Mekteb-i Derviş | İslam

    TEVECCÜH VE RABITA

    Elhamdulillâhi Rabbil âlemin Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihi ecmeîn.
    Aziz Kardeşlerim!
    Teveccüh, yöneliş demektir. Genelde Hakk’a yöneliş ve kalbi alaka için kullanılır.
    Müridin mürşidine, talebenin hocasına yönelmesi anlamında kullanıldığı gibi, mürşidin müridini tam karşısına alıp ona nazar etmesi anlamında da kullanılır.
    Bu manadaki teveccüh için Peygamber Efendimizin(s.a.v):”Allah’u Teâlâ benim sadrımı ne ile doldurdu ise, ben onu aynıyla Hz.Ebubekir(r.a)ın sadrına ilka ettim.”hadisi delil sayılmıştır. (Mevsua, Etrafil Hadis,11/156)
    Mürşidin nazar ve nefesiyle müridini etkileyip, onu bir bakıma ruhi yükselişe hazırlaması, güneşe tutulan büyüteçlerin yoğunlaştırdığı güneş ışınlarının temas ettiği maddeleri yakmasına benzer.
    Cenab-ı Hakk’ın zât tecellisine mazhar olmuş bir velinin, Allah’u Zülcelalin izniyle nazar etmesi veya başka yollarla talebesinin kalbindeki masiva ve dünya sevgisini, günah lekelerini temizlemesi, yerini feyiz, marifet, ilim ve hikmetle doldurması, onu yüksek derecelere kavuşturması bu yolla olur.
    Teveccühün müridden mürşide doğru olanı,”Rabıta-i Muhabbet” denilen şeklidir.
    Mürid, mürşidinin ruhaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince, mürşidinin ruhaniyeti onun batınında feyz tesiri gösterir. Bu feyz, beşeri zaaf ve sıfatları izale ederek mürid, tedricen şeyhinin boyasına boyanır. Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbi beraberlik, şahsiyet transferi ve aynileşmeyi doğurur.
    Tarikat büyüğünün teveccühü her ne suretle ortaya çıkarsa çıksın, sadık müridden, zulmet ve keder dağlarını kaldırıp uzaklaştırır. Onun bu teveccühü müridin ona olan sevgisi ve bağlılığı nisbetinde olur. Bu sebepten mürid, tarikat yolunda ele geçenlere bağlanıp kalmamalı, çok çalışmakla, sadakatli olmakla intisab edilen büyüğün teveccühünü hak etmelidir.
    Teveccüh ve Rabıtadan maksat şeyhin kendisi değil, şeyhinin gönül aynasına akseden Cenab-ı Hakk’ın nurudur. Bazıları teveccüh ve rabıtayı yanlış anladıkları için muhalefet etmektedir.
    Birçoğumuz mübarek gün ve gecelerde camilerde Peygamber Efendimizin(s.a.v) mübarek sakalı şerifini ziyaret etmişizdir.
    Mesela;”Filan camide, falanca gün, falanca namazdan sonra sakalı şerif ziyareti yapılacaktır.”diye ilan edilir. Durumu müsaid olan Müslümanlar oraya akın ediyor, bildirilen vakitte orada oluyor, caminin imamı veya bu işle görevli kişi, yüksek sesle salatu selam okuyarak, tekbirler getirerek, elinde kocaman bir bohça ile mihraba doğru ağır ağır ilerliyor, cemaatte birlikte söylüyor. O koca bohça yaprak yaprak açılıyor. Bohça açıldıkça cemaatin iştiyakı gitgide artıyor ve en sonunda o bohçanın içindeki billur şişe içindeki Peygamber Efendimizin(s.a.v) mübarek sakalı şerifinden alınan şerefli bir kıl görünüyor. Herkes sonsuz bir tazim ile salatu selam getirerek, efendimizi hatırlayarak, o billuru alıp yüzüne gözüne sürerek, Efendimize(s.a.v) karşı olan derin sevgi ve bağlılığını dile getirir. Kendisini ümmetliğe kabulünü ve şefaatini bu merasimle bir kez daha istiyor.
    Müslümanların bu saygısı sadece bohçaya değil, o bohçanın içindeki sakalı şerifedir.
    Bunun gibi müridde şeyhinin gönül aynasının karşısına kendi gönül aynasını getirip, şeyhinin mücella temiz kalplerine akseden nuru ilahiyi kendi gönül aynasına aksettirmeye çalışır.
    Herkesin rahatlıkla yapabileceği teveccüh ise;  Mürid kendi kalbini boş bir kaba benzetip, şeyhinin kalbinide Cenab-ı Hakk ve Resulullah (s.a.v) den gelen  feyz pınarının çeşmesine benzetip, kendisinin boş gönül kabını, şeyhinin kalbinden, kendi kalbine bu şekilde Allah ve Resulünün muhabbetinin dolmasına feyz-i ilahi, o nuru ilahinin kalbine akmasına teveccüh diyoruz. Böyle düşünmesinin, böyle yapmasının dinen hiçbir sakıncası yoktur. Böyle yapmak şeyhe tapmak değildir.Hiçbir Allah dostu Allah’ın ve Resulünün emrinin dışında bir şey yapamaz.
    Teveccüh ve rabıtanın sağlam, düzgün ve doğru olması şarttır. Bu bağlantıda bir yerde kopukluk olursa, yanlışlık olursa, bağlantı kurulamaz. Nasıl ki bir dostumuza telefon edeceğimiz zaman, telefon numarasını doğru ve tam çevirdiğimiz zaman, ahizeyi kulağımıza götürdüğümüzde ve karşıdan gelecek alo sesini beklediğimiz gibi, rabıtada buna benzer, karşı taraf cevap verip konuşmaya başlarsa, bağlantı ve görüşme sağlanmış olur.
    Müridlerin bu bağlantıları tıpkı büyük bir telofon santraline benzer. Bu santralin duvarları birçok numarayla dolu, birde bakarsınız tık diye bir ses çıkar, bir numara düşer, santralci o numaranın kime aitse bilir ve o numarayla ilgilenir. Mürşidde böyledir.
    Mürid rabıtasıyla şeyhinden ne istiyor, başı sıkıntıda mı, tesbih çekmeye oturmuş feyzmi bekliyor? Sıkıntısı için bir tavsiye, bir kolaylık mı bekliyor, daima himmet mi istiyor. Bakılır tavsiyeler ve iyilikler gönderilir. Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla himmet edilir.
    Sen bağlantını, rabıtanı sağlam yaparsan, sen görmesende karşı taraf seni görür, feyzin gelir. Burada mühim olan sadakat ve bağlılıktır.
    Nasıl ki bir bahçıvan bahçesine çeşitli bitki, ağaç ve çiçekler eker, bunların bakımını, ilacını, suyunu zamanında yaparsa, bakımı yapılmayan bahçelerden çok farklı olur. Bakımı yapılan, emek verilen istenilen randımanı verir, bakımı yapılmayanlarda zamanla cılızlaşır ve kurumaya başlar. Müridanda böyledir. Mürşidine bağlı olan ve onun nasihatlarını yerine getirenlerde tembel müridlerden farklıdır. Teveccüh ve rabıta birbirini tamamlar. Rabıtaya devam etmenin bir özelliğide, gönül gözünün çabuk açılmasına sebeb olmasıdır.
    Her insanın ruhu aynı kendi suretindedir. Aynen kendisine benzer. Bir müridinde şeyhinin şekil ve şemasını kuvvetlice hatırlaması ve bu hatırlayış azda olsa muhafaza etmesi rabıtadır. Bu bağlantı nekadar çok sürerse o nisbette şeyhinden istifade eder. Bu bağlantı devam ettiği müddet, mürşidi kâmilin manevi hali, tavır ve davranışları müridlerde görülmeye başlar. Bu hal devam ettiği müddetçe de yakınlarıda bu değişikliği fark eder. Cenab-ı Hakk’ın, nazarı ilahisi şeyhine, ondanda, o nur kendisinde tecelli eder. Aynada o güzellikler kendisini yansıtır. Devam edenin gönül gözü açılır.
    Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v):”Âlimlerle oturup kalkın. Allah göğün yağmuruyla yeri dirilttiği gibi, hikmet nuru ile ölü kalpleri diriltir.”
    Cenab-ı Hakk’ın zat tecellisine mazhar olmuş, gerçek mürşidi kâmillere rabıta yapılır. Nakıs olanlara yapılmaz.
    Bu şekilde teveccüh ve rabıtaya devam eden mürid, şeyhini önce rüyasında görmeye başlar. Daha sonra teveccühünde şeyhinin ruhunu bulur, devam ettikçe ayık bir halde ikende şeyhinin ruhunu görmeye başlar.
    Bir mürid rabıta yapa yapa şeyhini buldumu, şeyhinin şeyhine silsile yoluyla Pir efendimize ve devamla Peygamber Efendimize(s.a.v) kadar ulaşır ve görmeye başlar.
    Gerçek şeyhler mürşidler, müridlerine vefatlarından sonrada, hayatta olduklarından daha faydalı olurlar. Hayatta olan bir evliya kılıfındaki bir kılıç gbidir. Vefat etmiş bir mürşidde; Kılıfından çıkmış kılıça benzetilmiş ve kendisini yardıma çağıran müridine faydalı olur. Hâlbuki dünyasını değiştirmiş bir veli cesetle alakası olmadığı için kılıfından çıkmış kılıca benzetilerek daha çabuk manevi yardıma geleceği, müridanın imdadına yetişeceği bütün tasavvuf kitaplarında haber verilmiştir.
    Rabıta: Lügatta iki şeyin birbirine bağlanması demektir. Tasavvuf dilinde ise, mürşid ile mürid arasındaki ilahi feyzin akışını sağlayan manevi bir bağdır.
Bu bağ Kur’an-ı Kerim ve hadisi şeriflerde bazen açık bazende zımnen işaret edilmiştir.
    Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde: ”Ey İmanedenler! Allah’dan korkun ve sadıklarla(doğrularla) beraber olun.”(Tevbe Suresi,119)
    Sadıkînden murad “mürşidün” olduğu “Bahr-ul Hakayık” adlı tefsirde beyan buyurulmuştur.
    Cenab-ı Hakk, ehl-i imanı bu ayetle mükellef kılmış, Peygamber varisi olan bir mürşidi kâmilin maiyetinde bulunmalarını emir ve vacip kılmıştır.
    Cenab-ı Hakk kullarına güç yetiremiyeceği şeyleri emretmemiş, sadıklarla beraber olmayı emretmiş, her dönemde sadıklarında bulunacağını bildirmiştir.
    Mürşidle beraber olma hem cismani, hemde ruhani olur. Bunu rabıta ile izah edebiliriz. Muhabbet arttıkça rabıtanın kuvveti artar.
    Cenab-ı Hakk:”İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın. ”Buyurur.(MaideSuresi,2)
    Kişi için ne kadar maddi yardım gerekli ise de, mühim olan manevi yardımlaşmadır. Zira birincisi fani, ikincisi ise bakidir.
    Bir mürşidi kâmilin, Rabbi tarafından gönül deryasına akıtılan ilahi feyzi, müridin kurumuş gönül bahçesine akıtıp, orada iman ağacının yeşermesine, dal-budak salmasına vesile olmaktan daha güzel bir yardımmı olur?
    Rabıta, işte bu emri ilahinin gereği bir yardımlaşmadır. Diğer bir ayeti kerimedede:”Ey İmanedenler! Allah’dan korkun ve Ona yaklaşmaya vesile arayın.” buyurulur. (Maide Suresi,35)
    Dikkat edilirse, bu ayeti celilede takvanın yanında kurtuluş için birde vesile şartı getirilmiştir. Ülema vesileden maksad mürşidi kâmildir demiştir. Mürşidi kâmil her devirde, peygamber varisidir. Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ya uymayanların kurtuluşu olmadığı gibi, onun varisine uymayanlarında kurtuluşu yoktur.
    Mevlana Halidi Bağdadi(k.s)hazretleri rabıtanın bidat olmadığını, Cenab-ı Hakk’ ın,”Hakk’a yaklaşma hususunda vesile(vasıta) arayın.”(MaideSuresi,35)buyurması, vesile’nin Tefsirlerde, rabıta olarak ve çeşitli şekillerde açıklanmıştır. 
    Cenab-ı Hakk’a yaklaşmada en güzel vesile, Peygamber Efendimiz(s.a.v)dir. Hâl, fiil ve davranışlarıyla onun sünnetine uyan kemal sahibi kimselerde bir vesiledir.
    İslam cihanşumül bir dindir. Emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker farz-ı kifayedir. Cenab-ı Hakk:”Sizlerden hayra çağıran bir topluluk bulunsun.”(A’liİmran Suresi,104)
    Yine:”Ey İmanedenler! Allah’dan korkun, birde doğrularla beraber olun.”(Tevbe Suresi,119) Emri ilahisi, buradaki manevi beraberlik rabıtadır.
    Rabıta bir terbiye usulüdür. Müridin, mürşidi kâmilin suretini hayal ederek, onun ruhaniyetinden istimdat etmektir. Mürid bu sayede feyz alarak yararlanır.
    “Eğer Rabbi’nin bürhanını görmemiş olsaydı(belki Yusuf(a.s)da) onu kastedmiş gitmişti.(Yusuf Suresi,24)Zemahşeri, Keşşaf Tefsirinde bürhan kelimesini şöyle açıklamıştır:”Yusuf(a.s),sakın sakın! Sesini işittiği zaman, o sese iteat etmedi. Ses üç kere tekrar edildikten sonra, Yakup(a.s) temessül etti. Bundan sonra Yusuf(a.s) kendisine gelip, Züleyha’dan yüz çevirdi.”(KeşşafTefsiri,2/356,Kahire 1953 Mısır.)
    Bilindiği gibi, rabıtadan maksat feyz almaktır. Gerçek feyz kaynağı Cenab-ı Hakk’tır. Allah’ın Habibi Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v) Efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın zât ve sıfatının tecelli mahalli ve mazharı bulunduğundan, Resulullah’dan feyz almak, Cenab-ı Hak’dan feyz almak demektir.
    Rabıta olunacak mürşidin tavır ve ahlakı Peygamber Efendimizin(s.a.v) ahlakına uymadıkça, rabıtadan beklenilen feyz’in meydana gelmesi mümkün değildir.
    Rabıta yapan sâlikin de şeyhinin ahlakı Muhammedi sahibi olup olmadığını, şeriat ve tarikat çerçevesi içinde tahkik edip araştırması boynunun borcudur.
    Abdulkadir Geylani(k.s)hazretleri tarikatı aliyeye sâlik olanların evliya-i kiram ile rabıta-i kalbiyede bulunmalarının önemli olduğunu beyan etmişler, İmam-ı Gazali, İmam-ı Suyuti, Necmeddin-i Kübra(k.s) gibi birçok İslam âlimi aynı görüşü paylaşmışlar ve eserlerinde nakletmişlerdir.
    Cenab-ı Hakk’a ait olan ilahi feyz, Allah’ın Habibi Hz.Muhammed Mustafa’nın(s.a.v) deryasına gelir, oradanda zamanın mürşidinin deryasına gelir.
    Şeyhe, mürşide sevgi, Resulullah’a(s.a.v) sevgi demektir. Mürşid ile sohbet birçok ilahi tecellilerin doğmasına sebeb olur.
    Kur’an ve Sünnete tam uyan bir müslümanı görenlerin gözleri, dinleyenlerin kulakları zevk duyar. Sözleri bıkkınlık değil, sıdk ve sefa verir. Dilleri şeriat hikmetlerine, hakikat sırlarına ve mânâ inceliklerine tercümanlık eder.
    Dünya ve içindekiler, insan için gaye değil, ahireti kazanmak için bir vasıtadır.
İnsan dünyayı sırtında değil, dünyanın sırtında olmalıdır. El kârla meşgul olurken, gönül yârla meşgul olmalıdır.
    Rabıtanın mesafesi yoktur. Güneşte uzaktır ama dünyayı ve birçok gezegeni aydınlatır. Kamil bir müminin kalbi güneşten daha büyüktür.
    Hatem’ül Enbiya Efendimiz(s.a.v)den sonra vahiy kesilmiş olup ilham kapısı ise açık kalmıştır. İslam Dini kıyamete kadar bâkidir. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. En karanlık günlerde bile İslamın nuru gönülleri aydınlatacaktır. İnsanoğlu zamanla, vesveseye kapılıp, nefsine ve şehvetine uyduğu için, uyarılmaya, hakikatı hatırlatmaya, nasihate, ruhları kuvvetlendirmeye ihtiyaç vardır.
    Allah dostları derki:”Der Yemeni peşimeni,
                                     Peşimeni der Yemeni.”
    Yani seven, itikat eden insan en uzak yer Yemende bile olsa yakındadır, gözünün önündedir. Sevmeyen, itikat etmeyen ise, gözünün önünde bile olsa o çok uzaktadır, Yemende gibidir.
    Kişi şeyhine, mürşidine rabıtalı olursa, kimseden Allah’ın izniyle zarar görmez. Bağlantıyı koparırsa, ihmal ederse manen zarar görebilir, onu soyarlar, onu halden hale sokarlar, aşk ve feyzini çalarlar. Zahirde nasıl yankesiciler, hırsızlar varsa, batındada tarikatlar arasında feyiz hırsızları vardır. Bu tip insanlar, sana sokulur, senin şeyhin şeyh değil, o tarikden bu tarik daha iyi, bu tarike gelenler zengin olur, şöyle olur böyle olur diye kandırmaya çalışırlar. Hâlbuki gerçek tasavvuf ehli, hangi ehlisünnet tariki veya mezhebine mensup olursa olsun, kıskançlık yapmaz, hasetlik yapmaz, zarar vermez, herkesin hayrını düşünür ve başarılı olmasını ister. Ancak nakıs olanlar, nefislerinin etkisinde kalanlar, gerçek mürşide tam bağlanmayanlar, Allah’ın ve Resulünün müsaade etmediği, Allah dostlarınında hoş karşılamadığı, nefsanî, şeytani halleri, hasetlik, kıskançlık, dedikodu, gıybet, yalan, bühtan yaparak zarar vermeye çalışırlar. Bu hallerini düzeltmezlerse dünya ve ahiretlerini berbat etmiş olurlar.
    İnsan gerçek bir mürşide bağlandımı, ölünceye kadar ona sebat etmeli, şeyhini peygamber naibi, vekili bilmeli, zamanın en büyük velisi olarak kabul etmelidir.
    İnsan iman, itikat ve Salih amellerinde gayretini artırır çalışırsa, şeyhinin manevi rütbesini, makamını, mertebesini yavaş yavaş görür. Bu birdenbire olmaz. Gönül gözü açılırsa her şeyi görür. Meşayihini, ruhunu, rütbesini görür. Yüzbaşımı, binbaşımı, generalmi, Mareşalmi. Ne vazifedeyse, Allah’u Zülcelâl onu gösterebilir.
    Tarikata intisab etmiş bir mürid, bu uzun, çileli, tuzaklarla dolu yolda, heran şeytanın ve şeytanlaşmış asilerin tuzağına düşme tehlikesinden, heva ve heveslerinden kendini koruyabilmesi için, bu yolda yürürken yakıcı ve yırtıcı yaratıklara yem olmaması için, heran her dakika şeyhiyle, mürşidiyle gönül bağını kesmemesi gerekir. Çünkü yabancı olduğu bu yolda, nerde ne zaman ne ile karşılaşacağını bilemez. Onun için, ona bu yolda kılavuz olacak, elinden tutacak bir rehber, bir vesile lazımdır. Oda şeyhidir, mürşididir. Ondan kopmadan ancak hedefe ulaşabilir.
    Rabıta kıyamete kadar devam edecek olan peygamber mucizesidir. Eğer ruh üzerinde doğrudan tesirini gösteren bir şey aramak gerekirse, Allah’a(c.c) ve Resulüne götüren rabıtadan daha kestirme ve etkili bir yol yoktur.
    Rabıtaya inanmakta ve onu kabullenmekte tereddüdü olanlar hatta inkâr edenler, evliyaullahın varlığına inanıyorlarsa onların sözlerine kulak vermelidirler. Evliyaullahın sözlerinde rabıtanın muhtevası ve güzellikleri açıkca anlatılmıştır.
    Rabıta, kişiyi Cenab-ı Hakk’a ulaştırır. Buna önem verildiğinde Allah’a vuslat kolay olur. Hafife alındığında ise seyr-ü sülukte duraklama ve gerileme baş gösterir. Rabıtayla emrolunmak, Allah’u Azimüşşana, Onun Sevgili habibi Hz.Muhammed Mustafa’ya(s.a.v) ve onun varisleri olan evliya kullara beslenen sevgi ve muhabbetin alametidir.
    Onun için Rabıta; bir velinin suretini, şeklini hayaline getirerek onun kalbindeki feyz, bereket ve marifetlere ve ilimlere ulaşmaktır. Kalbini büyüklerin kalbine bağlayarak onlardan feyz alma, her şeyi unutarak, dünya işlerini düşünmeyerek sevgi ve saygı ile bir velinin mübarek yüzünü hayalinde veya gönlünde bulundurmaktır.
    Sevgi, hürmet, saygı ve itaat ile buğz, kin, hürmetsizlik, saygısızlık ve itaatsizliği ayırt etmek lazımdır. Konuşanın yüzüne bakılır. Onun için feyz alınacak veliye de rabıta yapılırken, bu rabıtanın onun yüzüne olması yani “vicâhî” olması gerekir. Nasıl ki konuştuğumuz kişinin zaman zaman yüzüne bakıyorsak, ders anlatan öğretmene, vaaz veren hocaya dönüyor, Kur’ân okuyan kişiye yüzümüz dönük oluyorsa, feyz alacağımız manevi mimarımız evliyaya karşı yüzümüzün dönmesi, onu hayalimize almamız da çok normaldir.
    Yine ayrıca yüzümüzü namazda iken kıbleye döneriz. Kâbe’de isek o mübarek yapıya bakmak ibadet sayılır. Aslında Kâbe’nin siyah taşı ve toprağı değil, ondaki mana ibadet sayılmıştır. Allah emri olduğu için o emre itaat, ibadet sayılmaktadır. Ayrıca anne babanın yüzüne bakmak, âlimin yüzüne bakmak da ibadet sayılmıştır. Mürşidler ve manevi terbiyeciler, dolayısıyla insanın öz anne ve babasından daha kıymetli varlıklardır. Müridler manevi evlat, onlar da manevi babalardır.
    Onun için rabıta, feyz veren kâmil zatın teveccühüyle birleşecek olursa nur üstüne nur meydana gelir, denilmiştir. Bu sebeple rabıta hususunda aşağıdaki hususların bilinmesinde fayda vardır.
1. Rabıtasız yapılan zikir müridi ilerletmez.
2. Zikirsiz yapılan rabıta tek yönlü olarak ilerletir.
3. Rabıta, her işte Allah’ın (c.c) izniyle müride yardımcıdır.
4. Rabıtanın özellikle zikirde yardımı daha çok ve çabuk olur.
5. Rabıta insan nefsini manevi hastalıklardan, pislik ve kirlerden temizleyen çok önemli bir temizleyicidir.
6. Bir insanın hiç görmediği, tanımadığı, konuşmadığı veya konuştuğunu dinleyemediği bir kimseye rabıta yapması zordur. Onun için rabıta yapılan kişinin hiç değilse bir defa görülmesi zaruridir.
7. Rabıta, okumakla, öğrenmekle değil bizzat yapılmakla, usulüne uygun tatbik edilmekle müride faydalı olur.
8. Rabıta, Allah sevgisini celp eder, kişinin kalbine yerleşmesine vesile olur.
9. Rabıta, dünya sevgisini kalplerden çekip, kişinin daha huzur içerisinde ibadet etmesine vesile olur.
10. Şirk ile rabıtayı ayırt etmek lazımdır. Şirk Allah’a ortak koşmak, onun mülkünde kendisine eş tanımak demektir.
    Sadıklarla, iyilerle, Allah dostlarıyla beraber olma halinin şirkle alakasının olduğu düşünülemez.
    Sadece yevmî zikirde değil, bunların dışında da her an rabıtalı olmak, namaz kılarken, ders dinlerken, Kur’ân-ı Kerîm dinlerken ve okurken, tavaf ederken... Bir velinin şeklinde kendini görmekle, birçok manevi hazlara, zevklere nail olur, ibadetlerimizden tat ve zevk alırız.
    Çünkü veliler, yemeklerde tuz ve biber gibidirler. Yemeklerin tadı onlarsız olmadığı gibi, ibadetlerin tadı da velisiz olmaz.
    Komutan askerlerini savaşa hazırlar, eğitir ve muhtemel tehlikelere karşı tatbikatlar yaptırır, savaş anında herkes yapacağını bilir. Kendisinden emin hareket eder. Paniğe kapılmaz. Şehir hayatı içerisinde yaşayan insanlar evlerinde kullandıkları elektrik, su, doğalgaz, vb. şeyleri belediyeden izin almadan kaçak kullanamıyorlar. Kullananlara maddi cezalar uygulanıyor.
    Rabıta mürşidin cesedine, bedenine değil, ondaki manevi yapıya yapılır. Yani onun zahirine değildir. Güneş ışığı bir aynaya düşse ve oradan da başka bir yere aksetse, aksettiği o yerleri de aydınlatır. Cenab-ı Allah’tan gelen feyz mürşide, onun kalp aynasında çarpar, oradan müridlerin kalplerine de yansır ve onları da aydınlatır. Güneşin büyüklüğüne rağmen onun ışığı küçük küçük küçültülmüştür. Aynada yansıyan güneşin kendisi değildir. O gökyüzünde asılıdır. Büyüktür. Çıplak gözle ona bakamadığımız gibi onun aksinde yansıyan nur, ışık da yine gözlerimizi alır. Ona da bakamayız.

    RABITA - TEVECCÜH İLE İLGİLİ MESELELER

    Rabıta nedir? Rabıtasız olmaz mı? Rabıtanın ilmî delili var mı? Rabıta yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Resme yapılan rabıtanın hükmü nedir?

    Rabıta, bağ, alâka, sağlamlaştırma, vuslat ve muhabbet demektir. Nasıl sevgi, sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak demekse, rabıta da sâlikin mürşidine sevgiyle gönülden bağlanmasıdır. Rabıta fıtrî ve tabii bir olgu olduğu için insan olan yerde vardır. Rabıta ideal kahramanların ideal davranışlarından yararlanma, o kahramanlarla bütünleşme ve aynîleşme yoludur. Rabıta insanî bir insiyaktır. Fizik, içtimaî, ruhî ve ahlâkî kişiliğin başkaları üzerinde olumlu, ya da olumsuz etkisidir. Her san'atın pir ve uzmanı, o ilim ve san'atmensupları için örnek ve ideal insandır. Tasavvufta hedeflenen insanı, kâmil insanı yetiştirmek üzere müridlerin gönlüne kâmil bir model konur ve müridonunla aynîleşmeye çalışır. "Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar."  "Üzüm üzüme baka baka kararır." gibi atasözleri kalbî bağlılık ve fiziki beraberlik sonucu meydana gelecek etkileri ifade etmektedir.

    Rabıtasız olmaz. Çünkü rabıtanın amacı gafleti kovup kalbin zulmetini defederek şeytanın vesveselerinden kurtulmak suretiyle "râbıta-i huzur"a ermektir. Yani sâlikin daima Allah'ın huzurunda bulunduğu duygusuna ermesini sağlamaktır. Her an Allah'ı(c.c) karşımızda görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak zor bir iştir. Çünkü Allah’u Zülcelal müşahhas bir varlık değildir. Bunu kavramak için kulun zihnen ve manen yoğunlaşmasını sağlayacak müşahhas bir objeye ihtiyaç vardır. Tasavvufta bu obje Allah'ın en mükemmel tecellîlerinin mazharı olan "insân-ı kâmil" konumundaki şeyhtir. Sâlik önce bu insân-ı kâmile, ardından Hz. Rasûl'e ve onun ardından Rabb-ı Müteâl'e kalbini rabtetmeli ve bu suretle huzûr-i kalbe erip fena fillâh'a varmalıdır. Rabıtaya somuttan soyuta geçmek için ihtiyaç vardır. İnsanoğlu doğrudan "Her nerede bulunursa bulunsun Allah' ın huzurunda olduğu" duygusunu canlı tutabilmede zorlanmaktadır. Buna muktedir olabilenler için rabıtaya ihtiyaç yoktur.

    Rabıtanın müsbet ilim ve psikoloji açısından delilleri vardır. Çünkü rabıta bir bakıma başkalarına benzeme ve taklid arzusunun tezahürüdür. Çocuklukta anne babayı taklidle başlayan, öğretmen ve ideal şahsiyetleri taklidle gelişen benzeme duygusu, fıtrîdir. Her insanın hayatında bunun belli bir yeri vardır. Burada benzeme taklidle kasdedilen, gelip geçici hevesler türünden benzeme değil, aynîleşmedir. Zira basit taklidler gelip geçicidir. Onlara fantezi demek belki daha uygun olur. Aynîleşme ise taklidin bir ileri derecesidir. Aynîleşmede önce benimseme, sonra alışkanlık hâline getirme sözkonusudur. İnsan karakteri başkalarının yaptıklarını aynen yapmak suretiyle farkına varmadan bir biçim kazanır. Kişinin şahsiyetinin dokunmasında sevdiğinin tavırları, önemli bir etki görür. Çünkü insan sevdiklerini önyargısız ve peşin hükümsüz benimser ve onlarla aynîleşir. Psikolojide buna "aynîleşme" (identification) denir.

    Sûfilere göre rabıtanın nasıl yapılacağını ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini şöyle özetleyebiliriz: Önce rabıta yapılacak kimse ahlâkî kemale ermiş, müşahede mertebesine ulaşmış bir mürşid-i kâmil olmalıdır. Sâlik bağlandığı böyle bir şeyhin huzurunda ve gıyabında onun suret ve sîretini hayal etmeli, yanında iken takındığı tavrı gıyabında da sürdürmeye çalışmalıdır. Rabıtada önemli olan şeyhin suret ve sîretini hayalde muhafaza etmektir. Suret ve sîreti hayalde muhafaza duygusu, zamanla şeyhin ahlak ve özellikleriyle bezenmiş bir hale gelmeyi sağlar. Çünkü güçlü şahsiyetler daima diğerleri için ilham kaynağıdır. Bir mıknatıs gibi onları çekip etkilerler.

    Sûfîlerin rabıta için delil olarak öne sürdüğü bir takım âyetler vardır. Dileyenler onları âdâb kitaplarından görebilirler. Biz onları burada tekrar zikretmek yerine sâdece iki hadise işaret etmek istiyoruz. Onlardan biri: "Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner."(. Keşfu'I-hafâ, II, 70; 1772)hadisidir. Salihlerin sadece anılmış olması, Gazzali'nin de belirttiği gibi, rahmet-i ilâhiyyenin inmesi için yetmez. Ancak bu anma ile birlikte gönülden onlara benzeme arzusu uyanırsa, böyle bir aktivite ve aksiyon, rahmet sebebi olur. İkinci hadis ise Hz. Hasan (r.a)'ın dayısı Hind b. Ebî Hâle'den Hz. Peygamber (s.a.v)'in hilyesini sormasıdır. Hz. Hasan (r.a)'ın: "onun özelliklerini dikkate alıp kalbi bir bağ kurmak için onu bana tasvir etmeni istiyorum."( Buharı, Enbiyâ, 54; Müslim, Cihâd, 105)sözü fiilen rabıtayı anlatmaktadır.

    Resimle rabıta konusu ise putlarla mücâdele eden bir dinin mensuplarının kafalarını karıştırıp endişeye sevkettiği için sakınılması gereken bir husustur.

    Rabıtanın gizli şirk olduğuna dair itirazlar var. Rabıtanın yanlış anlaşılmasında uygulanış ve algılanışının etkileri var mıdır?

    Rabıtanın şirk oluşu ile ilgili değerlendirmeler soruda da isabetle belirtildiği gibi, genellikle yanlış uygulama ve algılamalarla ilgilidir. Rabıta tabiî ve fıtrî bir olay olmanın ötesinde ibadetlerde tamamlayıcı bir unsur gibi görülünce, rabıta yapılan şahsın kul ile Allah arasında üçüncü ve aracı bir şahsiyet olduğu düşüncesi gündeme gelmiştir. Takdimdeki bir takım eksikliklerle uygulamadaki farklılıklar rabıtayı tartışmalı bir konu hâline getirmiştir. Oysa fıtrî anlamıyla düşündüğünüz zaman rabıtasız insan yoktur. Herkesin bir rabıtası vardır. Çünkü her yiğidin gönlünde bir aslan yatar. Özellikle ibâdete başlarken ve ibâdet sırasında yapılan rabıtayı adetâ ibâdeti rabıta yapılan şahsa yapıyormuş şeklinde bir yanlış algılama rabıtayı sıkıntıya sokmuştur. Bir de rabıtayı bir kalbî sevgi gibi görmek yerine, özel bir ibâdet biçimi gibi görenler çıkmıştır.

    En güzel rabıta ne şekilde yapılır?

    Rabıta bir bağdır ve üç çeşidi vardır:

    1 - Tabiî rabıta: Kişinin evlâdı ve yakınlarına duyduğu sevgi bağı,

    2- Bayağı rabıta: Dünyevî şeylere duyulan ilgi,

    3- Mukaddes ve ulvî rabıta: Allah, Peygamber ve sâlih kullara salâhından dolayı duyulan sevgi. Rabıtanın bu derecesi makbul olan tasavvufî rabıtadır. Bunun da üç derecesi vardır:

    1- Mübtedîlerin rabıtası: "Kişi sevdiği ile beraberdir."( Buharı, Edeb, 96)

    "Herhangibir topluluğa benzemeye çahşan onlardandır."( Ebû Dâvud, Libas, 4)hadisleri gereği, mürşide huzurda iken gösterilen edebi, gıyabında da göstermek ve bu suretle şeyhin boyasına boyanmaya çalışmak. (Fena fi'ş-şeyh)

    2- Mutasavvıtların rabıtası: Hayatın her ânında Rasûlullah'ın huzurunda gibi hareket etmek, Hz. Peygamber(s.a.v)'in"üsve-i Hasene" olan ahlakıyla bütünleşmek. (Fena fi'r-Rasûl)

    3- Müntehilerin rabıtası: "Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir." (el-Hadid, 4)

     "Biz insanoğluna şahdamarmdan daha yakınız."( Kaf, 16)

    Âyetlerinin sırrını idrâk şeklindeki "râbıta-i huzûr"dur. (Fena fillâh) Bu sıraya göre yapılan, ilki şeyhinin suretini gözü önünde tahayyül etmek ve sonuncusu gönlü Allah ile birlikteliğe açmak şeklindeki rabıta, gerçek ve en güzel rabıtadır.

    "Peygamber dururken mürşide rabıta yapılmaz, biz Peygamber'e rabıta yapıyoruz" diyenler var. Bunların durumu nedir?

    Yukarıdaki soruda da belirttiğimiz gibi gerçek rabıta Peygamber'e ve Allah'a yapılan rabıtadır. Bir insan böyle bir rabıtayı kurabiliyorsa zâten o işin zor kısmını halletmiş demektir. Hattâ seyr u sülük sırasında dersi murakabelere çıkmış ve murâkabe-i ahadiyyet’te İhlâs sûresinin mânâsını, murâkabe-i maiyyette "Ner de olursanız olun, O sizinle beraberdir.”âyetinin anlamını,   murâkabe- i akrabiyyette    "Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız."( Kaf, 16)âyetinin tefsirini, murâkabe-i muhabbette "Allah onları, onlar da Allah'ı sever."(el-Mâide, 54)âyetinin mânâsını düşünen sâlikten rabıta düşer. Bu dereceye gelmiş birinin şeyhe rabıtada ısrarı şirk sayılır. Buradan rabıtanın amacının kişiyi tedricen bu duygulara yükseltmek olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca: "Biz Peygamber dururken başkasına rabıta yapmayız" diyenler bunu bu anlamda söylüyorlar ve buna muvaffak olabiliyorlarsa ne âlâ. Ama sadece bir şeyhe bağlanıp rabıta yapmak nefslerine ağır geliyor da söylüyorlarsa o zaman da durum farklı. Çünkü sevgisiz ve teslimiyyetsiz rabıta olmaz.

    Tasavvufla ilgili bir kitapta şöyle yazıyor: "Kişi namazı huşu ile kılamıyor, Allah'ın huzurunda olduğunu düşünemiyorsa, Peygamber Efendimiz’i düşünmeli; onu da beceremiyorsa şeyhini düşünmeli; sanki şeyhi onun önünde namaz kılıyormuş gibi düşünmeli ve utanarak namaz kılmalıdır." Kaynak olarak İhyâu ulûmi'd-din gösterilmekte. Namazda bir insanı düşünmek nasıl oluyor, izah eder misiniz?

    Alıntısını sunduğunuz bölümün kaynağını belirtmemişsiniz. İhyâ'nın kaynak gösterildiğine işaret etmişsiniz. Alıntıda yapılan sıralama bizim yukarıdan beri saydığımız tedricî ölçülere uygun düşmektedir. Çünkü hedef, huşu ile dîvân-ı ilâhîde durmaktır. Bu olmayınca gönlü Allah Rasûlü'ne rabtetmektir. İnsan kalbi değişkendir. Devamlı yeni şeyler düşünür ve havâtır kalbi işgal edebilir. Buna engel olmak için bir yoğunluk gerekiyor.

    Bunun için namazda olduğu bilincini diri tutacak araçlar bulmak gerekiyor, insanı en çok şoke edip ilgisini toplamaya yarayacak şey, çok sevdiği veya korktuğu şeylerle yüzyüze gelivermesidir. Namazda bir an şeyhi gözünün önünde canlanan kimse onun şok etkisiyle hâlinden ve gafletinden irkilip utanarak Allah'a yönelmeye çalışacaktır. Namazda kişinin şeyhini hatırlaması herhalde başka dünyalık şeyler hatırlamasından; işini, eşini, çoluk çocuğunu düşünmesinden daha iyidir. Namaza girerken veya namaz esnasında mahcûb bir eda ile şeyhini ve onun kendi önünde namaz kıldığını düşünmesi niye mahzurlu olsun. Çünkü zâten binbir türlü dünyalık insan zihninden eksik olmuyor.

    Âdâb kitabında rabıtayla ilgili bir yerde: "Şeyhinin suretini iki gözü arasında tahayyül etmek" şeklindeki bir ibare, dinleyenlerden birinin zihninde şöyle bir soru uyandırdı: "İnsanın alnı secde mahallidir. Allah'tan başkasını oraya yakıştırmak uygun olur mu?"

    "Şeyhinin suretini iki gözü arasında canlandırmak" ibaresinden kasdedilen, şeyhini gözünün önünde hayal etmektir. Hattâ şeyhiyle gözgöze geldiğini düşünmektir. Çünkü insanların birbirleriyle iletişimde en etkili organ gözdür. Modern psikolojide iletişimin konuşmadan çok, göz ve yüz ifadeleriyle anlatılan sessiz mesajlarla olduğu kabul edilmektedir. Sevgi ve şefkat dolu tebessümlü bakışların insanı ne kadar etkilediğini herkes bilir.

    Mürid yüzünü her zaman göremediği şeyhinin suretini gözünün önünde canlandırarak sevgi duygusunu canlı tutar. İnsanı alıcı yapan söylenen sözden çok ortamdır. Ortamı hazırlayan da bütün duyu organlarını kalbe yardımcı hâle getirecek bir yoğunlaşmadır. Eşrefoğlu'nun"Dil dudak deprenmeden sözden anlayan gelsin"   sözü, ortamın iletişimdeki etkisini gösteriyor. Yoksa şeyhin iki göz arasında hayal edilmesi, secde mahalli olanalna bir beşerin yerleştirilmesi demek değildir. İnsan olaya nasıl bakarsa öyle görür. Ona göre sonuçlar çıkarır. Bunlar genellikle rabıtanın şirk olduğunu isbâta soyunmuş kimselerin kasıtlı beyanlarının insanlarda bıraktıkları izlerdir.

    "Suret rabıtasında rabıta ettiren lâyık olmazsa rabıtanın hüsran ile neticeleneceği" söylenir. Hüsrandan maksad nedir?

    Âdâb adıyla terceme edilen el-Behcetü's-seniyye'de Mevlânâ Hâlid Bağdâdî'nin bir halîfesine yazdığı mektup suretinde bu konuya açıklık getirilmektedir: "Tarikatımızın muhakkıkları sarahaten beyan etmişlerdir ki, vücûdundan fânî olmayan bir kimseye rabıta etmek, rabıta edeni menzil-i maksûda ulaştırmaz. Bilakis onu içinden çıkamıyacağı vartalara düşürür. Bizim sizden beklediğimiz bizden selâm ve kelâmı kesmemenizdir. Mürüvvet ve vefakârlık göstermek ahdinizin gereğidir. Sık sık yanımıza gelin. Bu mümkün olmazsa bu fakîr-i kıtmîre yazılı olarak başvurun. Bizim ihvanımızdan öyleleri var ki, sizden çok daha fazla meşakkat çekmiş olmalarına, bizimle sohbet, bize tâbi olma ve hizmet cihetinden sizden çok daha önde bulunmalarına rağmen bizim işaretimiz olmayınca hareket etmezler. Bilesin ki bu tarikat, kendisini şeyh sananların oyuncağı değildir. Gözlerinin önünde suretiniz zahir olsa bile, müridlerinizin size rabıta etmelerine müsâade etmeyin. Zira bu işiniz, size iblisin tuzağıdır. Hiçbir kimseye de sizin halifeniz olduğunu söylemeyin. Çünkü bu hususta bizden izin almanız gerekir."

    Mektuptaki ifâdelerden daha yolun başında olduğu halde bazı yüksek görünen haller arız olan nakıs kimselerin kendilerine rabıta yaptırmaya kalkışmaları, hem kendilerini hem müridlerini tehlikeye düşüreceği anlaşılmaktadır. Henüz gerekli olgunluğa ermemiş ve irşâd liyâkati sabit olmayan müteşeyyihlerin rabıta yaptırmaları kendileri açısından bir benlik iddiası olacağından hüsran sebebi olur. Liyakatsizliği başkalarını da saptırmak suretiyle manevî hüsranına sebep olabilir. Çünkü rabıta ile mürid, şeyhinin suretini gözünün önünde tahayyül edecek. Henüz kendisi olgunlaşmamış nakıs birinin böyle düşünülmesinin ne tür bir tahribat yapabileceğini kestirmek zor değildir.

    Silsile inkıtaa uğrayıp mürşid yetişmeyince yıllar önce ölmüş kişiye rabıta yapılır mı? Yapılırsa silsileyi devreden çıkarıp doğrudan Hz. Peygamber (s.a.v)'e rabıta yapsak daha iyi olmaz mı?

    Rabıta, kâmil bir mürşidle kalbî bağ kurmak demektir. Bu bağın en kolay biçimde kurulmasını sağlayan elbetteki hayatta olan mürşiddir. Silsile ve rabıta zâten geçmiş mürşidlere ve Peygamberimiz'e doğrudan kalbî bağ kurmada acze düşüldüğü için tavsiye edilmiştir. Meşâyıh arasında ölmüş bir mürşid-i kâmile rabıta yapılabileceğini, önemli olanın rûhâniyet olduğunu ve bu rûhâniyetle irtibat kuran kimselerin bunu yapabileceğini söyleyenler vardır. Ancak yaygın olan görüş rabıtanın yaşayan bir mürşide yapılmasıdır. Ölmüş bir şeyh yerine doğrudan Hz. Peygamber (s.a.v)'e rabıta yapmak –eğeryapılabilirse- elbette daha iyidir.

    Teveccüh ne demektir?

    Teveccüh yöneliş demektir. Genelde Hakk'a yöneliş ve kalbî alâka için kullanılır. Müridin mürşidine bağlanıp yönelmesi anlamında kullanıldığı gibi, mürşidin müridini karşısına alıp ona nazar etmesi anlamında da kullanılır. Bu mânâdaki teveccüh için: "Allah’u Teâlâ benim sadrımı ne ile doldurdu ise, ben onu aynıyla Ebû Bekr'in sadrına ilkâ ettim." hadisi delil sayılmıştır.(. Mevsûa etrâfı'l-hadîs, XI, 156)

    Mürşidin nazar ve nefesiyle müridini etkileyip onu bir bakıma ruhî yükselişe hazırlaması, güneşe tutulan büyüteçlerin yoğunlaştırdığı güneş ışınlarının, temas ettiği maddeleri yakmasına benzer. Teveccüh daha çok Nakşbendîlikte kullanılan bir kavramdır. Teveccühün müridden mürşide doğru olanı "râbıta-i muhabbet" denilen şekildir. Mürid, mürşidinin rûhâniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince mürşidin rûhâniyeti onun bâtınında feyz tesiri gösterir. Bu feyz, beşerî zaaf ve sıfatları izâle ederek mürid, tedricen şeyhinin boyasına boyanır. Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbî beraberlik, şahsiyet transferi ve aynîleşmeyi doğurur.


Etiketler: Teveccüh ve Rabıta, Rabıta, Mekteb-i Derviş, Ebubekir Tanrıkulu | Mekteb-i Derviş

Benzer Konular