Mekteb-i Derviş | İslam

    İMAM-I MATURİDİ KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, SÖZLERİ, VEFATI

    Ehl-i sünnetin iki itikad imamından birincisidir. Matüridî'nin asıl adı Ebû Mansur Muhammed bin Mahmud el-Hanefî Alemü'l Hüda el-Mütekellim el-Matürîdî es-Semerkandî’dir Künyesi, Ebu Mansur olup, Matüridi ismiyle meşhur olmuştur. Bugünkü Özbekistan'ın Semerkant’ın Matürid nahiyesinde Abbasi halifesi Câfer el-Mûtevekkil zamanında, yani hicri 232 – 247.M.863 yılında dünyaya gelmiş, Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkant’ta vefat etmiştir. Ebu Mansur Matüridi’nin soyunun ashabı kiramdan Ebu Eyyub Halid bin Zeyd el-Ensari’ye ulaştığı rivayet edilmektedir.

    İmam Matürîdî, Abbasî hilafetinin iktidarının zayıflayarak müstakil beylikler dönemi denilebilecek bir çağda, Samanoğulları’nın Maveraünnehir’de hâkim oldukları devirde yaşamıştır. Kaynaklar İmam Matürîdî’nin nasıl bir eğitim aldığı konusunda yeterli bilgi sunmasa da tespit edebildiğimiz kadarıyla Ebu Bekr Ahmed b. İshak b. Salih el-Cüzcânî (III. Asrın ortaları), Ebû Nasr Ahmed b. El-Abbas el-İyâzî (ö. IV. Asrın başları), Muhammed b. Mukatil er-Râzî (v. 862), Nusayr b. Yahya el-Belhî (ö. 881), Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Recâ el-Cüzcânî hocaları arasındadır . Yine kaynaklardan elde edilen bilgiye göre öğrencileri olarak Ebu’l-Kasım İshak b. Muhammed b. İsmail el-Hâkim es-Semerkandî (ö. 951), Ebu’l-Hasan Ali Saîd er-Rüstüğfenî (ö. 956), Ebu Ahmed b. Ebi Nasr Ahmed b. Abbas el-İyâzî (ö. ?), Ebu Muhammed Abdülkerim b. Musa el-Pezdevî (ö. 1000) görülmektedir.

    İmam-ı Matüridî(r.a), Ebu Hanife(r.a)'nin yolunu izlemiş, ölümüne kadar Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılmamıştır. Cenazesi Semerkand'ın Cakerdize mahallesindeki bilginlerin gömüldükleri mezarlığa defnedilmiştir. 2005 yılında kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.

    İmam-ı Maturidî(r.a), İmam-ı Azam(r.a)’ın öğrencileri zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Azam’dan nakledilen itikat bilgileri, önde gelen öğrencisi İmam Muhammed Şeybanî kanalıyla Ebu Bekir Cürcanî’ye, ondan Ebu Nasr Iyad’a, ondan da Ebu Mansur Maturidî’ye ulaştı. İmam Maturidî İmam Azam’dan hareketle kendi sistemini kurdu. (İsimleri zikrolunan bu âlimlerimizin hepsinden Mevlâ razı olsun, onlara rahmet eylesin.) 

    İmam-ı Mâtürîdî(r.a)Hazretlerinin birçok lakabı vardır bunlardan bazıları;

    İmâmü'l-hüda yani "Hidayet önderi".

    Alemü'l-hüda yani "Hidayet meş'alesi".

    İmâmü'l-mütekellimîn yani "Kelâmcıların lideri".dir.

    Küçük yaşta ilim tahsiline yönelen, İmam-ı Matüridi, İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının, kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve ispat etti. Kelam ilminde, akaitte müçtehit olan imam-ı Matüridi, kelam ve fıkıh ilmini Ebu Nasr İyad'dan öğrendi. Diğer akli ve nakli ilimleri de zamanının âlimlerinden tahsil etti. 

    İlimde çok iyi yetişen imam-ı Matüridi(r.a)Hazretleri, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikadını yaymıştır.

    Yetiştirdiği talebelerden el-Hâkim es-Semerkandi adıyla meşhur Ebul-Kasım ishak bin Muhammed, Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevi, Ebul-Leys el-Buhari ve Ebul-Hasen bin Said gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a'zam hazretlerinden gelen itikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matüridi'den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber Efendimizin(s.a.v) gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır.

    Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelâm ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafiî’dir. Hanefi olanı, Ebu Mansur Maturidî(r.a), Şafiî olanı ise Ebü’l Hasen el-Eş’ari(r.a)’dir.

    Her ikisi de bidat ve dalâlet fırkalarına karşı Ehl-i sünnet itikadını savunmuşlar, ispat etmişler ve anlatmışlardır. Aralarında ilmi noktada bazı içtihat farkları vardır. Fakat bu farklar temelde değildir. Temelde her ikisi de Ehl-i sünnettirler ve temel fikirlerde birleşmişlerdir. İmam Maturidî, İmam-ı Azam Ebu Hanife’den naklen gelen inanç ve itikat bilgilerini ispat etti ve kitaplara geçirdi.

    Peygamber (s.a.v)Efendimizin: “İslâm ümmetinin kendisinden sonra 73 fırkaya ayrılacağını, birinin Cennet’e diğerlerinin Cehennem’e gideceğini; kurtuluşa eren fırkanın da kendisinin ve ashabının yolundan gidenler olduğunu” haber vermesi birçok sahabe,tabiin,tebeu tabiin ve müçtehit imamları bu konuda dahada hassaslaştırmış,fitneyle,küfürle büyük bir mücadeleye girişmişlerdir. (Tirmizî, İbn Mace, Ebu Davud, Darimî) 

    Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ne demek? 

    İslâm bilginleri, buradaki Hz. Peygamber (s.a.v)Efendimizin yolundan gidenleri “Sünnet” kelimesi ile Ashab-ı Kiram (r.a)’ın yolundan gidenleri ise “Cemaat” kelimesi ile ifade ettiler. Böylelikle Peygamber (s.a.v)Efendimiz ve ashabının yoluna uyanlara “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” (Sünnet ve Cemaat mensupları) denildi. 

    Bununla birlikte, kurtuluşa erenlerin yalnızca bir tek fırka olmasından hareketle, bunun çok küçük bir zümre, diğer 72 fırkanın da çok büyük bir kesim olduğunu düşünmemek gerekir. 

    Yine, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’i, tarihte ve bugün, İslâm dünyasını parçalara ayıran fırkalar gibi bir fırka olarak değerlendirmemek de gerek. Tam tersine, 72 fırka dediğimiz gruplar bu tür küçük fırkalardır. Ehl-i Sünnet ise, İslâm âlimlerinin ve İslâm ümmetinin asıl büyük çoğunluğunu oluşturan ana caddedir. İslâm’ın temel kurallarının ve ana esaslarının oluşturduğu tertemiz yoldur. Bu özelliğiyle Ehl-i Sünnet, İslâm bilginleri tarafından bir fırka ya da mezhep olarak değerlendirilmedi. İslâm’ın ruhuna tam anlamıyla nüfuz etmiş, Kur’an ve Sünnete en uygun yol, yani bizzat İslâm’ın kendisi olarak değerlendirildi ve öyle kabul edildi. 

    Hak Mezhepler

    İslâm’ın kendisini temsil eden bu ana caddede, itikat ve amelin temel konularında tam bir birlik bulunmaktadır. ‘Füruat’ dediğimiz ayrıntı meselelerde ise, fikir ayrılığını İslâm dini son derece normal karşılar. Hatta kolaylık açısından, fikir ayrılıkları gerekli görülmüştür bile denilebilir. Nitekim Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “ümmetimin ihtilafı rahmettir” buyurmuşlardır. 

    İşte gerek itikat, gerekse amelî (uygulamalarla ilgili) meselelerde Ehl-i Sünnet dediğimiz ana caddede bazı hak mezhepler ortaya çıktı. Amelde Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî; itikatta da Maturidî ve Eş’arî mezhepleri oluştu. Bunların hepsi Kur’an ve Sünnet kaynaklı, hak olduğu İslâm âlimlerinin ve İslâm ümmetinin şahitliği ile sabittir. Bu mezhepler İtikatta;1-Maturidi.2-Eş’ari. Amelde ise:1-Hanefi.2-Şafi.3-Hanbeli.4-Maliki. dir.

    Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma gücüne sahip olamayan taklit ehlinin, hem itikatta, hem de amelde bunlardan birine uymaları zorunludur. 

    Karışıklıklar ve doğru anlayışa ihtiyaç: 

    Ehl-i Sünnet itikadının ve kelâmının önde gelen isimlerinden biri İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.h)’dir. Nitekim Fıkh-ı Ekber başta olmak üzere, bugün elimizdeki eserlerinin hepsi akaid ve kelâmla ilgilidir. Ehl-i Sünnet’in diğer bir önemli ismi de Selefiyenin imamı Ahmed b. Hanbel’dir. 

    Ancak, İmam-ı Azam(r.a)’dan İmam Maturidî( r.a) ve İmam Eş’arî(r.a)’e kadar geçen yaklaşık iki asır içerisinde Ehl-i Sünnet çizginin dışında olan Mutezile kelâmı mutlak hâkimiyetini kurmuştu. O dönemlerde Kelâmı yeren eserler, daha çok Mutezile kelâmına karşı yazılmıştır. 

    Bu yüzden, gerçek itikat esaslarının yeniden belirlenmesi için yeni bir çıkışa ve daha önce var olan altyapı üzerinde yeni bir bina kurulmasına ihtiyaç duyulmuştu. Bunu yerine getirme görevi de iki büyük âlime, İmam Maturidî (r.a) ve İmam Eş’ari (r.a)e nasip oldu. Bu iki imam, Ehl-i Sünnet’in görüşlerini sistemleştirdiler ve yaydılar. Aralarında temel inanç konularında hiçbir ayrılık yoktur. 

    İmam-ı Matüridi'nin yaşadığı devir, Abbasi Devleti'nin zayıflamaya başladığı ve yeni İslam devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasi güçler ve itikadi fırkalar arasında mücadelenin arttığı bir zamana rastlar.

    İslâm dünyasında hicrî ikinci asırdan itibaren bir taraftan akla dayanan felsefî ilimler tercüme ve telif yoluyla yayılırken, diğer yandan yine aklı ifrat derecede ön planda tutan Mutezile ortaya çıkmış ve görüş ve kanaatlerini yaymaya başlamıştı. Buna karşılık itikat ve inanç konularını doğru biçimde ortaya koymak için yeni izah tarzlarına ihtiyaç vardı. Bu yeni izah tarzları nakle bağlı kalmakla birlikte akla da ehemmiyet vermeliydi. İşte farklı bölgelerde yetişen İmam Maturidî ile Ebu Hasan el-Eş’ari ehlisünnetin kelâm ilmini oluşturmuş, ehl-i sünnet itikadını dalâlet fırkalarına karşı korumuşlardır.

    İmam Maturidî Samaniler devletinin hâkim olduğu bir coğrafyada yetişti. Samaniler devleti (389 / 999) yıkılıncaya kadar ilim adamlarını korumuş ve onlara destek olmuştur. İmam Matüridî tahsilindeki ilmi silsile itibariyle İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşlerine ve onun mezhebine uyarak İmam-ı Azam’ın nakil yanında akla da büyük önem veren tutumunu benimsemiştir. Semerkant ve civarında Karamitiler, Şiîler ve Mu’tezile Mezhebiyle mücadele etmiş ve büyük başarılar elde etmiştir. Doğuda Mutezile ile Matüridî mücadele ederken, çağdaşlarından el-Eş’ari de aynı zamanda Irak’ta Mutezile ile mücadele etmiştir.

    İmam-ı Matüridi de diğer İslam âlimleri gibi, kendi zamanında Ehl-i sünnet itikadını müdafaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek yaymış ve Müslümanların bu doğru itikada uymalarını sağlamıştır. Bu hususta takip ettiği usul, İmam-ı A'zamın el-fıkh-ül-ekber, er-Risale, el-fıkh-ül-ebsat, el-Âlim vel müteallim ve el-Vasiyye gibi itikadla ilgili kitaplarında bildirilen itikad bilgilerini, akli ve nakli delillerle açıklayarak tasnif etmek olmuştur. Kendine has ispat ve ikna metoduyla çeşitli sapık fırkaların bozuk fikirlerine cevap verip, reddiyeler yazdı. Böylece temiz müslümanların sapıklıktan kurtulmalarına vesile oldu. Böylece Matüridi hazretleri, Ehl-i sünnet itikadında müctehid imam oldu.  Onun bildirdiği bu yola tabi olanlara Matüridi denildi. Ebu Mansur Matüridi’den sonra da talebeleri, talebelerinin talebeleri bu kıymetli bilgileri, yazdıkları yüzlerce kitapla kendilerinden sonraki nesillere ulaştırdılar. Amelde (ibadette) Hanefi mezhebine tabi olanların ekserisi Matüridi itikadındadırlar.

    Mâtürîdî 'nin Düşüncesi,Akaid (İnanç ilkeleri) ile ilgili metodu;

    İmam-ı Mâtürîdî(r.a) 'nin inanç ilkeleri (akaid) ile ilgili en kapsamlı eseri Kitab üt-Tevhid'dir. Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak "vasıtalar iki olup, biri nakil, diğeri akıl" dır. Nakil'den maksat Kur'an ve Sünnet yani (Hadis)'lerdir. En başta 'Kur'an' gelir ve Kur'an'ın anlaşılması konusunda Matüridî'nin Selefiyye, Mutezile mezheplerinden ve filozoflardan ayrılan metodu vardır. Selefiyye, nakli akıldan önce tutar ve Kur'an'ın ancak hadis ışığında açıklanmasına izin verir, felsefi ve te'vile dayalı yoruma izin vermez. Mutezile, Kur'an ve akıl birbiriyle çelişirse nakli yani Kur'an'ı bırakır, aklı esas alır. Filozoflara göre gerçek yalnız akıl ile bilinir ve bulunur, Kur'an genellikle aklî verilere göre yorumlanır. Daha önce de belirtildiği gibi Matüridî'ye göre dinin kaynağı olarak nakil (Kur'an) ve akıla aynı oranda itimat etmek gerekir. Matüridî, İslâmın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebeple Matüridî, dinin "özünü" ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış saymaz. Kendisiyle aynı görüşte olmayanları zorlamaz. "Akıl" ile "nakli" dengeli bir şekilde kullanır. Akıl, bilgi kaynaklarından biri, insana verilmiş ilâhi bir emanettir. İnsanlar akılları sayesinde güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini onun sayesinde anlarlar. Kulun kusur işlemesi aklını kullanmayışı yüzündendir. "Allah'ın emirleri akıllı olana hitabendir". Allah'ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilâhi emirlerin dışında kalır, sorumlu olmazlar.

    İmam-ı Mâtürîdî(r.a) 'ye göre insan "Fizyolojik yapıyla beraber aynı zamanda akla da sahip kılınarak yaratılmış; yaratılmışları (mahlûkat) yönetmek yeteneği ile sivrilmiş, her türlü zorluğa katlanarak, onların üstesinden gelmek için aklı devreye sokmakla mümtaz kılınmıştır. Zira akıl, temyiz kabiliyetinin en güçlü silâhıdır"

    Netice olarak İmam-ı Mâtürîdî(r.a) dine; akıl, ilim, hoşgörü ve taassuptan uzak bir tavırla yaklaşır. İnancın ana ilkelerini ilgilendirmeyen (esasa müteallik olmayan) eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü ile karşılar, kelime-i şehadet getiren, Kıble'ye yönelen herkesi mü'min olarak değerlendirir. Ancak Allah-u Teâla Kur'an'da, sadece Allah'a ulaşmak isteyenlerin 'Hak Mümin' olduğunu, sadece bu insanların tevhid'i oluşturan takva sahipleri olduğunu ve sadece Allah'a ulaşmak isteyenlerin cennete gireceğini açık bir dille anlatmıştır. Açık bir yalanlamada (inkâr) bulunmadıkları sürece insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerekliliğini savunur. Bu, eylemin amele dahil edilmemesi anlamını taşır. Yani, Matüridî insanları, Mutezile ve Hariciler gibi kendi prensip ve görüşlerine uymaya zorlamaz. "Dinde zorlama yoktur" yaklaşımını esas alır.

    Fıkıhla İlgili Metodu

    İmam-ı Matüridî(r.a), "Irak fıkıh mezhebinin pîri" kabul edilen Ebu Hanife (V.767) nin yolu ve metodunu benimsemiştir. Ebu Hanife'ye göre fıkıh "Ma'rifet ün-Nefsi ma lehâ ve ma aleyhâ" dır. Anlamı, fıkıh ilmi içine insanın lehinde ve aleyhinde olan her şey girer, demektir. İnsanın inanç meseleleri de, eylemleri de fıkhın konusunu oluşturur. Bu sebeple ebu Hanife kelâm (ilâhiyat) kitabına el-Fıkıh ül-Ekber adını vermiştir. Ebu Hanife'nin öğrencisi sayılan Matüridî de hem inanç (iman) ve Tanrı bilimi, hem de insan eylemleri (ameli) yönlerini fıkhın içinde mütalaa eder. Bu sebeple "Matüridî"; fıkıhta akıla, kıyas'a önem veren ve fıkıh tarihinde Ehl-i Re'y diye anılan guruba dahildir. Daha sonraları dinin füruuna (ikinci derecede önemli olan) ameli hayata (dünyada yapılan eylemlere) ait bilgi ve kararları kapsayan bilim dalının adı olmuştur.

    İmam-ı Matüridî(r.a), fıkıh alanında bağımsız hareket eden bir müctehid değil, Hanefi mezhebinin âlimidir ve görüşlerini hep bu çerçeveye sokmuştur. Ebu Hanife(r.a)'de olduğu gibi, o'na göre de bilgi edinme yolları; nakil, duyular ve akıl'dir. Fıkhın kaynakları da; Kitap (yani Kur'an), Sünnet,Hadis İcmâ, kıyas, istihsân (güzel bulma, beğenme), geçmiş şeriat, "sahabe sözleri"dir.

    Müfessirliği

    İmam-ı Matüridî(r.a)Hazretlerinin tefsirle ilgili mufassal bir eseri vardır. Bu eserin adını Kâtip Çelebi, "Te'vîlât ül-Matüridiyyeti fî Beyâni Usûli Ehli's-Sünneti ve Usûl it-Tevhîd" adıyla verir. Eserini, Te'vilâtü Ehl is-Sünneh adıyla ananlar da vardır. Biz kısaca "Te'vilat" adını kullanacak, belli başlı özellikleri üzerinde duracağız.

    İmam-ı Matüridî(r.a)'ye göre dinin öğrenilmesinde "başvurulacak vasıtalar iki olup, biri nakil, diğeri de akıl'dır." 'Nakil'in başında Kur'an gelmektedir. Kur'an'dan dinin bilinmesi konusunda Matüridî'nin Selefiyye'den, Mutezile'den ve filozoflardandan ayrılan bir metodu vardır, demiştik. Filozoflar için gerçek akıl ile bilinir ve bulunur. Matüridî, Kur'an'ın tefsiri ile ilgili olarak bizlere bıraktığı Te'vilat ül-Kur'an adlı tefsir kitabında ilk defa dirayet metodu nu kullanmıştır. Ancak Matüridî bu Kur'an tefsirinde tefsir kelimesini değil, te'vil kelimesini kullanmıştır. O'na göre tefsir Allah'ın kelâmından murad edilen şey hakkında kesinlikle hüküm vermektir. Fakat te'vil, kelimenin (lafzın) ihtimallerinden birini tercih etmektir. Burada Allah'ı şahit gösterme ve kendi görüşlerini Allah'ın muradı gibi sanmaya yer yoktur. Temelde mutlaklık değil, izafilik (görecelik) söz konusudur.

    Matüridî'nin tefsirinde izlediği yolu M.Ragıp İmamoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Muhammed Eroğlu'nun çalışmalarından özetle sunarsak:

    1. Matüridî ayetleri ayetle tefsir etmiş ve bu metodu yaygın biçimde kullanmıştır. Ayeti ayetle tefsir ederken, ayetler arasında ilişki kurmuş, asılsız haberlerden, rivayetlerden kaçınmıştır.

    2. Kıraat ve mushaf farklarıyla tefsir yapmıştır.

    3. Ayetleri hadislerden yararlanarak tefsir etmiştir. Ancak, hadislerin sıhhati üzerinde titizlikle durmuştur.

    4. Ayetlerin lügat anlamlarına başvurulmuştur. Şiirlere az yer verilmişitir.

    5. Arapça olmayıp da Araplaşmış (muarreb) kelimeleri de tefsir eder. Belâgat (düzgün anlatım san'atı, retorik) bilimine hâkimiyeti görülmektedir.

    6. Ayetlerin nüzul (iniş) sebeplerine yer verilmiş ve onlardan yararlanılmıştır. Nüzul sebepleri ile, hükümle sebep arasında ilişki kurmuştur.

    7. Gramer tahlilleri çok azdır.

    8. Hanefî mezhebine bağlı olduğu için ahkâm ayetlerinin tevilinde Hanefîliğin esaslarını ön plânda tutmuştur.

    Eserleri:

    Hayatını ilme ve Ehl-i sünnet itikadını yaymaya hasreden ve bu hususta büyük hizmetler veren İmam-ı Matüridi(r.a) hazretleri, benzerine rastlanmayacak ölçüde değerli eserler yazmıştır. Bunlardan “Kitabu’t-Tevhid” ve “Te’vilâtu’l-Kur’- an” adlı eserleri çok kıymetlidir. 

    İmam Maturidî, akılla nakil arasında esaslı bir denge kurdu. Dinin hakikatini anlayabilmek için aklın gerekliliğine inandı. Dine aykırı olmayan noktalarda aklın hükmünü esas kabul etti. Başlıca eserleri şunlardır 

    1) Kitab-üt-tevhid: Bu kitapta sapık fırkaların sözlerinin yanlış olduğunu ispat edip, doğru itikad olan Ehl-i sünnet itikadını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır.

    2) Tevilat-ül-Kur'an: Tefsire dair benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandi bu esere büyük bir şerh yazmıştır.

    3) Reddü Evaili'l-Edille lil Ka'bi ve Beyanü vehmi'l Mutezile: Mutezileyi reddeden ve çürüten bir eserdir.

    4) Er-Reddü ala usül'il Karamita: Karamita fırkasını reddeden bir eserdir.

    5) Reddu kitab-ül-imame li Ba'zir-Revafiza: Ashab-ı kirama düşman olanları reddeden bir eseridir.

    6) Kitab-ül-makalat fil-kelam: Kelam ilmine dair bir eseridir.

    7) Me'haz-üş-şeriyye: Fıkıh ilmine dairdir.

    8) Kitab-ül-cedel: Usül-ü fıkıh ilmine dair olan bu eserinden başka kitapları da vardır.


    İmam-ı Matüridi'nin naklen bildirdiği Ehl-i sünnet itikadının Sistematik hale getirdiği önemli esaslar şunlardır: 

    1-İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. İmanın yeri kalptir. Kalpteki imana hükmetmek kimsenin iktidarında değildir. İslâm ise Allah’a teslim olmak ve O’nun emirlerini yerine getirmektir. İslâm, Allah’ı keyfiyetsiz bilmektir, bunun yeri göğüstür. İman, Allah’ı Allahlığı ile bilmektir, bunun yeri de kalptir, bu ise göğsün içindedir. Marifet, Allah’ı sıfatları ile bilmektir, bunun yeri ise gönüldedir, bu da kalbin içindedir. Tevhit, Allah’ı birliği ile bilmektir, bunun yeri sırdır, bu ise gönlün içindedir. Bu dört şey birbirinden ayrı gayrı değildir. Dördü birleşince din olur. İman bir bütündür, artıp eksilmesi söz konusu olmaz. Ancak kuvvetlenir ve zayıflar. Amel imandan bir parça değildir. Yani günah işleyenin imanı gitmez. Ancak zayıflar ve azaba müstahak olur. “İnşallah Müslümanım” değil, “elhamdülillah Müslümanım” demelidir. 

    2- Kur'an-ı kerim Allah kelamıdır, Onun sözüdür. Allah’ın kelâm sıfatının ifadesi olduğu için kadimdir. Yani sonradan yaratılmış değildir. Ancak Kur’an’ın yazıldığı harfler ve ifadeler yaratılmıştır. 

    Allah’u Teâlâ Kur'an-ı kerimi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahlûktur. Bu harf ve kelimelerin manası, Kelam-ı ilahiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kur'an denir. Bu harf ve kelime kalıpları içinde Kelam-ı ilahi olan Kur'an mahlûk değildir. Allah’u Teâlânın öteki sıfatları gibi ezelidir, ebedidir.

    3-Bilgiyi elde etme yolları akıl, beş duyu ve yalan söylemesi mümkün olmayan kalabalık bir topluluğun verdiği mütevatir denilen haberlerdir. 

    4-Allah’ın birliğini ifade eden sayısız ayet vardır. İmam Maturidî Allah’ın birliği noktasında aklî delil olarak, âlemdeki düzenin bozulmadan işleyişini gösterir. 

    5-Allah bütün kemal sıfatları ile muttasıftır. Bu sıfatlar olmaksızın onu düşünmek imkânsızdır. Allah, ahirette müminler tarafından keyfiyetsiz olarak görülecektir. 

    6-Peygamberlik, Allah’ın emirlerinin ve yasaklarının bilinmesi açısından gereklidir. Peygamberler, kavimleri içerisinde çocukluklarından beri tertemiz ve örnek şahsiyetlerdir. Bu yüzden kendilerine peygamberlik gelince insanlar onları kabul etmeseler bile onlara karşı mazeretleri kalmaz. Ayrıca mucizelerle desteklenirler. Peygamberlikte zirve Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v)’dir. 

    7-Her şeyin ve bu arada insanın fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. Ancak insan, iradesi ile o fiilleri kesb edendir (elde eden, kazanandır). Bu haliyle insan, yaptığı fiillerinden sorumlu olur. Ahiretteki durumu da bunun sonucuna göre belirlenir. 

    8-Allah’u Teâlâ kadim olan zatı ile vardır. Her şeyi, O yaratmıştır. Birdir. İbadete hakkı olan da Odur. Ondan başka hiçbir şey, ibadet olunmaya layık değildir. Kâmil sıfatları vardır. Bu sıfatları; hayat, ilim, semi', basar, kudret, irade, kelam ve tekvin'dir. Bu sıfatları da ezelidir. Allah’u Teâlânın isimleri tevkifidir, yani dinimizde bildirilen isimleri söylemek uygun olup, bunlardan başkasını söylemek yasak edilmiştir.

    9-Allah’u Teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani şekli olmayarak görecektir. Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü Onu görmeyi akıl anlayamaz. Allah’u Teâlâ, dünyada görülemez. Bu dünya ve insanın bu dünyadaki yapılışı Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen yalancıdır. Hz.Musa(a.s), Peygamber olduğu halde bu dünyada göremedi. Peygamber Efendimiz(s.a.v) mirac gecesinde gördü ise de, bu dünyada değildi. Dünyadan çıktı, ahirete karıştı. Cennete girdi ve orada gördü.

    10-Allah’u Teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü işlerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden razıdır, fenalardan razı değildir, insanın yaptığı işte, kendi kuvveti de tesir eder. Bu tesire "kesb" denir.

    11-Peygamberler Allah’u Teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Onların Allah’u Teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur. 

    12-Kabir azabı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyamette her şeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yer küresinin, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerinde toplanması, yani ruhların cesetlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkuşu ve kıyamette sual ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsus bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır. Bunların hepsi olacaktır.

    Müminlere mükâfat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet, kâfirlere azap için hazırlanmış Cehennem şimdi vardır. Her ikisini de Allah’u Teâlâ yoktan var etmiştir. Cennet ve Cehennem ebedi, sonsuz kalınacak yerdir. Zerre kadar imanı olan ve bu iman ile ahirete göçen Cehennemde ebedi (sonsuz) kalmayacaktır.

    13-İbadetler imana dâhil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan kâfir olmaz. 

Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imanı gitmez. Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak imanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmaya sebep olur.

    14-Halifelikten konuşmak, dinin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Ashab-ı kiramın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Hepsi adil ve din ilimlerinde müçtehit idiler. 

Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ya iman edenler, başka Peygamberlerin ümmetinden daha üstündür.

    15-Matem tutmak, dinde yoktur. Üzülmek başka, matem tutmak başkadır. Hadis-i şerifte, (İki şey vardır ki, insanı küfre (imanın gitmesine) sürükler. Biri, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.

    16-Resulullaha, Ashab-ı kirama, Tabiine ve evliyaya tevessül ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur.

    17-Dini deliller müctehidler için dörttür: Kitap, Sünnet, icma-i ümmet, Kıyası fukaha. Avamın delili müctehidin fetvasıdır.

    18-Tenasühe, yani ölen insanın ruhunun başka bir çocuğa geçerek, tekrar dünyaya gelmesine inanmak, dine aykırıdır. Böyle inananın imanı gider.

    19-Kıyamet günü Allah’u Teâlâ’nın izni ile iyiler kötülere şefaat edecek, araya girecektir. Peygamber efendimiz, (Şefaatim ümmetimden günahı büyük olanlaradır) buyurdu.

    20-Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti ve salih müminlerin firaseti haktır.Evliyanın kerameti, vefatından sonra da devam eder.

    21-Her bid’at dalalettir, sapıklıktır. Bid’at, dinde sonradan yapılan şey demektir. Peygamberimiz ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, itikad ve ibadet olarak yapılmaya başlanan değişikliklerdir ve büyük felakettir.

    22-Mest denilen ayakkabı üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.

    Ebu Mensur-i Matüridi hazretleri, irade-i cüziyye hakkında buyurdu ki: İrade-i cüziyye, bir varlık değildir. Var olmayan şey, yaratılmış olmaz, irade-i cüziyye, kullarda bir haldir. Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, irade-i cüziyyelerini kullanmakta serbesttir. Mecbur değildir. Şeytana, (İrade, bende bir haldir, iyiliğe kullanırsam Allah’u Teâlâ iyiliği yaratır. Kötülüğe sarf edersem, onu yaratır. Eğer sarf etmezsem, ikisini de yaratmaz) diye cevap verilir.

    Allah’u Teâlâ’nın, kul irade etmeden de, yaratması caiz ise de, ihtiyari olan işleri yaratmaya, kulların iradelerini sebep kılmıştır. İrade-i cüziyyemizin sebep olması da, Allah’u Teâlâ’nın iradesi iledir. Kul, bir iş yapmak irade edince, Allah’u Teâlâ da, o işi irade ederse, o işi yaratır. Kul irade etmezse, ihtiyari olan o işi yaratmaz. Şu halde, kul irade-i cüziyyesini ibadete sarf ederse, Allah’u Teâlâ, ibadeti yaratır. Eğer günahlara sarf ederse, günahları yaratır.

    O zaman kul, dünyada fena olur, ahirette azap görür. Böyle olduğunu bilen bir kimseye, şeytan bir şey diyemez.

    (Siz, ancak Allah’u Teâlâ’nın dilediğini arzu edersiniz!) mealindeki âyet-i kerimenin manasını, Ebu Mansur-i Matüridi hazretleri şöyle açıklıyor: "İhtiyari işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin iradenizden sonra, Allah’u Teâlâ da, o işi irade edip yaratır.

    Görüşlerini bu şekilde özetlediğimiz İmam Maturidî(r.a)Hazretlerinin mezhebine en çok hizmet etmiş olan âlim, Ebu’l-Muin Nesefî (r.a)’dir. Hâkim Semerkandî,     Ömer Nesefi, Nureddin Sabunî, Maturidî ekolüne mensup İslâm bilginlerinin önde gelenlerindendir. Rabbim cümlesine rahmetiyle muamele eylesin. Bizleri de bu mübarek salih insanların yolundan ayırmasın. Onların yolu Kur’an ve Sünnet yolu kısaca Ehl-i Sünnet vel cemaat yoludur.

    İmam Maturidî(r.a)Hazretleri, fıkıh ’ta Hanefî mezhebine bağlı olanların itikattaki imamıdır. Başta Türkler olmak üzere pek çok Müslüman Maturidî mezhebine bağlıdır. 


    Ebubekir TANRIKULU Hoca 

    Kadiriyyei Halisiyyei Hayriyyenin 

    Hadimül Fukarası


Etiketler: İmam-ı Maturidi Kimdir? Hayatı, Eserleri, Sözleri, Vefatı, mezhep imamları, itikat imamları, itikad mezhep | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular