
ÜMMETİN ÇIKIŞ YOLU
ElhamdulillâhiRabbil âlemin VessalâtüvesselâmüalâRasûlinâ Muhammedin ve alââlihî ve eshâbihiecmeîn.
Aziz Kardeşlerim! Rabbimiz Kur’an’ında:
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿119 ﴾”Ey İman edenler Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun. Buyurmaktadır. (Tevbe Suresi,119)
Bugün dünyada bütün engellemelere rağmen, İslam’a doğru hızlı bir yöneliş vardır. Bunun sebebi, İslam’ın Hak din oluşu, Son din oluşu, gönüllere huzur ve güven vermesidir. Tabiri caizse son can simidi olmasıdır. Allah’u Zülcelâl din olarak islamı seçmiş, onu habibi Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)le tamamlamış, bütün beşeriyetin ins ve cinnin kurtuluşunu buna bağlamıştır. İnanan iman eden ve yaşayan kurtulur. Aksi takdirde mahvolur.
Ne yazık ki bugün bütün şer kuvvetler İslam’a ve onun mensubu Müslümanlara özellikle de milletimize devletimize saldırmakta,birliğimizi,dirliğimizi,kardeşliğimizi bozmak, kardeşi kardeşe düşürmek için oynamadığı oyun kalmamış içimizden de birçok gafil,hain,kanı bozuk,dini bozuk kriptolar da bulmuştur.
Cenab-ı Hak Kur’an’da:
اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠“Allah katında hak din şüphesiz İslam’dır.”(Âl-i İmrân Sûresi, ayet 19)
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٨٥ ﴾“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrânSûresi, ayet 85)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de: اَسْلِمُوا تَسْلِمُوا
“İslam’a teslim olun, kurtulun.” (Müslim ve şerhi c. 8, sh. 527, No: 61)
İnsanları Hak dine, kurtuluşa, dünyevi ve uhrevi saadete, Allah Resulü çağırıyor.
Kur’an-ı Kerim, Allah ve Resulünün çağırdığı her şeyde hayat olduğunu, diriliş ve kurtuluş olduğunu haber veriyor. Bunun için dünya ve ahiret saadeti isteyen her insan, Allah katında makbul din İslam’a girmek, Müslüman olmak zorundadır.
İslam’ın getirdiği hükümler, insanların dünyevi ve uhrevi mutluluğunu amaçlar. Dört ana amacı vardır. İman, amel, ahlak ve muamelat... İslam dini bütün insanlığa gönderilmiş son dindir. Barış, huzur, akıl, ilim ve kolaylık, edeb dinidir.
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s) Hazretleri buyurur: “Sûfî; Kur’ân-ı Kerîm’i bir eline, Sünnet-i Seniyye’yi diğer eline alan; bir gözüyle Cennetʼe, öbür gözüyle Cehennemʼe bakan; dünyayı alt tarafına, ahireti de üstüne dolayarak ihrama giren ve ikisinin arasından; ”Lebbeyk Allâhümme lebbeyk! Buyur Allah’ım! Emrine teslim ve hazırım!” diye Mevla’sına koşan kişidir.” (Attâr, Tezkire, sf. 202.)
Dünyadan ukbâya yolculuğumuzda en büyük rehberlerimiz; Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeʼdir. Hayat yolculuğunu rızâ-yı ilâhî hedefinden sapmadan tamamlayabilmek için, Kurʼân ve Sünnetʼin tâlimatlarına titizlikle uymamız zarûrîdir.
Kuran-ı Kerim’e karşı vazifelerimizde, şu üç hususa bilhassa dikkat etmemiz lâzımdır:
Birincisi; düzgün bir kıraatimizin olması. (Zira kıraat siz bir namaz olmaz.)
İkincisi; Kurʼânʼın bildirdiği hudutlara, emir ve nehiylere riâyet.
Üçüncüsü ise Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Zira Peygamber(s.a.v)in ahlakı Kur’andır.
Müʼmin, hayatının her safhasında kendisini Kur’an ölçüleriyle mîzân etmeli; “Allah benim bu hâlimden râzı mı?” sualinin tefekkürüyle, hâl ve davranışlarına istikâmet vermelidir.
Kur’an-ı Kerîmʼin en büyük tefsîri ise, 23 senelik nebevî hayatı ile Rasûlullah(s.a.v) Efendimizdir. Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmaktadır:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَآ اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ ﴿80﴾
“Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”(Nisa suresi, 80)
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ ﴿3﴾ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ ﴿4﴾
“O (Rasûl), hevâsına(nefsinin arzusuna) göre konuşmaz. O (bildirdikleri), vahyedilenden başkası değildir.”(en-Necm, 3-4)
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿193﴾
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿194﴾
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿195﴾
“(Rasûlüm!) Onu Rûhuʼl-Emîn (Cebrâil),uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, Senʼin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195)
Dolayısıyla Rasûlullah(s.a.v) Efendimizʼi tanımadan, Oʼnun gönül dokusundan hisse almadan, sünnetleriyle yaşamadan; ne Kurʼân-ı Kerîmʼi tam olarak idrâk edebiliriz, ne de kulluğumuz tam bir kulluk olur.Nede dostumuzu düşmanımızı tanıyabiliriz.
Müʼminin kemâle ermesi, ancak farzlara ilâveten sünnetlere de riâyet etmesi ve güzel ahlakla mümkündür. Zira Abdullah bin Deylemî(r.a) buyuruyor ki:
“…Dînin kaybolmasının başlangıcı, Sünnet’in terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lif lif çözülüp nihâyetinde kopması gibi, din de sünnetlerin bir bir terk edilmesiyle ortadan kalkar.”(Dârimî, Mukaddime, 16)
Dolayısıyla bugün ümmet-i Muhammed olarak, Peygamber Efendimizʼi ve dolayısıyla Sünnetʼi hafife alan, hattâ dışlayan “din projeleri”ne karşı son derece dikkatli ve uyanık olmalıyız. Zira sünnetleri gözden düşürmeye çalışan din âlimi etiketli bâzı din tahrifçilerinin, bir adım sonraki hedefinin farzlar olacağı muhakkaktır.
Dolayısıyla bu âhir zamanda sünnetlere daha bir gayretle sarılmamız elzemdir. Zira hadîs-i şerîflerde buyrulduğu üzere:
“Öyle bir zaman gelecek ki o vakit şu üç şeyden daha kıymetli bir şey olmayacak:
Helâl para, cân u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir Sünnet-i Seniyye.”(Heysemî, I, 172)
تَرَكْتُ فِيكُمْ اَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللّٰهِ وَسُنَّةَ رَسُولِ اللّٰهِ“Size iki şey bıraktım. Bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Resulünün sünnetidir.” (İ. Malik, Kütübü Sitte, c. 1, sh. 179, No: 1)
“Ümmetimden, hak üzerinde daima üstünlük arzedecek bir hakikat zümresi her zaman bulunacak, Allah’ın emri gelinceye kadar düşmanlardan zarar görmeyeceklerdir.” (Ebu Davud, Tirmizi, Müslim, et-Tac 5/313)
Kurʼân ve Sünnetʼin feyzinden uzaklaşıldıkça, kalplerdeki îman nûru zayıflar, -Allah korusun- bir mum ışığı gibi, küçük bir rüzgârla sönüverir.
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s)Hazretleri de bütün Hak dostları gibi, Sünnet-i Seniyye’yi büyük bir şevk ile îfâya gayret ederdi. Ondan zerre kadar tâviz vermezdi. Her hâlini Rasûlullah(s.a.v)Efendimiz’in hâliyle mîzân ederdi. Nitekim onun mühim nasihatlerinden biri de şöyledir:
“Kim Kur’ân-ı Kerîmʼin kıraatini ve zühd hayatını terk eder, cemaate devam etmez, cenâzelere katılmaz, hastaları ziyaret etmez de sûfî olduğunu iddiâ ederse, o ancak bir gâfildir..
Yani Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeʼnin feyz ve rûhâniyetinden uzak bir hayatta hayır yoktur. Bu nevî bir hayata dalmış olanların dillerinden tasavvufî hikmet ifâdeleri dökülse bile, onların peşinden gitmemek îcâb eder. Zira dilin kemiği yoktur. Papağan bile bazı sözleri ezberleyip söyleyebilir.
Bu hususta Hz. Ömer(r.a)ʼın şu hâli ne kadar hikmetlidir: Ashâb-ıkirâmdanZeyd bin Sâbit(r.a)anlatıyor: “HalîfeHz. Ömer(r.a)’in üzerinde bir elbise gördüm; on yedi tâne yaması vardı. Ağlayarak evime döndüm. Bir müddet sonra tekrar yola çıktım. Yine Hz. Ömer(r.a)’le karşılaştım. Omzuna bir su kırbası koymuş, insanların arasından yürüyüp gidiyordu. Ona hayretle: ”Ey Mü’minlerin Emîri!” dedim. Bana:”Sus, konuşma! Sebebini sana daha sonra anlatacağım!”buyurdu.Onunla birlikte yürüdüm. Yaşlı bir kadının evine girip suyu onun kaplarına boşalttı. Sonra birlikte Hz. Ömer(r.a)’in evine döndük. Ona niçin böyle yaptığını sordum. Şöyle buyurdu:”Sen gittikten sonra yanıma Rum ve Fars elçileri geldi. Bana;“Allah sana hayırlar, iyilikler versin ey Ömer! Bütün insanlar senin ilmin, fazîletin ve adâletin hususunda ittifak ettiler!” dediler.Onlar yanımdan çıkınca bana, kendimi beğenme duyguları geldi. Ben de hemen kalkıp nefsime o gördüğün şeyleri yaptım.” (Muhibbu’t-Taberî, er-Riyâdu’n-Nadra, II, 380)
Cenâb-ı Hak biz kullarını, Yüce Zâtʼına kulluk etmemiz için halketti. Gönülleri, nazargâh-ı ilâhîsi kıldı. Kalpleri, îman nûrunun yerleşip karar kıldığı yüce bir mekân eyledi. Yine kalbi -meşrû da olsa- fânî muhabbetlerin harmanı olsun diye yaratmadı. Hele de nefsânî ihtirasların ve süflî câzibelerin bir mezbeleliği olsun diye aslâ yaratmadı.
Bilâkis gönül tahtını, yalnızca Zât-ı İlâhîʼsine tahsis etmemiz için yarattı. Gönülleri, cemâlî esmâsının tecellî edeceği, mücellâ, pâk ve berrak bir ayna olması için halketti. Böylece kullarıyla “dost” olmayı murâd eyledi.
Bu dünyada Allah ile dost olan îmanlı gönülleri ise, son nefeste, kabirde, mahşerde, hesapta ve Sıratʼta da sahipsiz ve hâmîsiz bırakmayacağını müjdeledi. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿62﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿63﴾
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ ﴿64﴾
“Bilesiniz ki, Allâhʼın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.”(Yûnus, 62-64)
Hasan-ı Basrî(r.a) Hazretleri şöyle buyurur:
“Ey insanlar! «Kişi sevdiğiyle beraberdir.»hadîsini yanlış anlamayın! (Gücünüz nisbetinde) sâlihlerin amelini işlemedikçe, sâlihlerden olamazsınız. Zira yahudî ve hristiyanlar da kendilerince peygamberlerini sevdiklerini iddiâ ederler; fakat (hâl, ahlâk ve yaşayışları itibâriyle) onlarla değildirler.”(İhyâ, c. II, s. 402)
Velhâsıl Allâhʼınvelî kullarıyla beraber olmak ve gönüllerinde bir yer edinmek istiyorsak, Cenâb-ı Hakkʼınrâzı olacağı hâl, ahlâk ve vasıflara bürünerek hayatımızı o Hak dostlarının gösterdiği istikâmette tanzim etmeye çalışmamız zarurîdir.]
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s)Hazretleri buyurur: “Allâh’ınvelî kullarını sev, sevgini belli et ve kendini onlara sevdir ki, onlar da seni sevsinler. Allah Teâlâ her gün ve her gece evliyâsının kalbine yetmiş kez nazar eder. Ola ki bir velîsinin kalbinde senin ismine nazar eder de, seni sever ve günahlarını affeder.”(Abbâs, EbûYezîd, sf. 70; Sehlegî, en-Nûr, sf. 99, 115.)
Allâhʼın affına, rızâsına ve muhabbetine nâil olabilmek niyetiyle, Oʼnunvelî kullarına muhabbet duymak, büyük bir saâdet vesîlesidir. Lâkin;“Ben Allah dostlarını seviyorum.” demekle iş bitmez. Bu sevginin, hâl ve davranışlarla ispatlanması zarurîdir.
Hakkʼınvelî kullarına muhabbetin ilk şartı, onlara hürmet ve edep duygularıyla yaklaşmaktır. İkinci olarak da onların hâl ve davranışlarını, hayata bakış tarzlarını, helâl-haram hassâsiyetlerini, hak-bâtıl anlayışlarını, hayır-şer telâkkîlerini, şefkat, merhamet ve cömertliklerini, velhâsıl bütün hissiyat, fikriyat ve muâmelâtıyla şahsiyetlerini, imkân nisbetinde örnek almaktır.Kafirleri,münafıkları, islam düşmanlarını, fitne çıkaranları,devletin,milletin birliğini dirliğini bozanları,menfaatleri için dinini,vatanını peşkeş çekenleri asla sevemez destek olamaz.
Şeyh Sâdî(k.s)ʼnin buyurduğu gibi: “Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh’a şükret. Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı.Pâdişâha hizmet eden, ona minnet yükleyemez. Seni istihdâm ettiği için sen ona minnettâr ol.”
Dolayısıyla Cenâb-ı Hakkʼa şükredebilmek ve Oʼna kullukta bulunabilmek, müʼmin için en büyük nîmet, izzet, ve saâdettir.
Kulluktaki aşk, şevk ve heyecan noksanlığı ise; büyük bir îman zaafı, maddî-mânevî nîmetlere karşı nankörlük ve bir nifak alâmetidir. Nitekim âyet-i kerîmede münâfıklar ve gâfiller hakkında şöyle buyrulmaktadır:
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُوٓا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَآؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًاۘ ﴿142﴾
“Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.” (en-Nisâ, 142)
Bu itibarla müʼmin, Allah için olan bütün ibadetlerini, infaklarını, hizmet ve fedakârlıklarını, en ufak bir iç sıkıntısı duymadan, bilâkis şevk ve heyecanla, seve seve, canına minnet bilerek îfâ etmelidir ki Rabbinin muhabbet ve rızâsınanâil olsun.
Bize bir insan, çok kıymetli hediyeler getirse, fakat onları abus ve alık bir çehre ile gönülsüz ve isteksiz olarak verecek olsa; onu kabul etmek içimizden gelmez. Fakat cân u gönülden ve edeple takdim edilen en sade bir ikramı dahî, büyük bir huzurla kabul eder, verene muhabbet duyarız.
Kulun Rabbine arz ettiği duâ, kulluk ve ibadetler de bunun gibidir. Allah için yaptığımız amellerimizi ne kadar aşkla, şevkle, heyecanla îfâ edersek, onların ind-i ilâhîdeki kıymetleri de o derece yüksek olur.
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s) Hazretleri buyurur:“«Lâ ilâhe illâllah» sözü, Cennet’in anahtarıdır. Fakat şu bir gerçektir ki, dişleri olmayan anahtar kapıyı açmaz. Kelime-i tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır:
1) Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ve boş sözlerden arınmış bir dil.
2) Hîle ve desîselerden, günahların kasvetinden temizlenmiş bir kalp.
3) Haram ve şüpheli şeylerden korunmuş bir mide.
4) (Gurur, kibir, gösteriş gibi) nefsânî arzulardan ve bid’atlerden uzak amel-i sâlihler.”(Hânî, Hadâik, sf. 320.)
Rasûlullah(s.a.v)Efendimizbuyurur:“Kimin son sözü; «Lâ ilâhe illâllâh: Allah’tan başka ilâh yoktur.» olursa, o kişi Cennetʼe girer.”(EbûDâvûd, Cenâiz, 15-16/3116; Ahmed, V, 247)
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s) Hazretleri buyurur:“Hakkʼa eren, sırf hürmeti muhâfaza ettiği için ermiştir. Yolda kalan da, sırf hürmeti terk ettiği için geri kalmıştır.” ( Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Bâyezîd-i Bistâmî, sf. 187, TDV Yayınları, Ankara 1994.)
Mânevî terbiye yolculuğunda âdâbariâyet, maksada ulaşmanın ilk şartıdır. Cenâb-ı Hakkʼınrızâ ve muhabbetine vuslat da, Oʼnun emirlerini îfâ etmek kadar, bu emirleri “tâzîm li-emrillâh” düstûrunca, yüksek bir tâzîmile, yani edep ve hürmetle yerine getirmeye bağlıdır.
Allah için yapılan bütün ibadet ve hizmetleri, îman aşkıyla, muhabbetle, vecd ile îfâ etmek, son derece mühim bir kulluk edebidir. Zira Cenâb-ı Hakkʼın bizim ibadet ve hizmetlerimize ihtiyacı yoktur.
Nitekim bir kişi gelip:“Bana öyle bir şey öğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun!” dediğinde, Bâyezîd-i Bistâmî(k.s)Hazretleri ona şu nasihatte bulunmuştur:“Şu iki cümleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kâfîdir:
1-Hak Teâlâ sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve görür.
2- Allah Teâlâ’nın, senin ameline ihtiyacı yoktur. (Aksine senin O’na muhtaç olduğunun idrâki içinde, şükür duygularıyla sâlih ameller işlemeye bak!)”(Attâr, Tezkire, sf. 191.)
Velhâsıl Hak katında mühim olan; kulluk vazifelerimizin îfâsı kadar, onların îfâsı esnâsında sergileyeceğimiz kalbî durumumuzdur. Yani samimiyet, gayret, iştiyak ve hürmetimizin hangi seviyede olduğudur.
Enes bin Mâlik(r.a); “Amelde edep, onun kabûlüne işarettir.” buyurmuştur.
Hak dostları da;“İbadet, insanı Cennetʼe götürür. İbadette edep ve tâzîm ise kulu Allâh’a götürür, Hakk’a yaklaştırır.” demişlerdir.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿19﴾
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.”(el-Haşr, 19)
Nitekim günahlar da, Allah’tan gâfil kalındığı zaman işlenir. Hiç kimse besmele çekerek bir kardeşine çelme takamaz. Kalbi “Allah” diyen biri; kalplere diken batıramaz; bile bile kul hakkına giremez; haramlara dalamaz. Kâfirleri,zalimleri,katilleri,din,vatan,millet düşmanlarını sevemez destek olamaz.
Bâyezîd-i Bistâmî(k.s)Hazretleri de, bu istikâmet hâlini, nice kerametten üstün görmüştür. Nitekim kendisine bir gün: “Efendim, siz su üstünde yürüyormuşsunuz!” dediler. Hazret ise:“Bir çöp de su üstünde yüzer.” cevabını verdi. Havada uçuyormuşsunuz!” dediler. Kuş da havada uçar.” buyurdu.
“Bir gecede Kâbe’ye gidiyormuşsunuz!” dediler. Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan’dan Demâvend’e gidiyor.” buyurdu.
“Peki, o hâlde gönül erlerinin işi nedir?” diye suâledilince: “Allah Teâlâ’dan başkasına gönül bağlamamak! Karşılığını verdi. ”(Attâr, Tezkire, sf. 201; Serrâc, sf. 316; Abbâs, EbûYezîd, sf. 98.)
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ ﴿٧ ﴾ “Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a, onun emrini tutar dinini uygular yardım ederseniz, O da size yardım eder ve düşmanlarınıza karşı ayaklarınızı sabit kılar, sağlam bastırır.”(Muhammed suresi, 7)
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿20﴾
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin.(Kur’an nasihatlarını) dinlediğiniz halde, Peygamberin emirlerinden yüz çevirmeyin.” (Enfal suresi, 20)
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوٓا اَعْمَالَكُمْ ﴿33﴾
“Ey iman edenler! Allah’a iman edin. Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın” (Muhammed suresi,33)
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿31﴾ قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿32﴾
“(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah’a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân suresi, 31-32)
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَآءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿69﴾
“Kim, Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehitler, Salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa suresi, 69) وَمَآ اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ ﴿7﴾
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr suresi, 7)
Peygamber Efendimiz (s.a.v); “Şu üç haslet kimde bulunursa imanın tadını tatmıştır. Allah’ı ve Onun Resulünü herkesten ve her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini ancak Allah için sevmek. İman ettikten sonra ateşe atılmaktan nefret eder gibi küfre dönmekten nefret etmek.”(Buhari, Tecrid-i Sarih 16)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿19 ﴾Ayeti Kerimede: Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’nda onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr Suresi,19)
Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s) Hazretleri Diyor ki:
اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿62﴾
”Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur,Onlar üzülmeyecekler de.”(Yunus Suresi,62)
Mesnevî’sinde Hak dostlarının nasîhatlerine gönül verilmesi husûsunda şöyle îkazda bulunur:
“Allah; nebileri ve velîleri âlemlere rahmet olarak dünyaya göndermiştir. Bu yüzden halka bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip kabul etmeyenler için de; “Yâ Rabbi! Sen bunlara acı, rahmet kapısını bunlara kapatma!” diye yalvarırlar.
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ ﴿٧﴾ “”
“Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a, onun emrini tutar dinini uygular yardım ederseniz, O da size yardım eder ve düşmanlarınıza karşı ayaklarınızı sabit kılar, sağlam bastırır.” (Muhammed suresi, 7)
O halde, Müslümanların yeniden dirilişi, yeniden cihana hâkim oluşu ve kurtuluşu için tek yol vardır. O da İslam’a dönüştür. Allah’a ve Resulüne itaattir. Kendi öz değerlerine sahip çıkmaktır.
اَلْمُتَمَسِّكُ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى لَهُ اَجْرُ مِأَتِهِ شَهِيدٍ
“Ümmetimin fesada düştüğü bu zor zamanda, sünnetime sarılanlar için yüz şehit ecri vardır.” (Taberani, MuhtarulEhadis, sh. 151)
Fitne ve fesadın çığ gibi büyüdüğü, ahlaki değerlerin sarsıldığı, kardeşin kardeşle, insanın insanla kavgaya tutuştuğu bir zamanda, huzur arayan herkes Kur’an ve Sünnete sarılmak, Dinimize,devletimize,vatanımıza,bayrağımıza,birlik ve beraberliğimize sahip çıkmak zorundadır.
Kur’an ve Sünnete tam sarıldığımız zaman etrafımızda ne kadar kin, öfke ve zulüm varsa, hepsi birer birer eriyecek, her davranışımız sevgiye dönüşecektir.
Zira sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim,
Yolların en güzeli Resulullah (s.a.v)’in yolu onun sünneti seniyyesi,
İnsanların en güzeli de Kur’an ve sünnete sarılan birlik ve beraberlik içinde hayırda yarışanlardır. Efendimiz (s.a.v); “Kim benim sünnetimi yaşayarak diriltirse, beni sevmiş olur. Beni sevende cennette benimle beraberdir.” (Tirmizi, et-Tac, c. 1, sh. 47)
Ebubekir TANRIKULU Hoca
Kadiriyye-i Halisiyye-i Hayriyyenin
Hadimül Fukarası
Etiketler: Ümmetin Çıkış Yolu, ümmetin kurtuluşu, Ümmeti Muhammed, ümmet, ümmetin durumu, tasavvuf, Hz.Muhammed, Mekteb-i Derviş