Mekteb-i Derviş | İslam

    TASAVVUFUN KAYNAĞI NEDİR, NEYE DAYANIR?

    Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı, daha çok Hristiyan müsteşriklerinin oryantalistlerin gayretleriyle ortaya çıkmış bir görüştür.Muhtelif dinlerin mistik yapılarındaki bir takım benzerlikler, onları, bunların birbirinden alınmış olması anlayışına sevketmiştir.
    Bazı Müsteşrikler tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil, Hind, İran, Mısır, Hristiyan ve Yahudi mistizminden etkilendiği düşüncesini de öne sürmüşlerdir. Aralarındaki bir takım benzerlikler sebebiyle bu düşünceleri öne sürenler, bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu, her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yaşasın insanın belli ihtiyaç ve temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir.
    Nasıl din olgusu tarih boyunca insan için bir gerçekse, ruhi hayat ve tasavvufda din ve insan için öyledir. İslam’da bulunan ibadet ve muamelata aid ahkâm ve adâbın Hristiyanlık ve Yahudilikteki adâb ve ahkâma benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmesse, tasavvufi hayat ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle bir takım dış kültürlerden aktarılmış anlamını taşımaz.
    Rengi, dili, kavmiyeti ne olursa olsun, insanların belli ruhi anlayışları hiç yabancılık çekmeden algılaması, mesela bir japonun İslam tasavvufuna dair yazılmış bir eserden zevk alması da bu ortak noktadan kaynaklanmaktadır.
    Bir ilmin İslami olup olmadığını anlamak için, önce adına sonra muhtevasına, daha sonrada o ilim mensuplarının kendilerini şeriat karşısında hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir.
    Bu üç esasa göre tasavvuf:
    1-Tasavvuf adının genellikle ashab-ı suffa’nın “sufi”sinden,”safvet”ten ve “suf” kökünden geldiği kabul edilir. Bu kelimelerin üçü de İslami menşelidir. Tasavvufun kökü olarak “sofia”kelimesinden bahsedilmişse de, gerek sufiler ve gerekse araştırmacılar tarafından reddedilmiştir. Hatta bir takım müsteşrikler bile sofia kökünden geldiği görüşüne karşı çıkmışlar, bunun yerine yün anlamına gelen”suf”kökünden geldiği görüşünü benimsemişlerdir.
    2-Tasavvufun iki önemli muhtevası vardır. Eğitim ve bilgi. Tasavvuf eğitimde temel olarak benimsediği, zikir, tezkiye, tasfiye, rabbanilik, mücahede, gibi esaslar ve üsve-i hasene(model şahsiyet) ilkesiyle bir yaşama biçimidir.
    Kur’an-ı Kerimde 250 yerde geçen zikir lafzı ve bu konudaki emirler, ” nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceğini”  haber veren ayet (Şems Suresi 9), safvete ermiş kalb-i selim (Şuara Suresi 88-89 ve Rabbanilik (Âl-i İmran Suresi 79), riyazat ve mücahede konusundaki ilahi emir ve nebevi tavsiyeler aslında tasavvufi hayatın Kur’an ve Sünnet menşeli olduğunu göstermektedir. Tasavvufi hayatın bilgi boyutu da, manevi eğitim ve takva sonucu elde edilebilecek keşfi ve ledunni bilgilerdir.
    3-Sufilerin kendilerini şeriat açısından hangi noktada gördüklerine gelince, ilk sufilerden itibaren meşayih, ilimlerinin şeraite bağlılığını sık sık vurgulamışlardır.
    Nitekim Cüneyd-i Bağdadi(k.s):”Tasavvuf bir evdir, kapısı şeriattir.”
    Seriyyu-s Sakati(k.s):”Tasavvuf kitap ve sünnetin zahirine ters bir batın ilminden bahsetmez.”
    Abdulkadir Geylani(k.s):”Tasavvuf haldir, söz değildir. Söz ilede ele geçmez.”
    Sehl bin Tusteri(k.s):”Bizim yolumuzun temeli şu yedi şeydir.1-Allah’ın kitabına sarılmak, 2-Resulün sünnetine uymak,3-Helal lokma,4-Başkalarına eziyet ve yük olmamak,5-Günahlardan kaçınmak,6-Tevbe,7-Hukuka riayettir.”der. Bu tür söz ve uygulamaları çoğaltmak mümkündür.
    Tasavvuf, İslami ilimler mozayiğinin bir parçasıdır. Nasıl tefsir, hadis ve fıkıh asr-ı saadette var olan bir ilim ise, tasavvuf da muhteva itibariyle öyledir. Çünkü islam’ın ihsan boyutunu. İmanın îkan, yani yakini bir kıvamda yaşamasını sağlayan tasavvuftur. Kur’anda bahsi geçen takva, zikir, huşu, tevbe ve rızâ gibi kalp amellerinin nasıl gerçekleşeceğini Kur’an ve Sünnetten alıp tatbiki olarak öğreten zahitlerdir, sufilerdir. Tasavvufun asr-ı saadetteki adı belki, zühd’dür, ihsandır, rabbaniliktir ama tasavvuf öz ve muhteva itibariyle o günde vardır, bugünde vardır.
    Tasavvufun iki boyutu vardır: 1-Tahalluk, 2-Tahakkuk.
    Tahalluk: Tasavvufun eğitim boyutudur. Tasavvufi hayat, tarikat, manevi makamlar, seyr-ü sülûk ve adâb gibi konuları kapsar.
    Tahakkuk ise: Tasavvufun marifet, işaret ve bilgi boyutudur. Buda insanın manevi eğitim sayesinde ahlak ve takva açısından yükselişi ve Allah’a yaklaşması sonucunda kâinattaki bazı ilahi sırlara aid elde ettiği bilgilerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde:”Allah’dan korkun. Allah size öğretsin.”(Bakara Suresi 282)ayeti takvanın bir takım manevi bilgilere erme vesilesi olduğuna işaret etmektedir.
    Tarikat erbabı tasavvufun eğitim boyutuna bakarak onu mutlaka hakikate götüren bir araç olarak görür.
    Tasavvufun gayesi, insanı gerçeğe erdirmek ve marifet meyvasına ulaştırmaktır.
    Bazı İslam âlimleri derki: Fıkıhsız bir tasavvuf zındıklığa, tasavvufsuz bir fıkıh da fasıklığa götürür. Fıkıh ve tasavvuf, zahir ve batın beraber olunca tahkik ilmi meydana gelir.
    Manevi Makamlar:
    1-Fenâ fiş-şeyh,
    2-Fenâ fir-resul,
    3-Fenâ fillah.

    Bİr Kutsi Hadiste:”Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta Ben onu severim. Ben onu sevincede gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.”(Buhari, Rikak 38) ibareleri kulluk ve nafile ibadet ile insanın kâinattaki ilahi kudretin etkisini almaya başlayacağını anlatmaktadır.   Aslında Ehl-i Sünnet inancına göre, bütün insanların fiillerinin gerçek mutasarrıf ve hâlikı Allah’tır. Ancak insanlar gözlerindeki dünya ve masiva perdesi sebebiyle bunu görememektedir. Yani bir başka ifadeyle herkesin gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı Allah’ın yüce kudretidir. Çünkü bütün fiillerde yaratıcı O dur. İnsanlar bu gerçeği nafile ibadetlerle Hakk’ın sevgilisi olacak konuma geldikleri zaman fark edebilirler. Kur’an’da Allah-u zülcelalin, kulların fiillerini kendine izafe etmesi bundandır. Nitekim”Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, Allah attı.”(Enfal Suresi 17),”Bildikleriyle amel edene, Allah bilmediklerini öğretir.”hadisi şerifindede aynı konuya işaret edilmektedir.(Hilyetül Evliya10/15)Tasavvufun bu iki özelliği, tasavvufi hayat ve tasavvufi düşünce olmak üzere iki mertebenin meydana gelmesini sağlamıştır.
    Tasavvufun gayesi, nefsi dîne râm, dîni nefs için vicdan kılmak, bu suretle dünya ve ahiret saadetine nail olmaktır.
    Tarikatlarda üzerinde önemle durulan husus, mâsiva(günah olan) ile kalbî alakanın kesilmesidir. Nefis masivayı arzular. Düşmanlıklar, kin, gayz, intikam, ihtiras gibi duygu, düşünce ve davranışlar günaha, haramlara yönelmenin bir neticesidir.
    Peygamber Efendimiz(s.a.v)buyururlar ki:”Haset etmeyin, birbirinizi aldatmayın, buğz etmeyin, birbirinizden yüz çevirmeyin, birbirinizin alış verişini bozmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, onu yalanlamaz, hakir görmez. Efendimiz(s.a.v)üç kere göğsüne işaret ederek, takva buradadır. Müslüman kardeşine hor bakmak, kişinin kötülüğüne kâfi bir delildir. Her Müslümanın diğer Müslümanlara kanı, malı ve ırzı haramdır. 
    Cenab-ı Hak Al-i İmran Suresi 103.ayetinde:“Hepiniz toptan, sımsıkı Allah’ın ipine(dinine, Kur’an’a, Peygamberi Hz.Muhammede (s.a.v)) sarılın, parçalanıp ayrılmayın.”buyurur. 
    Her müslümanın dinine sarılması, bağlanması, Kur’an-ı Kerimi rehber edinmesi, tefrikadan kaçınması imanının neticesidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v)de:”Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır.””Allah’ın yardımı cemaatin üzerinedir.”buyurmuştur.(Acluni, Keşfül hafa c.1 sh.333.c.2sh.391)
    Dini islama topluca sarılmak her hayrın özü, kurtuluşun da temelidir. İslama bağlanıp yaşayanların sayısı arttıkca hedefe ulaşmak kolaylaşacaktır. Onun için tek çıkar yol Allah’ın Resulü Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ya teslim olmak veya ona tabi olanlara teslimiyettir.

GERÇEK MANADA TASAVVUF VE TARİKAT



   


Etiketler: Tasavvufun Kaynağı Nedir, Neye Dayanır?, Tasavvufun Kaynağı Kur'an ve Sünnettir, Tasavvuf, Tarikat, Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular