
İMAM-I TİRMİZİ BÜYÜK HADİS ALİMİ
(D.H.209-m.824- Özbekistan –Tirmiz. V.H. 13 Receb 279-M. 9 Ekim 892.Tirmiz)
Kütüb-i Sitte’den el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’in müellifi, muhaddis, büyükâlim, veli...
Muhammed bin İsa et-Tirmizi, H.209 (m. 824) senesinde, Özbekistan sınırları içinde bulunan Tirmiz (veya Tirmiz’e bağlı Buğ köyünde) doğdu. Kütüb-i Sitte adıyla bilinen meşhur altı hadis kitabından es-Sünen’in müellifi olan İmam Tirmîzî, Kendisinin belirttiğine göre Merv’den gelip Tirmiz’e yerleşen bir aileye mensuptur. Benî Kays Aylân kabilelerinden Benî Süleym’e nisbetle Sülemî nisbesiyle de anılır.279’da (m. 892) de vefat etti.
DOĞDUĞU YER
Abbasi Devleti zamanında,821 (H.206) senesinde Nişabur’da doğdu. Babası Haccâc da hadîs rivayet eden büyük âlimlerdendi. Kendisinin, bezzâz olduğu yani bugünün tâbiriyle manifaturacılık yaptığı kaynaklarda belirtilir.
EĞİTİMİ VE HOCALARI
Buhara’nın güneyinde, Ceyhun nehri kıyısındaki bu yerleşim yeri dönemin önemli ilim merkezlerinden biriydi. Hafızlık eğitimini ve temel dinî tahsilini ailesinin yanında tamamlayan Tirmizi, 840’lı yılların sonunda kelimenin tam manasıyla kendini hadis ilmine adamıştır. Sadece doğduğu coğrafyayla yetinmemiş, o çağlarda İslam dünyasında hızla yaygınlaşan ilim yolculuklarına çıkmış, âlimleriyle meşhur Önce Tirmiz’de, daha sonra Horasan, Irak ve Hicaz bölgelerinde, İmam Buhârî, İmam Müslim ve Ebû Dâvûd gibi zamanın en önemli âlimlerinden ders almıştır.Sonradan gözlerini kaybetmesine rağmen hizmet etmekten talebe yetiştirmekten geri kalmamış son nefesine kadar İslama hizmet aşkıyla yaşamıştır.Gözlerinin görmemesine karşın müthiş derecede güçlü bir hafızaya sahipti. Bu yüzden “Hafızu'l-Meşhur” lakabıyla bilinirdi.
Hadis ilminde en yüksek dereceye ulaşanlara özgü olan "Hafız" ünvanına sahip ender kişilerdendir.
Kütüb-i Sitte imamlarının her birinin hocası olan İbnü’l-Müsennâ, Bündâr diye tanınan Muhammed b. Beşşâr, Ziyâd b. Yahyâ el-Hassânî, Abbas b. Abdülazîm el-Anberî, Eşec el-Kindî, Fellâs, Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, Muhammed b. Ma‘mer el-Kaysî el-Behrânî ve Nasr b. Ali el-Cehdamî’den faydalandı. Diğer hocaları arasında İshak b. Râhûye, Kuteybe b. Saîd, Hennâd b. Serî, Ali b. Hucr, Ahmed b. Menî‘, Tirmizî’nin Bağdat’a gitmediği, dolayısıyla Ahmed b. Hanbel’den istifade etmediği anlaşılmaktadır.(el-Câmiʿu’s-sahîh, nşr. Ahmed M. Şâkir, neşredenin girişi, I, 83)
İmâm-ı Tirmizî, hadis ilminden başka, fıkıh ve tefsîr ilminde de "İmam" vasıflı bir âlimdir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler ile Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda mühim hizmetler yapmıştır.
BUHÂRİ HAZRETLERİ’NİN TALEBESİ OLMASI
İlim tahsili için muhtemelen Mısır ve Suriye’ye de gitmemiştir. Tirmizî, uzun süre Buhârî’nin talebesi oldu, ondan pek çok hadis rivayet etti ve fıkhü’l-hadîsi öğrendi.(Zehebî, Tezkiretü’l-huffâẓ, II, 634). Kendi ifadesine göre hadislerdeki illetler, râviler ve isnadlar konusunda Irak ve Horasan bölgelerinde Buhârî’den daha üstün bir âlim bulunmadığı için hocasından bu konularda da büyük ölçüde yararlandı (el-ʿİlel, V, 738)
Ayrıca Buhârî’nin et-Târîhu’l-kebîr’i Tirmizî’nin ilel konusunda en çok faydalandığı kitaplardan biridir. Buhârî de Tirmizî’nin ilmini ve zekâsını takdir etmiş, el-Câmiʿu’s-sahîh dışında ondan bir (veya iki) hadis rivayet etmiş, Tirmizî’nin naklettiğine göre kendisine, “Aslında benim senden faydalandıklarım senin benden faydalandıklarından daha çoktur” demiştir.(İbn Hacer, IX, 389)
Tirmizî’nin Buhârî’den çok faydalanmasına ve kendisinden pek çok hadis öğrenmesine rağmen el-Câmiʿu’s-sahîh’inde ondan hiç hadis almaması, İmam Müslim ile (“savm”, 4) Ebû Dâvûd’dan (“Vitir”, 11) birer hadis rivayet etmesi bu üçünün genellikle aynı hocalardan hadis nakletmesiyle açıklanmaktadır. İmam Müslim de Buhârî gibi ondan sadece bir hadis almıştır.
Tirmizî, ilel konusunda Buhârî’den sonra en çok Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî ile Ebû Zür‘a er-Râzî’nin görüşlerinden yararlandı. İbn Halfûn el-Endelüsî, Şüyûhu Ebî ʿÎsâ et-Tirmizî adlı eserinde onun hocalarını tesbit etmiştir .(Ziriklî, VI, 36)
Tirmizî’nin sika bir muhaddis olduğu hususunda âlimlerin icmâ etmesi onun hadis rivayetinde eriştiği güveni, en önde gelen âlimler için kullanılan “imam” lakabıyla anılması da hadis ilmindeki üstün yerini göstermektedir. Tirmizî el-Câmiʿu’s-sahîh’i tamamladıktan sonra onu Horasan, Irak ve Hicaz bölgelerindeki âlimlere gösterdi, onların takdir ve tasviplerini aldı.(İbn Hacer, IX, 389)
Doğu İslâm dünyasındaki şöhretine rağmen İbn Hazm’ın Tirmizî hakkında “meçhul” terimini kullanması onun el-Câmiʿu’s-sahîh’i ile el-ʿİlel’ini görmediğini ortaya koymakta, bu eserlerin V. (XI.) yüzyılın ilk yarısında Endülüs’te yeterince tanınmadığını göstermektedir. Bununla birlikte İbn Hazm’ın diğer bazı önemli şahsiyetler için meçhul ifadesini kullanmasına bakarak onun bu konuda kasıtlı davrandığı da ima edilmektedir (a.g.e., IX, 388).
TALEBELERİ
Tirmizî’nin pek çok talebesi arasında Ebü’l-Abbas Muhammed b. Ahmed b. Mahbûb el-Mahbûbî, Ebû Saîd Heysem b. Küleyb eş-Şâşî (Şâşî eş-Şemâʾilü’n-nebeviyye’nin de râvisidir), Ebû Zer Muhammed b. İbrâhim b. Muhammed et-Tirmizî, Ebû Muhammed Hasan b. İbrâhim el-Kattân, Ebû Hâmid Ahmed b. Abdullah et-Tâcir, Ebü’l-Hasan el-Fezârî el-Câmiʿu’s-sahîh’i rivayet etmekle ünlüdür. Diğer talebelerinden muhaddis Hammâd b. Şâkir en-Nesefî ile Mekhûl b. Fazl en-Nesefî de anılabilir.
İMAM-I TİRMİZİ'NİN VEFÂTI
Tirmizî 13 Receb 279’da (9 Ekim 892) Tirmiz’e bağlı Buğ köyünde vefat etti; onun Tirmiz şehrinde vefat ettiği de ileri sürülmüştür.
TİRMİZİ HAZRETLERİ’NİN TAKVÂSI
Tirmizî, yaşadığı devirde fıkıh mezhepleri yaygınlaştığı için her bir mezhebin belli başlı görüşlerini o mezhebin imamının önde gelen talebelerinden öğrenme fırsatı bulmuş, diğer Kütüb-i Sitte imamları gibi o da hiçbir mezhebe intisap etmemiştir.(Mübârekfûrî, I, 352)
el-Câmiʿu’s-sahîh’e aldığı fıkhî hadislerin ardından o hadisle ilgili naklettiği diğer görüşler ve kendisinin bu görüşler arasında yaptığı tercihler fıkıh konusundaki derin bilgisini gösterdiği gibi kuvvetli hâfızâsını ve üstün zekâsını da ortaya koymaktadır. Nitekim Zehebî de Tirmizî’nin kuvvetli hâfızasına işaret etmek üzere, onun Mekke’ye giderken, daha önce rivayetlerini iki cüz halinde yazdığı bir şeyh ile görüşmesi sırasında bu hadisleri ve başkalarını adı zikredilmeyen bir şeyhe ezberden okuduğuna dair bir rivayete yer vermiştir .(Tezkiretü’l-huffâẓ, II, 635)
Tirmizî’den bir asır sonra vefat eden Hâkim el-Kebîr’in naklettiğine göre hocalarından biri Buhârî’nin vefatının ardından Horasan bölgesinde Tirmizî gibi ilmi, güçlü hâfızası, zühd ve takvâsı ile tanınan bir başka âlimin kalmadığını, onun takvâsı sebebiyle gözlerini kaybedinceye kadar ağladığını söylemiştir. Bu tür rivayetler ve daha başka olaylar Tirmizî’nin doğuştan âmâ olduğu iddiasının aksini göstermektedir. Tirmizî’nin çok duygulu bir insan olduğu, kendisine söz getirebilecek her davranıştan uzak durduğu, dünya malına değer vermediği ve bütün gayretiyle âhiretini imar etmeye çalıştığı bilinmektedir.
Tirmizi, zamanın evliyasından olup, herkes tarafından övülmüştür. İnce manaları açıklama ve izah hususunda üstad, hadis ilminde ise sika (sağlam, güvenilir) bir âlimdi. Sözleri kıymetli olup, hilmi (yumuşaklığı) pek ziyade, şefkati çok ve ahlakı pek güzeldi. Peygamberimizin mübarek ahlakı onda görülürdü.
Buyurdu ki:“Ahirette kurtulmak, ibadet ve amelin çok olmasıyla değil, amellerin ihlaslı ve şartlarına uygun yapılması iledir.”
“Müminin neşesi yüzünde, hüznü kalbindedir.”
“Nefsin, sende olduğu halde, Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun. Halbuki nefsin, daha kendisini bile tanımamıştır. Rabbini nasıl tanısın?”
“Kanaat nedir?” diye sorulunca, “İnsanın kısmetine düşen rızkına razı olmasıdır” cevabını vermişti.
Kendisine; “İmanın gitmesine en çok sebep olan günah nedir?” diye sordular. Buyurdu ki: “Üç günah vardır: Birincisi, iman nimetine kavuştuğuna şükretmemek; ikincisi, imanın gitmesinden korkmamak; üçüncüsü, müminleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, haksız yere bir Müslümanı incitmek, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır. Resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle buyurmuştur.”
İlmî Kişiliği
Tirmizî’nin sika bir muhaddis olduğu hususunda âlimlerin icmâ etmesi onun hadis rivayetinde eriştiği güveni, en önde gelen âlimler için kullanılan “imam” lakabıyla anılması da hadis ilmindeki üstün yerini göstermektedir.
Şemail konusu bugünkü karşılığı ile Hz. Peygamber’in (s.a.v) kişilik özelliklerini ele alır. Bu anlamda siyer ilminin ana başlıkları içinde kendine yer bulur. Tirmizî’nin Hz. Peygamber(s.a.v)’in Şemaili ile ilgili ilk eser telif eden âlim olması hadis konusunda ortaya koyduğu kriterlere uygun olarak bu alanda da hassas olduğu kanaatini doğurur. Kitabında pek az sayıda zayıf rivayeti kullanması, Hz. Peygamber’in (s.a.v) tanıtılmasında sahih rivayetlere yer vermesi bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını gösterir. Bu hassasiyet, Tirmizî’nin hadiste olduğu gibi siyer alanında da ciddi bir tavır içinde olduğunu gösterir. Kendisinden sonra Şemail alanında birçok eser telif edilmiştir. Bu durumda kendisi örnek alınmıştır. Siyer ilminde bu alanda öncülük yapmış denebilir.
TİRMİZİ HAZRETLERİ’NİN HADİSÇİLİĞİ
Tirmizî hadis ilminde önde gelen âlimlerden biridir. İbn Hibbân bir muhaddiste bulunması gereken öğrendiği hadisleri derleme, tasnif etme, ezberleme ve müzakere etme vasıflarının Tirmizî’de bulunduğunu söylemiştir. Zehebî de el-Câmiʿu’s-sahîh’in onun hadis ilminde imam ve güçlü bir hâfıza sahibi olduğunu, ayrıca fıkhı çok iyi bildiğini ortaya koyduğunu ifade etmiştir. Tirmizî, hadislerin sıhhatini zedeleyici mahiyette, tesbit edilmesi son derece zor gizli kusurları mükemmel şekilde bilen çok az sayıdaki hadis âlimlerinden biridir. İlel sahasında meydana getirdiği eserlerle güçlü bir hadis tenkitçisi olduğunu ispat etmiştir. Bu yetkinliği sebebiyle Tirmizî, eserine almak istediği bir konuya dair sahih hadis bulamadığı durumlarda bazı zayıf hadisleri almakta sakınca görmemiş, fakat bunların senedlerini tenkit ederek râvilerinin ne ölçüde güvenilir olduğunu belirtmiştir. Bazı âlimler onun hem ilel hem cerh ve ta‘dîl sahasındaki otoritesi sebebiyle eserinin sahîhayn’dan sonra üçüncü sırada yer alması gerektiğini söylemiştir.
Hadisleri seçerken bir fakihin o hadisi delil olarak kabul etmesine özellikle dikkat ettiğini söyleyen Tirmizî, iki hadis dışında eserindeki bütün rivayetlerin kendisiyle amel edilen hadis niteliği taşıdığını ileri sürmüştür.(el-ʿİlel, V, 736)
Tirmizî’nin hadis ilmine olan hizmetlerinden biri de hasen terimine kazandırdığı özel anlamdır. Bu terim, II. (VIII.) yüzyılda sözlük anlamında kullanılırken kelimeyi ilk defa Tirmizî terim şeklinde kullanmaya başlamıştır. Bir kısım âlimler hasen kelimesine isnad ve metinle ilgili bir terim şeklinde Tirmizî’den önce de rastlandığını, Tirmizî’nin hasenin tarifini yaparak el-Câmiʿu’s-sahîh’inde bu tür hadislere çokça yer verdiğini ifade etmiş, bazıları da önceleri hadisler sıhhat açısından sahih ve zayıf olmak üzere ikiye ayrılırken Tirmizî’nin haseni ilk defa terim halinde kullanmak suretiyle hadisle ilgili üçlü taksimi başlattığını belirtmiştir (DİA, XVI, 374-375).
Tirmizî, eseri hakkında şöyle der: "Ben bu Câmi'u'l-Kebîr'i yazıp bitirince onu ilkin Hicaz âlimlerine gösterdim. Hepsi de beğendiler. Daha sonra alıp Irak âlimlerine götürdüm. Onlar da ağız birliğiyle eseri övdüler. Nihâyet Horasan diyârı âlimlerine takdîm ettim. Onlar da memnun oldular, bilâhare eseri ilim âlemine sundum. Bu eser kimin evinde bulunursa orada konuşan bir Peygamber vardır."( Abdulaziz bin Şah Veliyyullah Dehlevî, Büstanu'l-Muhaddisin, çev. Ali Osman Koçkuzu, Ankara 1986, 197)
Endülüs bilginlerinden birisi, Tirmizî'nin eserinin özelliklerini ve değerini yazdığı bir şiirle şöyle anlatır:"Tirmizî'nin kitabı bir ilim bahçesidir. Çiçekleri âdetâ gökteki yıldızların parlaklığını aksettiriyor. O eser sâyesinde hadisler vuzuha kavuşur. Güzel lafızlara meydana konulmuş, âdetâ resim gibi yerli yerince tanzim edilmiştir."
"Hadislerin en yüksek nevî sahihlerdir. Onlar nurlu yıldızlar hâlinde her yanı aydınlatırlar. Hadislerin sahihini hasenleri takip eder. Sonra garîbler gelir. Hadislerin sahihi sakiminden ayrılmıştır. Tirmizî onları tek tek işâretleriyle ilim erbabına açıklamıştır. Bu hadisleri, sahih eserler hâlinde sıraya dizmiş, onları ciddî akıl sahipleri de beğenip seçmişlerdir. Onu beğenenler; fakihlerin ve bilginlerin en önde gelenleri fazilet erbâbının, doğru yola gidenlerin en üstünleridir."
"Tirmizî'nin kitabı böylece enfes bir eser; ilim erbabının takdir ettiği, okuyup konuştuğu bir çalışma olmuştur. Onlar, ruhlarına en yüksek faydayı bahşeden en kıymetli bilgileri, Tirmizî'nin kitabından iltibas etmişlerdir."
"Ondan, biz de hadisler yazdık; eseri biz de rivayet ettik. Bu işi, Cennet ırmağının suyundan kana kana içmek niyetiyle gerçekleştirdik."
"Düşünce, mânâ denizine daldı. Oradan en doğru mânâlara ulaştı. Rahman olan Allah, Ebû Îsâ et-Tirmizî'yi bu şerefli işinden dolayı hayır üstüne hayır vererek mükâfatlandırsın."( Abdulaziz bin Şah Veliyyullah Dehlevî, a.g.e., 198)
TİRMİZİ HAZRETLERİ’NİN ESERLERİ
1-el-Câmiʿu’s- sahîh. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inin büyük bir kısmı ile Buhârî, Müslim ve Tirmizî’nin el-Câmiʿu’s-sahîh’lerini müsned tertibine koyarak Câmiʿu’l-mesânîd ve’l-elkāb adlı yedi ciltlik kitabını meydana getirmiştir.(Brockelmann, GAL, I, 662; Suppl., I, 917; Abdülhamîd el-Alûcî, s. 89-90)
Birçok şerhi ve muhtasarları bulunan eserin pek çok neşri arasından Delhi’de (1269, 1270) ve Bulak’ta (I-II, 1292) yapılan, daha sonra ilk iki cildi Ahmed Muhammed Şâkir (Kahire 1356), III. cildi Muhammed Fuâd Abdülbâkī (Kahire 1356), IV ve V. ciltleri İbrâhim Utve Avd (Kahire 1382/1962) tarafından hazırlanan neşirleri anılabilir. Eseri Beşşâr Avvâd Ma‘rûf da el-Câmiʿu’l-kebîr adıyla yayımlamıştır (I-VI, Beyrut 1996). el-Câmiʿu’s-sahîh üzerine hazırlanan yüksek lisans tezlerinden Mûsâ Sekr Boks el-Endonîsî’nin el-Metrûkûn ve merviyyâtühüm fî Kitâbi’l-Câmiʿ li’l-İmâm et-Tirmizî (1394, Câmiatü Ümmi’l-kurâ eş-şerîa ed-dirâsâtü’l-ulyâ eş-şer‘iyye), Hasan b. Gānim b. Dahîl el-Gānim’in, er-Ricâlü’llezîne tekelleme fîhim et-Tirmizî fî Câmiʿihî: Tecrîden ve tahkīkan (1400, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye külliyyetü usûli’d-dîn) adlı çalışmaları zikredilebilir. Mahmûd Nassâr, el-Câmiʿu’s-sahîh’in zevâidini Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî’nin Tuhfetü’l-eşrâf bi-maʿrifeti’l-eṭrâf’ından faydalanarak et-Tasrîh bi-zevâʾidi’l-Câmiʿi’s-sahîh Süneni’t-Tirmizî adıyla yayımlamış (I-II, Beyrut 1421/2000), Abdullah b. Sâlim el-Basrî’nin hatmü’l-Câmiʿi’l-İmâm et-Tirmizî adlı risâlesini Arabî Dâiz el-Firyâtî neşretmiştir.(Likāʾü’l-ʿaşri’l-evâhir bi’l-Mescidi’l-harâm, IV/46 [Beyrut 1423/2002], s. 47-88).
2-eş-Şemâʾilü’n-nebeviyye. Sahasında ilk çalışma olan eser bu konuda yazılanların en mükemmeli kabul edilmiş, içindeki hadislerin büyük çoğunluğu sahih, önemli bir kısmı hasen, pek azı zayıf rivayetlerden meydana gelmiştir. Üzerinde birçok şerh, hâşiye, ihtisar çalışması yapılan, çeşitli dillere tercüme edilen ve çeşitli taş baskıları yapılan eseri İzzet Ubeyd ed-De‘‘âs neşre hazırlamış (Humus 1388/1968; Beyrut 1406/1985), Semîh Abbas da eseri Evsâfü’n-nebî adıyla yayımlamıştır (Kahire 1985; Beyrut 1985).
3-el-ʿİlelü’l-kebîr. Tirmizî’nin el-Câmiʿu’s-sahîh’ten önce kaleme aldığı eser el-ʿİlelü’l-müfred ve ʿİlelü’t-Tirmizî el-kebîr adlarıyla da anılır. Âlimler, “Tirmizî bunu el-ʿİlel’de rivayet etmiştir” ifadesiyle bu kitabı kastederler. Nûreddin Itr eser hakkında önemli bilgiler nakletmiştir (el-İmâmü’t-Tirmizî, s. 426-437; ayrıca bk. KİTÂBÜ’l-İLEL). Aslı bilinmeyen eserin Ebû Tâlib el-Kādî tarafından fıkıh bablarına göre tertip edilen şekli yayımlanmıştır. (nşr. Hamza Dîb Mustafa, I-II, Amman 1406; nşr. Subhî el-Bedrî es-Sâmerrâî v.dğr., Beyrut 1409/1989).
4-el-ʿİlelü’s-saġīr. el-Câmiʿu’s-sahîh’in sonunda elli birinci kitap şeklinde yer alan bölüm bu adla anılmaktadır. Müellif çalışmasında el-Câmiʿu’s-sahîh’te takip ettiği usulü, kaynaklarını, eserde geçen râvileri ve terimleri açıkladığı için eser el-Câmiʿu’s-sahîh’in mukaddimesi mahiyetindedir. İbn Receb el-Hanbelî el-ʿİlelü’s-saġīr’i, Tirmizî’nin metinlerini zikretmeden bu metinleri ilâvelerle genişletip ve eksiklerini tamamlamak suretiyle Şerhu ʿİleli’t-Tirmizî adıyla şerhetmiştir (nşr. Subhî Câsim el-Humeyd, Bağdat 1396/1976; nşr. Nûreddin Itr, I-II, Dımaşk 1398/1978; nşr. Subhî es-Sâmerrâî, Beyrut 1985; nşr. Hemmâm Abdürrahîm Saîd, Zerkā 1987; nşr. Kemâl Ali Ali el-Cemel, Mansûre 1998). Mübârekfûrî de eseri Şifâʾü’l-ġilel fî şerhi Kitâbi’l-ʿİlel adlı çalışmasında şerhetmiş ve eser Tuhfetü’l-ahvezî’nin X. cildinin sonunda yayımlanmıştır (Kahire 1384/1964, X, 458-530). Mücteba Uğur, “Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî’nin Kitâbü’l-İlel’i” adıyla bir makale yazmıştır.(Diyanet İlmî Dergi, XXXVI/3 [Ankara 2000], s. 45-66).
5-Tesmiyetü ashâbi’n-nebî (Kitâbü Esmâʾi’s-sahâbe, Tesmiyetü ashâbi Resûlillâh sallallāhü ʿaleyhi ve sellem). Sahâbe adlarının sadece ilk harfine göre alfabetik düzenlenen esere aşere-i mübeşşere ile başlanmıştır. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut iki nüshasına göre (Şehid Ali Paşa, nr. 2840/2; Lâleli, nr. 2089/1) kitapta 730 sahâbînin adı zikredilmektedir. Aynı nüshalardan faydalanarak eseri Ali Yardım (“Tesmiyetü ashâbi’n-nebî ʿaleyhisselâm”, DÜİFD, sy. 2 [1985], s. 247-342) ve Âmir Ahmed Haydar (Tesmiyetü ashâbi Resûlillâh, Beyrut 1406/1986, 1410/1990) yayımlamıştır.
6-Kitâbü’t-Târîh. İbnü’n-Nedîm’in bu adla, Sem‘ânî’nin ise et-Tevârîh adıyla kaydettiği bu eser hakkında bilgi bulunmamaktadır.
7-Kitâbü’l-Esmâʾ ve’l-künâ. İbn Hacer’in bu eseri gördüğü anlaşılmaktadır (Tehzîbü’t-Tehzîb, IX, 389).
8-ez-Zühd. İbn Hacer eserden söz etmekte, fakat onu görmediğini belirtmektedir (a.g.e., a.y.)
RİVAYET ETTİĞİ HADİSLERDEN ÖRNEKLER
1-) Ubade İbnu's-Samit el-Ensari (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsa'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır." Müslim'in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır."(Buhari, Enbiya 47; Müslim, İman 46, (28); Tirmizi, İman 17, (2640).
2-) Ebu Sa'id İbnu Malik İbni Sinan el-Hudri (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Sa'id der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40).(Tirmizi Sıfatu Cehennem 10, (2601). Tirmizi hadis için "sahihtir" demiştir
3-) Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünade el-Gıfari) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana Cebrail aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) dördüncü keresinde ilave etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".(Buhari, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizi, İman 18, (2646)
4-) Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattab (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, bir adam kendisine: Gazveye çıkmıyor musun?" diye sorar. Abdullah şu cevabı verir: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i işittim, şöyle buyurmuştu: "İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak".(Buhari, İman 1; Müslim, İman 22 (....); Nesai, İman 13, (9, 107-108); Tirmizi, İman 3, (2612).
5-) Yahya İbnu Ya'mur haber veriyor: "Basra'da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma'bed el-Cüheni idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahman el-Himyeri, hac veya umra vesilesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab'tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenab-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevi'nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)'la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)'a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmin ederek, konuşmaya başladım: "Ey Ebu Abdirrahman, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur'an-ı Kerim'i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar." Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilave ettim: "Bunlar, "kader yoktur, herşey hadistir ve Allah önceden bunları bilmez" iddiasındalar." Abdullah (radıyallahu anh): "Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan beriyim, onlar da benden beridirler." Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te'kid ederek şöyle tamamladı: "Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez." Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh) bana şunu anlattı: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver! Haz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabancı: "-Doğru söyledin" diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "Allah'a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." Yabancı yine: "Doğru söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana ihsan hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) açıkladı: "İhsan Allah'ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor." Adam tekrar sordu: "Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bu sefer: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!" karşılığını verdi. Yabancı: "Öyleyse kıyametin alametinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamayı yaptı: "Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir." Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim'deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı: "Bu Cebrail aleyhisselamdı. Size dininizi öğretmeye geldi." Ebu Davud, bir başka rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra "cünüblükten yıkanmak" maddesini de ilave eder. Yine Ebu Davud'un bir başka rivayetinde şu ziyade vardır: "Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resûlü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi?" Resûlüllah (aleyhissalatu vesselam): "Olup bitan bir işi" dedi. Adamcağız -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalışılsın ki? Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu açıklamada bulundu: "Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır." Benzer bir hadisi, Buhari (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den kaydeder. Bu hadise Tirmizi hariç diğerlerinde de rastlanır. Mevzubahis rivayette, "şehadette bulunman" yerine "Allah'a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmaman" ifadesi de yer alır. Bu hadiste ayrıca "Yalın ayak, üstü çıplak kimseler halkın reisleri olduğu zaman" ziyadesi de mevcuttur. Şu ziyade de mevcuttur: (Kıyametin ne zaman kopacağı), Allah'tan başka hiçkimse tarafından bilinmeyen beş gayıptan (mugayyebat-ı hamse) biridir buyurdu ve şu ayeti okudu: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez..." (Lokman, 34), Bir başka rivayette "üstü çıplaklar" tabirinden sonra "sağır ve dilsizler arzın melikleri (kralları) oldukları zaman" ziyadesi vardır. Nesai'nin Sünen'inde şu ziyade mevcuttur: "Dedi ki: Hayır, Muhammed'i hakikatle birlikte irşad ve hidayet edici olarak gönderen zat'a yemin olsun, ben o hususta (kıyametin ne zaman kopacağı hususunda) sizden birinden daha bilgili değilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdı. Dıhyetu'l-Kelbi suretinde inmiştir."(Buhari, İman 37. Müslim, İman 1, (8); Nesai, İman 6, (8, 101); Ebu Davud, Sünnet 17, (4695); Tirmizi, İman 4, (2613).
6-) Enes İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ıhıp bağladıktan sonra: "Muhammed hanginizdir?" diye sordu. Biz: "Dayanmakta olan şu beyaz kimse" diye gösterdik. -Nesai'deki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'ın rivayetinde: "Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse" diye tasvir mevcuttur.- Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu! diye seslendi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): "Buyur seni dinliyorum" dedi. Adam: "Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Haydi istediğini sor!" Adam: "Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mı gönderdi?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Kasem olsun evet!" Adam: "Allahu Teala adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem olsun evet!" Adam: "Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem olsun evet!" Adam: "Allahu Teala adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah'a kasem olsun evet!" Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi: "Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabilemin elçisiyim. Adım: Dımam İbnu Sa'lebe'dir. Benu Sa'd İbni Bekr'in kardeşiyim." (Bunu beş kitap rivayet etmiştir. Metin Buhari'den alınmıştır). Müslim'in rivayetinde şöyle denir: "Bir adam geldi ve şöyle dedi: "Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine inanmaktasın." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Doğru söylemiş" dedi. Adam tekrar: "Öyleyse semayı kim yarattı?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah!" dedi. Adam: "Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Allah!" dedi. Adam: Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zat adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Evet!" dedi. Adam: "Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru mudur?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Doğru söylemiştir!" Adam: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Evet!" dedi. Adam sonra zekatı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu. Ravi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de her sualde "Doğru söylemiş" diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Evet!" Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: "Seni hakla gönderen Zat'a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilave etmem, bunları eksiltmem de." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!" buyurdu.(Buhari, İlm 6; Müslim, İman 10, (12); Tirmizi, Zekat 2, (619); Nesai, Siyam 1, (4, 120); Ebu Davud, Salat 23, (486).
7-) Abdullah İbnu Abbas'ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebiz) hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e geldiği vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebialılar" diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız" buyurdu. Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kafir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teala'ya imanı emretti ve sordu: "İman nedir biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açıkladı: Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir." Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı: Hantem (topraktan mamul küp), dübba (su kabağından yapılmış testiler), nakir hurma kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).(Buhari, İman 40, İlm 25, Mevakitu's-Salat 2, Zekat 1, Farzu'l-Hums 2, Mevakıb 4, Meğazi 69, Edeb 98, Haberi'l-Vahid 5, Tevhid 56, Müslim, İman 23, 24, 25 (17); Ebu Davud, Eşribe 7, (3692); Tirmizi, İman 5, (2614); Nesai, İman, 25, (8, 120).
8-) Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehadet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak"(Tirmizi, Kader 10, (2146).
9-) Abbas İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip razı olanlar duyar."(Müslim, İman 56, (34); Tirmizi, İman 10, (2625).
10-) Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, Müslümandır".(Hadisi Nesai tahric etmiştir. Ancak, Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi tarafından da rivayet edilmiş olan uzunca bir hadisin bir parçasıdır. Bak: Tirmizi, İman 2, (2611); Ebu Davud, Cihad 104, (2641). Nesai, İman 9, (8, 105). Buhari, Salat 28.)
11-) Ebu Hüreyre anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: "İman, yetmiş küsur -bir rivayette de altmış küsur- şubedir. Haya imandan bir şubedir." Bir rivayette şu ziyade vardır: "Bu şûbelerden en üstünü "Lailahe illallah" sözüdür, en aşağı mertebede olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi kenara çıkarmaktır."(Buhari, İman 3; Müslim, İman 57-38, (35-36); Ebu Davud, Sünnet 15, (4676); Tirmizi, İman 6, (2617); Nesai, İman 16, (8, 110); İbnu Mace, Mukaddime 9, (57).
12-) Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın şöyle buyurduğunu anlatıyor: "Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında kalan herşeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, imansızlıktan kurtarıp İslam'ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." Nesai'nin kaydettiği bir diğer rivayette "bu ikisi dışında kalan" tabirinden sonra şu ziyade vardır. "Allah için sevmek, Allah için buğzetmek."(Buhari, İman 9, 14, İkrah 1; Müslim, İman 67, (43); Tirmizi, İman 10, (2626); Nesai, İman 3, (8, 96); İbnu Mace, Fiten 23, (4033).
13-) Yine Hz. Enes (radıyallahu anh)'in rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez." Nesai'nin rivayetinde "...hayır şeylerden" ziyadesi mevcuttur.(Buhari, İman 6; Müslim, İman 71, (45); Nesai, İman 19, (3, 115); Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyamet 60, (3517); İbnu Mace, Mukaddime 9, (66).
14-) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir."(Tirmizi, İman 12, (2629); Nesai, İman 8, (8, 104, 105).
15-) Ebu Saidi'l-Hudri (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in şöyle dediğini rivayet etti: "Bir kimsenin mescide alakasını görürseniz, onun mü'min olduğuna şehadet edin, zira Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inananlar imar ederler" (Tevbe 18).(Tirmizi, Tefsir, Sûre 2, (3092).
16-) Ubadetu'bnu's-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz, bir seferinde Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le aynı cemaatte beraber oturuyorduk ki: "Allah'a hiçbir şey ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina fazihasını işlememek, Allah'ın haram ettiği cana meşrû bir sebep olmaksızın kıymamak şartları üzerine bana biat edin" buyurdu. Bir diğer rivayette "...Çocuklarınızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak, meşru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere- isyan etmemek üzere biat edin. Kim vereceği bu sözlere sadık kalır, ahdine vefa gösterirse karşılığını Allah'tan alacaktır. Kim de bu yasaklardan birini işleyecek olursa artık işi Allah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse azab verir, cezalandırır" buyurdu. Biz de bu şartlarla biat ettik." Nesai, bir başka rivayette "...karşılığını Allah'tan alacaktır" ifadesinden sonra şu ziyadeyi kaydeder: "Kim bunlardan birini işler, sonra da dünyada cezalandırılırsa, çektiği bu ceza onun için kefaret ve o günahtan temizlenme olur." Buhari, Müslim, Muvatta ve Nesai'de gelen bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hoş şartlarda olsun nahoş şartlarda olsun, aleyhimize kayırmaların yapılıp, hakkımızın çiğnendiği hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karşı iktidar kavgası yapmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek, Allah'ın emrini yerine getirmede kınayanların kınamalarından korkmamak üzere biat ettim." Bir başka rivayette şu ifadeye rastlanmaktadır: "...İktidar sahibine karşı onda, Allah'ın kitabında gelmiş bulunan bir delil sebebiyle te'vil götürmeyen açık bir küfür görülmedikçe iktidar kavgası yapmamak..."(Buhari, İman 11; Müslim, Hudud 41, (1709); Nesai, Bey'a 17, (7, 148); Tirmizi, Hudud 12, (1439).
17-) İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e kulak vermek ve itaat etmek şartıyla biat ederken "Gücünüzün yettiği şeylerde" diyordu.(Buhari, Ahkam 42; Müslim, İmaret 90, (1867); Nesai, Bey'at 18, (7, 148); Tirmizi, Siyer 37, (1597); Muvatta, Bey'at 1, (2, 982); İbnu Mace, Cihad 43, (2874).
18-) Ümeyme bintu Rukayka (radıyallahu anh) dedi ki: "Ensar'dan bir grup kadınla Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gelip kendisine: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, çalmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftira atmamak, sana meşrû emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilave etti: "Gücünüzün yettiği ve takatınızın kafi geldiği şeylerde". Biz: "Allah ve Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim" dedik. Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi) musafaha ederek yapmayı kastedmişlerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Ben kadınlarla müsafaha etmem, benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer" buyurdu.(Muvatta, Bey'a 2, (2, 982); Tirmizi, Siyer 37, (1597).
19-) Amr İbnu Ebi'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'le birlikte Veda haccı'nda bulundum. Orada Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) irad ettiği hutbede önce Allah Teala'ya hamd ü sena, hatırlatma ve tavsiyelerden sonra şöyle devam etti: "Hangi gün (bu günden) daha (mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç kere tekrarladı. Cemaat: "el-Haccu'l-Ekber günü" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devam etti: "Öyle ise bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu ayınızda, bu beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi helal değildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadır, terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın sadece sermaye kısmını yani aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hariç. Zira onun tamamı mülgadır, terkedilmiştir. Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga ettiğim ilk cahiliye kanı da el-Haris İbnu Abdü'l-Muttalib'in kanıdır. Haris, Benu Leys'ten tuttuğu bir süt anneye bebeğini emzirtiyordu. Çocuğu Hüzeyl adında birisi (bir kavga sırasında attığı bir taşla kazaen) öldürmüştü. Sakın ha, kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara iyi muamelenin dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına sahip değilsiniz. Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hariç. Çirkin iş yapmaları halinde, önce yataklarını ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamıyacak şekilde dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onların yaptığına ayırma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahane) aramayın. Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır. Haberiniz olsun, şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen tapılmayacağını idrak etmiştir. Fakat, sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu memnun kılacak (menfi neticeler hasıl edecek)tır.(Tirmizi, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).
20-) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor; Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Her çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?" Dinleyenler: "Ey Allah'ın Resûlu, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şu cevabı verdi: "(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi Allah daha iyi bilir." Bir başka rivayette: "Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın" buyurulmuştur.(Buhari, Cenaiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenaiz. 52, (1, 241); Tirmizi, Kader 5, (2139); Ebu Davud, Sünnet 18, (4714).
İMAM-I TİRMİZİ'DEN HİKMETLİ SÖZLER
Birgün kendisine; "Îsâr nedir?" diye sordular. Cevâbında; "Başkalarının lezzetini ve rahatlığını, kendi lezzet ve rahatlığına tercih etmektir." buyurdu.
"Şükür nedir?" diye sordular. Cevâbında; "Şükür; gönlünün, nimet veren Allah’uTeâlâ’ya tam bağlı olmasıdır."buyurdu. Huşu sâhibi olanların kimler olduğu sorulduğu zaman: "Huşû sâhibi olanlar; arzu ateşi sönen, kalbindeki arzu ve maksaddan tad alma dumanı sükûnet bulan, kalbi İslâmiyete hürmet ve tâzim nurları saçan, böylece nefsin arzuları ve şehvetleri ölen, fakat kalbi ve rûhu dirilen; bunun için de âzâları ve bedeni, huşû' ve sükûnet içinde bulunanlardır." cevâbını verdi.
Kendisine, "Îmânın gitmesine en çok sebeb olan günah nedir?" diye sordular.
Buyurdu ki: "Üç günah vardır: Birincisi; îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi; îmânın gitmesinden korkmamak. Üçüncüsü; müminleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, Peygamber efendimiz; "Haksız yere bir Müslümanı incitmek, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır." buyurdular.
Allah’u Teâlâ’nın sevgili kullarından soruldukta; "Evliyâyı küçük görmek, Allah’uTeâlâ’yı tanımanın azlığından ileri gelir. Her makâmın kendisine has bir ehli vardır. Kim bir makâma çıkmak arzu ettiği halde, o makâmın ehline yâni o makamdakilere hürmet etmezse, o makamdan hâsıl olacak bereketten mahrum olur. Ayrıca ulaştığı makam, yavaş yavaş o kimseyi helâke sürükler." Çünkü yolda yürürken düşen bir kimsenin düşmesi ile, bir binânın beşinci katından düşmek arasında çok fark vardır. Kalbin kıymetini ve vaktin ehemmiyetini şu sözleriyle beyân etti ve: "Kalbin ve vaktin, sana bir sermayedir. Fakat sen kalbini kötü zanlarla (Allah’u teâlânın sevgisinden başka şeylerle) doldurdun. Vaktini de mâlâyânî, boş ve faydasız şeylerle geçirdin. İflâs etmiş, sermâyesini kaybetmiş olan bir kimse, nasıl kâr edebilir?" buyurdu.
"Kalblerin kemâli, Allah’u Teâlâ’dan korkmaktaki kemâl ile, nefslerin itminâna kavuşması (azgınlık ve taşkınlıktan kurtulması) da, takvânın (haramlardan uzaklaşmanın) kemâli iledir."
"Dünyâ; hükümdarlar için gelin, zâhidler için aynadır. Hükümdarlar onunla güzelleşir, zâhidler ise âfetlerine bakarak ondan uzaklaşıp terk ederler."
"Allah’uTeâlâ’nın kullarına ve dînine hizmet edecek olanların, tevâzu ve teslimiyet sâhibi olması şarttır."
"Nefsin, sende mevcud olduğu hâlde, sen Allah’u Teâlâ’yı tanımak istiyorsun. Halbuki senin nefsin, daha kendisini dahi tanımış değildir, Rabbini nasıl tanıyacak?"
"İslamiyet’in, Müslümanlığın aslı şu iki şeydir: Allah’u Teâlâ’nın yapmış olduğu iyilik ve ihsânı görmek (ona göre şükretmek), diğeri ise hicrân, yâni âhirette çok fecî ve acıklı bir hâle düşmek korkusu."
"Allah’u Teâlâ kullarının rızkına kefil olmuştur. Kullarına da tevekkül etmeyi emretmiştir. O hâlde insanlar, Allah’u Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşmayıp, teklif ettiği şeylere, yâni O'nun dînine hizmete koşmalıdırlar."
"Kimin arzusu din, yâni âhiret olursa; bu hayırlı düşüncesi hürmetine, dünyevî işleri de âhiret işi hâline gelir. Bir kimsenin düşüncesi de dünyâ olursa; niyetinin bozukluğu sebebiyle, âhiret işleri de dünyâ işi hâline gelir."
Kendisine nefsin kötülüğünden sorulduğunda o; "Şeytanın insana, gâfil olduğu bir zamanda yaptığı zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır." buyurdu.
"Allah’u Teâlâ’nın zikri ve O'na ibâdetle öyle meşgûl olmalı ki, O'ndan herhangi bir şey istemeye fırsat kalmamalıdır."
"Her kim, haram bir kuruşu alacaklısına iâde ederse, nübüvvetten bir nûra kavuşur." buyurdu.
Tirmizî; tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm ve tasavvuf ilimlerinde kıymetli pekçok eser telif etmiştir. Bu hususta kendisi şöyle anlatır: "Yazdığım kitapları, bana isnâd edilsin, bunun kitapları denilsin diye telif etmedim. Fakat haller beni kaplayıp, kendimden geçtiğim zamanlar, telif ile teselli bulurdum." Böylece yazdığı eserleri, Allahü teâlânın yardımı ile telif ettiğini beyân buyurdu.
Etiketler: İmam-ı Tirmizi Büyük Hadis Alimi Kimdir? Hayatı, Vefatı ve Eserleri, Tirmizi hadislerinden örnekler | Mekteb-i Derviş