Mekteb-i Derviş | İslam

    DÜNYA'DA SELEFÎLİK

    SELEFÎLİK HANGİ ÜLKELERDE YAYGIN?

    Selefiyye günümüze kadar az çok taraftar bulmuştur. Genellikle fıkıhta Hanbelî olanlar En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Küveyt ve Körfez ülkeleridir.

    Günümüz Selefileri, ashaba uyduklarını söyleyip her türlü zalimliğe kılıf uydurmaktadır. Dolayısıyla sözlük anlamıyla bilinen Selefilik anlayışı ve akideyle alakaları yoktur. Bu IŞİD gibi sadece kılıftır.

    Suud selefiliğine baktığımızda da 2 ana çizginin olduğunu görüyoruz. Birincisi Bin Baaz’ın temsil ettiği resmi çizgidir. Bunlar hükümetle hemen her konuda aynıdırlar. Hükümetin ürettiği tüm politikaları onaylar durumdadırlar. Diğer çizgi ise Alvani çizgisidir. Nasruddin Alvani çizgisi daha sivil diyebileceğimiz bir çizgidir. Suudi Arabistan’da ciddi anlamda takipçileri var. Bunlar siyasetle pek ilgilenmiyorlar. Bireysel ibadetler gibi konulara daha fazla ilgi duyuyorlar.

    Mısır’da da selefilik denince Nur Partisi akla gelir. Nur Partisi seçimlere katıldı. Arap baharı diye isimlendirilen halk ayaklanmalarına en hazırlıksız yakalanan grup bence selefilerdir. Çünkü önceden sahip oldukları düşünceler ile şuan ki düşüncelerini çok iyi özümseyip örtüştüremediler. Bugün Mısır’da selefilerin büyük bir çoğunluğu darbe karşıtıdır ve Mursi’nin yanındadır. Ama bazı Suud’a yakın selefiler de darbeyi destekliyor.

    Cihadi selefilik ise Elkaide merkezli silahlı mücadeleyi savunur. Mısır’da silahlı mücadele yapan silahlı gruplar vardı Halit El-İslambuli’nin içinde bulunduğu cemaati İslami ve Tekfir Velhicce örgütleri en önemli örneklerdir.

    Bugünkü Selefilik başlı başına siyasi bir harekettir. Günümüz itibariyle selefilik çok daha fazla siyasi bir anlamı ifade ediyor. 

    Teorik selefilik dediğimiz Suud’un başını çektiği bu selefi anlayışın bazı açmazları var.

    Birincisi son derece şekilcidir. Kılık kıyafet sakalın uzunluğu vs. son derece şekilcidir. 

    İkincisi mensuplarına dar bir bakış açısı vermektedir. Ve mensuplarını kendisi politik olmakla birlikte kendilerine tabi olan kitleleri depolitik yapmaktadır. Bu da ümmetin çıkarlarını değil kralın çıkarlarını önceleyen ama İslam ümmetinin maslahatını kesinlikle görmezden gelen bir anlayışa sevk etmektedir. İşte bunun pratik örneği Mısır’dır. Suud krallığı Mısır’da darbecileri destekleyip binlerce Müslümanın katledilmesine göz yummuş hatta teşvik etmiştir.  

    Ayrıca bu selefilik ayrıntılarla sürekli ümmetin kafasını meşgul etmeye çalışmaktadır. Pantolonun paçasının kısalığından namazların rükunlarına kadar uzun uzun tartışmalara girmeyi yeğlerler. Çünkü böylece ümmetin asıl önündeki sorunları konuşmayı, görmeyi ötelemiş olurlar. İşte bu başka bir kötü akıma kapı açmaktadır. Bu kötü niyetli akımın adı tekfirciliktir. Tekfircilik böylesi bir dar bir zihniyet şekillere takılan ayrıntılara takılan ümmetin maslahatını düşünmeyen bir anlayıştan beslenen gayrı İslami bir anlayışın apaçık bir adıdır. Bu yönüyle selefilikten beslenmektedir. Tekfircilik selefiliğin bozulmuş ya da uç bir noktası değil başlı başına İslamla alakası olmayan İslam dışında üretilmiş bir akım olarak farklı farklı ekollerin içerisinde de tekfirci eğilimler, akımlar çıkabilir. Ama tekfircilik İslami ekollerle alakası olamayan bir akımdır.

    Cihadi selefiliğin seyrinde en önemli nokta kurtuluş savaşları dediğimiz süreçlerden yani Libya’daki Ömer Muhtar’ın hareketinden Cezayir kurtuluş savaşına kadar 20.yüzyılda ümmetin gerçekleştirmiş olduğu kurtuluş savaşı hareketlerinden selefi hareket 1979 daki Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgal edilmesiyle başlayan  o süreçte tarihin akışına müdahil olmuştur. Ve orada ümmetin gençlerini tek bir hedefte tek bir amaca yöneltme konusunda başarı ortaya koymuşlardır.

    Bugün küresel cihadi anlayış dediğimiz anlayışın temelleri 1979’da Afgan-Rus savaşında atılmıştır. İkinci büyük kırılma ise dönüm noktası diyebileceğimiz şey 11 Eylül saldırılarıdır. 11 Eylül saldırıları, doğrusuyla yanlışıyla İslam ümmetinin içerisinden bazı gençlerin kendilerini feda etmesiyle Batıya karşı bir meydan okumanın sadece bir parçasıdır. Bu sebeple İslam tarihi açısından bir DÖNÜM noktası değildir ama önemli bir noktadır.  

    Emniyet İstihbarat Dairesi’nin ‘gizli’ Türk selefiler raporunda çarpıcı bilgiler yer alıyor. MİT verilerine dayanarak hazırlanan rapora göre Nisan 2011'den beri Irak ve Suriye’ye 2750 Türk selefinin gidip geldiği, halen bölgede 1211 kişinin bulunduğu, bunlardan 749’unun IŞİD, 136’sının ise Nusra Cephesi’nde (NC) olduğu, bugüne kadar 457 Türk’ün bölgede öldüğü anlatıldı.

    Selefilerin Türkiye’deki tabanlarının 10 bin-20 bini bulduğu, Tunus, Suudi Arabistan ve Ürdün’deki seviyeye çıktığı tehlikesine dikkat çekilen raporda, “Bu, ülkemiz açısından bir tehdit niteliği taşımaktadır” denildi.

    Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nın 50 ilin istihbarat şubesine gönderdiği 21 Eylül 2015 tarihli gizli yazı, MİT’in bilgi notuna dayanıyor. Yazıda, Türkiye’de, “radikal selefi/tekfiri ideolojiye müzahir kitlenin 10 bin-20 bin civarında olduğu” ifade edildi. Selefilerin sık sık birbirlerini “tekfir etmesi” ve hizipleşme nedeniyle tek çatı altında toplanamadıkları, bağımsız gruplar halinde var oldukları ifade edildi.

    Grupların yanı sıra; ailevi, sosyal şartlar ve internetteki propaganda nedeniyle münferiden radikalleşen ve çatışma bölgelerine gidenlerin de olduğu anlatıldı. Türkiye’den gidenlerin sayısının Tunus, Suudi Arabistan ve Ürdün seviyesinde olduğuna dikkat çekilen raporda, “Bu, ülkemiz açısından bir tehdit niteliği taşımaktadır. Söz konusu grupların kısa vadede kollektif bir şekilde hareket edememesi bir avantaj teşkil etmektedir” denildi. 

    İslâm dünyasının "püsküllü bela"sı: Neo-Selefîler

    Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, "devrim" olarak adlandırılmıştı. Şimdi, Selefilik, sadece İslam dünyasında değil, Balkanlar, Türki Cumhuriyetler, Afrika ve Avrupa"da deyim yerindeyse "ışık hızıyla" yayılıyor.

    ARAP BAHARI "DEVRİM"LERİNDEN, SELEFİ "KARŞI-DEVRİM"LERE...

    "Karşı-devrim" hareketinin önünde, eski ve yeni yerli aktörler, gerisinde ise sömürgeci ülkeler var. Eski aktörler, diktatörlüklerin artığı, "her türlü kullanıma elverişli" tipler: Özellikle de kaos ortamını fırsat bilerek, "Arap baharı" yaşayan ülkeleri istikrarsızlaştırmak, yönetilemez hale getirmek isteyen ve güçlerini yitirmek istemeyen aktörler bunlar. Daha çok sol-seküler çevreler.

    Ülkelerinin geleceğini değil, kendi geleceklerini düşünen, imtiyazlarını kaybetmek istemeyen, o yüzden de kaos ortamından en çok nemalanan sömürgecilerin kapıkulları.

    SELEFÎLİK DEĞİL SELEFSİZLİK: YENİ-HÂRİCÎLER

    Bir de yeni aktörler var: Selefiler. Selefiler, bütün "Arap baharı" ülkelerinde pıtrak gibi bitmeye başladı ve hızla hortlatıldı bir kaç yıl içinde... Selefiler, Suudların ihracı. Ama Selefilerin arkasındaki gerçek güç, İngilizler.

    Selefiler, "Arap baharı" yaşayan ülkelerde -kelimenin tam anlamıyla- terör havası estiriyorlar. Selefilerin hedef tahtasına yatırdıkları yegâne "güç", Osmanlı kültür varlığı: Osmanlı eserlerini birer birer havaya uçuruyorlar her yerde!

    Önce şunu söylemem gerekiyor: İslâm dünyasının, önümüzdeki süreçte başbelası hatta "püsküllü belâ"sı, öncelikle, Selefiler olacak.

    Sadece "Arap baharı" yaşayan Arap ülkelerinde değil, Balkanlardan Kafkaslara, Türkî cumhuriyetlerden Afrika"ya ve Arap coğrafyasına kadar her yerde Selefiler, tarihte olmadığı ve gözlenmediği kadar hem Müslüman toplumları büyük istikrarsızlıkların eşiğine sürükleyecek hem de sömürgecilerin eski sömürgesi olan ülkelerdeki güçlerini tahkim etmelerine inanılmaz katkılarda bulunacak!

    YENİ HAÇLI SALDIRISI DIŞARIDAN DEĞİL "İÇERİDEN"

    Neo-selefilik, selefsizlik demek. Selef "biz"iz. Düz mantıkla bütün İslam medeniyetinin kurucu şahsiyetlerini ve şehirlerini havaya uçuruyorlar!

    Bunu ancak Haçlı savaşları sırasında Avrupalılar yapmışlardı sadece. İslam"ın ruhunu yok eden, köklerini kurutan, izlerini silen bir haricî mantığı, İslam tarihinin hiç bir döneminde görülmemiştir. Bu, İslam"ın İslam"la vurulması projesinin sonucu.

    Tam da bütün dinlerin, köklerinin kazındığı, fosilleştirildiği ve sadece İslam"ın diriliğini koruyabildiği, insanlığın İslam"a en fazla ihtiyaç duyduğu bir zaman diliminde, Selefilerin önünün açılması, İslam"ın tarih sahnesine çıkışının bu kez içeriden oluşturulan serseri mayınlarla ve mayın tarlalarında vurulması projesinin bir sonucu.

    EŞ"ÂRÎLİK VE MÂTURÎDÎLİĞİN BİTİRİLMESİ VE ŞİA"NIN ÖNE SÜRÜLMESİ

    İslâm dünyasını bekleyen iki büyük tehlike var: Şia"nın etki ve nüfuz alanının alabildiğine genişletilmesi ve Selefilerin önünün açılması.

    Burada ana hedef: Sünnî omurganın çökertilmesi ve makro ölçekte İslâm dünyasının, mikro ölçekte ise Müslüman toplumların tam ortadan ikiye yarılması, Müslüman toplumların birbirine düşürülmesi ve böylelikle İslâm"ın yürüyüşünün durdurulması!

Lübnan"da, Irak"ta, Körfez ülkelerinde "terör havası estiren" Şia"nın ve Libya, Tunus, Cezayir gibi ülkelerle, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Türkî cumhuriyetlerde Selefilerin önünün açılmasının özel hedefi ise, Türkiye"nin yürüyüşünün durdurulması ve vurulması.

    Özetle: İslâm dünyasının omurgasını oluşturan Ehl-i Sünnet omurganın iki ana bileşeni Eş"arilik ile Maturidiliğe büyük darbe indirilmesi...

    ŞİA"NIN VE SELEFÎ DALGANIN PANZEHİRİ: TASAVVUFÎ HAREKETLER

    Gerek Şia, gerekse Selefilik üzerinden gerçekleştirilen küresel saldırının tek panzehiri, tasavvufî hareketlerdir.

    Tasavvufî hareketler, İslâm dünyasında, özellikle de Balkanlarda, Kafkaslarda ve Türkî cumhuriyetlerde Ehl-i Sünnet omurga"nın korunmasının ve yeniden-kurulmasının tek kaynağı, İslâm dünyasının parçalanması önleyecek tek sigortası.

    Tasavvufî hareketlerin aynı zamanda, hem fikrî hem sanatsal hem de herkese ruh üfleyici hayat atılımlarının da yegane adresi olduğunu iyi idrak etmemiz ve geleceğimizi kendi ellerimize alacak kalıcı ve uzun vadeli stratejiler geliştirmemiz gerekiyor. (Selefîlik ve Günümüz Neo-Selefîliği,Musa Kâzım GÜLÇÜR)

    İbni Teymiye’nin sapık fikirleri vehhabilere kaynak oldu
    Mezhepsizler kendilerine, Selefiye ismini takmışlar. İbni Teymiye, Selefilerin büyük imamıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan doğrudur. Çünkü ibni Teymiye’den önce (Selefi) ismi yoktu. Selef-i salihin vardı. Bunların itikadları da Ehl-i sünnet mezhebi idi. İbni Teymiye’nin sapık fikirleri vehhabilere ve diğer mezhepsizlere kaynak oldu. İbni Teymiye Hanbeli mezhebinde olarak yetişti. Yani Ehl-i sünnet idi. Fakat ilmi çoğalınca kendi fikirlerini beğenmeye, kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden üstün görmeye başladı. İlminin çoğalması, dalaletine, sapıtmasına sebep oldu. Hanbeli olması kalmadı. Çünkü dört mezhepten birinde olabilmek için, ehl-i sünnet itikadında olmak lazımdır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan kimse için Hanbeli mezhebindedir denilemez.
    Zamanımızda, ibni Teymiye’yi taklit etmek modası ortaya çıktı. Onun sapık yazılarını savunuyor ve kitaplarını, bilhassa Vasıta kitabını bastırıyorlar. Bu kitap baştanbaşa onun Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere ve icma-ı müslimine uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakta, kardeşi kardeşe düşman etmektedir. Hindistan’da bulunan vehhabiler ve başka İslam memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş olan cahil din adamları, ibni Teymiye’yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona (Büyük müctehid), (Şeyh-ül-İslam) gibi isimler takıyorlar. Onun sapık fikirlerine, bozuk yazılarına din ve iman diye sarılıyorlar. Müslümanları parçalayan, İslamiyet’i içerden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu red eden, vesikalarla çürüten kıymetli kitaplarını okumalıdır. Bu kıymetli kitaplar arasında, büyük imam, derin âlim Takıyyüddin-üs-Sübki hazretlerinin, Şifa-üs-sikam fi-ziyareti-hayril-enam kitabı, İbni Teymiye’nin bozuk fikirlerini mahvetmekte, fesatlarını yok etmekte, inatçılığını ortaya koymaktadır. Kötü niyetlerinin, bozuk inanışlarının yayılmasını önlemektedir.
    Yehova Şahitleri ve Selefiyecilerin Benzer Yönleri
    Yehova (Yehve), Yahudilerin milli ilahlarıdır. Yehova dini, önce Russel tarikatı, 1931'de Yehova Şahitleri adını aldı. "İsa'nın dünya krallığı başladı" diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya attılar. Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975'tir. Tabii hepsi de boşa çıktı.
    Öteki Hristiyanlar (İsa üç tanrıdan biridir) derler iken, Yehovacılar için, ilah tek ise de, (İsa, Yehova'nın oğludur) derler. Hazret-i İsa'yı ilahlıktan çıkarmaları diğer Hristiyanları kızdırmıştır. Milliyet ve vatan sevgisini reddederler ve askerlik yapmaya karşıdırlar. Mevcut rejimlere ayaklanmaları, isyanı teşvik ederler.
    Yahudilik dışında bütün dinleri düşman bilirler. Yöneticilerin hemen hepsi Yahudi'dir. Yahudi'lerin 19 kitabını bunlar da mukaddes kabul ederler. 144 bin seçkin Yahudi'nin dünyayı yönlendireceğine, Cennetin dünyada olacağına, Hazret-i İsa'nın dünyadaki Cennette krallık kuracağına, Yehovacıların dışında herkesin ölüp bir daha dirilmeyeceğine ve ölen Yehovacıların dirileceğine ve bir daha ölmeyeceğine inanırlar. Her çocuk günahkâr doğar derler.
    Müslümanları aldatmak için, Yehova yerine "Allah" ve diğer İslami terimleri kullanırlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlarla, tatlı, okşayıcı dillerle cahilleri aldatmaya, Hristiyan yapmaya çalışırlar. Ele geçirdikleri adreslere broşür, kitap ve kaset gönderirler. E-maillerle, sitelerle zehir kusarlar.
    Bunlar, birçok yönden Selefiyecilere (Necdilere) benzerler. Bazıları şöyledir:
    1- Yehovacılar, "İlk Hristiyanlar gibi, İncillere sarılalım" derler. Selefiyeciler de, "Yalnız Kur'ana sarılalım" derler.
    2- Yehovacılar da, selefiyeciler de mezhebe, tarikata karşıdırlar. Selefiyeciler, birçok tasavvuf büyüğüne kâfir derler.
    3- Yehovacılar, ilk Hristiyanların yolunda olduklarını söylerler. Selefiyeciler de aynı mantıkla ilk Müslümanların yolunda olduklarını söylerler. (Selef, ilk Müslümanlar manasına gelir.)
    4- Yehovacılar Cehennemi inkâr ederler. Selefiyeciler de, pirleri olan İbni Teymiye gibi Cehennem sonsuz değil derler.
    5- Yehovacılar, Allah insan gibi düşünür diyerek "Tanrının düşüncesi" tabirini kullanırlar. Selefiyeciler de, "Kur'ani düşünce, İslam düşüncesi" gibi tabirler kullanırlar. Hâlbuki İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul etmek küfürdür.
    6- Yehovacılar da Selefiyeciler de, Allah gökte derler.
    7- Yehovacılar ruha inanmaz, "Elektriğe benzeyen kişiliksiz bir kuvvet" derler. Bazı selefiyeciler de meleklere, rüzgâr, tabiat kuvvetleri derler.
    8- Yehovacılar, doğum günü kutlamazlar. Doğum günü kutlamasına yaratıklara tapınmak derler. Selefiyeciler de doğum günü olan mevlidi bid’at sayar, Peygambere tapmak derler.
    9- Yehovacılar, kadere inanmazlar. Selefiyecilerin bir kısmı da kadere inanmaz.
    10- İncilleri işlerine geldiği gibi yorumlar, Yehovacı olmayanlara kâfir derler. Selefiyeciler de, Kur'anı işlerine geldiği gibi yorumlarlar.     Selefiyeci olmayanlara müşrik derler.
    İbni Sebe, bir Yahudidir, Hristiyanlığı bozan Pavlos da Yahudi'dir. Selefiyecilerin Yehovacılara benzemeleri tesadüf değildir. Her bozuk fırkanın altında, bir Yahudi veya İngiliz parmağı vardır. Her taşın altında onlar gizlidir. Vahhabiliğin kurucusununda dedesi Bursadan Irak Osmanlı topraklarına yerleşmiş zengin bir Yahudi ailedir.
    Bugünkü Selefîliğin Suudla Bağlantısı
    Bugünkü Suûdî Arabistan Kraliyet ailesinin dedesi olan Muhammed b. Suûd (ö. 1179/1766)¸ Muhammed b. Abdülvahhab’ın eniştesi idi. Bu durum Vahhâbîliğin siyasî anlamda güçlenmesine büyük katkı sağladı. Sonuçta¸ Arabistan Yarımadası’nda¸ İbn Teymiyye’nin kabir ve türbelerin¸ hatta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mübarek kabrinin ziyareti ile ilgili görüşlerinin uygulamaya konması için siyasî otoritenin gücünden yararlanma imkânı doğdu. Vahhabîler¸ Sünnet’e tâbi olup¸ bidatlerin tamamını ortadan kaldırma adına¸ Şiîlere ait mescidleri yıktılar; camilere minare ilave edilmesini¸ namazdan sonra tespih kullanılmasını yasakladılar. Peygamber Efendimiz’in kabri olan Ravza-i Mutahhara’ya karşı yönelerek onu ziyâret etmeyi¸ onun etrafında namaz kılmayı¸ herhangi bir peygamber veya velînin kabrine yönelerek dua etmeyi tevhîd ilkesine aykırı gördüler. Kısacası onlar¸ mubah kapsamındaki birtakım uygulamaları bid’at sayarak muhâliflerine sert tepki gösterdiler ve onlarla silahlı mücadelede bulundular. Bu çerçevede onlar¸ Osmanlı Devleti’ne karşı da ayaklandılar ve onunla şiddetli çatışmalara ve savaşlara giriştiler.
    Bugün¸ IŞİD ya da diğer ismiyle DAİŞ gibi şiddeti ve terörü bir cihad yöntemi olarak benimseyen aşırı radikal gruplar¸ itikâdî görüşleri itibariyle Vahhâbîlere¸ kendi başlarına buyruk hareket ederek şiddet ve terörü bir cihad yöntemi olarak benimsemeleri bakımından ise Hâricîlere benzemektedirler. Nitekim Hâricîlerin özellikle Ezârika kolu¸ kendilerine karşı çıkanları mü’min saymıyor¸ onların müşrik oldukları için öldürülmeleri gerektiğini savunuyordu. Ezârika’ya göre¸ kendilerine karşı çıkanların memleketleri dârü’l-harbdir. Oralarda¸ dârü’l-harbde helal olan her şey helaldir. Meselâ onlara göre¸ çocukların ve kadınların öldürülmesi¸ esir alınması¸ muhâliflerin köleleştirilmesi ve kendi saflarında savaşa katılmayanların katledilmesi helaldir. DAİŞ’in uygulamalarına bakıldığında¸ onların bir cihad yöntemi olarak büyük ölçüde Hâricîlerin Ezârika kolunu taklit ettikleri açıkça görülecektir.
    Sonuç olarak söylemek gerekirse¸Özellikle İngiltere ve ABD nin Siyonist Evangeliş lerin etkisi altında kalarak, Kur’an ve Sünnet’e bağlılık sloganıyla yola çıkan Selefiyye¸ nass karşısında akla çok sınırlı bir alan tanıdığı için¸ zamanla sorgulama ve özeleştiriden mahrum kalmış¸ böylece akıl ve mantık dışı yöntem ve uygulamalara başvurmuştur. Ne yazık ki¸ onların bu aşırı tutum ve yaklaşımları¸ İslâm dışı çevrelerde¸ İslâmofobi’ye/İslâm’dan ve Müslümanlardan korkma ve uzaklaşma eğilimine yol açmıştır. İçte ise Müslümanların birliği ve dirliği tehlikeye girmiştir.


Etiketler: Dünya'da Selefilik, Selefilik Hangi Ülkelerde Yaygın?, Selefilik ve Vahhabilik Nedir? Selefilik ve Vahhabiliğin Ortaya Çıkışı ve Günümüzdeki Durumu, Sapık Fırkalar, Ehli Sünnet'in Önemi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular