Mekteb-i Derviş | İslam

YUSUF EL-HEMEDÂNÎ (K.S.) KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, SÖZLERİ, VEFATI

(D.M. Ağustos 1048 -H. 9 Sefer. 440. Hemedan. V.M. 5 Kasım 1140 -H. 22 Rebîülevvel 535. Herat-Merv)

Evliyânın büyüklerinden, Hocaların Hocası, Fıkıh, hadis âlimi, büyük mutasavvıf. İsmi, Ebû Yakup Yûsuf b. Eyüp b. Yûsuf b. Hüseyin b. Vehre el-Hemedânî el-Bûzencirdîdir. Künyesi Ebû Ya’kûb’dur. Allah dostlarından Ahmet Yesevi Hazretleri ve Abdulhalik-il Gücdevani Hazretlerinin hocasıdır. İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin sekizincisidir. Hace Yusuf Hemedani, Orta Asya ve Anadoludaki tasavvuf tarikatlarının oluşması ve gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır. Fakat gerek günümüz Türkiyesinde, gerek Orta Asya ülkelerinde, daha çok ondan sonraki mutasavvıflar tanınmış olmasına karşın, buralardaki tasavvufi düşüncenin temelini atan, Hace Ahmet Yesevi ve Hace Abdülhalık Gücdüvani gibi yesevilik ve hacegan-nakşibendiliğin öncüleri olan zatları yetiştiren onların şeyhi olan Hace Yusuf Hemedani hazretleridir. Yûsuf el-Hemedânî  (k.s.),  Türk dünyasının İslâmlaşmasını ve Anadolu’nun Türkleşmesini sağlayan Yesevîlik ile Nakşîliğin kolbaşıdır.  Yusuf Hemedaninin hayatı hakkında genelde klasik tasavvufi kaynaklarda ve biyografi eserlerinde birbirine yakın bilgileri görmekteyiz

Büyük âlim Yusuf Hemedani (K. S) ömrünü Kur’an, sünnet ve insanları doğru yola iletmek için harcadı. İmâm-ı A’zâm(r.a)'ın neslindendir. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara dogru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âlîyye” denilen büyük âlim ve velîlerin sekizincisidir. 

Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslâm merkezlerini dolaşarak halkı irşâda çalışmış, Tarihi kaynaklarda kaydedildidine göre devrin Selçuklu Sultanı Sencer, Yusuf Hemedani’ye bağlılığını her vesileyle göstermiştir. Dolayısıyla "Hocaların Hocası" olarak anılmaktadır.

DOĞDUĞU YER VE AİLESİ

1048 (H.440) senesinde Hemedan’da Sefer ayının ikinci pazartesi günü (miladi 1048 Ağustos) Büzenecird köyünde dünyaya gelmiştir. Büzenecird, Hemedan’dan yaklaşık 60 km uzaklıkta bir köydür.  1140 (H.535) de Herat’tan Merv’e giderken yolda vefat etti. 

EĞİTİMİ VE HOCALARI

Çocukluk yıllarını memleketinde geçirdi, daha fazla okumak, ilim ve irfanını artırmak maksadıyla, On sekiz yaşında 1067 yılında hilafet merkezi olan Bağdad’a gelip, Büyük âlimlerden fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm gibi İslâmî ilimleri tahsil etti. Zekâ ve liyâkati ile akranlarının önüne geçip hocalarının en gözde talebesi oldu. Bağdat’ta Şâfiî fakihi ve Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin müderrisi Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin ders halkasına katıldı. Hocası Ebû İshak eş Şirâzî, tamamen Şiî akımlara karşı Sünnîliği koruma amaçlı olarak inşa edilen Nizamiye Medresesi’nin ilk müderrisi olma özelliğine sahipti.

Şîrâzî’nin yanı sıra Ebû Ca‘fer Müslime, Abdüssamed b. Me’mûn, İbnü’l-Mühtedî-Billâh, Hatîb el-Bağdâdî, İbn Hezârmerd ve Ebü’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed İbnü’n-Nakkūr gibi âlimlerden ders aldı. Bağdat’ta kaç sene kaldığı ve buradan ne zaman ayrıldığı bilinmemektedir.

Fıkh îlmini Ebû İshâk-î Şîrâzî’den öğrendi. Yaşı küçük olmasına rağmen, Ebû İshâk kendisine husûsî ihtimâm gösterirdi. Bunun ve diğer fıkh âlimlerinin derslerine devâm etmekle, Hanefî mezhebinde fıkh ve münâzara alîmi oldu. 

Daha sonra İsfahan ve Semerkand’da, zamanın meşhûr hadîs alîmlerinden hadîs ilmini öğrendi.  İsfahan’da Hamd b. Velkîz’den, Buhara’da Ebü’l-Hattâb Muhammed b. İbrâhim et-Taberî’den ve Semerkant’ta Ahmed b. Muhammed b. Fazl el-Fârsî’den ders alıp hadis dinledi. Abdullâh-ı Cûveynî, Hasan Simnânî ve birçok büyük zât ile görüıüp, sohbet etti. Kendilerinden ilîm öğrendi. 

Yusuf Hemedani Hz. amelde Hanefi itikadda ise Maturidi’idi. Bağdat’da tahsil gördüğü için Şafi ve Eşari mezhebini de iyi bilirdi. Yusuf Hemedani Hazretleri çok cömert biriydi. Çizme imalatı ve çiftçilik yaparak geçimini sürerdi. 

Yaya olarak otuz yedi hac yaptı. Kur'ân-ı Kerîm'i sayısız defalar hatmetti. Gece namazlarında her rekâtta bir cüz okurdu. Tefsir, hadîs, kelâm ve fıkh ilminden yedi yüz cüz ezberindeydi. İki yüz on üç mürşîd-i kâmilden istifâde etti. Yedi bin kâfirin îmâna gelmesine sebeb oldu. Hızır aleyhisselâm ile çok sohbet etti.

İslâmî ilimlere dâir sayısız kitap ezberinde idi. Zamanındaki birçok meşâyıh ile tanışmış ve onların sohbetinde bulunmuştu. (Gucdüvânî, Makâmât, s. 40.)

Reşahât’ta kendisinden şöyle bahsedilir:“Hadis ilminde, bilhassa da sened hususunda derinleşti. Bir yandan ilim tahsiliyle uğraşırken bir yandan da müslümanlara vaaz ve nasihatte bulunur, irşad vazifesini îfâ ederdi. İnsanlar onun güzel nasihatleriyle huzur bulurdu.”( Reşahât, s. 40.)

Bağdat, Isfahan ve Semerkand’da birçok âlim, onun hadis derslerine devam etmiştir.( Câmî, Nefahât, s. 521.)

Yüzlerce talebesi vardı. Abdullah-i Berki, Ahmed Yesevi ve Abdülhâlık-ı Goncdüvani gibi büyük veliler yetiştirdi. Bir taraftan doğru din bilgilerini öğretmeye çalışır, insanlarla uğraşmaktan, onları yetiştirmek için çalışmaktan hiç sıkılmazdı. Diğer taraftan, ağrılara ve yaralara ilaç yaparak herkesin derdine deva bulmaya çalışırdı.

TASAVVUFA İNTİSABI

Zira Hemedani, çocukluktan itibaren fıkıh ve cedel ilmine ayrıca önem verirdi. O dönem, Bağdat’ta mezhepler arası fitnenin çoğaldığı, hanbeliler ve şafiiler arasındaki anlaşmazlıkların revaçte olduğu bir devirdir. Bu ise, ilmi tartışmalara meyilli olan ve ‘ilmu-l hilaf (fıkhi meselelerdeki tartışmalar) da mahir olan Yusuf Hemedani’yi de içine çekmiş ve zamanla bundan ciddi rahatsız olmaya başlamıştı. Bu durum onun, her şeyi bırakarak tasavvuf ilmine yönelmesinde önemli bir etken olduğu belirtilmektedir. Hemedani, Bağdat’ta fıkıh ve hadis ilminin yanında tasavvuf dersleri de almıştır. Özellikle meşhur fıkıh âlimi ve ‘El-Mühezzeb filmüzehheb’ ‘Et-Tenbîh fi’l-fıkh’ ve ‘Tabakâtü’l-fukahâ’ gibi birçok önemli eserin müellifi olan Ebu İshak Şirazi’den fıkıh, Hatib-i Bağdadi’den hadis dersleri almıştır.  (Kniş, Aleksandr. Musulmanski mistisizm. Moskova-St. Petersburg, 2004. 5 Ğijdüvani, A. Menakıb-ı Hace Yusuf Hemedani. Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi. Yazma eser, nr. 3001, vr. 14b-25b.Sem’ani, A., aynı eser. 7 Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed. Siyer-u a’lam enNubela, XX, 67. Dimeşk, 1987. 8 Zehebi, aynı eser, aynı yer.)

Fıkıh ve hilaf ilimlerinde ileri seviyede bir bilim adamı konumuna gelen, özellikle nazar ilminde akranlarını geride bırakan, şer’î ilimlerde büyük bir vukufiyet ve üstün başarı kazanan Yûsuf Hemedânî, hemen her şer’î ilimde derinliğe ulaştıktan, sûfiyâne mizacının da etkisiyle Bir müddet sonra, içinde bulunduğu fıkıh ve kelâm tartışmalarından sıkılıp zühd yoluna yöneldi. Şeyhi Ebû Ali Fârmedî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sohbet ve hizmetine kavuştu. Bu yönelişte muhtemelen sûfîmeşrep olduğu bilinen Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin de etkisi olmuştur. Onun sohbetinde yetişerek kemâle ulaştı. Binlerce putperestin Müslüman olmasına vesile oldu.

Ayrıca Selmân-ı Fârisî Hazretleri’nin asâsı ve sarığı da kendilerindeydi.(Gucdüvânî, Makâmât, s. 41-42.)

Orada sülûkünü yaptı ve genç yaşından itibaren elde ettiği marifetle kâmil imamlara ve âlimlere önder oldu. Binlerce kâmil insan onun sohbetine katıldı. Sem‘ânî’nin (v. 562/1166) el-Ensâb’da zikrettiğine göre sohbetine hiç kimseninkinde olmadığı kadar çok insan toplanırdı.(es-Sem‘ânî, Abdülkerim b. Muhammed, el-Ensâb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1998,  I/432.)

Tasavvuf yolunda üç ayrı şeyhten istifade etti. Bunlar Ebû Ali Fârmedî, Abdullah Cüveynî ve Hasan Simnânî’dir. Hem Fârmedî’den hem de Fârmedî’nin halifelerinden olan Simnânî’den istifade etmesi Hemedânî’nin Fârmedî’ye ait tasavvuf çeşmesinden beslenmiş olduğunu göstermektedir. .(Dara Şükuh, Sefînetü’l-Evliyâ, Kanpur, s. 35.)   

Nitekim Hemedânî,  halifesi Gucdevânî’ye kendi sülûkundan şu şekilde bahsetmektedir:

“Ey Abdulhâlik! Bilesin ki, Hak yolunun yolculuğu yani sülûk iki kısımdır: Sülûk-ı zâhir ve sülûk-ı bâtın. Sülûk-ı zâhir, daima ilâhî emir ve yasaklara riayet etmek, imkân ölçüsünde dinî esasları muhafaza etmek ve nefsin arzuların- dan kaçınmaktır. İkinci kısım olan sülûk-ı bâtın ise, kalbi temizlemeye çalışmak ve nefsânî kötü sıfatları yok etmek için gayret sarf et- mektir. Bâtın temizliği dedikleri işte budur. Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gerekir ki, kalp Hak Teâlâ’yı zikreder hâle gelsin. Bu zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın kalbine, Selmânı Fârisî(r.a.)’ye, ondan Caferi Sâdık’a, ondan Sultan Bâyezîd’e, ondan Şeyh Ebü’l-Hasan Harakânî’ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali Fârmedî et-Tûsî’ye ve ondan da bize ulaşmıştır.”

Yûsuf el-Hemedânî tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Merv’de bir tekke açarak irşad faaliyetine başladı. “Horasan kâbesi” denilen bu tekkeye sûfîlerin yanı sıra âlimler de devam ediyordu.

477/1084 yılında şeyhinin vefatından sonra Herat, Merv ve Rey şehirleri arasında mekik dokudu. Bu bölge halkı onu âdeta paylaşamaz olmuştu. Bu şehirlerden her birinde zikir ve sohbet halkaları kurdu. Özellikle Rey şehrindeki tekkesi, emsâli görülmedik bir cemaatle dolup taşardı.

Sürekli bu tekkede kalmayıp irşad için birçok şehre seyahat eden Hemedânî 506 (1112) yılında büyük vâiz ve sûfî unvanıyla tekrar Bağdat’a döndü. Daha önce ders okuduğu Nizâmiye Medresesi’ndeki vaazları halktan büyük bir ilgi gördü. 

515/1121 yılında bir ara tekrar Bağdat’a geldi. Bir yandan halka hadis naklederken, bir yandan da Nizamiye medresesinde fıkıh dersleri okuttu. Hemedânî’nin gerek hadis dersleri, gerekse Nizamiye medresesindeki fıkıh dersleriyle vaazları, halkın büyük bir ilgisine mazhar oldu. Kaynaklar, devrin pek çok âlim ve şeyhinin onun bu ders ve sohbetlerine katıldığını kaydetmektedir. Bağdad’da bulunduğu sırada hacc farizasını ifâ için Haremeyn’e giden Hemedânî, Medine’de bir süre mücavir olarak kaldı. Hac dönüşü Bağdad’a oradan da eski hizmet bölgesi olan Herat, Merv ve Rey şehirlerine geldi. 

Yûsuf el-Hemedânî tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra Merv’de bir tekke açarak irşad faaliyetine başladı. “Horasan kâbesi” denilen bu tekkeye sûfîlerin yanı sıra âlimler de devam ediyordu. Sürekli bu tekkede kalmayıp irşad için birçok şehre seyahat eden Hemedânî 506 (1112) yılında büyük vâiz ve sûfî unvanıyla tekrar Bağdat’a döndü. Daha önce ders okuduğu Nizâmiye Medresesi’ndeki vaazları halktan büyük bir ilgi gördü. 

Dinî emirlere son derece bağlı olan Yûsuf el-Hemedânî sahv ve temkini esas alan bir tasavvuf anlayışına sahipti. Keramete ve keramet göstermeye iltifat etmez, sekr ve vecdin tesiriyle zuhur eden ölçüsüz söz ve davranışları doğru bulmazdı. 

Nitekim Sevâniḥu’l-ʿuşşâḳ müellifi Ahmed el-Gazzâlî’nin bazı söz ve davranışlarını beğenmediği, “Eğer Hallâc mârifeti hakkıyla bilseydi ‘enelhak’ yerine ‘ene’t-türâb’ derdi” dediği bilinmektedir. “Bu devir geçer ve gerçek şeyhler âhirete göçerse selâmete ulaşmak için ne yapalım?” diye sorulduğunda, “Onların eserlerinden her gün sekiz varak okuyun” diye cevap vermiş, bu söz Ferîdüddin Attâr’ın Teẕkiretü’l-evliyâʾı kaleme almasına vesile olmuştur. 

Bâtınîler’le mücadele eden Selçuklu Hükümdarı Sultan Sencer’in Yûsuf el-Hemedânî’nin tekkesine 50.000 dinar göndermesi, bu dönemde diğer Sünnî âlim ve mutasavvıflar gibi onun da devlet tarafından desteklendiğini göstermektedir.

YETİŞTİRDİĞİ MEŞHUR ŞAHSİYETLER HALİFELERİ VE TALEBELERİ

Altmış yıldan fazla, insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu. Yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Hatta bazı kaynaklarda 213 muridine irşad izni verdiği rivayet edilmektedir. Pekçok kimsenin onun irşadları vesilesiyle hidayeti bulduğu zikredilmektedir. 

Yûsuf el-Hemedânî birçok mürid yetiştirmiştir. Meşhur şair Senâî, Radıyyüddin Ali Lala’nın babası Şeyh Saîd Lala ve Ebû Sâlih Abdullah et-Tabakī er-Rûmî onun önde gelen müridleri arasında zikredilir. Başlıca Halifeleri olan Abdullah Berkî, Hasan Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdulhâlık Gücdevânî (k.s.) onun açtığı çığırı asırlar boyu sürdürerek tasavvuf ışığını günümüze kadar taşımışlardır. 

Ahmed Yesevî’ye nisbet edilen, Yesevîyye tarikatı ve Abdulhâlık Gücdevânî’den itibaren ’Hacegân’ yolu ve sonraki ismi ile Nakşbendiyye tarikatı takipçisi milyonlarca mü’min Yusuf Hemedanî hazretlerinin himmet dairesindedir.

Daha hayatında Abdulhalık Gücdevânî ondan halîfelerini sormuş ve şu cevabı almıştı:“Benim halîfem Hoca Abdullah Berkî olacak, ondan sonra Hoca Hasan Antakî, ondan sonra da Ahmed Yesevî olacaktır. Hilâfet nevbeti Ahmed Yesevî’ye erişince, Türkistan Vilâyeti’ne sefer edecek ve halîfe sen olacaksın!’ Hakikaten de söylediği gibi olmuştur.

Hazret-i Şeyh’in dört halifesi vardır:

1-Hâce Abdullah Berkî(k.s)

2-Hâce Hasan Endâkî(k.s)

3-Hâce Ahmed Yesevî(k.s)

4-Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî.(k.s)

Abdullâh-î Berkî, Hasan-î Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik-i Gücdüvânî gibi büyük velîler yetiştirdi. Bunlardan Ahmed Yesevi, Türkistan tarafına göç edip, insanları irşâd ederek büyük hizmetlerde bulundu. Yûsuf-û Hemedânî, bütün dostlarına, talebesi Abdülhâlik-i Gücdüvânî’ye tâbi olmalarını söyledi. Kendisinden sonra, bu talebesi insanlara doğru yolu gösterdi.

Yusuf Hemedânî hazretleri bu esnada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berkî’nin hücresine gelmişti. Hoca Hasan Antakî, Ahmed Yesevî, Abdulhalık Gücdevânî ve daha başkaları hep orada hazırdılar. Müridler, Sultan Sencer’in nezrini bildirdiler;   11 Ramazan 504 (25 Mart 1110) Çarşamba günü Sultan Sencer Semerkand’da bulunan Kasım Cogî’ye bir mektup göndererek Şeyh Yusuf Hemedânî hakkında ta’zim ve tekrimlerini bildirir, tekkenin dervişleri için 50.000 atın gönderir ve “Rasûlullah (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm’ın yollarından ayrılmayan bu büyük Şeyh’in hayat tarzını bildirmelerini ve Şeyh’den kendisi için Fatiha niyaz etmelerini” ilâve ediyordu. 

Yusuf Hemedânî hazretleri bu esnada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berkî’nin hücresine gelmişti. Hoca Hasan Antakî, Ahmed Yesevî, Abdulhalık Gücdevânî ve daha başkaları hep orada hazırdılar. Müridler, Sultan Sencer’in nezrini bildirdiler; o da, onun işi için bir Fatiha okudu. Sonra Sencer’e gönderecek sehv ve hatâdan başka bir fiili olmadığını söyledi; dervişlerin ricası üzerine: “Şer’i Nebevî’ye uygun bizde ne gördünüzse yazınız!” dedi. Bu müsâdeye dayanarak, dervişler onun sîretini yazıp gönderdiler.

Yûsuf-û Hemedânî, önce Merv şehrinde bir müddet kalıp Herât’a gitti ve orada uzun zaman kaldı. Sonra, tekrar Merv’e gelip bir müddet daha kaldıktan sonra Herat’a döndü. Herat’tan Merv’e yaptığı son yolculuğu sırasında vefât etti. Kabri Merv şehrinde olup, ziyâret edilmektedir.

Bununla birlikte Evhadüddin Kirmani’den rivayet edildiğine göre talebeleri arasında, aşağıdaki adları belirtilen dördü meşhur olmuş ve sırasıyla bu çığırı yıllar boyu sürdürerek günümüze taşımışlardır. Onlardan ilki Hace Abdullah Barki ya da Barraki’dir. Aslen Harezmli olan bu zatla ilgili çok fazla bilgi bulunmamakla birlikte, Genellikle kaynaklarda onun Hemedani’nin ilk halifesi olduğundan bahsedilir Kabri Buhara’dadır

Hace Hasan Endaki. Hemedani ile değişik seferlerde beraber bulunan onun yakın talebelerinden ve ikinci halifesi olan Hace Hasan Hemedani’den sonra irşad faaliyetlerini memleketi Buhara’da devam ettirir. Hicri 552 (1157) senesinde aynı yerde vefat eder

Hemedani’nin üçüncü halifesi, Türkistan Piri olarak meşhur olan Yeseviliğin Pişvası Hace Ahmed Yesevidir. Ahmed Yesevi’nin halifeleri ‘Hace’ yerine ‘Ata’ lakabını kullanmışlardır. Bu yönüyle Hacegan ve nakşibendilerden ayrılırlar. Yesevi, bir süre faaliyetlerini Buhara’da sürdürür ve daha önce şeyhinin de işaret ettiği gibi vazifesini Hace Abdülhalik Gücdüvani’ye devrederek Yesi’ye döner ve vefatına kadar orada irşada devam eder

Ahmed Yesevi, hicri 562 (1166) yılında bugünkü Kazakistan’ın Seyrem kasabasında vefat eder. Kabri oradadır. Hace Abdülhalik Gücdüvani Yusuf Hemedani’nin en önemli talebelerinden biridir. 

Zira o, Hemedani tarafından temelleri atılan Hacegan düşüncesini, uygulamaya koymuş ve daha sonra dünyanın çeşitli mıntıkalarında farklı şekillerde günümüze kadar devam eden bu büyük tarikat geleneği Bahaüddin Nakşibend tarafından sürdürülmüştür. 

Miladi 1103 yılında Buhara’nın Gücdüvan kasabasında dünyaya gelen Hace Abdülhalik Gücdüvani’nin, aynı zamanda Hızırla (a.s) görüştüğü ve ondan dersler aldığı kabul edilmektedir. Gücdüvani’nin babası, aslen Malatyalı olan Abdülcemil Efendi Hızır’ın (a.s) işaretiyle ona Abdülhalik ismini vermiştir. Gücduvani’nin yanına gönderir. Nakşibendilik’te çok önemli yere sahip olan Hace Abdulhalik Gücdüvani, Hace Ahmed Sıddık, Hace Evliya-i Kebir ve Hace Arif Rivgeri gibi tasavvuf büyüklerini yetiştirmiştir. Aynı zamanda, kendisinden yaklaşık iki asır sonra gelen Bahaüddin Nakşibend’i de üveysilik yolu ile terbiye ettiğine inanılmaktadır

Hace Abdülhalik Gücdüvani, Yusuf Hemedani’nin hayatı ile ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Makamat-ı Yusuf Hemedani eserini telif eder. Hocası hakkındaki başka bir eseri de Risale-i Şeyh eş-Şuyuh Hace Yusuf Hemedanidir. İçerik olarak Makamat-ı Yusuf Hemedani’ye benzese de bu eserde daha farklı ve kapsamlı bilgiler verilmiştir. Hace AbdülhalikGücduvani 1179 yılında, doğup büyüdüğü Gücdüvan’da vefat etmiştir. Özbekistan’ın bağımsızlığından sonra tamirattan geçirilen türbe, günümüzde önemli ziyaret merkezlerindendir. 

Hace Abdülhalik Gücdüvani, bir defasında hocasının huzuruna gelir, sohbet esnasında talebelerinin gelecekleri ile ilgili bahisler açılır. Hemedani: “Bu dava’yı öncelikle bizden Hace Abdullah Barki devralacak, sonra Hasan, ondan sonra da Hace Ahmed Yesevi devam ettirecektir. Gün gelir Hace Ahmed ana vatanı Türkistan’a döner. Orada hizmetlerine devam eder. Buradaki işleri sana emanet edecektir”, der. Gerçekten de zamanı gelince Ahmed Yesevi Buharadaki dergâh’ı ve tüm talebeleri Gücdüvani’ye devrederek, kendisi irşad faaliyetini Yesi’de yaptırdığı zaviye ve medresede devam ettirir

Bunun dışında meşhur tarihçi İbn Asakirin de Merv’de iken Hemedani’den ders aldığı da kaynaklar da belirtilmektedir

HAKKINDA SÖYLENENLER

Ebû’l-fazI Sâfî bin Abdullah anlatıyor: Ben şeyhimiz Yusuf Hemedânî’nin Bağdad’da Nizamiye medresesindeki derslerine devam ederdim. Bir gün herkes kulak kesilip onu dinlerken topluluğun içinden İbnu’s-Sakka isimli bir fâkih ayağa kalkıp bazı sorular sordu. Onun sorularındaki mubâlâtsızlıktan rahatsız olan Yusuf Hemedânî: “Otur yerine, sana cevap vermeyeceğim, çünkü ben senin sözlerinden küfür kokusu duyuyorum. Korkarım ki sen İslâm’dan başka bir din üzere ölürsün.” dedi. İbnü’s-Sakka isimli bu sahte fâkih, sustu ve şaşkın şaşkın yerine oturdu.

Aradan bir müddet geçtikten sonra bir Bizans sefiri Bağdad’a geldi. İbnü’s-Sakka bu elçiyle buluşup bir süre onunla konuştu. Sonuçta Bizans elçisine: “Ben sizin dininize girmek istiyorum” dedi. Sefir de onu alıp beraberinde Rum diyarına; o günün Kostantınıyyesine götürdü. Orada Bizans imparatoruyla tanışan İbnü’s-Sakka sonuçta Hristiyan oldu. Hayatını Rum diyarında Hristiyanlar arasında geçiren İbnu’s-Sakka’yı Bağdad’dan gelen müslüman tüccarlar ölüm döşeğinde de ziyaret ettiler. Vaktiyle “hafız” olduğunu bildikleri İbnu’s-Sakka’ya “Hafızanda Kur’an’dan hiçbir şey kaldı mı?” diye sordular, o şu cevabı verdi:

“Hayır, sadece şu âyet kaldı: “Kâfirler vaktiyle niçin müslüman olmadıklarına çok hayıflanacaklar” (bk. el-Hicr, 15/2) Bir mürted için bundan daha güzel uyarı olabilir mi? Bu, Kur’an’ın lâfzıyla ve mânâsıyla mucize oluşunun bir delili değil de nedir?

Yûsuf-i Hemedânî hakkında uygunsuz seyler söyleyip, onu kötüleyen bir kimse vardi. Bu durum Yûsuf-i Hemedânî hazretlerine intikâl edince, üzüldü ve yakinda cezâsini görür buyurdu. Birkaç gün içinde o kimse, eşkiyâlar tarafından öldürüldü.

Bir defâ Yûsuf-i Hemedânî insanlara vâz ederken iki kimse gelip, “Sus! Yanlış seyler söylüyorsun” dediler. “Asıl siz susunuz. Size diri denmez!” buyurdu. O anda, o iki kişi orada ölüverdiler.

Necîbüddîn Şîrâzî isimli bir zât söyle anlatıyor:

Bir zamanlar velîlerin sözlerinden birkaç parça elime geçmisti. Mütâlaa ettim. Bana gâyet hos geldi. Bu sözü arastirdim. Kimin sözüdür, bundan baska eserleri var midir, bu zâtı bulayım da, önüne diz çökeyim dedim. Bir gece rüyâda, heybetli, vekarlı, ak sakallı, pek nûrânî bir zâtin evimize girdigini gördüm. Hemen abdesthâneye gitti. Abdest alacaktı. Beyaz bir kaftan giymişti. Kaftanın üzerinde iri hatla, altın suyu ile, Âyet-el-kürsî bastan ayaga kadar yazılmıştı. Ben onun arkasından gittim. Kaftanı çıkarıp bana verdi. Bu kaftanın altında ondan daha göz kamaştırıcı bir yeşil kaftan daha vardı. Bunda da, önceki gibi aynı hatla, altın yazıyla Âyet-el-kürsî yazılmıştı. Onu da bana verdi. “Ben abdest alıncaya kadar bunları tut!” buyurdu. Abdest aldi ve; “Bu iki kaftandan hangisini istersen sana vereyim.” buyurdu. Hangisini verirseniz, bence sevgilidir dedim. Yesil kaftani bana giydirdi. Beyazi da kendisi giydi. Sonra: “Beni bilir misin? Ben, o okudugun parçalarin müsannifiyim. Sen onu arzuluyordun... Ben Ebû Yâkûb Yûsuf-i Hemedânî'yim. Ona, yâni o okudugun yazılara Zînet-ül-Hayât adini verdim. Ayrica Menâzil-üs-Sâlikîn ve Menâzil-üs-Sâyirîn gibi sevilen eserlerim de vardır.” buyurdu. Uyanınca çok sevindim. Ona olan muhabbetim çok arttı.

Abdülkâdir Geylânî ile olan ilişkileri

Ibn-i Hacer-i Mekkî hazretlerinin Fetâvâ-i Hadîsiyye isimli eserinde anlatildigina göre, Ebû Saîd Abdullah, Ibn-üs-Sakkâ ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ilim ögrenmek için Bagdat’a geldiler. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri o zaman çok gençti. Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesinde vâz ettigini duymuslardi. Bunlar, onu ziyâret etmeye karar verdiler. 

Ibn-üs-Sakkâ;“Ona bir soru soracagim ki cevâbini veremeyecek.” dedi.

Ebû Saîd Abdullah; “Ben de bir soru soracagim. Bakalim cevap verebilecek mi?” dedi.

Küçük yasina ragmen büyük bir edeb timsâli olan Abdülkâdir-i Geylânî de “Allah korusun. Ben nasil soru sorarim. Sâdece huzûrunda beklerim, onu görmekle sereflenir, bereketlenirim” dedi.

Nihâyet Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin bulundugu yere vardilar. O anda orada yoktu. Bir saat kadar sonra geldi. 

Ibn-üs-Sakkâ’ya dönerek;“Yaziklar olsun sana, ey Ibn-üs-Sakkâ! Demek bana, cevâbini bilemeyecegim suâl soracaksin ha! Senin sormak istedigin suâl sudur. Cevâbi da söyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor.” buyurdu.

Sonra Ebû Saîd Abdullah’a dönerek; “Sen de bana bir suâl soracaksin ve bakacaksin ki, ben o suâlin cevâbini nasil verecegim. Senin sormaya niyet ettigin suâl sudur ve cevâbi da söyledir. Fakat sen de edebe riâyet etmedigin için, ömrün hüzün ile geçecek.” buyurdu.

Sonra Abdülkâdir-i Geylânî’ye döndü. Ona yaklasti ve“Ey Abdülkâdir! Bu edebinin güzelligi ile, Allahü teâlâyi ve Resûlü (s.a.v)´nü râzi ettin. Ben senin Bagdat’ta bir kürsîde oturdugunu, çok yüksek bilgiler anlattigini ve“Benim ayagim, bütün evliyânin boyunlari üzerindedir.” dedigini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki bütün evliyâyi, senin onlara olan yüksekligin karsisinda boyunlarini egmis hâlde olduklarini görüyor gibiyim.” buyurdu ve sonra gözden kayboldu. Kendisini bir daha göremediler.

Aradan uzun seneler geçti. Hakîkaten Abdülkâdir-i Geylânî yetisti. Zamâninda bulunan evliyânin en üstünü, bas tâci oldu. Öyle yüksek derece ve makamlara kavustu ki, insanlardan ve yüksek zâtlardan herkes gelerek, mübârek sohbetlerinden istifâde ederlerdi. Bir gün yüksek bir kürsîde oturuyor vâz ediyordu. 

Buyurdu ki:“Benim ayagim, bütün evliyânin boyunlari üzerindedir.” Zamâninda bulunan bütün evliyâ, onun kendilerinden çok yüksek oldugunu bilirler ve üstünlügü karsisinda boyunlari egri olurdu. Bunlar meydana çiktikça, Hâce Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin senelerce önce kerâmet olarak haber verdigi hâller anlasiliyordu.

ibnüs-Sakkâ’ya gelince, o Yûsuf-i Hemedânî ile aralarinda geçen o hâdiseden sonra, ser’î ilimlerle mesgûl oldu. Çok güzel konusurdu. Söhreti zamânin sultânina ulasti. O da bunu elçi olarak Bizans’a gönderdi. Hiristiyanlar buna çok alâka gösterdiler. Nihâyet, onlarin yalanlarina aldanarak hiristiyan oldu.

Bu hâdiseyi anlatan zât diyor ki:“Bir gün onu gördüm. Hastaydi. Ölmek üzereydi. Ben yüzünü kibleye döndürdüm. O baska tarafa çevirdi. Tekrar kibleye döndürdüm. O tekrar baska tarafa çevirdi ve böylece öldü.”

Ebû Saîd Abdullah da diyor ki: “Ben Sam’a geldim. Bâzi vazifelerde bulundum. Çesitli sikintilar ile hayâtim geçti. Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin, her üçümüz hakkinda da söyledigi aynen meydana geldi.”

El-Mesrevü’r-Revî kitâbinin sâhibi olan Cemâleddîn Muhammed bin Ebî Bekr el-Hadramî es-Safiî buyuruyor ki:“Bu menkibe, rivâyet edenlerin çoklugu sebebiyle lafizlari degisik olsa bile, mânâ yönünden tevâtür hâlini almis bir menkibedir. Allahü teâlânin evliyâsini inkâr etmeye cüret edenler, neûzü billâh, Ibn-üs-Sakkâ’nin durumuna düsmekten çok korkmalidir. Ilminin ve amelinin çok olmasina ragmen, Ibn-üs-Sakkâ’nin, sonunda böyle sonsuz bir felâkete düsmesinin sebebinin, evliyâ hakkinda edebsizlik yapmasi oldugu Behcet-ül-Musannife’de Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin menkibeleri anlatilirken zikredilmektedir.

Bu hadiseyi, Ibn-i Hacer-i Mekkî hazretleri Fetâvâ-i Hadîsiyye isimli eserinde, El-Mesrevü’r-Revî kitâbının sâhibi olan Cemâleddîn Muhammed bin Ebî Bekr el-Hadramî es-Safiîde:

“Bu menkibe, rivâyet edenlerin çokluğu sebebiyle lafızları değişik olsa bile, mânâ yönünden tevâtür hâlini almış bir menkıbedir. Allahü teâlânin evliyâsini inkâr etmeye cüret edenler, neûzü billâh, Ibn-üs-Sakkâ’nin durumuna düşmekten çok korkmalıdır. İlminin ve amelinin çok olmasına rağmen, Ibn-üs-Sakkâ’nin, sonunda böyle sonsuz bir felâkete düsmeşinin sebebinin, evliyâ hakkında edebsizlik yapması olduğu Behçet-ül-Musannife’de Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin menkıbeleri anlatılırken zikredilmektedir.

YUSUF EL-HEMEDANİ'NİN VEFATI

Hâce Yûsuf, ömrünün son yıllarını Horasan’ın iki büyük merkezi olan Merv ve Herat’ta geçirir. Kâh Herat’ta kâh Merv’de ikamet ederek vaaz ve nasihate devam edip bulunduğu yeri feyze gark eyler. Son seferinde Herat’tan Merv’e dönerken Bagşûr yakınlarındaki Bâmeîn kasabasında, 22 Rabî‘u’l-evvel 535 tarihinde (5 Kasım 1140) ahirete irtihâl eyler. Mübarek cesedlerini önce oraya defnederler. Ancak bir müddet sonra İbnü’n-Neccâr adında bir mürîdi kabrini Merv’e nakleder. Bugün mezarı, Türkmenistan sınırları içinde, Merv yakınlarındaki Bayram Ali denilen yerde olup “Hâce Yûsuf” adıyla ziyaretgâhtır.

Yûsuf Hemedânî vefât ederken geriye birçok mürîd, halife ve eser bırakmıştır. İbadet ve irşâd ile çok meşgul olduğundan telif ettiği sayfaları toplamaya bazen vakit ayıramamıştır. Buna rağmen bugün kendisine ait olduğu bilinen birçok eseri mevcuttur. 

YUSUF EL-HEMEDANİ'NİN VASİYETİ

Muharrem ayının 28’inci Perşembe günü idi. Yusuf-i Hemedânî hazretleri, öğle namazını kıldılar. Sırtlarını mihrâba dayayıp talebelerine; “Su ısıtın!” dediler. Talebeleri ağladılar. O sırada mübarek yüzünü Abdullah Barakî, Hasan Endakî, Ahmed Yesevî ve Abdülhâlik’a ve orada bulunan diğer dostlarına çevirip şöyle buyurdular:

-Biz, yerimize vekil olarak Hâce Abdullah Barakî’yi seçtik. Ona muhâlefet etmeyin. İrşâd postunda hilâfet sırası size gelince güzel ve mutlu yaşayın, talebelere yüksek sesle zikretmemelerini söyleyin. Sultan Sencer b. Melikşâh için yazılan âdâb ile ilgili hususları kendi müridlerimize de anlatın!.

Sonra mübârek yüzlerini Hâce Ahmed Yesevî’ye çevirip:-Fâtır, Yâsin ve Nâziât sûrelerini okuyun, dediler. Hatim sona erince dostlardan bir feryâd yükseldi. 

Sonra;-Hak teâlânın öyle kulları vardır ki, onların can verişini Allah’tan başka kimse bilmez, buyurup şu beyti okudular:“Senin diyârında âşıklar öyle can verirler ki/Oraya ölüm meleği aslâ sığmaz...”

Sonra mübareğin yüzünde bir değişiklik zuhûr etti. Hâce Abdullah Barakî diğer talebelere baktı ve “Siz çıkın” dedi. 

Sonra Hemedani hazretleri;-Beni bu eve defnedin, namazımı Mescid-i Câmi’de kılın, kızımı Seyyid Şerefüddin’in oğlu ile evlendirin! Buyurdular. Şeyh efendinin hanımı, kendisinden kırk gün önce vefât etmişti. Onu Çâkerdîzede defnetmişlerdi

Sonra şöyle buyurdular:-Beni Hâce Abdullah Barakî gasletsin, kabre de Hâce Hasan Endakî indirsin!..

O bunları söylerken Hızır, İlyâs, Abdâl, Gavs ve Kutub içeri girdiler. Bu erenlerin her biriyle vedâlaştılar. Sonra Hâce Hızır (aleyhisselam) elini uzatıp Hemedânî hazretlerine beyaz bir elma verdiler. O mübarek de elmayı koklayıp Gavs’a verdi. Gavs da koklayınca şeyhimiz;

-Ey dostlar! Namaza hazırlanın, Allahın kullarına şefkatli olun, buyurdular.

Vasiyeti bitince ruhunu teslim etti...(el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 40; Muhammed Ahmed Dernika, et-Tarîkatü’n-Nakşibendiyye ve A‘lâmuhâ, s. 171.)

Bugünkü Türkmenistan sınırları içinde kalan Merv şehrindeki bu türbe, Orta Asya ve İslam âlemindeki önemli ziyaretgâhlardan sayılır. 

YUSUF HEMEDANÎ HAZRETLERİNİN HİKMETLİ SÖZLERİNDEN

“Benlik kapısını kapat, hizmet ve sohbet kapısını aç!”( Ahmed Kâsânî, Âdâbu’s-Sâlikîn, İstanbul Ün. Ktp., FY, nr. 649, vr. 57b, 62a.)

“Her nefesi şuur ve idrâk içinde alıp verin (hûş der dem), yolda yürürken ayağınızın ucuna bakın (nazar ber kadem), beşerî sıfatlardan ilâhî sıfatlara ulaştıracak olan iç âlemdeki yolculuğa yönelin (sefer der vatan) ve halk içinde Hak ile olun (halvet der encümen)!”(Gücduvani, Makâmât, s. 45.)

“Meşâyıhın huzûrunda hem zâhiren hem de bâtınen edep, hürmet ve tâzîm ile oturun!” (Gucdüvânî, Makâmât, s. 45.)

Şeyh Yusuf el-Hemedani ni kıymetli sözleri onun üstün makamına delalet eder. Bu cümleleri sema üzerinedir,şunu söyledi: Sema,Hakkın kitabıdır;ondan gelen elçi ve onun ihsanıdır.Gönül açıklığının başlangıcı olup bu manada faydalıdır.Keşf kapıları onunla açılır,mana yolunda onunla müjdeler gelir.Sema ruhlara kuvvet,kalıplara gıda,kalplere hayat ve sırların devamını sağlar.Yüce Rab.semaı bazılarına zatının kutsallığını anlatmak için dinletir.Başka birilerine Yüce Rab olduğunu duyurmak için dinletir.Onlarla beraber dinleyen olur,dinleten olur.Sema,perdeleri yırtıp sırları açmaktır.Sema,gönüllerde çakan bir şimşektir;doğan bir güneştir.Ruhların da semaı vardır.Onların semaı,yakınlık ve huzur içinde kalplere mana seslerini iletmektir.Bu aleme geçenlerde nefis yoktur.Bu sebebten de kalp ile duyup sema alemindekileri dalgın va hayran görürsün.Zannedersin ki onlar,mana aleminin tutsaklarıdır.Derin korku içinde ser den geçmiş gibidirler..

Yüce Allah, çok üstün nurundan yetmiş bin mukarreb melek yarattı. Bunları, arş ile kürsi arasın da huzur kısmına yerleştirdi. Bunların elbiseleri yeşil suftan olupyüzleri dolunay gibidir. Sürekli vecd içinde şaşkın halde kendilerinden geçmişlerdir. Korkarak sarhoşlar gibi dolaşırlar. Yaratıldıkları andan beri, arşın bir sütunundan, kürsi nin bir sütunu arasında koşarak gidip gelirler ve çok şaşkındırlar.

Bunlar gök ehlinin sufileridir. İsrafil(a.s) bunların yöneticisi ve mürşidi dir. Cebrail(a.s) de onların sözcüsü ve başkanıdır. Yüce Rab ise onların yakını ve Sultanı dır. Yüce Allah tan onlara selam olsun.

YUSUF EL-HEMEDANİ'NİN ESERLERİ

Yusuf Hemedani daha çok irşad ve talebe yetiştirmekle meşgul olduğundan, fazla eser bırakmamıştır. Mevcut eserleri de küçük risaleler şeklindedir. Risalelerde esasen tevhid, akide, tasavvuf ve adapla ilgili konular dile getirilmiştir. 

1. Rütbetü’l-ḥayât. Bir sûfî gözüyle hayatın yorumunun yapıldığı, hayatın iman, İslâm ve ihsanla yaşamak şeklinde üç dereceye ayrıldığı bu Farsça eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut tek nüshası (Ayasofya, nr. 2910, vr. 257a-289b) Muhammed Emîn Riyâhî tarafından neşredilmiştir (Tahran 1362 hş./1983). Eser, Hayat Nedir adıyla Türkçe’ye çevrilip müellifin iki risâlesiyle birlikte yayımlanmıştır (trc. Necdet Tosun, İstanbul 1998).

Bugüne kadar elimize ulaşan en önemli risalesi Rütbetü’l Hayattır. Soru cevap şeklinde farsça yazılan bu eserde Hemedani, İslam akaidine ait sekiz soruya cevap verir. Onda: Hayat nedir? İman ve İslam arasında fark varmıdır? Kader, zikir ve fikirle ilgili verdiği cevaplar yer alır. 

İtikatta Matüridi ve fıkıhta Hanefi olan Hemedani, sorulara Kur’an ve Sünnet ışığında cevap verir. Eserin tek nüshası, İstanbul Süleymaniye kütüphanesinde bulunmaktadır. 

2. Risâle. Kâinatın insanın emrine ve hizmetine verildiğini anlatan Risale fi enne’l Kevne Musahharun li’l İnsan isimli küçük bir Arapça risâlenin bilinen tek nüshasının (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 853, vr. 209a-212b) tercümesi Hayat Nedir içinde (s. 99-101) basılmıştır.

3. Risâle. Tarikat âdâbına dair bu Farsça risâlenin (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Farsça, nr. 1028, vr. 13a-14b) tercümesi de Hayat Nedir içinde (s. 91-95) yer almaktadır.

4. Risâle. Tahran Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde bulunan (nr. 2114/18) tevhide dair Farsça risâle Celîl-i Misgernejâd tarafından neşredilmiştir (bk. bibl.).

5. Ṣafâvetü’t-tevḥîd li-taṣfiyeti’l-mürîd. “Sûfî mahlûk değildir” sözünün açıklamasını, sabır, sâlikin kalp temizliğine ulaşmasının yolları ve fenâ ba‘de’l-fenâ gibi konuları içerir. Bu eseri de Celîl-i Misgernejâd yayımlamıştır (bk. bibl.).

6. Kitâb-ı Keşf. Câmî’nin Nefeḥâtü’l-üns’ünde anılan bu eserde müellifin günah ve tövbe konusundaki görüşleri Şemseddin Muhammed-i Deylemî tarafından Risâle-i İṣfahân’da eleştirilmiş, Sümeyremî de ona karşı Redd-i Risâle-i İṣfahân’ı kaleme almıştır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Nâfiz Paşa, nr. 438) Kitâbü’l-Keşf ʿan menâzili’s-sâʾirîn adıyla kayıtlı olup baş tarafındaki eksiklik sebebiyle müellifi bilinmeyen yazmanın Kitâb-ı Keşf’in II. cildi olması muhtemeldir.

Müellifin kaynaklarda adı geçen Menâzilü’s-sâʾirîn, Menâzilü’s-sâlikîn, Vâridât adlı risâleleri günümüze ulaşmamıştır. Yûsuf el-Hemedânî’nin ahlâkını ve sözlerini ihtiva eden Maḳāmât-ı Yûsuf-i Hemedânî (Risâle-i Ṣâḥibiyye) adlı bir risâle (nşr. Saîd-i Nefîsî, Ferheng-i Îrân-zemîn, I/1, 1332 hş./1953, s. 70-101) Hemedânî’nin halifelerinden Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî’ye nisbet edilmektedir. Türkçe tercümesi Hayat Nedir içinde yayımlanmıştır (s. 37-50). (Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed. Siyer-u a’lam enNubela, XX, 68; İbnü’l Cevzi. Sıfatü’s Safve. Beyrut 1996, IV, 331. 38 Mevlana Abdurahman Cami, Nefahat, 510. 39 Zehebi, age., XX, 446. Hace Yusuf Hemedani. Rütbetü’l Hayat. Yazma eser, İstanbul Süleymaniye kütüphanesi, Ayasofya, nr. 2910, varak 257a-289b. Hace Muhammed Parsa. Faslu’l Hitab. Özbekistan Fenler Akademisi Biruni Şarkiyat Enstitüsü Yazma eserler kütüphanesi, nr. 1449. Safi, Reşahat, I, sy 13. 42 Köprülü kütüphanesi, F. A. Paşa, nr. 853. İstanbul. Millet kütüphanesi, Ali Emiri Farsi, nr. 1028. İstanbul. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 26, Temmuz–Aralık 2011 169 )

Sünnet’in ve Zühdün önemi anlatılan Risale der Ahlak ve Münacat isimli farsça risaleleri mevcuttur. Bunun dışında Menazilü’s Sairin, Menazilü’s Salikin, Safvetü-t Tevhid li Tasfiyeti-l Murid ve Varidat gibi küçük risaleleri olduğundan bahsedilmektedir. 

BİBLİYOGRAFYA
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.135. Hadâik-ul-Verdiyye; s.106.Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), I, 412.Abdülhâliḳ-i Gucdüvânî, Risâle-i Ṣâḥibiyye (nşr. Saîd-i Nefîsî, Ferheng-i Îrân-zemîn, I/1 içinde), Tahran 1332 hş./1953, s. 70-101.İbnü’l-Cevzî, Ṣıfatü’ṣ-ṣafve (nşr. Abdurrahman el-Lâdikî – Hayât Şîhâ el-Lâdikî), Beyrut 1996, IV, 331.Ferîdüddin Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâʾ (nşr. Muhammed İsti‘lâmî), Tahran 1374 hş., s. 8.Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XX, 66-68, 446.Abdurrahman-ı Câmî, Nefeḥâtü’l-üns (nşr. Mahmûd Âbidî), Tahran 1375 hş./1996, s. 380-382, 417, 487, 510-511, 874.Devletşâh, Teẕkiretü’ş-şuʿarâʾ (nşr. Muhammed Abbâsî), Tahran 1337 hş., s. 107.Ali Şîr Nevâî, Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l-fütüvve (haz. Kemal Eraslan), İstanbul 1979, s. 230-232.Fahreddin Safî, Reşeḥât-ı ʿAynü’l-ḥayât (nşr. Ali Asgar Muîniyân), Tahran 2536/1977, I, 13-14.Zeynelâbidîn-i Şirvânî, Riyâżü’s-siyâḥa (nşr. Asgar Hâmidî), Tahran 1341, s. 506-507.Nefîsî, Târîḫ-i Naẓm u Nes̱r, s. 718.Ma‘sûm Ali Şah, Ṭarâʾiḳ, II, 553.Münzevî, Fihrist, II, 1169.Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, İstanbul 2002, s. 38-51.Ahmed Ateş, “Kastamonu Genel Kitaplığında Bulunan Bazı Mühim Arapça ve Farsça Yazmalar”, Oriens, V (1952), s. 39-42.Ebû Ca‘fer M. Kâtib Sümeyremî, “Şerâyiṭ-i Mürîdî”, Ferheng-i Îrân-zemîn, XIV/1-4 (1345-46/1966-67), s. 321-328.W. Madelung, “Yūsuf al-Hamadānī and the Naqšbandiyya”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 5-6, Venezia 1987-88, s. 499-509.P. Ballanfat, “Théorie des organes spirituels chez Yûsuf Hamadânî”, St.I, LXXXVII/2 (1998), s. 35-66.Celîl-i Misgernejâd, “Ḫâce Ebû Yaʿḳūb-i Hemedânî ve Risâle-i der Beyân-ı Tevḥîd”, Maʿârif, XVII/2, Tahran 1379 hş./2000, s. 90-96.a.mlf., “Ṣafâvetü’t-tevḥîd li-taṣfiyeti’l-mürîd der Beyân-ı eṣ-ṣûfî ġayrü maḫlûḳ”, a.e., XVIII/2 (1380 hş./2001), s. 153-168.Hamid Algar, “Abū Yaʿḳūb Hamadānī”, EIr., I, 395-396.Nâsır Güzeşte, “Ebû Yaʿḳūb-i Hemedânî”, DMBİ, VI, 430-432. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baski); s.1164.El-A’lâm; c.8, s.220.Sezerât üz-Zeheb; c.4, s.110.Câmiû Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.289.Kalâid-ül-Cevâhir; s.110.Hadîkat-ül-Evliyâ; s.14.İrgâm-ül-Merîd; s.48.Behçet-üs-Seniyye; s.11.Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.232.İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.367.Makâmât-i Yûsuf Hemedânî; Süleymâniye Kütüphânesi, İbrâhim Efendi Kısmı, No: 430.Gücdüvani, Abdülhalık. Menakıb-ı Hace Yusuf Hemedani. Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi. Yazma eser, nr. 3001, vr. 14b-25b. Hace Muhammed Parsa. Faslu’l Hitab. Özbekistan Fenler Akademisi Biruni Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi. Yazma eser, nr. 1449. Hace Yusuf Hemadani. Risale der Adab’ı Tarikat. Yazma eser. Millet kütüphanesi, Ali Emiri Farsi, nr. 1028. İstanbul. Hace Yusuf Hemadani. Risale der Ahlak ve Münacat. Yazma eser. Sipahsalar kütüphanesi, nr. 1797, vr. 42a-45b. İran. Hace Yusuf Hemadani. Risale fi enne’l Kevne Musahharun li’l İnsan. Yazma eser. Köprülü kütüphanesi, F. A. Paşa, nr. 853. İstanbul. Hace Yusuf Hemedani. Rütbetü’l Hayat. Yazma eser, İstanbul Süleymaniye kütüphanesi, Ayasofya, nr. 2910, varak 257a-289b. Haririzade Kemaleddin. Tibyanu vesaili’l hakaik fi beyani selasili’t taraik. Yazma eser. İstanbul Süleymaniye kütüphanesi, Ibrahim Efendi, nr. 432. İstanbul. Hasani, Mahmud. Hace-i Cihan Hace AbdülhalıkGücjdüvani. Taşkent Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 26, Temmuz–Aralık 2011 173 1994. Hayati Bice. Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi. İnsan yayınları. İstanbul 2011. Hirevi, A. Tabakat es-sufiyye. Tehran 1341. Hismatulin A. Sufizm v Sentral'noy Azii. (Orta Asyada Tasavvuf), St. Petersburg 2001. İbn Hallikan. Vefayat el-a'yan. Beyrut 1977. Kniş, Aleksandr. Musulmanski mistisizm. Moskova-St. Petersburg 2004. Lahuri. Hazinetü-l Asfiya. Tarihsiz. Lamii. Terceme-i Nafahat el-Üns. İstanbul, tarihsiz. Necdet Tosun. Bahaeddin Nakşbend. İnsan yayınları. İstanbul 2002. Nevai, Ali Şir. Nesayim’ül - Mahabbe min Şemayimi’l - Fütüvve. Ankara 1996. Sem’ani, Abdülkerim, Kitab el-Ensab. Beyrut 1988.

Etiketler: Yusuf El-Hemedani Kimdir? Hayati, Eserleri, Sözleri, Vefatı | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular