: - Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allah’ü Teâlânın hakkı için, Hüseyin bin Ali (r.a), yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyade süs, göklerin tabakalarıdır.”

    Mübahele Olayı

    Hicretin 9.-10. yıllarında henüz Hz.Hüseyin (r.a), altı yaşlarındayken, İslam peygamberi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) ile Necran Nasranîleri (Hıristiyan) arasında yapılan tartışmalarda Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Nasranîleri, Nasranîlerin güvenilir kitaplarını kaynak göstererek yenilgiye uğrattı. Bu kitaplarda, "kendisinin geleceğine dair" alametleri âlimlere bildirdi. Resulullah (s.a.v) ın delilleri o kadar güçlüydü ki, Nasranî bilginlerinin Hz.Muhammed (s.a.v)'in söylediklerinin ve yolunun "hak" olduğunu söylemekten başka çareleri kalmamıştı, ancak kabul etmediler. Bunun üzerine Allah: "Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım." (Âl-i İmrân Suresi,61.)  ayetini nazil etti ve mübahele (karşılıklı beddua) edilmesini emretti. Nasranîler kabul ettiler. Kararlaştırılan yerde Nasranîlerin hepsi yetmişten fazla kendi âlimlerinin eşliğinde beklerlerken, Muhammed ise sadece yanında dört kişi almış idi; yanında getirilmesi gereken oğulları için Hz.Hasan ve Hüseyin’(r.anhüma)i, kadını için Hz.Fatıma Zehra (r.anha)’yı ve nefsi için de Hz.Ali (r.a)’yi getirdi. Necran Hristiyanları,  Hz.Muhammed (s.a.v)’in bu kararlılığı sonucunda lanetleşmekten vazgeçti.( Zemahşerî, Tefsir-i Keşşaf, Al-i İmran Sûresi, 61. ayet. Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir, Al-i İmran Sûresi, 61. ayet (Mübahele Ayeti). 

    Âl-i Abâ Olayı 

    Bir diğer adı "Âl-i Kisa" da olan bu hadis, İslam peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v)'in sırtında abası olduğu halde, abanın altına, Hz.Fatıma'(r.anha)yı, Hz.Ali'(r.a)yi, Hz.Hasan'(r.a)ı ve Hz.Hüseyin(r.a)'i alması ve Ahzab Suresi'nin "Ey Ehli Beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." mealindeki 33. ayetini okuyup, bu şahıslar için dua etmesini anlatır. 

    Etrafını Aydınlatırdı 

    Hz. Hüseyin(r.a)'in yüzü, karanlık gecede etrafını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi. Çok cömert idi. Buyurdular ki:  Cömert, efendi olur; cimri, hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.

    Ashab-ı kiramdan Hz. Dıhye (r.a), devamlı ticaret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrail (a.s) çok defa Resulullahın huzuruna Dıhye şeklinde gelirdi. Birgün Cebrail (a.s) Fahr-i âlem hazretlerinin huzurunda bulunuyordu.

    Dıhye, Dedemizin Yanında 

    O zaman henüz küçük olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'(r.anhüma)den biri, Cebrail (a.s)ı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak dedi ki:  Dıhye, dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim. Koşup mescide girdiler.

    Cebrail (a.s)ın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrail (a.s)ın koynuna soktular. Resulullah(s.a.v) Efendimiz, torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mâni olmak istedi. Cebrail(a.s), Resulullahın mahcup olduğunu görünce, dedi ki:  Ya Resulallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fatıma teheccüd namazını kılarken, Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Böylece Hz. Fatıma rahatça namazını kılardı. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye, beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik saymayın. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.

    Resulullah (s.a.v) Efendimiz buyurdu ki:  Ey kardeşim Cebrail! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü ashabımdan Dıhye isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediye getirir. Sizi Dıhye zannedip, ellerini koynunuza soktular.

    Bunun üzerine Cebrail (a.s)“Ya Rabbi! Beni Habibinin yanında utandırma” diye duâ etti. Oturduğu yerden ellerini cennete uzattı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hz. Hasan (r.a) üzümü, Hz. Hüseyin (r.a) de narı aldı. Bunları yerlerken, bir dilenci gelip dedi ki:  Ey ehl-i beyt! O üzüm ve nardan bana da verir misiniz? 

    Resulullah (s.a.v) ın yüksek yaratılışlı torunları, dilenciye vermek istediklerinde, Cebrail (a.s) mâni olarak dedi ki:  Ya Resulallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken, hile ile ondan yemek istedi.

    Önemli Olaylar

    Ağabeyi Hz.Hasan (r.a) gibi ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylara fiilen katılmayan Hz.Hüseyin (r.a), Hz. Osman (r.a) zamanında Said bin Âs’ın Kûfe’den Horasan’a yaptığı sefere (651) iştirak etmiş, babasının halifeliği sırasında da, Kûfe’ye giderek onun bütün seferlerinde bulunmuştur. Babasının şehâdetinden sonra da yine vasiyetine uyarak ağabeyine itaat etmiş, ağabeyi Hz. Hasan (r.a), Muaviye (r.a) ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istemişse de itirazının reddedilmesi üzerine vazgeçip Medine’ye gitmiştir. Burada kaldığı süre içinde, kendini ibadete vererek zühd ve takvaya dayalı bir hayat sürdürmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ağabeyi Hasan(r.a)’la beraber “dünyanın  iki çiçeği”, ahirette de “cennet gençlerinin efendisi” olarak belirttiği Hz. Hüseyin(r.a) şehit oluncaya kadar geçirdiği hayatında iman, kulluk ve  takvaya dayalı bir hayat yaşamış, bazı evlilikler gerçekleştirmiş, soyundan birçok büyük müctehit, âlim ve veli gelmiştir (İlyas Üzüm, TDV İslâm Ansiklopedisi, “Hüseyin” (Literatür), XVIII, 521–524./ 2. Bu rivayetler için bk. Meclisî, Bihârü’l–envâr, X, 103./) Öemli olaylar

    İlk üç halife döneminde, Hz.Ali(r.a)'nin kendinden önceki üç halifeye biat ettiği ve aralarında herhangi bir hoşnutsuzluğun olmadığı görüşü vardır. Örneğin Hz.Ebubekir'(r.a)in, Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)'e sadakati sebebiyle 'sıddık' sıfatını aldığı, Hz.Ömer (r.a)'ın de bizzat Hz.Ali (r.a)'nin kızıyla evlendiği ve bunu bir iftihar vesilesi saydığı vakaadır.

    Üçüncü halife Hz.Osman bin Affan (r.a)’ın bir suikast sonucu şehit edilmesiyle, halk Hz.Ali bin Ebu Talib (r.a)’e teveccüh etti ve onu halife seçtiler (m. 656, h. 35). Hz.Ali (r.a)’nin halifeliğe geçişinden bir süre sonra biatlerinden dönenler oldu ve bu durum İslam tarihinde ilk iç savaşı, ilk Fitne olaylarını, arkasından Sıffin Savaşı, Cemel Savaşı ve Nehrevan Savaşının yaşanmasına ve binlerce sahabenin, Müslümanın şehit olmasına neden olmuştur.

    Hz.Hüseyin (r.a), tüm bu savaşlarda babası Hz.Ali (r.a)’nin safında yer aldı ve babası izin verdikçe savaş meydanına da indi. Hz.Ali,(r.a) İslam peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v)’in neslinin kesilmesinden korktuğu için Hz.Hüseyin ve ağabeyi Hz.Hasan (r.anhüma)’ın savaş meydanına inmesine pek izin vermiyordu. Bu kaos ortamında, babası da selefi gibi Abdurrahman ibn Mülcem tarafından bir suikaste uğradı ve üç gün sonra şehit oldu.(m. 661, h. 40). 

    Hz.Hüseyin (r.a) Çocukları

    Büyük bir âlim ve mühaddis olan şeyh Mufid şöyle diyor: “İmam Hüseyin (r.a)'ın altı çocuğu vardı: 

    1) Annesi Şehrbanu olan İmam Zeynel Abidin (Seccad) (r.a).

    2) Annesi Leyla olan Ali Ekber (r.a).

    3) Kerbela vakasından önce vefat eden Cafer(r.a).

    4) Annesi Rubab olan ve İmam Hüseyin (r.a) 'ın kucağında boğazından oklanarak şahadete erişen Abdullah Ali Asgar(r.a).

    5) Annesi Rubab olan Sekine.(r.anha)

    6) Annesi Ümmü İshak olan Fatime(r.anha)

    VEFATI

    Hicretin 61. Yılı Aşura günü Kerbela'da 57 yaşında bedeninde 320 kılıç, mızrak ve ok yarası olduğu halde, şehit edilmiş, Onun yakalanmasını, kendisine biat etmesini ,aksi takdirde öldürülmesini emreden Emevi sultanı Yezid’dir.. Biat etmediği takdirde hazretin başının kendisine gönderilmesini emretmişti. Bu emri yerine getiren Kufe valisi İbn-i Ziyad'dır. Çünkü o bu cinayete zemin hazırlamış ve İmam'ın aleyhine ordu toplamıştır. Ondan sonra da İmam'ın katili İbn-i Sa'd'dır. Çünkü Kerbela vakasından sonra onu, İmam Hüseyin (r.a)’ın katili olarak çağırıyorlardı. Onlardan sonra da İmam ın katili Şimr'dir. Çünkü o da büyük musibetin faili olmuştur.

    Kerbelâ: Peygamber çiçeğinin koparıldığı yer İslâm tarihi kaynaklarının verdiği bilgilere göre, Hz. Ali (r.a)’nin şehâdetinden sonra  Kûfe halkı Hz. Hasan (r.a)’a biat etmiş, onun şehit edilişini haber alan Şam valisi, Hz.Muaviye (r.a), Abdullah bin Âmir komutasında bir ordu hazırlayıp yola çıkarmış, durumu öğrenen Hz. Hasan (r.a) ordusuyla birlikte harekete geçmiş; fakat adamlarının isteksiz olduğunu görünce kan akıtmanın uygun olmayacağını düşünerek Hz.Muaviye (r.a) ile anlaşma imzalayıp sulh akdetmiş, Hz.Muaviye (r.a) devlet başkanı olarak icraatlarını yürütmüştür. 

    Emevi Devleti’ni kurucusu Hz.Muaviye (r.a), 19 yıllık hilafet görevinden sonra vefatına yakın, fısk ve fücuru ile tanınan oğlu Yezid için biat almış, Yezid babasının ölümünün ardından hilafet makamına oturmuştur. Durumu öğrenen Hz. Hüseyin (r.a) buna şiddetle karşı çıkarak Mekke’ye gelmiş, orada Kûfelilerden kendisini Kûfe’ye çağıran bir mektup almıştır. Bunun üzerine Müslim bin Akil’i Kûfe’ye göndermiş, Müslim, Kûfe’de büyük bir ilgiyle karşılanmış ve Hz. Hüseyin (r.a) adına binlerce kişiden biat almıştır. Kûfe’de olup bitenleri haber alan ve siyasi hâkimiyeti için bunun büyük bir tehlike olduğunu düşünen Yezid, derhal harekete geçip duruma el koyması için Ubeydullah bin Ziyad’ı vali olarak tayin etmiştir. Ubeydullah önce Müslim’i yakalatıp öldürtmüş, ardından da Hüseyin adına Müslim’e biat edenleri ağır bir şekilde cezalandırıp dağıtmıştır.

    Hz.Hüseyin (r.a), Irak'a doğru hareket ettiğinde bir vasiyetname yazarak kardeşi Muhammed-i Hanefiyye (r.a)'ye verdi. Bu vasiyetnamede, Allah'ın birliğine, Hz. Peygamber (s.a.v)'in peygamberliğine ve ahiretin hak olduğuna ikrar ettikten sonra şöyle diyordu:“Ben bencillik, zulüm ve yeryüzünde bozgunculuk yapmak için kıyam etmedim; ben ceddimin  ümmetini ıslah etmek, babam Ali bin Ebu Talib’in yolunda gitmek ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için kıyam ettim.”

    Kûfe’deki gelişmelerden ve Müslim’in öldürüldüğünden haberi olmayan Hz. Hüseyin (r.a), bazı tecrübeli zevatın “Kûfelilere güvenilemeyeceğini” söylemesine aldırış etmeksizin hazırlıklara girişmiş ve çok geçmeden aile yakınlarını da yanına alarak yola çıkmıştır. Yolda Müslim’in öldürüldüğünü öğrenen Hüseyin, geriye dönmeyip sefere devam etmiştir. Bu arada İbn Ziyad, Ömer bin Sa’d komutasında bir birlik hazırlatmış, bu birlik Kerbelâ’da Hz. Hüseyin (r.a) ve adamlarını kuşatmış, Fırat’tan su almalarını engellemiştir. Kendisini çağıranların sözlerinden döndüklerini gören Hz. Hüseyin, Medine’ye dönmek, yahut serhatlarda İslâmî fetihlere katılmak gibi alternatifler ileri sürmüşse de Ömer b. Sa’d, vali İbn Ziyad’dan aldığı emirler çerçevesinde Yezid’e biat etmedikçe dönüşüne izin verilmeyeceğini söylemiştir. Sonunda Hz. Hüseyin 23 atlı, 40 piyade olmak üzere 73 kişiden oluşan sembolik kuvvetiyle, Ömer bin Sa’d’ın binlerce askerden oluşan ordusuna mukabele etmeye çalışmış, nihayet 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680)’de yapılan savaşta Hz. Hüseyin (r.a) ve adamları hunharca şehit edilmiş,. Hz. Hüseyin'in mübarek oğlu Zeynelabidin küçük olduğu için öldürülmemiş, kadınlar ve İmamın mübarek başı ile Şam'a gönderilmiş, Mübarek başı, Mısır'da Karafe kabristanında medfundur olay tarihe, kanlı Kerbelâ vak’ası olarak geçmiştir.

    Kerbela şehitlerinin naşı, hicri 61. Yılın Muharrem ayının 13. günü defnedildi. Şöyle ki, “Alkame” nehirinin yakınındaki bir köyde yaşayan “Beni Esed” kabilesi, gelip Kerbela şehitlerinin mübarek bedenlerini defnederken İmam Hüseyin (r.a) ve başları bedenlerinde olmayan diğer şehitlerin bedenlerini tanımıyorlar, bu yüzden ne yapacaklarını bilmeyerek şaşırıp kalıyorlar, bu esnada aniden bir atlı onların yanına gelerek; “Niçin buraya gelmişsiniz?” diye soruyor. Onlar da cevaben: “Bu cesetleri defnetmek için gelmişiz, fakat onların kim olduğunu tanımıyoruz.” diyorlar. İmam Seccad (r.a)'ın kendisi olan o atlı, bütün şehitleri tek-tek tanıtıyor ve onları defnediyorlar. İmam Seccad (r.a) 'ın kendisi de babasının pare-pare olmuş bedenini bir hasrın içerisine koyarak onu defnediyor.

    Hz. Hüseyin(r.a)’in Kerbelâ’da şehit edilmesi Emevileri görünüşte bir rakipten kurtarmış; fakat Müslümanların  kalplerinde kapanmaz yaralar açmış ve başta Tevvâbûn hareketi olmak üzere birçok tarihi olay yaşanmış, çok geçmeden Muhtar es–Sakafî, Kûfe’de bir hareket başlatarak Kerbelâ’nın intikamını almış (m.686), bulabildiği ölçüde Kerbelâ kıyımına iştirak eden herkesi en ağır şekilde cezalandırıp kılıçtan geçirmiştir. 

    Kerbelâ’nın Tezahürleri ve Matem 

    Hz. Hüseyin (r.a)’in siyasi ihtiraslar uğruna acımasızca şehit edilmesi bütün Müslümanların bağrında derin üzüntüler meydana getirmiş, genel Müslüman çoğunluk çocuklarına Hüseyin ismini koyarak, camilere ismini yazarak, namazlarda ve cuma günü hutbelerde dua ederek acısına ortak olmuş ve ona olan muhabbetlerini somutlaştırmıştır. Şu kadar var ki Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ölünün ardından yaka paça yırtarak veya bedene eziyet ederek ağlamayı yasaklayan hadisleri sebebiyle hüzün ve gamlarını içlerinde tutmuş, onun Allah katındaki derecesini düşünerek şefaatini talep etmişlerdir. 

    Bilahare müstakil bir fırka olarak doğup gelişen Şia ise bu olayı daima canlı tutmuş, hüzün ve gamlarını daha açık bir şekilde dışa vurmuş, giderek bu dışa vurum mersiyeler eşliğinde “sine dövme”, “vücudu zincirleme” hatta “kama ile baş yarma” gibi noktalara varmıştır. Daha sonra Büveyhiler döneminde kendisi de bir Şiî hükümdar olan Muizzuddevle, 963 yılında Muharrem ayının ilk on gününü genel matem ilan etmiş, bu tarihten itibaren Şiî dünyada matem ritüelleri daha esaslı biçimde yapıla gelmiştir.Ehi Sünnet vel cemaat çizgisinden saparak ifrata kaçmış Allah’ın ve Resulünün yasaklamasına rağmen bugün bile Şiiler, aleviler muharrem kutlamalarında bu haraketlerini sürdürmektadirler. (Meclisî, Bihârü’l–envâr, X, 103.) 

    Bu çerçevede Şia muharrem matemlerine özel bir önem vermiş, çok sayıda mersiye (ağıt) kaleme alınmış, “deste” adı verilen ekip oluşturmak âdet haline gelmiş, olay çok yönlü bir karakter kazanmıştır. 

    Diğer taraftan XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra Şiî dünyadan birtakım anlayışlarla birlikte Kerbelâ matemini alan Alevîler de bunu kendi otantik yapılarına adapte ederek “muharrem erkânı” tanzim etmiştir. Bölgelere göre bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, muharrem ayında matem orucu tutmayı, mümkün mertebe eğlenceden kaçınmayı esas edinmişlerdir. Büyük ozanlarının yazdığı ağıtları okuyarak, hüzünlerini dile getiren kitle, erkannamelerde kaydedildiği üzere bugünlere mahsus “matem duası, matem gülbankı, matem tercümanı ve salavatları”nı okuyarak bu erkânı yerine getirmeye çalışmışlardır (Muharrem erkânı bk. Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir, Ankara 1987, s. 129–156.)

    Sünni Alevîler, Şiîlerde görüldüğü şekilde sine döverek yahut zincir vurarak bedenlerine eziyet etme gibi fiillerden uzak durmaktadırlar. 

    Sonuç itibarıyla, Hz. Hüseyin (r.a), Peygamber torunu ve Ehl–i Beyt üyesi olarak bütün Müslümanların kalbinde taht kurmuş, onun dramatik biçimde şehâdeti tarifsiz bir üzüntü vesilesi olmuştur. (Nehc'ül Belağa, Hz.Ali(r.a), Abdülbaki Gölpınarlı. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik (1979), Abdülbaki Gölpınarlı. Hüseyin Bir Uyarı Bir Sembol (1984-Beyan yay.) Mevlana Ebulkelam, Zakir Han, İkbal, Seyyid Ebu'l-A'la el-Mevdudi )

    Peygamberimizin zevcelerinden Hz.Aişe(r.anha) şöyle rivayet etmiştir:“Resulullah’a vahiy gelmekte olduğu bir sırada, Hüseyin ibn-i Ali içeri girdi ve sıçrayarak kendisini Resulullah (s.a.v)’ın omuzuna attı. Cebrâil (a.s) “Ey Muhammed, bunu seviyor musun?” dedi. Resulullah (s.a.v) “Nasıl sevmem, o benim çocuğumdur” dediğinde, Cebrâil (a.s) “Senden sonra ümmetin onu öldürecektir.” dedi. Sonra Cebrâil elini uzatarak beyaz bir toprak getirdi ve “Oğlun bu yerde şehid edilecektir. Bu yerin ismi ise Taff (Kerbela)’dır.” dedi.

    Cebrâil (a.s) gittikten sonra Resulullah (s.a.v), toprak elinde olduğu halde ağlıyordu. Sonra “Ey Aişe, Cebrâil bana oğlum Hüseyin’in Taff denilen yerde şehid edileceğini bildirdi. Benden sonra ümmetim saptırılacaktır.” dedi.

    Sonra ağlayarak ashabının yanına gitti. Onların arasında Ebu Bekir, Ömer, Ali, Hüzeyfe, Ammar ve Ebuzer (r.anhüma)de vardı. Onlar aceleyle Resulullah’ın yanına gelerek “Ya Resulallah, niçin ağlıyorsunuz?” dediler. Resulullah (s.a.v) “Cebrâil bana oğlum Hüseyin’in benden sonra Taff denilen yerde şehid edileceğini haber verdi ve bu toprağı getirerek mezarının orada olacağını bildirdi.” dedi.”

    Ümm-ü Seleme (r.anha): “Resulullah (s.a.v) bana “Ey Ümm-ü Seleme, bu toprak kan rengini aldığında bil ki Hüseyin, o toprak üzerinde şehit olmuştur.” diye buyurdu.” (Yakubi- tarihc.2.s245-246.ibn-i esir-el kamil c.4.s.46.)

    Ravi diyor ki: “Ümm-ü Seleme o toprağı bir cam kâsenin içine koyarak onu her gün koklar ve şöyle derdi: “Ey toprak, senin kan rengini alacağın gün çok büyük bir gündür.”

    Yine Harezmî rivayet etmiştir ki:“Hz. Hüseyin’in (r.a) doğumunun II. yıldönümünde Resulullah (s.a.v) yolculuğa çıkmıştı. Bir süre sonra aniden durarak ağlar bir gözle İstirca (İnna lillah-i ve inna ileyh-i raciun) ayetini okudu. Sebebini soranlara “Cebrâil bana Fırat nehrinin kenarında bulunan Kerbela adlı yerde oğlum Hüseyin’in öldürüleceğini haber verdi.” diye buyurdu. “O’nu kim öldürecektir?” sorusuna cevaben ise Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurdu: “Yezid denen bir şahıs (onu öldürecektir). Orada bedeninin defnedilip, başının da armağan götürüldüğünü görür gibiyim. Allah’a andolsun ki Allah, oğlum Hüseyin’in başını görüp de sevineni nifaka duçar eder ve kalbiyle dilini ihtilafa düşürür.”

    Resulullah (s.a.v) bu yolculuğundan döndükten hemen sonra, üzgün bir halde camiye giderek, içlerinde Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin (r.anhüma)’in de bulunduğu bir topluluğa hitaben, sağ elini Hz. Hüseyin(r.a)’in başına koyup, başını gökyüzüne doğru çevirerek şunları söyledi:“Allah’ım, ben senin kulun ve peygamberin Muhammed’im ve bu iki çocuk da benim temiz itretimden ve neslimin seçilmişlerindendirler. Ey Rabb’im, Cebrâil bana oğlum Hüseyin’in yardımcısız kalıp öldürüleceğinden haber verdi. Onun ölümünü benim için mübarek kıl, onu şehitlerin efendisi karar ver.”

    Ebu’l Müeyyid Harezmî devamında şunları naklediyor: “Camide bulunan halk, bu sözleri duyunca ağlamaya başladı. Bunu gören Resulullah (s.a.v) onlara “Ağlıyorsunuz da, yardımcısı olmuyorsunuz!” diye buyurdu ve şöyle dua etti: “Allah’ım, sen kendin onun velisi ve yardımcısı ol.”

    Hz. Ali (r.a):“Resulullah (s.a.v) bir gün bizleri görmek için eve gelmişti. Hazırladığımız yemeği, Ümm-ü Eymen’in bize gönderdiği bir kâse sütü ve bir kap hurmayı da yemek için ortaya bıraktık. Resulullah (s.a.v) yedi, biz de yedik. Daha sonra Resulullah (s.a.v)abdest alıp ellerini başına, yüzüne ve sakalına sürdükten sonra Kıble’ye doğru oturdu ve istediği duaları etti. Sonra (yağmur gibi) gözyaşı dökerek kendisini üç defa yere vurdu. Biz yaptığı bu işin sebebini sormaktan çekiniyorduk. 

    Bu esnada Hüseyin(r.a), Resulullah (s.a.v) ın omzuna çıktı ve Resulullah tekrar ağlamaya başladı. Hüseyin durumu böyle görünce, “Anam, babam sana feda olsun (ya Resulallah), ağlamanızın sebebi nedir? Şimdiye kadar hiç görmediğim bir davranış görüyorum sizde.” diye sordu. 

    Resulullah (s.a.v) ise şöyle buyurdu: “Evladım, bu gün sizleri ziyaret etmekle o kadar sevindim ki, şimdiye kadar öylesine sevinmemiştim. Ama Cebrâil (a.s) yanıma gelerek sizlerin ölümünüzü ve ölüm yerlerinizin değişik yerler olduğunu bana haber verdi. İşte bu haber beni çok üzdü. Allah’tan sizin için hayır ve iyilik diliyorum.”

      Yeryüzünde bir benzeri görülmemiş bu vahim hadise karşısında Hasan-ı Basri (r.a) şöyle diyor:”Bu gözler ibret ve dehşete nasıl ağlamasın, Ehl-i Beyte nasıl yanmasın, Peygamber (s.a.v) Efendimiz daha Hz.Hüseyin (r.a) Çocukken bile bu olayı bilip ağlıyordu.72 kişiyi işkenceyle öldürdüler.”
    (İslam Tarihi ve Kerbela Faci, ası sh.210 M.Asım Köksal, Zehair-ul Ukba, s.119, Maktel-ul İmam-is Sibt-iş Şehid-i Harezmî, c.1, s.87-88-158.Müstedrek-us Sahihayn, c.3, s.176, 4- Nezm-ud Dürer, s.215.Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel, c.6, s.294, Savaik-ul Muhrika, s.115, Hasais-ul Kubra, c.2, s.125, Mecmau-z Zevaid, c.9, s.187.Mu’cem-ul Kebir-i Taberanî, Hz. İmam Hüseyin’in Hayatı Faslı, A’lam-un Nübüvve, s.83.Kenz-ül Ümmal, c.6, s.223, Füsul-ül Mühimme, s.154, Delail-ün Nübüvve Ebi Nuaym, c.3, s.202, Zehair-ul Ukba, s.,147-246 ve 247.El Kifayet-u li Hafiz-il Kenci, s.279, Sirat-us Seviyy, s.94-95, Mecmau-z Zevaid, c.9, s.118-119.Kenz-ul Ümmal, c.6, s.223, El Fusul-ül Mühimme, s.154, 12- Hasais-ul Kubra, c.2, s.125, 13- El İsabe, c.1, s.68, Yenabiu’l Mevedde, c.3, s.8 ve 52, El Bidayet-u ne’n Nihaye, c.8, s.217.)


Etiketler: Hz. Hüseyin (r.a.) Hayatı Vefatı, Cennet gençlerinin efendisi, Kerbela, Hz. Hüseyin kimdir? | Mekteb-i Derviş

Benzer Konular