Hisse Alınacak - Ders Çıkarılacak
KISSALAR-HİKAYELER
SALİH PEYGAMBER VE DEVESİ KISSASI
Hz. Hûd’un kavmi helak olduktan sonra, Arap Yarımadası’nın kuzeyinde, Medîne-i Münevvere ile Şam arasında, “el-Hicr” ismiyle anılan bölgede, Semûd kavmi ya-şamaya başlamıştı. Semûd kavmi de Âd kabilesi gibi zengin, güçlü ve becerikliydi.
Semud kabilesi, oldukça verimli bir arazide yaşıyordu. Bol ve güzel meyveli bahçeler, yemyeşil geniş tarlalar, kilometrelerce uzayan tatlı ve lezzetli hurma bahçeleri bu toprakları süslüyordu.
Bu ovalarda büyük köşkler yaptılar. Çevresindeki dağlarda, kayaları oyarak muhteşem evler kurdular. O kaya evleri, her türlü yağmur ve fırtınaya dayanıklı, zemin ve tavanları yıkılmaz ve sağlam kayalardan oluşmaktaydı. Ad kavminin açık arazide fırtınayla nasıl yok olduğunu görerek kendilerince tedbir almışlardı.
Uzunca bir süre bolluk ve bereket içinde yaşadılar. Her istediklerini rahatça elde edebilecek bir zenginliğe sahiptiler. Fakat bu zenginlik ve rahatlık, onlara, bu nimetleri veren Allah’ı unutturmuştu.
Kayalardan oydukları, değişik şekiller verdikleri heykellere tapmaya başladılar. İçinde yaşadıkları hayattan başka bir hayat daha olacağına ve burada yaptıkları iyiliklerin karşılığını, kötülüklerin ise cezasını orada göreceklerine inanmaz oldular. Yeryüzünde kötülük yapmaya ve bozgunculuk çıkarmaya başladılar.
O zaman Allah onlara kendi milletlerinden Salih isminde bir peygamber gönderdi. Hz. Salih, çok iyi, akıllı bir insandı. Herkes onu bilirdi. Onların, iyi işler yapmaları, bozgunculuğu bırakmaları ve taptıkları o sahte tanrılardan vazgeçmeleri için Allah tarafından görevlendirilmişti.
Çünkü bütün bu nimetleri kendilerine Allah vermişti. Onları, Âd kavmi gibi, zengin ve varlıklı kılan Allah’a teşekkür etmeleri gerekirdi. Fakat onlar Âd kavminin başına gelen felâketleri unutmuşlar, kendileri de güç ve zenginliklerini kötüye kullanmaya başlamışlardı.
Hz. Salih, kavmini topladı ve onlara şöyle söyledi:
“-Ey kavmim! Allah’a kulluk ediniz. Sizin için O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Düşünün ki, sizi Âd kavminden sonra bu ülkenin hükümdarları yaptı. Yeryüzünde sizi barındırdı. Ovalarından köşkler yapıyor, dağlarından evler yontuyorsunuz. Artık aklınızı başınıza alın! Allah’ın size ihsan ettiği bu nimetleri hatırlayın. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlardan, taşkınlık yapanlardan olmayın.”
“-Ey Salih! Atalarımızın öteden beri taptıkları bu tanrılara ibadet etmemizi istemiyorsun, öyle mi?” dediler.
Hazret-i Salih onlara dedi ki:
“-Bu tanrı dediğiniz şeyler, size ne bir şey veriyor ve ne sizden bir şey alıyor? Bunları kendi ellerinizle yaptığınız cansız heykeller!.. Size faydaları da olamaz, zararları da... Atalarınız, bunu düşünmemişlerse, sizin aklınız yok mu? Siz niye hiç düşünmeden onların yaptıklarını tekrar edip duruyorsunuz?!”
Salih Peygamber’in bu öğüdü üzerine kavminden kibirli ve inatçı olmayan iyi kalpli bazı insanlar ona iman ettiler. Ama zenginlikleriyle gururlanan azgın kimseler:
Ey Sâlih! dediler. “Atalarımızın ve bizim taptığımız bu tanrılarımızı terk etmemizi istemeden önce sen sevdiğimiz, saydığımız birisiydin. Şimdi bizi hayal kırıklığına uğrattın. Herhalde sen aklını kaybettin, sana bir şeyler oldu, hâlini anlayamadık! ”
“-Ey kavmim!” dedi. “Ben aklımı kaybetmiş değilim. Ben sadece sizin doğrulan görmenizi istiyorum. Allah’tan korkun ve O’na itaat edin. Size verdiğim bu öğütler için sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ben, yaptığım bu işin karşılığını yalnız ve yalnız Allah’tan beklerim. Bakın, işte iyi insanlar îman ettiler. Siz neden îman etmiyorsunuz?
Kavminden kibirlerine yediremeyip de îman etmeyenler, kendilerince hor gördükleri fakir müminlere şöyle dediler:
“-Siz Salih’in, gerçekten Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu inanıyor musunuz?” Onlar da:
“-Biz...” dediler “Doğrusu Allah tarafından ona ne gönderildiyse, hepsine inanıyoruz!. O, gerçekten bir peygamberdir.”
O gururlu kimseler ise:
“-Biz de doğrusu, sizin inandığınız ne varsa, hepsini reddediyoruz! Sizin dünyanız ayrı, bizimki ayrı!..”
Bütün bu direnmelere karşı, Salih Peygamber susmuyordu. Kendi kavminden kimi bulsa, doğrulan anlatmaya çalışıyordu. Dili döndüğünce putların yanlışlığını, kötülük ve ahlaksızlığın insanlara yakışmadığını anlattı. Onları, Allah’ın indirdiği bu güzel dîne çağırdı. Çok az bir kısmı hâriç, kavminin çoğu Hazret-i Sâlih’i kabul etmedi.
Kâfirler, inanmış kimselere şöyle diyorlardı:
“-Sâlih’in söylediği sözleri doğru mu zannediyorsunuz? Biz öldükten sonra tekrar bizi kıyamet gününde diriltecek bir tanrı varmış, öyle mi?! Dünyada yaptığımız işlerden dolayı bizi hesaba çekecekmiş! Hayır, hayır böyle bir şey olamaz. Bunlara inanmayın. Biz bu hayata bir defa geldik, öldükten sonra bir daha dirilmek yok. Yaşayacağız ve öleceğiz. Bir daha yeni bir hayat olmayacak!..
Hazret-i Sâlih’in sözlerine inanmayın. O, evvelce akıllı bir adamdı. Sonradan sapıttı! Aklını kaybetti. Hiç mantıklı şeyler söylemiyor!.. Ona inanmayın!..”
Hazret-i Sâlih ise onlara:
“-Böbürlenen, kendilerini beğenen bu bozguncu kimselerin dediklerine kanmayın!” diyordu. “Benim sözlerimi dinleyin ki, Allah da sizden hoşnut olsun. Size verdiği nimetleri elinizden almasın. Bu bahçeleri, bitkileri, evleri, sarayları, size veren hep O’dur; hep bunlar, O’nun nimetleridir.”
Hazret-i Salih ile kavmi arasındaki tartışma, böylece devam edip giderken bir gün Hazret-i Sâlih’e şöyle dediler:
“-Ey Sâlih! Bizim senin Rabbine inanmamızı istiyorsan, bize, bir mucize göster! Biz de senin Allah tarafından gönderildiğini kabul edelim. Senden önce geçen peygamberler hep böyle yapmışlar, sözlerinin doğruluğunu ispat eden bir mucize getirmişler!..”
Hazret-i Sâlih, kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber ve elçi olduğunu ispat eden bir mucize vermesi için, Allah’a duâ etti ve dedi ki:
- Ey Rabbim! Benim kavmim beni yalanlıyor. Pek azı bana iman etti. Geri kalanlar, kendini beğenmiş zenginlerin sözlerine kandılar. Bana bir mûcize ver ki, onu görünce herkes benim doğruluğuma inansın.”
Rabbi, ona:
“-Kavmine söyle. Memleketin dışındaki büyük kayanın yanında toplansınlar. Orada onlar o mûcizeyi görecekler!” dedi.
Mûcize, daha önce hiç görmedikleri bir deve şeklinde onlara görünecekti. Bu devenin göğüsleri sütle dolu olacak ve ne kadar sağarlarsa sağsınlar, sütü asla tükenmeyecekti.
Allah, Salih Peygambere:
“-Onlara iki şart koşacaksın! buyurdu. “Birincisi: Bu deveyi tamamen serbest bırakacaklar, hiç kimse ona dokunmayacak ve eziyet etmeyecek. İkincisi: Pınarın suyunu tam bir gün ona bırakacaklar, bir gün kendileri içecekler. Çünkü bu deve onların hepsinin birden içtiği su kadar su içecek!..”
Hazret-i Salih, kavmine gelip haber verdi.
“-Şehrin dışındaki büyük kayanın yanında toplanınız. Orada o büyük mûcizeyi göreceksiniz.” dedi. Allah’ın onlara açıkladığı şartları da söyledi.
İman edenler, bu habere çok sevindiler:
“-Allah, gerçeği açıkça ortaya koyacak!.. Peygamberimiz Salih’i ve ona îman edenlerin doğru olduğunu herkese gösterecek.” dediler.
Kendilerini beğenmiş gururlu kâfirlere gelince, onlar:
“-Ne kadar boş lâf!.. Tam bir delilik!” dediler. “Bu kadar suyu bir günde içen, göğsünün sütü hiç tükenmeyen bir deve mi olurmuş? Bu nasıl olacak? Biz size, bu adam delidir dememiş miydik?” diyerek sapıklıklarını devam ettirdiler.
Halkın diğer kısmi:
“-Haydi, şehrin dışındaki koca kayanın yanına gidelim. Bakalım Salih doğru mu söylüyor, yalan mı görelim. Gerçekten onu Allah mı göndermiş, yoksa delinin birisi mi anlayalım!” dediler.
Herkes o büyük kayanın yanında toplandı. Merakla sonucu beklemeye başladılar. Herkes bekliyordu. Bir de ne görsünler! Kayanın ortasından böğüre böğüre ağzı köpürmüş kocaman bir deve çıkıverdi. Kuyruk hâlinde dizilmiş insanların önünde salına salına yürüdü. Herkes ona hayret ve dehşetle bakıyordu. Sütle dolu dolu olan göğüslerini de görüyorlardı.
Kadınlar, süt sağmak için bakraçlarını önceden hazırlamışlardı. Birer birer ilerlediler. Sütünü sağdılar, kaplarını doldurdular. Süt eksilmiyor, göğüsler, ne kadar sağılırsa sağılsın olduğu gibi dolu duruyordu.
Sonra deve, su içtikleri pınarın olduğu tarafa doğru yürüdü. Son damlasına varıncaya kadar tamamen pınarın suyunu içti. Herkes hayret ve dehşet içinde bu hâli seyretti.
O zaman halkın pek çoğu hep birden haykırdı:
“-Sâlih’in sözü doğru çıktı. O doğru söylüyormuş. O, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Bu deve de Allâh’ın bir mucizesidir. Sâlih’in doğruluğuna açık bir delildir!” dediler.
Fakat inatçı ve kibirli kâfirler, fena halde öfkelendiler, küplere bindiler. Öfkelerinden yüzleri mosmor oldu. Tek bir kelime söylemeye güç yetiremediler. Oradan uzaklaşıp gittiler.
Bu acayip deve, Hazret-i Sâlih’in kavmi arasında yaşadı. Bir gün pınarın suyunu o içer, bir gün de halka bırakır, onlar içerdi. Buna karşılık, onlara ve çocuklarına yetecek kadar süt verirdi. Sütü hiç kesilmiyordu.
Hazret-i Salih, insanların bu mûcizeden etkilenmesi ve kötü insanları terk etmesinden çok mutlu olmuştu. Bu fırsatı kullanarak insanları Allâh’ın yoluna çağırmaya devam etti:
“-İşte size hak peygamber olduğumu ispat etmek üzere Allâh’ın gönderdiği şu dişi deve, ne güzel bir işarettir. Onu kendi hâline bırakın. Ona bir kötülük yapmayın. Yoksa sizi korkunç bir günün azabı yakar, yok olup gidersiniz!”
O bölgede işi gücü fitne-fesat olan dokuz kişi vardı. Bunlar durmadan ortalığı karıştıracak şeyler yapıyorlardı. Allâh’ın varlığına inanmadıkları gibi içki içiyor, türlü ahlâksızlıklarla meşgul oluyorlardı
Bir gece yine toplanıp içkilerini içtiler ve:
“-Sâlih’i ve devesini böyle başıboş bırakmak olmaz. Bu deveden de bıktık, usandık. Suyumuzu elimizden alıyor!. Bizim içeceğimiz suyu onunla niye paylaşalım!.. Gelin, şu deveyi keselim! Sâlih’i de, akrabalarını da öldürelim. Şunların hepsinden bir çırpıda kurtulalım da rahata kavuşalım!.” dediler.
İçlerinden biri dedi ki:
“-İyi ama biz Sâlih’i öldürürsek, Sâlih’in akrabaları da bizden intikam almak için harekete geçerler.”
Diğer biri söze karıştı:
“-Benim bir fikrim var. Aklıma gelenleri size de anlatayım: Gece karanlığında deveyi, Salih’i ve Salih’in ailesini de öldürelim. Karanlık sebebiyle ne biz onları görürüz, ne de onlar bizi görürler. Salih’in akrabalarından biri bizden soracak olursa, biz ne Salih’i, ne de Salih’in ailesinden birini görmedik, deriz. Yalan söylemiş de olmayız. Çünkü zifiri karanlıkta zaten onları görmemiş olacağız. Böylece işi oldu bittiye getiririz. Akrabalarından hiçbiri de Salih’in kim tarafından öldürüldüğünü anlayamaz. Ne dersiniz?”
Bu fikir, hepsinin aklına yattı. Bir gece vakti, anlaştıkları üzere, şafak atmazdan önce birisi gitti ve deveye bir ok attı. Can acısı ile deve müthiş bir feryat kopardı. Salih, devenin acı acı bağırmasını duyunca korkarak uykudan uyandı.
Devenin feryadını işitenlerle birlikte devenin yanına koştular. O kötülük yapmak üzere kurulmuş dokuz kişilik çete, çoktan oradan uzaklaşıp gitmişlerdi.
Hazret-i Salih, devesinin yanına vardığında onun ölmüş olduğunu gördü. Çok üzüldü. Anladı ki, yakında bu kötülüğü işleyenlerin başına büyük bir felâket gelecek!.. Çünkü Allah Teâlâ o deveye dokunulmamasını, aksi hâlde sonlarının fecî olduğunu haber vermişti. Şimdi Allâh’ın bu yasağı çiğnenmişti.
Allah, Hazret-i Salih’e kendisine îman edenleri yanma alarak orayı terk etmesini bildirdi. Çünkü üç gün sonra bu şehirde hiç bir kötü kimse kalmayacak şekilde Allah hepsini yok edecekti.
Hazret-i Salih kavmine:
-Allah size gazap etti. Üç gün sonra başınıza büyük bir azap ve belâ geliyor!” dedi.
Üç günlük süre bitince insanlar, korkunç ve dehşetli bir ses işittiler. Bu ses, onları, saklandıkları, kayalara oyulmuş mağarada bile kıskıvrak yakaladı. Sesin ulaştığı herkes, korku ve dehşetle olduğu yerde kalakaldı. Dizüstü çöktüler, hiçbir yere kıpırdayamadılar ve öylece can verdiler. Kayaları oyarak yapmış oldukları o ihtişamlı evlerde yaşayan hiç kimse kalmadı. Kendi yapmış oldukları kötülükler, onları kıskıvrak yakaladı ve sonlarını getirdi.
Etiketler: Salih Peygamber ve Devesi Kıssası | Mekteb-i Derviş