Mekteb-i Derviş | İslam

    İSLAM BÜYÜKLERİ VE PADİŞAHLARIN TASAVVUFLA İLİŞKİLERİ

    Değerli Kardeşlerim! İslam Allah’u Zülcelâl’in ins ve cinne gönderdiği, Hatem’ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ile tamamladığı, insanlığın ve mahlûkatın kurtuluşunun olduğu, seçip beğendiği Hak Dindir. Bu yüce dinin kurallarına iman edip uyanlar, Onu tebliğ eden, makarimil ahlak sahibi Usve-i Hasene olan peygambere zahiri ve batıni olarak uyan, onu seven ve itaat edenler dünyevi ve uhrevi kurtuluşa ererler. Ona itaat etmeyenler Allah’a itaat etmemiş olur. İslam’ın, İman, ahlak, ihsan, muamelat boyutu vardır. İslam bir bütündür. Şeriatsız tarikat olmaz. İslam dörtlü sacayağı gibidir. Biri olmazsa denge bozulur.

    1-Kitap (Kur’an-ı Kerim) 2-Sünnet (sevgili Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) söz, fiil ve hareketleri 3-İcma-i Ümmet 4-Kıyas-ı Fukaha. Bu işin zahiri yönü. Birde Manevi Batıni yönü vardır ki;1-Şeriat 2-Tarikat 3-Hakikat 4-Marifet. Bu da Resulluh’a ulaşmadan, Ehl-i Sünnet bir Mürşidi Kamile intisap etmeden olmaz. İslam tarihine bir bakın Ashab-ı Kiramdan, Tabiin, Tebeu Tabiine, Mezhep imamlarından, Hadis imamlarına, Kıraat imamlarından, Sultanlara, Vezirlere, Devlet yöneticilerine, toplumun her kesimine kadar sirayet etmiş, İslam’ın önce gönülleri fethetmesinden, kıtaları aşmasına kadar Ehl-i Sünnet Tasavvuf ve Tarikatları önemli bir rol almıştır.

    Tasavvufu bir züht, manevi bir ilim, rabbanilik ve ihsan manasına aldığımız zaman dört mezhep imamını bunun dışında tutamayız. Gerek mezhep imamlarımız, gerekse hadis ülaması hep belli bir zühdi hayatın içindedirler. Dünya tamahı, şöhret ve şehvet onların süratle kaçıp uzaklaşmaya çalıştığı hususlardır. Bundan dolayı da çoğu canlarını feda etmiş şehit olmuşlardır. İmam-ı Azamın kadılığı kabul etmeyişi, siyasete alet olmaması, zulme rıza göstermemesi, ticari hayatta helal kazanç tutkusu, İmam-ı Malik’in, Hz. Peygamber Sevgisi, İmam-ı Şafi’nin zahit ve sufilere karşı takdirkâr ifadeleri, İmam-ı Ahmet’in Kitabu-z Zühd yazacak kadar zahitlik tutkusu hep bu özelliklerinden dolayıdır. Nitekim İmam-ı Gazali, ihyau-ulumiddin adlı eserinin başında ilmin faziletini anlatırken bu büyük imamların züht ve takva hayatlarına da temas etmektedir. Ancak tasavvufu tarikat ve şeyhe intisap ile seyrü süluk manasında düşündüğümüz zaman dört imamın devrinde henüz bu manada bir sistem gelişmemişti.

    İmam- Azamın Cafer-i Sadık hazretlerine intisabı ve kendisinin ”son iki yılım olmasaydı Numan helak olmuştu ”ifadeleri. İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmet bin Hanbel’in, Şeybani Rai’ye intisapları bize gösteriyor ki, bu büyük insanlar tek kanatla uçmamışlar, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtaracak bir iman, ahlaki bir hayat içerisinde olmuşlardır.

    Anadolu’nun kapıları Müslüman Türklere açıldıktan sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerinden (Ortadoğu, İran, İspanya, Kuzey Afrika, özellikle de Orta Asya) buraya çok sayıda âlim ve derviş akını olmuştur. Bunlar kazanmış oldukları birikimleriyle Anadolu’ya gelmişler, burada bulunan halka İslâmiyet’i anlatmışlardır. Bunlardan kimisi geldiği bölgenin özelliklerini, kimisi daha önce bölgede hâkim olan dinlerin etkisi, kimisi de mensup olduğu mezhep veya tarikatın etkisinde kalarak kazanmış olduğu görüşlerini yaymışlardır. Böylece Anadolu’da değişik tonlardan meydana gelen bir İslâmiyet mozaiği oluşmuştur. Bu mozaik içinde daha önce kurulan bazı tarikatlar varlığını devam ettirmiş, bazısı diğer tarikatlar içinde erimiş, bir taraftan da yeni oluşumlar meydana gelmiştir. Bunlar Anadolu’da devlet yönetiminin ve halkın düşüncelerini belli derecelerde etkilemişlerdir. Bu etki daha sonra burada kurulan “Anadolu Beylikleri” ve “Osmanlı Devleti” ile günümüze kadar devam etmiştir.

    Özellikle Anadolu Selçukluları zamanında kurulan Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikatlar, bu sahada daha sonra kurulacak olan Beylikler ve Osmanlı Devleti’nin fikir dünyasına önemli derecede etki etmişlerdir. Osmanlı Devleti’ndeki Yeniçeri Ocağı’nın Bektaşilik Tarikatı’yla irtibatlandırılması bu önemi artırmaktadır. Ayrıca Mevlevilik de özellikle saray çevresinde ilgi gören bir tarikat olmuş ve bu ilgi günümüze kadar devam etmiştir. Kadiri tarikatının bir kolu olan Ekberiye tarikatının piri olan Muhyiddin-i İbn Arabî tarafında temelleri oluşturulan “vahdet-i vücud” düşüncesi de daha sonraki dönemlerde söz konusu bölgede etkili olmuş ve Orhan Gazi tarafından kurulan medresenin ilk müderrisi Davud-ı Kayserî bu düşüncenin bir temsilcisi olarak yetişmiştir. Aynı şekilde Osmanlı’nın kuruluş aşamasında birer gazi olarak savaşan Abdal Musa, Abdal Murad ve Geyikli Baba gibi dervişler de Anadolu Selçukluları zamanında oluşan tasavvufî düşüncenin birer dervişidir. Ahilik de bu dönemde kurulmuş ve Osmanlı’ya bir esnaf örgütü olarak miras kalmıştır. (Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 462-470)

    Bunlardan başka İslâmiyet’in yayılmasında da bilfiil hizmet gören tarikat mensubu zâtlar, Hindistan ve Mâla adalarına kadar gidip, yerli halkın lisanlarını öğrendiler, aralarına karışıp, İslâm’ı yaydılar. İslâm’ın yayılmasında hizmet veren böyle binlerce zâttan biri de Ebû İshak Kâzerûnî’dir (v. 426/1034). Çin, Hindistan, İran ve Anadolu’da İslâmiyet’in yayılmasında bütün gücü ile çalışan Kâzerûnî, kurduğu askerî birliklerle gazalar tertîb etti. Bu yüzden kendisine Şeyh-i Gâzî dendi. Yirmi dört bin yahûdî ve ateşperestin Müslüman olmasına vesîle oldu. Ayrıca gazaya çıkan ordulardan önce gidip fethe zemin hazırlayacak faaliyetlerde bulundular. Ordu ile beraber gittiklerinde konuşmalarıyla askerin moralini ve maneviyatını yükselttiler. Yine fetihten sonra o beldenin gayr-i Müslim, halkını İslâmiyet’e ısındırmak için çalıştılar.

    Bunun içindir ki, İslâm, devletlerinde halîfeler ve sultanlar, âlimlere ve evliyaya dâima kıymet vermişlerdir. Nitekim Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucularından Çağrı ve Tuğrul Beyler, o sırada yaşayan Ebû Sa’îd Ebü’l-Hayr hazretlerinin nasîhatını ve dualarını almayı ganîmet bilirlerdi. Bir defasında Ebû Sa’îd (rahmetullahi aleyh), Çağrı Bey’e şunları yazmıştı: “Allah’u Teâlâ, muzaffer padişah Çağrı Bey’i himayesinde bulundursun, nefsine ve mahlûklara bırakmasın. Hep razı olduğu, beğendiği şeyleri nasîb eylesin. Sonu pişmanlık olan şeylerden muhafaza buyursun.”

    Tarikatların, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş ve sonraki dönemlerdeki hizmetleri aynen devam etmiştir. Cemiyetin manevî terbiyecileri olan tasavvuf büyükleri, Selçuklu sultanları tarafından hüsnü kabul görmüşlerdir. Bu sebeble Necmeddîn-i Bağdadî (v. 607/m. 1210), Sultan İzzeddîn Selçukî’den (v. 617/1220); Şihâbüddîn Sühreverdî ve Behâeddîn Veled, Birinci Alâüddîn Keykubâd’dan çok hürmet görmüştür.

    On üçüncü asrın ortalarına doğru Konya’da Evhadüddîn Kirmânî, Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn Konevî, Celâleddîn-i Rûmî, Mueyyedüddîn el-Cündî, Sa’deddîn Fergânî, Tokat’ta; Fahreddîn bin İbrahim Irakî (v. 689/1289), Kayseri ve Sivas’ta Necmeddîn Dâye (v. 654/ 1256), Anadolu’daki birlik ve beraberliğin mîmârlarındandır.

    Selçukluların son zamanlarında Moğol istilâsı ile devlet otoritesinin kalmadığı, cemiyet hayâtının karışık olduğu sırada, tarikat ve tasavvuf ehlinin nasîhatları; huzurunu kaybetmiş insanlara büyük bir teselli ve sükûn kaynağı oldu. Tekkeler ve zaviyeler, birer huzurevi durumunda idi. Bunun yanında devlet otoritesinin temininde büyük faydaları oldu. Diğer taraftan bir kısım dervişler de Moğollar arasına girip, onları İslâm’a ısındırmak yahut hiç olmazsa zulümlerini en aza indirebilmenin mücadelesini veriyorlardı.

Bilâhare, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük payı olan tarikat ve tasavvuf ehli, yükseliş dönemlerinde memleketin her tarafında hizmet verdiler. Ancak son zamanlara doğru bu tarikatlar ehliyetsiz kimselerin murakabesine geçti. Böyle kimseler bu müessesenin yanlış anlaşılmasına vesile oldular.

    Anadolu Selçuklu Devletinin idareci ve devlet adamları ekseriyetle yüksek bir ilim diliyle eserler veren Mevlana ile Muhyiddin ibn-i Arabi’nin, Ekberiye ismi verilen yolunun Anadolu’daki temsilcisi olan Sadreddin Konevî’den feyz alarak yetişmişlerdi. Saray çevresinden âlim, şair, sanatkâr ve devlet adamını cezbeden bu tasavvuf anlayışı, beylikler döneminde de etkisini devam ettirdi. Osmanoğulları Anadolu’da birliği sağlayıp beylikler dönemini kapatınca Kadirilik, Nakşılik, Mevlevilik, Ekberilik, Rıfaîlik, Kübrevilik gibi birçok tasavvuf mektebi İstanbul’a ve Balkanlara geçti.

    Osmanlının fetihleri, daima halkın gönüllerinin İslam’a fethedilmesini esas almış; sadece askerî ve siyasi yönden ele geçirmekten ibaret olmamıştır. Bunun en güzel örneği, (Fatih Sultan Mehmed’in babası) II. Murat zamanında, irşat faaliyetleri himaye ve destek gören Zeyniyye yolunun Anadolu’daki halifelerinden Abdürrahîm-i Rûmî’nin, fetihten önce İstanbul’a giderek Ayasofya’daki rahiplerle dinî münazaralar yapması ve bunun sonucunda kırk kadar rahibin gizlice Müslümanlığı benimsemesidir.

    Bazı Osmanlı Sultanlarının mensubu veya muhibbi olduğu Zeyniyye tarikatı, Sühereverdi yoluyla Rıfai yolunu birleştiren Zeynüddin el-Hâfî’nin kurucusu olduğu koldur.

    Osmanlı padişahları siyasî ve idarî alanlarda bazen devrin meşhûr şeyhleriyle istişarede bulunmuş olsalar bile genellikle siyasî ve idarî kararı aldıktan sonra onların duâlarını almayı, himmetlerine müracaatı düşünmüşlerdir. Sefere çıkarken uğur sayarak onların elinden kılıç kuşanmayı bir nevi gelenek haline getiren padişahların, bazı tarîkat şeyhlerinin ve mürîdlerinin fiilen sefere iştirâk etmelerini istemiş olmalarını da yapılan maddî hazırlıklardan sonra başvurulan manevî tedbir olarak telakki ettikleri söylenebilir.

Bütün bunlar yanında Osmanlı Padişahlarından büyük destek ve ilgi gören tarîkat şeyhleri, onlardan gördükleri bu desteğe mukâbil padişahları her fırsatta desteklemiş, devletin muhafazası ve devamı yolunda gayret sarfetmişler. Tedabir-i mülkiyeye öğüt ve tavsiye dışında pek karışmamakla birlikte, umûr-ı âhiretten addettikleri hususlarda kendilerinde hakk-ı müdahale görüp- doğru ve hak olanı güzel bir üslubla sunmuş bazen ikaz etmekten de çekinmemişlerdir. (Muhammed Nazmî, Hediyyetü’l-İhvan, İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin) (haz. Osman Türer), (Doktora Tezi İkinci Kısım) Ank. 1982, s. 143-144. Mehmed Hemdemi, Solakzâde Târihi, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul, 1297/1880, s. 200.)

    Padişahlar da onların nüfuzlarını ve bütünleştirici iradedeki rollerini dikkate alıp, maneviyatlarından istifade yanında, siyasî ve idarî konularda da bazen onlarla istişarede bulunmuş, tavsiyelerini dikkate almışlardır. Osmanlı padişahlarının bu tavırları, yani tekke ve tarîkat mensupları ile aralarında tesis ettikleri rabıta, imparatorluğun uzun târihi boyunca bir takım mâhiyet farkları oluşmuş olmakla birlikte değişmeden devam etmiştir. Bu zümreler, sosyal bir huzursuzluk kaynağı olmadıkları ve devletin politikaları ile uyumlu hareket ettikleri sürece, merkezî yönetimin desteğini yanlarında bulmuşlardır. Huzursuzluk kaynağı hâline gelmeye başladıkları durumlarda ise, Osmanlı merkezî yönetimi her türlü müsamahayı bir tarafa bırakarak, siyasî güç ve nüfuzları ne olursa olsun bu huzursuzluklara sebebiyet verdiklerine inandıkları kimseleri ortadan kaldırmakta tereddüt etmemişlerdir.

    Bu şartlar dâhilinde, devletin fırsat bulduğunda onları kontrol altında tutmaya, hatta tehlikeli bir rakip olarak görürse ortadan kaldırmaya çalışması şaşırtıcı değildir. Osmanlının tarihi kesitlerine dikkatlice bakıldığında, tarikat şeyhleri ile yönetici kesim arasındaki ilişkinin tabiatında yönetici kesimin duruşuyla alakalı şu farklılıklar görülür.

    1. Mesela en üst ve en mükemmel örnek olarak yönetici kimliği ile veli/şeyh kimliğinin tek bir kimsede buluştuğu örnek hemen hemen yok gibidir.

    2. Bunun bir derece altında yönetici kimsenin bir veliye sıkı sıkıya bağlı olduğu örnekler gelir.

    3. Onun da bir derece altında yöneticinin veli ve âlim kimselere saygı duyduğu ve kendileriyle hayati öneme haiz konularda zaman zaman istişare ettiği ve bir veli veya âlim kendisine nasihatte bulunduğu zaman buna karşı çıkmayan, nispeten dikkate alan yöneticiler gelir.

    4. Bu sonuncunun negatifi yani veli ve âlim kimselere saygı duymayan, onların öğütlerine kulak asmayan veya bu nasihatlere karşı geleni ise Osmanlı tarihinde hemen hemen yok gibidir. Buraya kadar teorik çerçevesini çizmeye çalıştığımız padişah-tarikat şeyhi münasebetlerinin pratik yansımalarına dair üçüncü madde belirtilen yapıda yönetici örneklere Osmanlı tarihinin gelişim çizgisinde bir hayli rastlarız. (Nurettin Topçu, Büyük Fetih, Ahmet Sait Matbaası, İst., 1962, s.20. 20 Fahri Unan, “Bir Bayramî Şeyhi: Şeyh Muhyiddîn Mehmed-i İskilibî”, Tarih Çevresi, Sayı: 12, Ankara 1994, s. 19- 26. 21 Gilles Veinstein, “Bir Sentez Denemesi”, İslam Dünyasında Tarikatlar, çev.: Osman Türer, Sûf Yay., İst., 2004,)

    PADİŞAHLAR, TARİKATLAR, ŞEYHLER

    Osmanlı padişahlarından her biri bir evliyanın talebesidir. Tasavvuf, devletin kuruluşunda maya vazifesi görmüştür. Osmanlı saray terbiyesi ve kültürünün de esasını teşkil etmiştir.

    Osmanlı sultanlarının çoğu, bir şeyhe intisâb etmişler, devlet adamlarının hemen hemen tamamı tasavvuf ve tarîkat erbâbına karşı hüsn-i kabul göstermişlerdir.

    Osman Gazi, kayınpederi ve Vefâiyye tarikatinden âhi şeyhi Edebâlî’ye bağlıdır. Oğulları Orhan Gazi ve Alâaddin Paşa da öyledir.

    Sultan I. Murad’ın, Şeyh Postinpûş adıyla bilinen Tebrizli Seyyid Mehmed Hammârî’ye bağlı olduğu söylenir. Şeyhi için Bursa Yenişehir’de tekke yaptırmıştır. Bu şeyhin, Melâmî olması muhtemeldir.

    Yıldırım Sultan Bayezid’in, sonradan kızını verdiği Nurbahşiyye Şeyhi Emir Sultan diye meşhur Emir Ahmed Şemseddin Buhârî’ye hüsnü zannı vardı.

    Çelebi Sultan Mehmed, muhtemelen Zeyniyye şeyhi Molla Fenari’nin muhibbiydi. Gençliğinde Bayramiyye tarikatından Şeyhî ile sohbet ederdi.

    Sultan II. Murad, Mevlevî Emir Âdil Çelebi’nin müridiydi. Hayatında sıkı bir derviş gibi yaşamıştır. Tahttan üstelik iki defa feragat eden tek padişahtır. Rahmet-i ilahiyenin yağması için kabrinin üzerinin açık olmasını vasiyet etmiştir.

    Fatih Sultan Mehmed, Bayramî idi. Hacı Bayram halifesi ve İstanbul’un fethinin manevî mimarı Akşemseddin’e bağlıydı. Gençliğinde babası ile beraber Mevlevî Âdil Çelebi’ye intisap ettiği söylenir. Şeyh Vefâ’nın sohbetinde bulunmayı çok istemiş ise de şeyh “Sohbetin lezzetini alırsa, devlet işlerini ihmal ederek” diyerek padişahla görüşmeyi reddetmiş; ama padişahın cenaze namazını kıldırmıştı.

    Sultan II. Bayezid, tasavvufa en düşkün padişahlardandır. Velî diye meşhurdur. Hal ve kerâmetleri anlatılır. Şehzadeliğinde Halvetî şeyhi Çelebi Halife’ye mürid olmuştu. Ebussuud Efendi’nin babası ve Halvetî şeyhi Muhammed İskilibî (Şeyh Yavsî) ve Bayramî şeyhi Baba Yusuf Seferhisârî ile de sohbet ederdi.

    Yavuz Sultan Selim, Zeyniyye şeyhi Halimî Çelebi’ye mensuptu. Babası gibi hal ve kerâmetleri çokça anlatılır. Fevkalâde mütevazı ve sâde yaşantısı ile tam bir derviş idi. Şam’da Nakşî şeyhi Muhammed Bedahşî ile sohbetleri meşhurdur.

    Kanuni Sultan Süleyman, süt kardeşi Üveysî şeyhi Yahya Efendi ile irtibatlıydı. Ama gençliğinde Emir Buhârî halifelerinden Abdüllatif Mahdumî veya Mehmed Nurullah (Yorgancı Emir) Efendi’ye bağlanmıştır. Ubeydullah Ahrâr halifesi Eyüplü Baba Haydar Semerkandî ve Halvetî şeyhi Nureddinzâde ile sohbeti vardır. İlk Nakşî padişahtır.

    Sultan II. Selim, 1574’de vefat eden Halvetî şeyhi Diyarbekirli Süleymân Âmidî’nin müridiydi.

    Sultan III. Murad, önceleri Halvetî şeyhi Hüsameddin Uşşâkî’nin muhibbiydi. Sonra Mâverâünnehr’den İstanbul’a gelen Nakşibendî şeyhi ve Hâcegî Emkenegî’nin halifesi Hâce Ahmed Sâdık Kâbilî’ye intisap etti.

    Sultan III. Mehmed, Halvetiyye’den Abdülmecid Sivâsî’ye mensuptu. Sonra Halvetiyye-i Celvetiyye’den Aziz Mahmud Hüdâî’nin de sohbetlerinde bulundu. Öyle ki Hüdâî, hanedanın şeyhi oldu. Sultan I. Ahmed, Sultan I. Mustafa, Sultan II. Osman, Sultan IV. Murad ve muhtemelen Sultan İbrahim kendisine mensuptu. Sultan Mustafa’nın müridlikte ileri giderek cezbeye kapıldığı ve bu halde kaldığı rivayet olunur.

    Sultan IV. Mehmed, Halvetî idi. Bir rüya üzerine Kilitbahir’e giderek Ahmed Câhidî’ye intisap etti. Onun için bir tekke yaptırdı. Abdülehad Nurî ve Karabaş Velî’den de istifade etmiş; Mevlevî Receb Enis Dede’nin sohbetinden zevk almıştır.

    Sultan II. Süleyman, Halvetiyye’den Atpazarlı Osman Fazlî Efendi’nin müridiydi.

    Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmed, Mevlevî Şeyhi Receb Enis Dede’ye mensup idiler.

    Sultan I. Mahmut ve kardeşi Sultan III. Osman, 1755’de vefat eden Nakşibendî şeyhi Seyyid Muhammed Murâdî’ye intisaplıydı.

    Sultan III. Mustafa da, Nakşî şeyhi Beyzâde Mustafa Efendi’den feyz almıştır.

    Sultan I. Abdülhamid, Sa’diyye tarikatından Mehmed Ziyâd Efendi’nin müridiydi.

    Sultan III. Selim, Mevlevî şeyhi Mehmed Emin Çelebi’ye intisap etmişti. Şeyh Gâlib ile de sohbetleri çoktur. Kaşgarî Tekkesi Nakşî şeyhi İsa Geylânî ile de sohbetleri çoktur. Yanına genç şehzâdeleri alıp, Ramazan ayında çoğu geceyi Eyüp'teki bu tekkede geçirirdi.

    Sultan IV. Mustafa’nın Fatih’de Nakşibendî Molla Murad tekkesi şeyhi mesnevîhân Abdülhalîm Efendi’den feyz aldığı rivayet olunur.

    Sultan II. Mahmud, Nakşibendî’dir.Yahya Efendi tekkesi şeyh Mehmed Nuri Efendi’ye bağlıydı.

    Sultan Abdülmecid de babası gibi Nakşibendî idi. Babasının şeyhine hüsnü zannı vardı. Hatta başı Nuri Efendi’nin dizinde, kelime-i tevhid söyleyerek can vermişti. Sultan Selim Câmii avlusundaki türbesinde, Yanyalı İsmet Efendi tekkesi müridlerinin her Cuma gecesi hatm-i hâcegân yapmalarını vasiyet etmişti.

    Sultan Abdülaziz, Mevlevî idi ve Sadreddin Çelebi’ye mensuptu.

    Sultan II. Abdülhamid, önceleri Nakşibendiyye’den Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’nin sohbetlerinde bulundu. Sonra Şâzelî şeyhi Zâfir Efendi’ye mürid oldu. Vefatından sonra Kâdiriyye’den Yahya Efendi postnişini Abdullah Efendi ve Ebulhüdâ Rifâî’den de feyz aldı.

    Sultan Reşad, Mevlevî idi.  Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Salâhaddin Dede’ye bağlıydı. 

    Sultan V. Murad için de böyle bir rivâyet vardır. Hatta oğluna şeyhinin ismini vermişti.

    Sultan Vahîdeddin, baba ve dedesi gibi Nakşibendî idi. Gümüşhanevî tekkesi şeyhi Ziyaeddin Dağıstanî’nin muhibbiydi. Şeyhin vefatında asasını hatıra olarak almıştır. (Padişahların Mensup Olduğu Tarikatlar. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci. Osmanlı Devleti'nde Padişah Sufi İlişkileri. Prof. Dr. Ömer Yılmaz Akçağ Yayınları)

    Ebubekir TANRIKULU Hoca

    Kadiriyye-i Halisiyye-i Hayriyyenin
    Hadimül Fukarası

GERÇEK MANADA TASAVVUF VE TARİKAT



   


Etiketler: İslam Büyükleri ve Padişahların Tasavvufla İlişkileri, Tasavvuf, Tarikat, Osmanlıda Tasavvuf Tarikat, Selçukluda Tasavvuf ve Tarikat, Mezhep İmamları Tasavvuf, İntisap, Kadiri, Rufai, Nakşibendi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular