Mekteb-i Derviş | İslam

    TARİKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞI

    Tasavvufta, ”Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısıncadır.”Tarikatların hangisinin hak, hangisinin batıl olduğunu anlamanın tek yolu; itikadi bakımdan Kur’an ve Sünnete bağlı, ehl-i sünnet ve-l cemaat anlayışını benimseyen, ibadet ve muamelatta İslam'ın esaslarını uygulayan ve manevi bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilip edilmediğidir. Bunlara uyuyorsa Hak, uymuyorsa batıldır.

    Tarikat: Arapça bir kelime olup, yol demektir. Fıkhi ve itikadi konularda meydana gelen fırkalara mezhep denildiği gibi, tasavvufi eğitimde farklı metodlar uygulayan mekteplere de tarikat denilir. Bu kelime bir bakıma metod, usul anlamına gelir. Şeyh denilen bir öğretmen nezaretinde, istekli mürid veya talibin Allah’a ulaşma, yani sürekli Allah’ı tefekkür ve bilincini (ihsan) kazanma konusunda takip ettiği usule veya metoda tarikat adı verilir.

    Tasavvuf dilinde ise, Allah’u Zülcelali bilmek, bulmak ve yaklaşmak için takip edilecek ibadet yolu manasına gelir. Her Müslüman için zaruri bir yoldur.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde:”Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.” (Maide Suresi, 48) buyurur.

    Fahreddin Razi ve diğer bazı müfessir âlimler, bu ayeti kerimeyi şöyle açıklamışlardır:”Ey Kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vacip ettim. Önce şeriat, sonra da tarikat.”manasını vermişler, çünkü “minhac” lügat itibariyle “münevver bir yol” demektir.

    Cenab-ı Hak: ”Namaz kıl”. (Taha Suresi,14)

    “Allah’ı çok çok zikredin.” (Ahzab Suresi,41) diye emir buyurmuşlar.

    “Allah’ı unuttuklarından dolayı, Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fasıkların ta kendileridir.” (Haşr Suresi 19) buyurarak, zikir ve fikirden gafil müminleri fasık kelimesi ile tabir ediyor ve uyarıyor.

    Yine Cenabı Hak:”İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”(Yunus Suresi,62)

    “Ey İman edenler! Allah’dan korkun ve Ona yaklaşmaya vesile arayın.” (Maide Suresi,35)

    “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.” (Maide Suresi, 2) buyurur.

    Tarikat bunu gerçekleştirmek maksadıyla, farz ve vacip ibadetlerin ötesinde bir takım nafilelere, özellikle sünnetlere ağırlık verir. İlk devirde sufiler, kendilerinden daha deneyimli durumda olanlardan yararlanmakla birlikte, bugün bildiğimiz şekliyle teknik manada tarikat kurmuşlardı.

    Tarikatların farklı olmasının nedeni insanlardaki meşreb farklılığıdır. Tasavvufta tarikat kavramının kullanılması H.3 ve 4. Asırlarda başlar. Ancak bugünkü anlamıyla bir şeyhin etrafında toplanan müridanın tekke ortamında muhtelif usullerle eğitilmesi anlamına tarikat, Abdulkadir Geylani (k.s) ve Ahmet Rifai (k.s) nin yaşadığı H.6.M.12.asırlarda ortaya çıkmıştır. Tarikatlar şeriata bağlı olan ve olmayan diye ikiye ayrılır.

    Tarikatler irşad usullerine göre genellikle üçlü bir tasnife tabi tutulmuştur.

    1-Ahyar tariki: Amel ve ibadete düşkün olanların yoludur. Bu yolun salikleri genellikle farzlarla, nafile ibadetlerle Hakka ulaşmaya çalışırlar. Bu yola ruhani yol da denir. Çünkü bu yolda ruhun nafile ibadetlerle güçlenip nefsi etkisi altına alması esastır. Kısaca, ibadet ve takvaya ağırlık verenlerin yolu.

    2-Ebrar tariki: Riyazat ve mücahede yoludur. Bu yola nefsanî tarikde denir. Çünkü amaç, riyazat ve mücahede ile nefsi zaafa uğratıp onun ruha râm olmasını sağlamaktır. Bu yolun yolcuları Hakk ile muamelede de halk ile muamelede de sıdk üzeredirler. Gönül saflığına ermek için mücahedeyi esas alırlar. Kısaca, nefse çile çektirme yönü özellik kazanan tarikat.

    3-Şuttar tariki: Aşk, muhabbet ve cezbe ehlinin yoludur. Bu yola aşk, vecd ve coşku ile girilir. Aşk ile ülfeti olmayan bu tarike süluk edemez. Bu yolun yolcuları Bayezid gibi coşkulu, taşkın. Mevlana gibi âşık insanlardır.

    Tarikatlerde üç ayrı yol söz konusudur.

    1-İbn Arabî hazretlerinin öncülük ettiği, Vahdet-i vücut ekolü,

    2-İmam-ı Rabbani’ hazretlerinin öncülük ettiği, Vahdet-i şühud ekolü,

    3-Abdulkadir Geylani hazretlerinin öncülük ettiği, Tecelli ve Ezkar ekolü.

    Tarikatlarda üç ayrı meşreb vardır.

    1-Havf (Korku) yolu. Bu yolun öncüsü Hasan Basri (r.a),

    2-Sevgi muhabbet yolu. Bu yolun öncüsü, Rabiatül Adeviye (r.a),

    3-Ümit ve korku yolu. Bu yolun öncülerde Hz.Hasan (r.a), Hz.Hüseyin (r.a), Hasan Basri (r.a) dir. Abdulkadir Geylani (k.s) hazretleri de bu yolu benimsemiş ve yaşamıştır.

    Tarikat yolu, yokluk yoludur. Varlık ve benlik yapmak bu yolda yasaktır. Çünkü nefis Allah’ın düşmanıdır. Tarikat yolu, enbiya ve evliya mesleğidir. Bu yola giren kadın ve erkek herkes evliya namzedidir.

    Her mesleğin bir okulu vardır. Evliya mesleğinin okuluda tarikattır devamlı zikrullahdır. Kısaca tarikatı âliye yolu, güzel niyet, güzel itaat, güzel amel, güzel ahlak yoludur.

    Tarikatlar, zamanla kollara ayrılarak iyice çoğalmışlardır. Zikri, sessiz, tefekküri çekenler olduğu gibi, sesli olarak dil ile açıktan çekenlerde vardır. Kimi tarikatlar zikri oturarak, kimide ayakta yapar.

    Tarikatlar kurucusu olan şeyhlerin adlarıyla anılırlar. Abdulkadir Geylani'nin (k.s) kurduğu Kadiriye, Muhammed Nakşıbendi'nin (k.s) kurduğu Nakşiyye, Ahmet Yesevinin (k.s) kurduğu Yeseviye, Mevlanın (k.s) kurduğu Mevleviye, Hacı Bektaşi Velinin (k.s) kurduğu Bektaşiye, Hacı Bayramı Velinin (k.s) kurduğu Bayramiye, Şeyh Şabani Velinin (k.s) kurduğu Şabaniye tarikatları gibi.

    Bugün de bu tarikatların bir kısmının kolları devam etmektedir.

    Tasavvufta Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısıncadır. Anlayışı sebebiyle tarikat sayısında bir sınırlama yoktur. İtikadi bakımdan kitap ve sünnete bağlı, ehlisünnet vel cemaat anlayışını benimseyen, ibadet ve muamelatta islamın temel esaslarını uygulayan ve manevi bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarikatlar hak tarikatlardır. Silsilenin tasavvufi önemine uygun olarak bütün tarikatlar icazetname ve sisilename ile kendi yollarındaki ruhani akışı kayıtlara bağlayarak belgelemişlerdir.

    TEKKE VE ZAVİYELER

    Başlangıçta Müslümanların toplanma yeri olarak cami vardı. Burada sadece namaz kılınmaz, hemen hemen her konuda görüşme, tartışma yapılır, eğitim ve öğretim hizmetleri verilirdi. 10 ve 11.asırlardan itibaren bilimsel faaliyetler için medreseler kuruldu. Aynı zamanda tekke ve zaviyelerinde faaliyete geçtiği dönemdir.

    Hudud boylarında açılan tekke ve ribatlar, savaşçı askerlerin de barındığı yerler iken, zamanla tekke ve ribatlar gelişerek gelir getiren vakıflarda bağlanarak, buradaki insanların ruhi ihtiyaçları yanında, yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını da karşılayarak kurum haline gelmişlerdir.

Dervişlerin bir kısmı devamlı tekkede kalırken, oranın hizmetini yürütürken, bir kısmı da belli zamanlarda buraya gelirdi.

    Tekkelerin mimari gelişimi de maddi ihtiyaç ve imkânlara göre şekillenmiş, merkezdeki tekkeler daha büyüktür. Buralarda; zikirhane, türbe, çilehane, derviş odaları, selamlık, harem, mutfak, kütüphane, kahvehane gibi bölümler vardır.

    Tekke ile eş anlamlı olarak, hankâh, dergâh, âsitane ve zâviye gibi kelimelerde kullanılır. Zaman zaman aralarında nüans farkı vardır.

    Âsitane: Büyük merkez tekkelere denir. Tarikat kurucusunun kabrinin bulunduğu tekke anlamına da gelir.

    Dergâh: O tarikat mensubu olan bazı dervişlerle şeyhin ikametgâhı olarak da kullanılan tekke demektir.

    Hânkâh: Orta büyüklükteki tekke demektir. Tarikate ait başka tekke ve zaviyelerin ikmal ve ihtiyaçları bağlı bulundukları hankâhca karşılanırdı.

    Zâviye: Tekkelerin küçüğüne denir. Şehir ve kasabaların ücra yerlerindeki küçük tekkeler için kullanılan bir tabirdir.

    Bu tekkelerde, mensupları ibadet eder mescid olarak kullanır, okuma yazma, din ilimlerini öğrenir, okul hizmeti görür. Âlimler ve şeyhler zaman zaman bir araya gelerek bilgi alış verişinde bulunurlar, seyyahlar, ziyaretçi ve hac yolcuları buralarda konaklar, fakir ve yoksulların karınlarının doyurulduğu imarethane, çeşitli kitapların bulunduğu kütüphane, gelen gidenin çok olduğu, haber alınıp, bırakıldığı, postahane, düşmandan kaçan mazlumların sığındığı bir iltica yeri, hasta, sakat, düşkün ve çaresizlerinde bakıldığı, sağlık hizmetide görülürdü.

    Tarikat ve tekkelerin kurulup aktif hale gelmesi, İslam'ın anadoluda, asyada, afrikada, avrupada, uzak doğuda hızla yayılmasına birçok hükümdar, sultan, padişah, ilim ehli ve halkın seve seve gönlündeki boşluğu doldurarak bir tarikate girip bir mürşide intisap ettiğine şahid oluruz.

    İslam'ın asya kıtasında yayılmasında bilhassa ortaasya coğrafyasında, Buhara, Semerkant, Taşkent bir ilim irfan yuvası, bir tarikat ocağıydı.

    Birçok Selçuklu Sultanı, devlet erkânı, ilim ehli, Ahmet Yesevi dergâhından nasibini almış, Yesevi, Kadiri, Kübreverdi, Sühreverdi tarikatları, dervişleri birçok fetih hareketlerinde bulunmuş gönülleri fethetmiştir.

    Devlet erkânı, bu büyük Allah dostlarına sahip çıkmış destek olmuş, onlara intisap etmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanlarının çoğuda Mevlana Celalettin ve babasına intisap etmiş, Osmanlı Sultanlarıda mutlaka bir mürşide bağlanmış ehli tarik idi.

    Osman Bey, Şeyh Edebaliye intisap etmiş, Sultan Murad, Hacı Bayramı Veliye, Sultan Fatih, Akşemseddin'e intisap etmiştir.

    Osmanlı topraklarına Kadiri tarikatını getiren, Hacı Bayramı Velinin damadı Eşrefoğlu Rumi olmuş, Osmanlıda Kadiri, Nakşî, Bayrami, Rufai, Mevlevi, Celveti, Halveti, Bektaşi tarikatları ve kolları varlığını günümüze kadar korumuşlardır. Horasan erenleri ile Anadolu'ya gelen ve birçok önemli şahsa yol gösteren tarikatlar,1918 de yıkılan Osmanlı devletinin başkenti İstanbul'da sadece, 45 Kadiri, 51 Nakşî, 38 Rufai, 9 Bedeni, 4 Bayrami, çok sayıda Mevlevi be Bektaşi tekkesi vardı.

    İSLAM'IN YAYILMASINDA TARİKAT VE TEKKELERİN ROLÜ

    İslam'ın tebliğ edilmesinde, yaşanması ve korunmasında, yayılmasında tarikat ve tekkelerin şüphesiz büyük etkisi olmuştur. Bunu bugün herkes kabul etmektedir.

    Özellikle gayri Müslim diyarlarda, İslam mücahitlerinin ulaşamadığı yerlerde tekke ve dergâhlar açan Allah dostları İslam'ın yayılmasında, gönüllerin fethinde büyük rol oynamışlardır.

    Dün olduğu gibi bugünde gönülleri fethedecek, hasta kalplere şifa olacak, bataklığa saplanan insanları kurtaracak, kafaları karışık, yollarını şaşırmış insanları doğru yola getirecek gerçek alperenlere ihtiyaç vardır.

    Bunun en güzel yollarından biriside, bir meslek ve iş adamı statüsündeki gönül ehli kişilerin gidecekleri yörelerin dillerini öğrenerek feragatla çalışmaları ve bölge insanlarına ulaşmalarıdır.

    Bugün Batı insanının en önemli sıkıntısı ferdiyetçiliğin ortaya çıkardığı yalnızlıktır. Herkes “Ben” ve birey merkezli düşünüp yaşadığı için buralarda İslam'ın “İsâr ve paylaşım” anlayışı son derece olmaktadır.

    Batıda ve Ortaasya ülkelerinde din açlığı gözle görünür safhadadır. İslamın hoş görü ve kardeşlik ilkesi son derece ilgi uyandırmaktadır.

    Bunun için Müslümanlara büyük görevler düşmekte, gerek vatanımızda gerekse yurt dışında maddi ve manevi fedakârlığa soyunacak, tebliğ görevini yapacak alperenlere ihtiyaç vardır.

    Oralarda tebliğ ve davet faaliyeti yaparken bunun bir mesleki faaliyetle iç içe yürütülmesi daha etkili ve faydalı olur. İnsani yardım türü maddi katkılar etkiyi daha da artırır.

    Bugün bunun tersi örneklerini Endenozya’da görmekteyiz. Nüfusunun %90 ı Müslüman olan bu ülkenin insanları açlık sebebiyle Hristiyan misyonerlerinin hristiyanlaştırma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aynı durum Orta asya Türk Cumhuriyetleri, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Batı Trakya ve bütün İslam dünyası içinde geçerlidir. Fakirliği, adaletsizliği, zulmü, cehaleti, yolsuzlukları istismar ederek, Müslümanların inancını, ahlakını, birliğini bozmaya fitne tohumları ekmeğe devam etmektedirler.

    Azerbaycan'da, Kırımda, Kırgızıstan'da, Hristiyan misyonerleri, Budist rahipleri, Krişnalar cirit atmaktadır.

    Bizim elimizde denenmiş ve tarih boyuncada önemli neticeler alınmış tasavvuf ve tarikat gibi müesseseler var, bundan yararlanmak gerekir. Bugün dil bilen ve dini iyi anlatabilecek derviş gönüllü insanların Doğu da ve Batı da yapabileceği çok hizmetler var. Müslümanlar bu konuda alt yapı oluşturup Faaliyete geçmeleri gerekir.

    TASAVVUF ALANINDA, TARİKAT VE TEKKELERDE ZAMAN ZAMAN GÖRÜLEN BOZULMANIN NEDENLERİ

    Bütün bilim dallarında ve kurumlarda olduğu gibi tasavvufta da zaman zaman aslından uzaklaşmalar ve birtakım sapmalar olmuştur. İslami ilimler ve sosyal kurumlar birleşik kaplar gibidir. Birinin yükselmesi ve diğerlerinin yerinde sayması veya birinin seviyesinin düşüp diğerlerinin yukarıda kalması mümkün değildir. İslam dünyasında gerileme ve çözülme başlayınca bundan bütün kurumlar ve bütün ilimler nasibini almıştır.

    Bozulmanın temel sebebi liyakatsizlik ve cehalettir. Babadan oğla intikal eden şeyhlik anlayışı, liyakatsiz ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik makamına oturmalarını sağlamış, bu da tabii olarak bozulma sürecini hızlandırmıştır.

    Medrese, tekke, ordu üçlüsünün meydana getirdiği sosyal müesseseler birbirleriyle uyumlu çalıştıkları, birbirlerini rakip görüp dışlamadıkları zaman yükselmişler, yüksek seviyede hizmet vermişlerdir. Bu kurumlar birbirini yıpratmaya, rekabete girince gerilemişlerdir. Bu itibarla gerileme ve çözülme bütün kurumlarda birlikte yaşanmıştır. Çıkışta, yükselişte tekrar çalışmaya, birleşmeye, samimiyete, gayrete bağlıdır.

    Önceleri tasavvufi eğitim için belli bir dini alt yapı sağlanır, ondan sonrada tarikata girilirdi. Önce tekke ve medrese arasındaki soğukluk bu yapıyı belli bir biçimde menfi olarak etkiledi. Ardından ehliyet ve liyakatına bakılmadan şeyh çocukları tekkelere şeyh olmaya başladılar. Liyakatsızlıklar sonucunda yanlışlık hızla artmaya başladı.

    Tasavvuf ve tarikatların iki oto kontrol mekanizması vardı. Bunlardan biri tekkelerin kendi içinde seyr-ü sülûk ile işleyen ve ancak hilafet alanlara irşad imkânı sağlayan mekanizma. Özellikle büyük merkez tekkeler kendilerine bağlı taşra tekkelere yetiştirdikleri halifeleri gönderir, meydana gelebilecek şikâyetlere göre bu kişilerin azl ve tayinleri için meşihat ve saltanat makamına raporlar takdim edilirdi. Yetki ve sorumluluk âsitane tabir edilen merkez tekkelerde olurdu. Teftiş ve murakabe onlar tarafından yapılırdı.

    İkinci oto kontrol sistemi ise en geçerli sosyal kontrol mekanizması olan halkın ve tarikat bağlılarının tepkisi ve kontrolü idi.

    Bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi tekkelerde de bu mekanizma son derece önemliydi.

    Halkın eğitim düzeyinin yüksek olduğu dönemlerde etkili bir şekilde çalışır ve ehil olmayan kimselerin iş başına gelmesini önlerdi. Ama halkın eğitim düzeyi gerileyince bu mekanizmanın etkisi de azaldı.

    Tekkelerin kendi içindeki oto kontrol mekanizmasının zaafa uğraması ve halkın şikâyetleri, yöneticileri birtakım islah çalışmaları ile bu mekanizmaya işlerlik kazandırmaya yönlendirmiştir. Nitekim 2. Abdulhamid Han tarafından kurulan “Meclis-i Meşayihin” amacı oto kontrol sistemini daha sağlıklı bir biçimde hayata geçirmekti. Bu amacı gerçekleştirmek için birtakım çalışmalar yapılmış ve tekke şeyhlerinin dini ve tasavvufi eğitimleri için belli esaslar vaz’ edilerek icazet zorunluluğu getirilmiştir.

    TARİKATLARIN BUGÜNKÜ DURUMU

    Tarikatların şu anki durumlarını geçmişteki uygulamaları ile karşılaştırdığımız zaman elbetteki farklılıklar olduğu görülecektir. Belli bazı ülkelerde tarikat ve tekkelerin devlet eliyle kapanması, bazılarında da yayın yoluyla etki alanının daraltılması sistemde bazı boşlukların meydana gelmesine sebeb olmuştur. Halk arasında bir söz vardır.”Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz meta zayidir.”Tarikatların devlet eliyle kapatılması ve etkisinin azaltılması bu müesseselerin gelişmesini engellemiştir. Nasıl ki bir memlekette kırk yıl tıp fakülteleri kapatılınca ortada doktor kalmazsa, bugün aynı şey tekkelerin başına gelmiştir. Ancak nasıl doktorluk bir ihtiyaç olduğundan halk bu ihtiyacı ehliyetine bakmadan muhtelif yollardan karşılamaya çalışırsa, tarikatlarda da kısmen aynı şey olmuştur.

    Tasavvufi sistem kendi bütünlüğü içinde işlemeyince insanlar bu fıtri meyli tatmin için kimi zaman ehliyetine bile bakmadan bu adla ortaya çıkan insanların etrafında toplanmışlardır. Bu yüzden tarikatların içinde ehliyet ve liyakatıyla hizmet edenler olduğu gibi ehliyetsiz ve liyakatsız, istismarcı kimselerde olmuştur. Ülkemizde birçok tarikatın silsilesi fiilen sona ermiştir. Devam edenlerin bir kısmında da eksiklikler mevcuttur. Ama eksik ve kusur var diye müesseseleri red yerine süreci içinde islah yollarını aramak en güzel çözümdür.

    Tasavvuf nazariyatının üniversitelerimizde okunup birtakım ilmi araştırmaların yapılması bu konuda sevindirici bir takım yayınların mevcudiyeti, bu kurumların istikbali açısından iyi işaretler vermektedir.

    Kişi ruhen ve manen kendisini hazır hissettiği zaman tarikate girebilir. Bu bir sevgi ve gönül işidir. Kalp ısınmadan bağlılık olmaz.

    Günümüzde her şeyin nefs ve şehvete hitap ettiği bir ortamda tasavvufa belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Fıkıhsız bir tasavvuf zındıklığa, tasavvufsuz bir fıkıh da fasıklığa götürür.

    Bugün Müslümanların haline bakıp da Müslümanlık hakkında hüküm vermek nasıl yanlışsa, toplumumuzda görülen bazı tarikatların müntesiplerinin yanlış davranışlarına bakıp karar vermekte yanlış olur.

    İslam'da her şey güneş gibi apaçıktır. Hz.Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) tebliğ ettiği dinde ve Onun güzel hayatında kara bir leke yoktur. Onu kendine rehber ve kılavuz edinen o büyük insanların Allah dostlarının da yolunda ve onlara uyanlarda İslam'ın güzellikleri ve kurtuluş vardır. Cehalet ve bencillikten uzaklaşıp İslam'ı öğrendiğimiz zaman, bunu öğreten gerçek ilim ehlini yetiştirdiğimiz zaman göreceksiniz ki birçok problem kendiliğinden çözülmüş, şeri ilimleri öğrenen insan o manevi boşluğunu da tasavvufi yaşayışla İslam'ın güzelliklerini hayatında görecek ve çevresine yansıtacaktır.

    Tarikatı yaşamaya ve yaşatmaya çalışan insanlar bu yolu İslam şemsiyesi altında bir bütün olarak kabul etmiş, yaşamaya ve yaşatmaya çalışmışlardır. Yoksa bugün bazı cahillerin, tasavvuf nedir?, tarikat nedir?, şeriat nedir? bilmeyenlerin ortalığı karıştırmaya çalışması,sanki ehli sünnet vel cemaat yolundaki tarikatları birbirine düşmanmış gibi,hakarete varan eleştiriler yaparak göstermesi İslam düşmanlarının oyunudur. Bu oyunu da yine, bu davaya gönül vermiş olanlar bozacaktır.

TARİKATLARIN SİSTEMLEŞMESİ



   


Etiketler: Tarikatların Ortaya Çıkışı, Tasavvuf ve Tarikat, Tarikatlar, Hak Tarikatlar, Tarikat nedir?, Tarikatlar nasıl ortaya çıktı, Tarikatlar nereden geldi, Tarikatın kaynağı nedir | Mekteb-i Derviş

Benzer Konular