Mekteb-i Derviş | İslam

   İSLAM’ DA TASAVVUFUN YERİ

    Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.

    Aziz Kardeşlerim!

    Hadis kitaplarında Cibril hadisi diye meşhur bir hadisi şerif vardır. Sevgili Peygamber Efendimiz(s.a.v) Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebi’de birgün ashabıyla otururken, huzurlarına; yaşlı, temiz giyimli, uzak yoldan geldiği belli olan, nur yüzlü bir zat gelip, selam vererek, Efendimiz(s.a.v)in karşısına oturmuş, dizlerini de Efendimizin dizlerine dayayarak iman nedir? İslam nedir? İhsan nedir? Kıyamet ne zaman kopacaktır? Bana alametlerinden haber ver? Diye sormuş,.Efendimiz de iman’ı,islam’ı  şartlarıyla izah etmiş,ihsan’ın da Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir.Her ne kadar sen O’nu görmesen de O seni görüyor.Kıyametin ne zaman kopacağına gelince,soru sorulanın sorandan fazla bilgi sahibi olmadığını,kıyametin de büyük ve küçük alametlerini saymış sonra ,Cibril (a.s) tasdik ederek oradan ayrılmıştı.

    Efendimiz (s.a.v) bu gelenin Cibril(a.s)olduğunu, Müslümanlara dinlerini hatırlatmak için geldiğini söylüyordu.

    Dinimizde bu hadisi şerifte geçen iman; kelam ilminin, İslam; fıkıh ilminin, ihsan ise tasavvuf ilminin alanına girmekte, başka bir ifadeyle inanç konuları imanla, ibadet konuları İslam fıkhıyla, ahlak konuları da ihsanla ilgilidir. Burada iman bir ağacın kökleri ve gövdesi, ibadet dalları ve yaprakları, ahlak ise meyvesi durumundadır. Dinimizdeki nihai amaç güzel ahlakı sağlamaktır. Peygamber Efendimizin(s.a.v)gönderiliş hikmeti de güzel ahlakı tamamlamak içindir.

    Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmek demek, kişinin kendini her an O’nun huzurunda hissetmesi demektir. Allah’u Zülcelâl en çok sevilmesi gereken varlıktır. İnsan sevdiği ile beraber olunca mutlu olur. İnsan çok karmaşık ve üstün yaratılışa sahiptir. Ruhun güçlenmesi, nefsin kontrolü ile mümkündür. Nefs demek; kısaca içgüdülerin, aşırı ihtirasların, zaafların, bencilliklerin, kendini beğenmişliğin, kıskançlık ve çekememezliğin odaklandığı yer demektir. Tasavvufun asıl konusu da,Nefsin eğitimini sağlamaktır. Tarikatlar da bu eğitim merkezleridir.

    Allah’ı görebilmek için kişinin kendini görmekten vazgeçmesi gerekir.”Sen çıkınca aradan, kalır seni yaratan.”Kendini görmemek pasif ve kişiliksiz olmak demek değildir. Nefsini yendikten sonra, kendini yeniden inşa etmek, olgun bir kişiliğe bürünmektir. Bunun sonucunda her türlü güzel huy ve insan sevgisi gelecektir.”Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü “anlayışı böyle bir düşünce ve uygulamanın ürünüdür.

    Tamamen uygulamaya yönelik bir görünüm arzeden züht ve tasavvuf, zamanla teorik tarafı da gelişmiştir. Zikir ve tefekkürle uğraşan sufinin gönül gözünün açılmasıyla “Mükaşefe, müşahede, marifet, irfan ve hikmet” öteler âlemine uzanarak gönül bilgisini geliştirirler.

    PEYGAMBER EFENDİMİZ(S.A.V)'İN DÖNEMİNDE TASAVVUF, TARİKAT, MEZHEP VAR MIYDI?

    Asr-ı saadet döneminde kelime olarak, tasavvuf, tarikat, mezhep diye bir şey yoktu. İslam ilimlerinden tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi tasavvufun dayanakları da Peygamberimiz (s.a.v) döneminde olmakla beraber gelişmesi, kurumlaşması, mensuplarını yetiştirmesi, daha sonra ki asırlarda gerçekleşmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) dönemi ve ilk asırda tasavvuf kelimesi yerine “zühd” kullanılmış, Peygamberimiz(s.a.v) ve arkadaşlarının oldukça zahidane bir hayat yaşadıkları bilinmekte, sade temiz bir hayat yaşamışlar, azla yetinmişler, sade ve alçak gönüllü bir tavır sergilemişlerdir. Bilhassa “ashab-ı suffa” bu konuda herkese örnek olmuş, daha sonra ortaya çıkmış olan tasavvufunda tohumunu teşkil etmiştir.

    Onun için, tasavvufun menşei Kur’an ve Sünnettir. Tasavvuf kesiksiz bir silsileye sahip mürşid vasıtasıyla öğrenilebilir. Sadece kitaplardan öğrenilecek bir ilim değildir. Akli bir ilim olmayıp akıl ötesi bir özellik taşır. Kal ilmi değil, hal ve zevk ilmidir. Tatmayan bilmez. Konusu kendini ve Rabbini bilmektir. Marifetullah, akıl üstü vasfıyla keramet ortaya konabilir. Tasavvufa, tarikat denen Allah’a ulaştırıcı manevi bir yolla girilir.

    İslam ilimlerinin bir kısmı insanın aklına ve düşüncesine ışık tutarken, tasavvufta iç dünyasını ve gönlünü aydınlatır, onu zenginleştirir. Tasavvufun geliştirdiği düşünceye her zaman ihtiyaç vardır. Çünkü insan alçak gönüllü olmaya muhtaçtır. Tebessüme ve bütün canlıları kucaklıyabilecek bir şuur haline muhtaçtır. Tarihimizde bütün bunların hayata geçirilmesi genellikle tasavvuf yoluyla olmuştur.

    Milletimizin İslam dinine girişinden bu yana etkisinde kaldığı en önemli akım tasavvuftur. Bugün milletler arası alanda kendileriyle iftihar ettiğimiz kişiler: Mevlanalar, Yunus Emreler, Ahmet Yeseviler, Abdulkadir Geylaniler, Şahı Nakşibendler, İmam-ı Gazaliler. v.s. tasavvuf kültürünün meyveleridir. Bunları yetiştiren çevre tasavvuf muhitidir.

    Tasavvuf hayattan kaçmayı değil, insana dünyaya niçin geldiğini, yaşaması ve sevmesi gerektiğini öğretir. İnsana kendisini tanıtır. Eksiklerini giderip iç güzelliğine, huzura, sükûna ve barışa erme yollarını gösterir. Razı olmasını kendisiyle ve Rabbiyle barışık bulunmasını sağlar.

    Tasavvuf; esrar odasının ilahi sırlarına insanı mazhar eden bir yoldur. İlim irfan mektebidir. Her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. Asliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Bu yol kıyamete kadar bakidir.  Tarikatı âliyede kıyamete kadar pîr eksik olmayacaktır. O has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır. Cenab-ı Hak dilediğinin devrini kapatır, dilediğinin devrini açar.

    “Aşk ehli gitti, muhabbet şehri boş kaldı deme,

    Cihan Şems-i Tebrizî güneşi ile dolu, isteklisi nerede?”

    Cenab-ı Hak zahiri ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, batınî ilimleri öğretmek için de tasavvuf ehlini eksik etmemiştir. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanı, her devirde ilahi ahkâma tabi olan bütün Müslümanlara şamildir. İlahi inayetlerden istifade edeceği açık bir gerçektir.

    Hiç şüphe yok ki bu efdal ümmet içinde, yağmurun toprağa düşmesi ile ölü toprağın nebat fışkırttığı gibi, Hakk’ın izni ile ölmüş kalpleri diriltenlerde mevcuttur. Bütün engel ve güçlüklere rağmen, yalnız Allah için mücahede ve mücadele etmektedirler. Dini, bütün tazeliği ile ayakta tutan onlardır. Her devirde etraf ve muhitlerine nur saçmışlar, insan yetiştirmişler, yol gösterici eserler vermişlerdir. Hakkı tercih etmişler, Hak’da onları tercih etmiştir.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v):”Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar Hakk yolunda muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremiyecektir.”buyurur. (Buhari)

    Bilindiği gibi hakikat güneş gibi daima zâhir isede, dünya muhabbeti ve aşırı meşguliyetler sebebi ile kalp üzerine baskı yapan perdeler insanı hakikatten uzaklaştırıyor, müşahededen ayırıyor. Sevgili Peygamber Efendimizden(s.a.v)sonra vahiy kesilmiş, ilham kapısı ise açık kalmıştır. İslam Dini kıyamete kadar bakidir. En karanlık devirlerde bile islamın nuru gönülleri aydınlatmaya devam etmiştir. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp, arzu ve heveslerine kapıldıkları için, hakikatı hatırlatmaya, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır. İnsanlığın kurtuluşu ve mutluluğu İslamı hayata hâkim kılmaya bağlıdır. Maddi ve manevi bütün problemlerin çözümü bundadır.

    Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimizin(s.a.v)sohbetlerinde yetişmişler. Sohbetten aldıkları feyz ve bereket sebebiyle onlara sahabi denilmiştir. Onları Medine’de yetiştiren medrese Efendimizin (s.a.v) mescidi idi. Bir taraftan islamiyeti yaymaya ve güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan Müslümanlara dinlerini en ince noktasına varıncaya kadar öğretiyor, onların maddi ve manevi her türlü müşküllerini çözüyordu.

    Tasavvuf yolunda da, salike merhaleler aştıran, onu terakki ettiren en mühim amil, mürşidin sohbetidir. Onlar Allah yolunda köprü mesabesindedirler. Sohbet ve nazarları feyz kaynağıdır, kalp hastalıklarına şifadır. Söylediklerini bilerek ve yaşayarak söylemişlerdir.Tereddütlü kalplerin tatmin olması, gizli şeylerin öğrenilmesi ancak muhabbet ve sohbet ile mümkündür. Mutmain olmayan bir kalp yürü demekle yürümez.

    Tasavvuf sadece kâl ilmi değil, bir hâl ilmidir. Yaşanılmadıkca, tadılmadıkca, hissedilmedikce nazari bilgilerle anlaşılmaz ve anlatılamaz. Tarikat-ı âliyeye dâhil olmaktan maksat, şeriat da yani İslam'da inanılması gereken şeylerin yakinen yaşanmasıdır. Hakiki imanda budur.Mesela, Allah’ın varlığını, önce işiterek inanan insan, bularak anlayarak inanmaya başlar, imanı kemale erer. Diğer taraftan ibadetleri yapabilmek için nefs-i emmareden ileri gelen güçlükler ortadan kalkar, ibadetler kolaylıkla seve seve yapılır.

    İslam düşmanları çeşitli tertipler kurarak, hakikatı saptırmaya, bir takım cahilleri marifet ehli gibi göstermeye, bir takım taassup ehli sahte mürşidleri öne sürerek, insanların kafalarını karıştırmakta ve şüpheye düşürmektedirler. Her gülün dikeni, her güzelin bir zıddı ve düşmanı olduğu gibi, hakikat ehlinin, mürşidi kâmillerinde düşmanı çoktur. Başta nefis ve şeytan olmak üzere her devirdeki çağdaş modern Firavunlar, Ebu Cehiller, Nemrutlar. Herkes yaratılışı üzerine inanç ve ameline göre icraatını yapıyor. Güneşi balçıkla sıvamak mümkün mü?

    Ehl-i Sünnet vel-cemaat yolunda olan gerçek tasavvuf ehlini, ehli tarikin fazilet ve meziyetlerini din düşmanlarının tutum ve davranışlarından daha iyi öğrenebiliriz. Dikkat edilirse, nerede Allah ve Resulüne yakın, doğru, dürüst, temiz bir insan görülürse, ister tarikat ehli olsun ister olmasın hemen tarikatçı damgasını vuruyorlar. Tarikat, Peygamber Efendimizin(s.a.v)tertemiz yoludur. Onun güzel ahlakıdır, getirdiği şeriat kıyamete kadar baki kalacaktır.

    Hakikatte tasavvuf; gerçek kardeşliği, müminlere kardeş nazarı ile bakmayı, birlik ve beraberliği sağlar. Asırlarca fitne ve fesadın bertaraf edilmesinde, beşeriyetin ruh hastalıklarının tedavisinde, imanın kemalleşmesinde en büyük amil olmuştur. Bu münevver yolun, hakikat erleri din uğruna, malları ve canlarıyla, mücadele ve mücahede ederek, Allah’ın rızasını kazanmada ibadet ve taatleriyle de İslam birliğini bozacak en ufak bir fitneye fırsat vermemişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın habibi Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ın ahlakı ile ahlaklanmış, tabiatıyla tabiatlanmışlardır. Tam bir teslimiyet ve imanla bağlanmış, onun izini takip etmişlerdir. Bugünkü şu bunalımlı ortamda bile huzur bulan, hayat bulan onlardır. Çünkü huzur ve kurtuluş Allah ve Resulullah’ın yanındadır. Allah’a ve Resulü Hz.Muhammed Mustafaya (s.a.v) iman eden, iteat eden, dünya ve ahiret dengesini kurabilmekte, ebedi saadet ve mutluluğu elde edebilmektedirler.

GERÇEK MANADA TASAVVUF VE TARİKAT



   


Etiketler: İslam'da Tasavvufun Yeri, Tasavvuf, İslam'da Tasavvuf, Tarikat, Mekteb-i Derviş, Hz.Muhammed Döneminde Tasavvuf, Tarikat

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular