Mekteb-i Derviş | İslam

    KILIÇ KUŞANMA MERASİMLERİ

    Eyüp Sultan Külliyesi, Osmanlı tarihinde çok özel bir yere sahip oldu. Tahta yeni çıkan padişahlar için tertip edilen kılıç kuşanma merasimleri, hep Eyüp Sultan türbesinin önünde yapıldı. Bu devlet geleneği Fatih Sultan Mehmet ile başladı. Burada düzenlenen merasimde hocası Akşemsettin Hazretleri, Sultana kılıç kuşattı.

    Osmanlı Padişahları tahta geçtikten sonra bir gün Eyüp Sultan Türbesi içinde kılıç kuşanırlardı. Bunun muayyen bir zamanı yoktu. Merasim, padişahın isteğine ve vaziyetin icabına göre yapılıyordu. Sultan Mehmed Reşad'ın kılıç kuşanma merasimi, tahta çıktıktan ondört gün sonra icra edildiği gibi ikinci Sultan Abdülhamid cülusunun sekizinci, Sultan Mecid tahta çıkışının on birinci ve ikinci Ahmed de yirmi birinci günü kılıç kuşanmıştır. 

    "Ebu Eyyüp Ensâri Türbesi'nde Padişahlar'a kılıç kuşatan zevat her zaman muayyen değildi. Çok defa bu vazifeyi Şeyhül İslamlar Yapmışlardır. 1012 (1603)'de Birini Ahmed'in cülusunda kendisine Şeyh'ül-islâm Eb-ül-Meyamin Mustafa Efendi kılıç kuşatmıştı. Padişah deniz yoluyla Eyyüb'e gitmiş, kara yoluyla saraya dömüştü. 

    Birinci Mustafa ile İkinci Osman'a da Şeyhülislâm kılıç kuşatmıştı. Dördüncü Murad'a asrının büyük şeyhlerinden Celvetiyye tarikati ulularından Üsküdarf Aziz Mahmud Hüdaf Efendi kılıç kuşatmıştır. Dördüncü Mehmed'e de Şeyhülislâm tarafından kılıç kuşatılmıştır. İkinci Süleyman'a da Şeyhülislâm Debbağ-Zâde Mehmed Efendi ile Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa kılıç kuşatmışlardı. 

    Üçüncü Ahmed'e de Nakib'ül-eşraf tarafından Yeniçeri Ağası ve Silahdar Ağa'nın yardımlarıya kılıç kuşatılmıştı. 1143 (1730) de hükümdar olan Birinci Mahmud'a Nakib'ül-eşraf ‹mad-Zâde Seyyid Mehmed Efendi, Hazret-i peygamber'e ait kılıcı kuşatmış, Padişah kara yolu ile Eyyüb'e gitmiş ve aynı yoldan avdet etmişti. 

    Üçüncü Mustafa'ya, Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile Nakib'ül-eşraf ve birinci Abdülhamid'e Şeyhülislâm Mehmed Efendi kılıç kuşatmışlardı. Üçüncü Sultan Selim, cülusunun yedinci günü kılıç alayı yaparak kara tarikiyle ve Edirnekapı yolu ile Eyyüb'e gidip ziyaretten sonra kendisine Şeyhüislâm tarafından kılıç kuşatılmış, Nakib'ül-eşraf du'a etmiş ve her kılıç alayında adet olduğu üzere Hassa Kasab Basısı tarafından kurbanlar kesilmişti. Yine hükümdar deniz yoluyla avdet etmişti.

    İkinci Mahmud'un kılıç alayında padişah daha sarayda iken Peygambere nisbet edilen kılıcı, Silahdar Ağa vasıtasıyla mahallinden alıp Sancağ-ı şerif ihracı gibi merasimle hareket olunmuştu. Alayın önünde Enderun müezzinleri tekbir getirerek yürümüşler, Silahdar Ağa kılıç omuzunda olarak iki sıra dizilen Enderun Ağaları'nın arasından geçerek Bâb'üs-sa'âde'ye kadar getirilmiş ve orada Nakib'ül-eş-raf tarafından karşılanarak Peygamber Efendimizin kılıcı Nakib'e teslim edilmiş ve o da Üyyüb'e gidinceye kadar omuzu üzerinde götürmüştür.

    İkinci Mahmud kılıç alayında karadan gidip ceddi Fatih'in türbesini ziyaret ile doğru Eyyüb'e inmiş ve öğle namazını camiin hünkâr mahfelinde kıldıktan sonra türbe tarafına geçerek bir taraftan Kur'an okuyup diğer taraftan birici imamın tekbir aldığı sırada ayağa kalkıp kıbleye dönüp evvela sağ tarafına Hazret-i Peygamber'in kılıcını takıp üç beş dakika du'a ettikten sonra çıkarıp sol tarafına büyük ceddi Osman'ın kılıcını takmış ve sonra merasim nihayet bulup sandal ile ve deniz yoluyla sarayına dönmüştür.

    İkinci Sultan Mahmud'un oğlu Abdülmecid'e de Nakib' eşraf kazasker Abdürrahim Efendi kılıç kuşatmıştır. İkinci Abdülhamide şeyhülislam Hayrullah Efendi tarafından Hazret-i Ömer'in kılıcı bağlanmıştır. Son Osmanlı Hükümdarı Mehmed Vahdeddin'e Sunûsi şeyhi Seyyid Ahmed'üş-şerif tarafından Hazret-i Ömer'in kılıcı kuşatılmıştır."

    Kılıç kuşanma âdetini ilk önce Fatih Sultan Mehmed Han ihdas etmiş ve kendisine meşhur Akşemseddin kılıç takmıştır.

    Kılıç alayı şöyle yapılıyordu: "Bunun için gönderilen tezkereler üzerine davetliler sabahleyin erkenden resmi serpuş ve elbiseleriyle saraya gelirler ve bu arada kapıkulu ocaklarının gelmesi de emrolunurdu. Evvela top arabacıları, onu takiben sırasıyla topçu, cebeci ve yeniçeri ocakları, iki keçeli dizilip Padişah'ın geçmesine intizar ederlerdi. Alay şöyle yürürdü:

    İlk önce Asesbaşı, subaşı maiyyetleriyle sonra Divan-ı Hümâyun Çavuşları, onlann arkasından mütefferrikalar ve çaşnigirler, altı bölüm ağaları, şikâr ağaları, kapıcı basılar, enderundaki rikab ağalarından mir-i aslem, birinci mirahur, çeşnigirbaşı, daha sonra ulema ve şeyhler, onları takiben defterdar, reis'ül-küttab, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, daha arkadan Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, diğer kadılar, ulema, onları müteakib vezirler, sadrazam, karadan alayla Eyyüp Camiine gidip deniz yoluyla gelecek olan padişahı beklerler, gelince selamlarlardı.

    Deniz yoluyla gelecek olan Padişah sabah namazından sonra Harem-i Hümâyun'dan çıkıp ata binerek deniz kenarındaki Sinan Paşa Köşkü'ne gelir, hurdan üç fenerli saltanat kayığına binip maiyyetinde başlıca silahdar, çukadar, rikâdar ve sair musahib ağalar olduğu halde kayığın dümenini Bostancıbaşı tutarak yürür ve arkasındaki kayıklara da Dar'üs-sa'âde Ağası, kapuağası binerek Eyyüb'te Bostan iskelesine gelinirdi.

    Padişah iskeleye geldiği zaman orada kendisini beklemekte olan Sadrazam, Şeyhülislâm, Kazaaskerler, Yeniçeri Ağası, Rikâb Ağaları, Kapıcı başılar, Vezirler, Deftedarlar ve sair tarafından karşılanır, iskeleye çıkarken padişahın sağ koltuğuna sadrızam, sol koltuğuna kendi kayığından hükümdarın kayığına geçmiş olan Dâr'üs-sa’ade Ağası girip oradan kendisini alarak yemek yenmesi için geceden oradaki konaklardan birinde hazırlanan yemeği yemek için oraya götürülür. Bir miktar istirahatden ve öğle namazı kılınıp yemek yendikten sonra Padişah ata binerek önünde Vezir-i âzam, vezirler ve diğer devlet erkanı olduğu halde buçukçu denilen kapıkulu süvarilerinden memurlar etrafa para saçarak Hz. Halid'in türbesine gidilirdi.

    Padişah türbeye girdikten sonra Sadrazam ile Şeyhül-islâm ve Yeniçeri Ağası'nı oraya davet eder, Şeyhülislâm evvele du'a eder, sonra Padişah iki rek'at namaz kılar ve bunu müteakib duasını yapar ve Şeyhülislâm tarafından kılıç kuşatılırdı. Padişahın dönüşü kara yoluyla olurdu. Edirnekapı, Fatih, Divanyolu'ndan geçilerek saraya gelinirdi.

    Teşrifat ve kanunnameye göre çok defa 52 ve 50 arasında kurban kesilirdi. Bu kurbanlar cami ve türbe hademeleriyle fukaraya dağıtılırdı. Yine kanun üzere bu kılıç alayında kapıcılar kethüdasıyla Mirahur Ağa kara yoluyla dönüşte türbe kapısından saray kapısına kadar yürüyerek halkın Padişaha verilmek üzere takdim ettikleri istidarları alırlardı."

    Anlatılan bu merasim Tanzimat'tan ve Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından evvel yapılan alaydı. Sonraları alay tertib olunmakla beraber eskisi kadar debdebeli olmamıştır. Sultan Reşad 27-Nisan- 1325 (1909) pazartesi günü Dolmabahçe rıhtımından Söğütlü vapuruyla Halic'e doğru hareket etmiş, vapur rıhtımdan ayrılırken grandi direğine Zat-i fiâhâneleri'ne mahsus sancak çekilmiş ve geminin hareketi üzerine sarayın önünde bulunan ve alay sancaklarıyla donanan Mes'udiye, Âsar-i tevfik, Peyk-i şevket, Fethi bülend zırhlıları tarafından 21'er tane top atılmıştır. Söğütlü ihtiramlar ve sürekli alkışlar arasında köprülerden geçerek Halic'e girince Tersane önündeki harp gemileri tarafın-dan bahdi merasim ifa olunmakla beraber 21 er tane top dahi atılmıştır. Eyyüb Camii ile Türbe-i şerif bu münasebetle bayraklar, halılarla süslenmiş ve ruhaniyeti bu suretle bir kat daha artmıştır. Türbenin içindeki sandukanın sağ tarafında üzeri seraser denilen ve Üçüncü Ahmed'den yadigar kalan çok kıymetli kumaşla Örtülü bir taht kurulmuş. karşısındaki zinetli sehpa üzerinde Hazret-i Ömer'in kılıcı konulmuştu. Türbenin dışında yine seraser kumaşla süslü bir yer hazırlanmış, buraya da İkinci Mahmud'dan kalma sırmalı bir seccade, gözler kamaştıran bir bohça içinde olduğu halde, bir köşeye yerleştirilmişti.

    Alaturka saat dört sularında vükelâ, teşrifata dâhil erkân, yanında Bahariye şeyhi Hasan, Karahisar şeyhi Celal, Yenikapı şeyhi Baki, Kulekapı şeyh vekili Veled Çelebi. Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi fiemseddin, Üsküdar şeyhi Ahmed Efendiler bulunduğu halde Çelebi Efendi gelmişti.

    Sultan Reşad, saat beşi beş geçe yanında Gazi Muhtar Paşa ile Ertuğrul süvarisi Tahir Bey'in delâleti ile iskeleye çıkarken orada bulunan Ertuğrul mızıkası yeni bestelenen Sultan Reşad Marşı'nı çalıyordu. Sultan Reşad kendisini alkışlayan asker ve halka iltifat ederekten baş türbedar Hafız Cemil Efendi ile ikinci türbedar Hafız Ahmed ve diğer yedi türbedar efendiler tarafından tutulan buhurdanlardan yayılan güzel kokular arasında ilkin camiye, sonra hacet penceresi yanındaki koltuk kapıdan türbeye girmiş, hazırlanan yere oturmuştu. Bu sırada birinci imam Hafız Hayri Efendi tarafından Fetih Suresi okunmakta idi. Türbe içinde şehzadelerden Ziyaeddin, Necmeddin, Hilmi Efendiler, Sadrıazam Hüseyin Hüsnü Paşa, yan'dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Hareket Ordusu kumandanı Mahmud fievket Paşa, Ali Rıza Paşa, Şeyhülislam Sahib Molla Bey ile ‹lmiyye, Mülkiyye, Askeriyye ricali bulunmakta idi.

    Hafız Hayri Efendi'den sonra ikinci ve üçüncü imam da Fetih Suresi'ni okuyup bitirince Sultan Reşad türbeye girdi. Burada Çelebi Efendi, Şeyhülislâm Efendi, şerif Ali Haydar Bey, Ayan Reisi Said Paşa, Meb'usan Reisi Ahmed Rıza bey, Divân-ı Hümâyun Tercümanı ve Teşrifat-i Ummumiye Nâzın Gâlib Paşa ile baş imam Hayri, İkinci İmam İzzet ve üçüncü imam Sakıp Efendiler bulunuyordu.

    Sultan Reşad, sehpa üzerinde bulunan Hazret-i Ömer'in kılıcını alıp hürmetle öptükten sonra

    Abdülhalim Çelebi'ye vermiş, o da hürmetle aldığı kılıcı Fatiha ile duadan sonra Padişah'ın beline bağladı. Bundan sonra Sultan Reşat iki rek'at namaz kılmış, namaz bitince de Meclis-i Meşâyih reisi Elifi" Efendi tarafından sakal duası okunmuştur. Merasim böylece bitince Sultan Reşad türbeden ayrıl-dı. Rikâbında Sadrıazam Hüseyin Hilmi Paşa, Şeyhülislâm Efendi, Ayan Reisi Said Paşa, Meb'usan Reisi Ahmed Rıza Bey, Dâhiliye Nâzın Ferid Paşa ile sair vükelâ bulunduğu halde iki saf teşkil eden devlet Ricali ile ihtiram vaziyeti alan askerin ve "Padişahım çok yaşa" sesleri arasında cami kapısı önünde hazır bulunan arabaya binmiş, şehzadelerle vükelânın bindikleri arabalar ve mızraklı süvari askerlerinin teşkil ettiği alayla Edirnekapı'ya doğru hareket etmiştir.(Feridun Dirimtekin, 18. Asrın İkinci Yarısında İst İst Ens. Mec. 1958 4/96 ve devamı ) (Tarih-i lütfi 6/51) (Edebiyat-ı Umumiye Mec. 1337 No. 76) (İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devrinde Saray Teşkilatı S: 189-190192-193-194-196) (M. Zeki Pakalın; Tarih Deyimleri ve Terimleri S: 259)

    MÜSLÜMANLARIN BULUŞMA NOKTASI

    Eyüp Sultan Camiî, yüzyıllardır hem İstanbul hem de diğer Anadolu şehirlerinden gelen mü’minler için çok önemli bir ziyaret yeridir. Yeni doğan bebekler getirilir, hayata burada merhaba der. Cenazesi bu camiden kaldırılanlar, hayatta bıraktıklarıyla burada vedalaşır. Sünnet olan çocukları görürsünüz burada. Bembeyaz gelinlikleri içinde hanım kızların huzurlu bir aile yuvası için ettikleri duaya âmin dersiniz… Velhasıl… Eyüp Sultan’da bir vakit namaz kılmadan yaşanan hayat, yaşanmış kabul edilemez.

    EYÜP SULTAN HAZRETLERİNİN VEFÂLI ASKERLERİ

    Eyüp Sultan Hazretleriyle birlikte bu sefere katılan ve İstanbul surları önünde şehit düşen, bugün bunlardan 100 den fazla sahabenin kabirleri, İstanbulun Fethinden sonra bulunup ihya edilmiştir.

    EYÜP MEZARLIĞI

    Eyüp Mezarlığı (Eyüp Sultan Mezarlığı olarak da bilinir), İstanbul’un Eyüp ilçesinde, Haliç kıyısında bulunan mezarlık.

    Eyüp semti gibi Eyüp Mezarlığı da adını, Emevilerin 7. yüzyılda Konstantiniye’ye (İstanbul) düzenlediği başarısız seferde (674–78) sancaktarlık yapan ve İstanbul surları önünde şehit düşen Ebu Eyyûb el-Ensarî’den (r.a.) alır. Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin (r.a.) türbesinin burada bulunuşu ve halkın ona yakın gömülme isteği Eyüp Mezarlığı’nın meydana gelişine neden olmuştur. İstanbul’daki en büyük İslam mezarlıklarından biri olan Eyüp Mezarlığı’nda padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar, vezirler, kumandanlar, hanım sultanlar, saray mensupları, din, tasavvuf, ilim, fikir, sanat adamları, şairler ve halktan kişiler gömülmüştür. Eyüp Mezarlığı, Haliç kıyılarından, Karyağdı Bayırı’na, tepedeki sırtlara ve oradan da Edirnekapı surlarına ulaşmıştır. Edirnekapı ile Alibeyköy’e ulaşan yolların çevresindeki mezar taşları da Eyüp Mezarlığı’nın uzantısıdır. Haliç çevresi ile sırtlarında yapılan yol çalışmaları ve kamulaştırmalar buradaki mezarlara büyük zarar vermiştir.

    EYÜP MEZARLIĞI TAŞLARI

    İstanbul’un fethinden hemen sonra Eyüp’te ölülerin gömülmesiyle mezar taşlarında toplumun düşünce yapısı ortaya çıkmıştır. Buradaki ilk mezar taşları gösterişten uzaktır. Anadolu mezar taşlarındaki çeşitlilik, burada da dikkati çekmektedir. Başlıbaşına birer sanat eseri niteliğindeki bu taşlar ölünün kimliği konusunda da bilgi vermektedir.

    EYÜP MEZARLIĞI’NDA DEFNEDİLENLER

    Eyüp Mezarlığı’nda ve yakın çevresinde Abdurrahman Paşa, Âdile Sultan, Alaeddin Ali Çelebi, Ayas Mehmed Paşa, Bulak Mustafa Paşa, Cafer Paşa, Çifte Gelinler (Çifte Gelenler), Defterdar Nazlı Mahmud Çelebi, Dukaginzade Mehmed Paşa, Ebu’d-Derda, Edhem, Ferhad Paşa, Feridun Ahmed Paşa, Şair Fitnat Hanım, Zübeyde Fıtnat Hanım (şair) Hacı Beşir Ağa, Hafir, Hançerli Sultan, Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, Hatice Canan Hanım, Hubba Hatun, Hüsrev Paşa, İzzet Efendi, Ka’b, Karabaş Ahmed Efendi, Kırımî Hüseyin Efendi, Lala Mustafa Paşa, Lala Hüseyin Paşa, Mahmud Ağa, Mahmud Celaleddin Efendi, Mehmed Çelebi, Mihrişah Valide Sultan, Mirimiran Mehmed Paşa, Nakkaş Hasan Paşa, Pertev Mehmed Paşa, Siyavuş Paşa, Sokollu Mehmed Paşa, V. Mehmed (Reşad), Şah Sultan, Şeyhülislam Uryanizade Ahmed Esad Efendi ve Zal Mahmud Paşa türbeleri vardır.

    NAKŞİBENDİLERİN GÖMÜLDÜĞÜ YER

    Eyüp Tepesi’ne çıkan yokuşun çevresinde tanınmış kişilerin mezarları vardır. Yokuşun hemen başında, 1900’de cihan pehlivanlığını kazanan, 1904’te de ölen Kara Ahmed’in demir parmaklıklı mezarı vardır.

    Aynı yol üzerinde Kaşgari Murtaza Efendi Camiî çevresindeki mezarlıklarda da Türk musikisinin büyük üstadı Zekai Dede Efendi, hattat Kâmil Efendi, Edirne tarihi yazarı Badi Ahmed Efendi, Mareşal Fevzi Çakmak gömülüdür. Çakmak’ın kabrinin yakınında Nakşi şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin kabri bulunur. Eyüp Mezarlığı Nakşibendilerin gömüldüğü bir yer olarak eski İstanbullular tarafından “Nakşi Tarlası” olarak adlandırılırdı.Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Haşim, Ahmet Kabaklı başta olmak üzere pek çok önemli ve değerli kişi Eyüp Mezarlığı na defnedilmiştir.

    EYÜP MEZARLIĞI’NIN YATAN İLGİNÇ İSİMLER

    Kaşgâri Tekkesi’nden yukarıda, Karyağdı ismiyle tanınan Bektaşî Tekkesi’ne uzanan yolun iki yanında daha eskiye inen mezar taşlarıyla karşılaşılır. Koca Sinan Türbesi yakınında Eyüb Sultan Türbesi’nin ilk türbedarı ve aynı zamanda II. Bayezit’in tahta çıkışında ona kılıç kuşatan Şeyh Baba Yusuf Efendi’nin, Vezir Sinan Paşa Türbesi yanında Hacı Abdullah Paşa’nın mezarı vardır.

    Öte yandan Eyüp Mezarlığı’nda gömülmenin kutsallığı inancı yeni gömü için eski mezarların tahribi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle de Eyüp Mezarlığı’nda pek çok ünlü kişinin mezarı kırılmış veya kaybolmuştur. Ebu’l-Fazıl Alaeddin Efendi’nin mezarı yerine başkaları gömülmüş, Şeyhülislam Sadi Sadullah Efendi’nin, Ali Kuşçu’nun mezar taşları caminin arkasında kırık olarak bulunmuş ve yerine yerleştirilmiştir.

    KIRIM HAN’I DA EYÜP’TE DEFNEDİL

    Eyüp Mezarlığı’nda yapılan araştırmalar ortaya ilginç tarihi belge niteliğinde mezar taşlarını çıkarmıştır. Netekim Kırım’da Bahçesaray’da gömülü olduğu sanılan, II. Gazi Giray’ın oğlu Devlet Han’ın mezar taşı Eyüp’te bulunmuştur

    CELLAT MEZARLIĞI YOK OLDU

    Eyüp Mezarlığı’nın ilginç bir bölümü de Gümüşsuyu’na çıkan sırtlardaki cellat mezarlığıydı. Cellatlık halk arasında iyi karşılanmadığından bu işi yapanlar ayrı bir mezarlığa gömülmüşlerdir. Buradaki mezar taşları oldukça kalın ve insan büyüklüğündeki taşlardan yapılmıştır.

    Eyüp Tepesi yakınlarındaki cellat mezarlığı bugün tamamen yok olmuştur. Normal mezarlıkla birbirine karışmış ve çok sayıda yeni dönem mezarları oluşturulmuştur. Tek tük bulunabilen cellat mezarlarının birçoğu yeni mezarların arasında kalmış, bazıları ise tahribata uğramıştır. Bazıları ise yeni mezarların yapımında kullanılmıştır.(Hadikat'ül-Cevami/243 ve devamı) (E. Çelebi, Haz. Z. Danışman 2/101) (R. Akakuş, Eyüp Sultan S: 85 ve devamı) (Koçu, ‹st Ans. 10/5465) (H. Ayverdi, Fatih Devdi 3/355) (H. fiehsüvaroğlu, Asırlar Boyunca ‹st S: 118-119) (C. Arseven, Türk Sanatı Tarihi S: 285) (H. Edhem, Camilerimiz S: 29) (Osmanlı Arş. Evkaf İdareleri Katalogu 1/83)

    Kabir ve Türbe Ziyareti

    İslamiyet’in ilk yıllarında Hz. Peygamber kabirleri ziyaret etmeyi yasak etmişti. Çünkü insanlar Cahiliye dönemi adetlerinin etkisiyle kabirleri kutsal yerler olarak değerlendirir, dua ederken de orada yatan mevtalardan bir takım isteklerde bulunurlardı.

    Cenab-ı Hakk’ın güç, kuvvet ve kudretine güvenip kendisinden istemek yerine, onun yarattığı aciz ve fani insanlara yönelip onlardan beklemek anlamına gelen bu yanlış inanç ve anlamsız davranış biçimi ortadan kalkana kadar Allah Resulü kabir ziyaretine izin vermedi. Ancak Allah inancı kalplere, İslam’ın prensipleri de günlük hayata iyice yerleşince bu yasak ortadan kalktı. Hz Peygamber (s.a.v.) konu ile ilgili bir hadisi şöyledir: “Sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Ancak bundan sonra artık ziyaret edebilirsiniz.(Müslim, Cenaiz,106; Ebü Dvüd, “Cenaiz.77).

    Kabir Ziyaretinden Maksadı

    İslam’da kabir ziyareti bir maksada binaen yapılır. Bu maksadı Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle açıklamışlardır: “Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır.(Tirmizi, Cenaiz,60; Ebü Davud, Cenaiz’, 77).

    Bunu söyleyen Allah Resulü bizzat kendisi de zaman zaman Medine’deki Cennetü’l-Baki kabristanına ve Uhud’daki şehidliğe gider, orada yatan mevtalara dua eder, onlar gibi öleceğini düşünür ve ahiret hayatını gözünde canlandırdı. Hz Peygamber’in(s,a.v) bu uygulaması, kabir ziyaretinin onun sünnetlerinden biri olduğunu göstermektedir.

    Kabir Nasıl Ziyaret Edilir?

    Resul-i Ekrem(s.a.v) kabir ziyaretine giden veya kabristanın yanından geçen kimselerin dikkat edecekleri hususlarla ilgili bazı hatırlatmalarda bulunmuştur.

    Bir gün kabristana giden bir grup sahabeyi görünce onlara önce kabirdekileri selamlamalarını, sonra da şöyle dua etmelerini tavsiye etmişti: “Selam size, ey bu diyarın mü’min sakinleri! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını diliyorum. (Müslim,  Cenaiz 104)

    Buna göre bir Müslüman ziyaret maksadıyla bir türbe veya kabristana gittiğinde önce selam verir, Başucunda veya  ayakucunda durarak, ziyaret edilen kimse sanki sağ imiş ve onunla konuşuyormuş gibi yüzünü kendisine döner, herhangi bir mazeret yoksa ayakta durur, Allah rızası için bir miktar Kur’an veya üç İhlas ile bir Fatiha okur ve sevabını bağışlayarak mevtaya hayır duada bulunur. Daha sonra kendisinin de orada yatan kimse veya kimseler gibi birgün vefat edeceğini aklına getirir, ölüp toprak altına düştükten sonra hesap vereceğini düşünür ve bu yol ölümden ibret almaya çalışır. 

    Çok Önemli Hususlar Birinci Önemli HususBir kabirde yatan zat ne kadar büyük bir insan olursa olsun, ondan asla herhangi bir dilekte bulunmamalı, bir şey istenmemelidir. Çünkü kendisinden bir şey istenecek olan sadece Allahu Teâla’dır, Bu hususta yapılacak yanlış davranışlar insanı şirke kadar götürebilir. Resul-i Ekrem’in bu noktada yapılan bazı yanlışları ortadan kaldırmak için bir müddet kabir ziyaretini yasakladığını unutmamak gerekir. Binaenaleyh, kabir veya türbe ziyaretine gidecek olan kişi, buraya gitmeden önce Hz. Peygamber’in kabir ziyaretine dair yaptığı tavsiyeleri öğrenmeli ve ziyareti ona göre yapmalıdır. Peygamber, veli, maneviyatı büyük Allah dostlarının kabirlerini ziyarette, onları vesile kılarak Allah’u Zülcelale dua yapılabilir.Zira onları ziyaret hayattayken ziyaret gibidir.İlahi feyzin ençok olduğu manevi alanlardır.Müminler burada gönüllerini Allah’a açarak isterler.

    İkinci Önemli Husus

    Kabir ziyareti esnasında kabir taşına, sandukaya, duvarlara ve demir parmaklıklara el, yüz sürerek bunlardan medet ummak, fayda beklemek yanlış ve yersiz olur. Bu tür davranışlar Peygamberimizin(s.a.v.) tarif ettiği kabir ziyareti adabına uygun düşmemektedir. Türbe ve kabir ziyaretçisi bilmeli ki, türbelerde ve kabristanlarda mermerlerin, sandukaların, duvarlar ve demir parmaklıkların manen bir değeri yoktur. Burada gösterilen saygı, mevtaların imanlı ruhların ve onların manevi şahsiyetlerinedir. Bu inceliği her ziyaretçinin çok iyi kavraması gerekir.

    Üçüncü Önemli Husus

    Türbe ziyaretinde usul ve adaba uymak gerekir. Gerek kadınların ve gerekse erkeklerin İslam adabına uygun düşmeyen kılık ve kıyafetlerle buralara girmeleri doğru değildir. Ziyaret esnasında itişmek, kakışmak, gürültü etmek, tartışmak gibi davranışlar da İslami edep ve ahlakla bağdaşmaz. Yine kadınların ve erkeklerin özellikle kalabalık zamanlarda karışık olarak ziyarette bulunmaları dinen sakıncalıdır. Böyle durumlarda türbeye girmeden dışarıdan okumak daha doğrudur.

    Türbelerde akla, mantığa ve dinimizin prensiplerine uygun düşmeyen davranışlarda bulunmaktan kaçınılmalıdır. Arzu ve dileklerin yerine gelmesi için türbe ve kabirlere adak yapmak, kurban kesmek, mum yakmak, türbe kapı ve pencerelerine çaput bağlamak, duvarlara yazı yazmak, kabrin etrafında tavaf eder gibi dolaşmak, kabri, mezar taşını ve duvarları öpmek kesinlikle dine aykırı davranışlardır. Adak yalnız Allah’a yapılır, kurban da ancak onun için kesilir. Sevabı mevtaya bağışlanabilir.

    Dördüncü Önemli Husus

    Bir sıkıntımızı Cenab-ı Hakk’a iletmek veya bir arzumuzun yerine gelmesini istemek için illa bir türbeye gitmek şart değildir. Evde, camide ve her yerde dua edilebilir. Önemli olan Yüce Allah’a arz ettiğimiz duada samimi olmak, içten gelerek istemek ve hayırlı olanı beklemektir.

    Şunu unutmamak gerekir: Allahu Teala dua eden kulunun, duayı yaptığı yerden ve dua esnasında söylediği sözlerden çok, gönlüne nazar eder. Kulun samimi olup olmadığına, kalbinin ta derinliğinden isteyip istemediğine bakar, ondan sonra kabul eder. Kul ne kadar içten ve ısrarlı bir şekilde dua ederse Cenab-ı Hak o kadar memnun otur ve duaya icabet eder.

    En makbul ve muteber dua, insanın kendisinin yapacağı duadır. Çünkü kişi derdini, sıkıntısını, isteyeceği şeyi kendisi daha iyi bilir ve onu Cenab-ı Hakk’a daha güzel bir şekilde arzeder. Böyle olunca, duada aracı kullanmaya hiç gerek yoktur. Buna rağmen günümüzde, “işim rast gitsin, hastalığım geçsin, hastam iyileşsin, imtihana girecek evladım başarılı olsun, askere gidecek oğlum kazasız-belasız geri dönsün, düşüncesiyle bir kısım insanların, özellikle türbelerin yakınında bulunan bazı şahıslara para verdikleri ve Kur’an okutup dua ettirdikleri görülmektedir.

    Genelde, duası daha makbul olur veya dileğim daha çabuk gerçekleşir inancı ile yapılan bu tür davranışlardan uzak durmak gerekir. Zira bu kimselerin dualarının daha makbul olacağına dair dini her hangi bir delil yoktur. Ayrıca, okuyup dua etsin diye birine para vermek veya okuyup dua edeceğim diye para almak hiç de hoş olmayan ve dinimizin ruhuna uygun düşmeyen davranışlardır. Burada yapılması doğru olan, kişinin kendisi ne biliyorsa onu okuması ve dileğini bizzat kendisinin Cenab-ı Hakk’a sunmasıdır.

    Beşinci Önemli Husus

    Özellikle Eyüp Sultan’a gelen ve Ebu Eyyüb el-Ensari Hazretleri’ni ziyaret edip burada dua eden hanım-erkek, büyük-küçük her Müslüman için şu husus çok önemlidir: Burada yatan Ebu Eyyüb el-Ensri büyük bir insandır. Medinede İslam’a giren ilk Müslümanlardandır. Malını ve canını Allaha ve Resulünün yoluna adamıştır. Kuran’da ve Hz. Peygamberin hadislerinde övülmüştür. Hz. Peygamber çok severdi. Onu evinde misafir etmek, hizmetinde bulunmak ve yolunda yürümek en çok zevk aldığı işlerdendi. Bundan dolayı Efendimiz de onu çok seviyordu. Dinini yaşama konusunda titiz bir insandı. İlme ve araştırmaya önem verir, dine uygun düşmeyen şeylerden uzak durur, cahilce yapılan işler konusunda insanları uyarırdı. Güçlü bir imana sahipti. İslama hizmet etmek en büyük tutkularından biri idi. Bu maksatla, yaşı sekseni geçtiği halde binlerce kilometre uzaktaki Medine’den,at sırtında,deve sırtında,İstanbula gelmiş ve burada şehid düşmüştür. Bu özellikleriyle o, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmış, Peygamberimizin sevgisine nail olmuş ve milletimizin gönlüne taht kurmuştur. Ziyaretçi, bu niteliklere sahip olan Ebu Eyyüb el-Ensari Hazretlerinin huzuruna çıkıp dua ederken; onu evlenemeyenlerin kısmetini açan, çocuğu olmayanlara çocuk veren, çek ve senetlere ödeme kolaylığı sağlayan, işsizlere iş ayarlayan, bozulan işleri düzelten, kayıp eşyaları bulduran, zenginlik kapıları açan, ev ve araba veren… Bir kimse şeklinde değil de yukarıdaki özelliklere sahip örnek bir insan olarak düşünmeli, sonra da Cenab-ı Hakkın kendisini de bu güzelliklere sahip bir Müslüman haline getirmesi için içten gelerek dua etmelidir. Aynı güzellikleri annesi, babası, eşi, çocukları, torunları, kardeşleri, bütün yakınları ve komşuları için de istemelidir. Ayrıca milletimizin, bütün Müslümanların ve insanlık âleminin iyiliği için duada bulunmayı ihmal etmemelidir.

    Eyüp Sultan Camii ve Türbesi inşa edildiğinden bu yana en ünlü ziyaret yerlerinden biri olmuştur. İstanbul’un ve Anadolu’nun her köşesinden uzun bir yol kat ederek sadece türbeyi ziyaret etmek ve camide bir vakit namaz kılmak için gelenler olmaktadır. Bu ziyaretler ramazan ayının, kandil gecelerinin, dini bayramların, düğün ve sünnet merasimlerinin adeta vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.

    Ziyaretçiler sadece hayattayken değil öldükten sonra da bu civarda olmayı istemişler ve bu civarda defnedilmeyi arzu etmişlerdir. Eyüp Sultan Camii niçin büyük bir ziyaret merkezi halindedir? Niçin her kesimden ziyaretçilerle her gün dolup taşmaktadır? Bu câzibenin sebebi ve burayı şerefli kılan nedir?

    Mekke-i Mükerreme’yi mukaddes kılan, buradaki Kâ- be-i Muazzama, Harem-i Şerif, Safâ ve Merve Tepeleri, Arafat ve Nur Dağları ve diğer şeâir-i İslam’dır.

    Medine-i Münevvere’yi mübarek yapan da burada bulunan Mescid-i Nebevî, Hücre-i Saadet, Ravza-i Mutahhara, Kubâ Mescidi ve diğer mübarek mekânlardır. 

    Kudüs’ü böyle yapan ise Mescid-i Aksa’dır. İşte Eyüp Sultan Camii’ni aziz kılan ve câzibe merkezi haline getiren de burada yatan ve buraya adını vermiş olan Mihmandâr-ı Nebî Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleridir. O olmasaydı, ne burası her gün ziyaretçilerlerle dolup taşar, ne de açık hava müzesi halindeki Eyüp ilçesi kurulurdu.

    Eyüp Türbesi, Fatih Vakfiyesi gereğince, Cuma geceleri açık bulunur ve Kur an okunurdu. Diğer hayır sahipleri de Pazartesi ve Kadir geceleri açık bulundurarak Kur an okutulması hakkında tesisler yaptırmıştır ki, 10 türbedar ve 72 Kur an okuyucusu olmak üzere 117 ye baliğ vazife sahibi bulunmakta idi. İşte bu yüzdendir ki muhit birçok kabirler ve türbelerle çevrilmiş ve bu husus bütün Eyüb e sirayet etmiştir. Eyüp beldesi uhrevi bir şehir halini almıştır. Bu suretle nice mimari eserler vücut bulmuş, nefis sanat eserleri, lâhitler, mezar taşları, hazireler yapılmıştır.

    Yahya Kemal, 5 Mart 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan Bir rüyada Gördüğümüz Eyüp Sultan başlıklı yazısında;bu mekanda yaşadığı duyguları şöyle anlatmaktadır:

    "Eyüp, Türklerin ölüm şehri Eyüp Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar? Eyüp’ün bu servi çini rüyasından uyanan bir zair diyebilir ki: "Neredeyim?" Bulunduğum yer İslam cennetinin yeşil bir bahçesini andırıyor. Mamafih ne kadar garip ki Rum kayserlerinin "Vlaherna" dedikleri meşhur saraylarının harabesi burada. Upuzun giden bu surlar o kayserlerin müdafaa siperleriydi. Bu toprakta Medine’de doğmuş, Muhammed’le görüşmüş ve konuşmuş olan bir sahâbe yatıyor ki, ismi Ebâ Eyyûb Hâ- lid !... Medine nerede? Bizans sarayının burçları nerede? Bunların arasında ne münasebet var? Bu -toprağa İslam’ın yeşil nûru niçin böyle bol yağmış? Ben de bu sualleri kendi kendime sordum. Düşünmeye başladığım zaman Eyüp’ün mâverası gözlerime bir kat daha nurlu göründü."(Yahya Kemal, Aziz İstanbul)

    Bugün Hükümetin yaptırdığı restorasyonda, Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesindeki hırsızlığı ortaya çıkardı. İznik ve Kütahya çinileri, dünyaca ünlü Louvre Müzesi'ne götürülmüş.

    Camii nin bugün kubbesinde görünen yazılar ise Cumhuriyet döneminin en önemli hattatlarından Hamid Aytaç ın kaleminden çıkmıştır. 

    Eyüp Camii, pek çok Osmanlı eseri gibi yoksulların da himaye edildiği bir mekândı. Eyüp Camii civarında Fatih Sultan Mehmed in yaptırdığı imarette günde iki kere yemek pişirilirdi. Normal günlerde pirinçli, buğdaylı yemek çıkarken Ramazan ayında etli yemek dağıtılırdı. Özel günlerde, cuma ve kandillerde, zerde ve zerbaç, pilav çıkarılıp yoksullara verilirdi. 

    Osmanlı Devleti'nin her alanda olduğu gibi eğitim alanında da külliyelere çok önem vermiş, Osmanlı padişahları, yaptırmış oldukları cami ve külliyelerin bahçelerine defnedilmiştir.

    “Birçoğumuz Osmanlı Külliyelerine baktığımızda sadece bir camisini görürüz. Hâlbuki Osmanlı'da hemen hiçbir zaman sadece bir cami inşa edilmezdi. Yanında medreseleri, sıbyan mektepleri, han ve hamamları, imaret ve kervansarayları, darüşşifa ve tıp medreseleri, meydan çeşmeleri ve sebilleri inşa edilirdi.

    Hz. Ebu Eyyub el- Ensari’nin Naklettiği Bazı Hadisler

    Ebu Eyyüb el-Ensari naklediyor: Hz Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:”Sünnetim olan şeylerden yüz çeviren benden değildir.”

    “Kim emrolunduğu şekilde abdest alır, yine emrolunduğu şekilde namaz kılarsa geçmişte işlediği küçük günahları bağışlanır.”

    “Herhangi bir gece İhlas suresini okuyan, o gece Kuran’ın üçte birini okumuş gibi olur.”

    “Kırk gününü Allah rızası için ayırıp  ihlas ve samimiyetle ibadet eden kimsenin kalbindeki hikmet pınarları dilinden dökülmeye başlar.”

    “Sadakanın en hayırlısı ve en makbul olanı, dargın akrabaya verilendir.”

    Ebû Eyyûb El-Ensarî -radıyalllahu anh- geceleri sabaha kadar Resul-i Ekrem'in -sallallahu aleyhi ve sellem- çadırının etrafında silahlı olarak nöbet beklemiştir. Bir sabah Fahr-i Alem -sallalahu aleyhi ve sellem- Efendimiz çadırından çıktığı vakit Ebû Eyyûb'un nöbet beklediğini görünce:”Allahım! Sabahlara kadar uykusuz kalıp nöbet beklemek suretiyle beni muhafaza etmeğe çalışan Ebû Eyyûb'u sen de dünyada ve ahirette muhafaza buyur" diye dua buyurmuştur. 

    Diğer bir rivayette de:” Allah Celle ve Ala sana rahmet etsin. Allah Celle ve Ala sana rahmet etsin" diye tekrar tekrar dua buyurmuşlardır.


◄ EYÜP SULTAN 1.BÖLÜM ►


Etiketler: Eyüp Sultan Kimdir?, Eyüp sultan hayatı, eyüp sultan türbesi, eyüp sultan mezarı, İstanbul Eyüp Sultan | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi