Mekteb-i Derviş | İslam

    KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KİMDİR? HAYATI, SAVAŞLARI, VEFATI, MEZARI

    (D.H.6 Safer 900-M.1495 Trabzon - V.H.974-M.1566.Zigetvar)

    Karaların Hakanı, Denizlerin Sultanı, 2.Türk Halifesi. Şair, Âlim, Âdil, Hayır Sahibi, Şehit, Muhteşem Osmanlı Sultanı.

    DOĞUMU VE ŞEHZADELİĞİ

    Akdeniz'i bir Türk gölü haline getiren, Osmanlı Devleti'ne altın çağını yaşatan, Osmanlı İmparatorluğu'nun onuncu padişahı ve Muhibbî mahlasıyla yazdığı 2779 gazel ile gazel rekorunu elinde tutan Kanuni Sultan Süleyman, 27 Nisan 1495 Pazartesi günü, Trabzon’da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızı Hafsa Sultandır. Kanûnî Sultan Süleyman, yuvarlak yüzlü, elâ gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallı, zayıf, esmerdi. Ataları gibi burnu kartal gagasını andırıyordu. Sakalını kısa keser, uzun ve gür bıyıkları bunların üzerine inerdi, rengi solgundu. Sırasıyla Bolu, Şebinkarahisar, Kefe’de Sancakbeyliği yaptı. 4 defa evlenmiş, hanımları; Mahidevran Sultan, Fülane Hatun, Hürrem Sultan, Gülfem Hatun’dur. 16 tane çocuğu olmuş, bir kısmı küçük yaşta vefat etmiş, bunlardan Hürrem’den olma Şehzade Selim Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra tahta geçen isimdir. Eşler arasında Kanuni üzerinde etkili olan ve siyasi olarak önemli rol oynayanlar Hürrem Sultan ve Mahidevran Sultan’dır.46 yıllık padişahlığı sırasında 13 defa sefere çıkmış, 300 kale fethetmiştir.

    Çocukları: Şehzade Mustafa, II. Selim, Şehzade Bayezit,  Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir. Kız çocukları: Mihrimah Sultan, Raziye Sultan.

    Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, (1520 - 1566)tam 46 yıl şan ve şerefle 13 kez sefere çıkan ömrü at sırtında geçen, babasından devraldığı 6.557.000 km2 Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14.893.000 km2 ye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Âlimlere, şairlere karşı hürmetkârdı. Ömrü boyunca ilim ve sanatın hamisi oldu. 

    Osmanlı tarihinin en önemli isimleri onun döneminde yaşadı ve eserler bıraktı: Bu asırda her sahada Sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa; Şeyhülislamı Kemal paşazade,  Ebüssü´ud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; Büyük deha Mimar Sinan; minyatür sanatçısı Nigârî, Kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa tarihçilerimiz Kemal Paşazade ve Taşköprülüzade gibi dahi devlet ve ilim adamları yetişti. 

    Osmanlı İmparatorluğu’nun Beylikten başlayarak Cumhuriyet kurulana kadar gelmiş geçmiş 36 padişahın içerisinde; naif kişiliği, adaletli tavrı, cesaretli komutanlığı, üstün zekâsı, sanat adamlığı ile ismi öne çıkmış padişahlarımızdan bir tanesidir. En uzun süreli padişahlık yapmış ve ordusu Zigetvar seferinde iken hayata gözlerini yummuştur. Ordu hezeyana uğramasın diye aylarca öldüğü ordudan ve halktan saklanmış, zafer kazanılınca halka söylenmiştir. Halkı ve fethettiği ülkelerin vatandaşları tarafından çok sevilen üstün bir şahsiyettir.

    Sultan Süleyman Han´ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, İslam hukuku esasları dâhilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri geliyor.

    Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hâkimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. “Süleyman” ismi kendisine Kur’ân-ı Kerîm’den tefe’ül olunarak verildi. Adını Neml Sûresi’nin 30. âyet-i kerîmesindeki Hz. Süleyman’ın (a.s.) isminden aldı. Sanki bu isim, daha o anda, Şehzâde Süleymân’a lûtfedilecek olan dünya ve ukbâ saltanatlarını birleştiren bir ihtişâmın müjdesini de beraberinde taşıyordu.

    Çocukluk yılları babasının sancak beyi olarak görev yaptığı Trabzon’da geçti. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı.  İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun’dan (Yavuz Sultan Selim’in annesi) aldı.  Trabzon sarayında kendisine tahsis edilen hocalardan özel eğitim aldı. Adı bilinen ilk hocası Hayreddin Efendi’dir. Evliya Çelebi’ye göre Trabzon’da iken sütkardeşi Kadı Ömer Efendi’nin oğlu Yahyâ ile (Beşiktaşlı Yahyâ Efendi) birlikte bir Rum’dan kuyumculuk öğrendi. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul’a, dedesi Sultan İkinci Bayezid’in yanına gönderildi; Şehzade Süleyman, burada Kara Kızoğlu Hayreddin Hızır Efendi’den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.  

    Osmanlı geleneği uyarınca şehzadeler on yaşından sonra yöneticilik yapmak üzere sancakbeyi olarak atanırdı. Ancak Şehzade Süleyman’ın atanması amcalarının tutumu sebebiyle biraz gecikti. Önce Şarki Karahisar’a (günümüzde Şebinkarahisar), sonra Bolu’ya sancakbeyi olarak atansa da en sonunda Kırım’da bulunan Kefe’ye gönderildi. Şehzade Süleyman annesi, hocası ve lalası yanında olduğu halde gemiyle Trabzon’dan Kefe’ye gitti. Burada kaldığı süre zarfında babasının taht için mücadelelerine şahit oldu; onun tahtı elde edebilmek için giriştiği askerî hazırlıklara destek verdi. Babasının 1512’de tahta çıkışı kendisine gelecekteki iktidarın yolunu da açmış bulunuyordu. Şehzadelerin görev yaptığı şehirlerin İstanbul’a yakınlığı padişah değişikliği sırasında tahta geçebilmek için önemli bir faktör olduğu için, şehzadeler arasında bu tür rekabetler oldukça yaygındı. II. Bayezid’in en büyük oğlu olan Şehzade Ahmet, Şehzade Selim’in oğlunun önemli bir yerde sancakbeyliği yapmasını engellemiştir.

    Şehzade Selim, babası 2. Bayezid ve kardeşleri Şehzade Ahmet ve Şehzade Korkud’la yaptığı mücadeleler sonrasında Babasının 1512’de tahta çıkışı kendisine gelecekteki iktidarın yolunu da açmış bulunuyordu. On beş yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim’in yanında kaldı ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim gördü. Şehzade Süleyman babasının padişah olması sonrasında Kefe’den İstanbul’a geldi. Burada bir süre kaldıktan sonra Manisa’ya sancakbeyi olarak atandı. Padişah olana kadar yedi yıl burada kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim´in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli´nin muhafazasıyla görevlendirildi ve Edirne´de oturdu. 

    1. Selim’in tek oğlu olması dolayısıyla tahta geçmesi sorunsuz oldu. 1. Selim’in vefatı sonrasında İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında tahta oturdu.

    Yavuz Sultan Selim’in, 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul’a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul’da kalarak babasına vekâlet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520’de, yirmi beş yaşındayken Osmanlı tahtına geçti. Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Kendisine “Kanûnî” denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman, adaleti seven bir padişahtı. Mısır’dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır.

    Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, “Arslan öldü, yerine kuzu geçti” diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

ŞEHZADELİK EĞİTİMİ

    Yavuz Sultan Selîm’in 1512’de tahta geçmesi üzerine, Şehzâde Süleyman İstanbul’a çağrılmış, Yavuz’un, kardeşleri ile mücâdelesi sırasında İstanbul’da ona vekâlet etmişti. Babası kardeşlerini yenip tahtta rakipsiz bir hâle gelince genç Şehzâde, merkezi Manisa olan Saruhan sancak beyliğine gönderilmişti. Bu sûretle devlet idâresindeki tecrübesi ikmâl ettirilmiş oldu. Diğer yandan annesi, zamanın velîsi olan Sünbül Efendi’den oğlunun mânevî eğitimi ile meşgul olmak üzere bir talebesini istemişti. O da Merkez Efendi’yi Manisa’ya tâyin etmiş, bu sûretle Kanunî, mâneviyat âleminde rûhunu besleyecek ilk kaynağa ulaşmıştı.

    Kanunî Sultan Süleyman, 30 Eylül 1520’de genç yaşta tahta geçti. Babasına büyük bir cenaze töreni düzenledi. Babasının cenazesini Topkapı’da karşıladı. Fâtih Câmisi’ne kadar cenâzenin arkasında yürüdü. Yavuz Selim Han’ın temiz naaşı, cenaze namazını edadan sonra Fâtih civarında Sultan Selim semtindeki kabrine defnedildi. Kanunî, mimarbaşı Ali Ağa’ya, burada babasının adına bir câmi ve türbe yapılması için talimat verdi.

    Yeni padişah Silahtarlara 1000 akçe bahşiş verdi gündeliklere 5 akçe zam yaptı. Bütün kimsesizlere 4 akçe dağıttı. Yeniçerilere 3000 akçe bahşiş verildi. Birçok para daha verildi. Her padişah tahta çıktığında cülus bahşişi verirdi. Bu uygulama 18. yüzyıla kadar sürdü. Süleyman, ceza vermekten de geri durmadı. Kaptan-ı Derya Cafer Bey ve birkaç silahtar halka zulmettiği gerekçesiyle idam edildi. Bu yaptıkları onun "Kanuni" unvanını almasında önemli rol oynadı. Kanuni, başarılı bir asker, kudretli olarak kabul edilen bir devlet adamı, eşine nadir rastlanan bir devlet teşkilatçısıydı. Kanuni unvanını kanunları yenileyip ek kanunlar yapıp, bunlara önem verdiği için verildi.

MUHTEŞEM SÜLEYMAN

    Kanunî, babasından dünyanın en zengin ve en güçlü ordusuna sahip bir devleti mîras olarak devralmıştı. Kısa zamanda, giriştiği fütûhâtın büyüklüğü kadar idâresindeki dirâyet ve fazîlet ile de öyle temâyüz etti ki, hasmı olan Avrupalılar bile kendisini “Muhteşem Süleyman” lâkabı ile anmaya mecbur kaldılar.

İLK İCRAATLAR

    Kanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı.  Bu isyanlardan ilki; Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Şam Valisi olarak atadığı Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı isyan oldu. 

    Amacı Memlük devletini yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının Ocak ayında Dulkadiroğulları'ndan Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam edildi.

    Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safevilerin desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun isyanlarıyla uğraştı. Çıkan tüm bu isyanlar Osmanlı kuvvetleri tarafından başarıyla bastırıldı.

    Tahta geçişinin ikinci ayı daha dolmadan babası zamanında Şam beylerbeyiliğine getirilen eski Memlük emîri Canbirdi Gazâlî’nin isyanıyla karşılaştı. Safevîler’in devreye girme ihtimali onda büyük endişeye yol açtıysa da isyan kısa sürede bastırıldı.

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN İLK SEFERİ

    İlk sefer-i hümâyunu olan Belgrad harekâtı sadece askerî bakımdan değil devletin vizyonu açısından da sembolik bir önem taşır. Burası, vaktiyle büyük atası Fâtih Sultan Mehmet’in başarısızlığa uğradığı ana hedefi konumundaydı. Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad’ı alarak batıya karşı yeni bir açılım sağlamak amacındaydı. 1 Ağustos 1521’de kuşatılan şehir 29 Ağustos’ta teslim oldu.

    Kanunî Sultan Süleyman bu ilk siyasî faaliyetlerinde Fâtih Sultan Mehmet’in izlerini takip etti ve buna göre bir strateji oluşturdu. Belgrad’ın ele geçirilmesinin ardından ilk hedefinin yine vaktiyle büyük dedesinin başarısızlığa uğradığı Rodos olması bu bakımdan dikkat çekicidir. Bundan bir sene sonra, Sultan Süleyman’ın seferi Akdeniz’deki Rodos’a, Hospitalier Şövalyeleri’nin üzerine oldu. Bu kuşatma için 1522 senesinin Haziran ayında suya inen Devlet-i Aliyye Donanması, 28 Temmuz’da Rodos’a vardı. Yaklaşık 100.000 asker ve 400 gemiden oluşan bu muazzam ordu, 6 ayı geçen kuşatmadan sonra Şövalyelerin teslim olmasıyla Rodos’u resmen almış bulunuyordu.

    Bunun üçüncü ayağı ise İtalya’ya yönelik niyetlerinin başlangıcı olarak tasarlanan Korfu seferidir. Kanuni Sultan Süleyman 1521'de Belgrad'ı fethederek  Orta Avrupa´nın, 1522'de şövalyelerin üssü olan Rodos´u kuşatarak da Akdeniz hâkimiyetinin kapılarını Osmanlı Devletine açtı. 1526´da yüz bin kişilik ordusu ve 300 kadar top ile Mohaç ovasında Macar Ordusuyla karşılaştı.

    Tarihin bu en büyük meydan savaşında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül´de Macaristan´ın başşehri Budin´e girdi.1529 da Viyana muhasara edildi ise de, kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532´de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana´yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha birçok Alman şehirlerini zapt etti.

BELGRAD'IN FETHİ

    Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (Almanya) idi. Almanya İmparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı İkinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu. Fatih Sultan Mehmet, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi. Belgrad'ın fethi, Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk fethidir. Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a "Darü'l-cihad" denildi.

ŞARLKEN ve AVRUPA

    Alman İmparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hâkimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı. Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransuva'yı kurtardı.

TARİHİN EN KISA SÜREN MEYDAN SAVAŞI

    Derhâl Avrupa hedefine yönelen genç hükümdar, 1522’de Rodos’u aldı. 29 Ağustos 1526’da Mohaç ovasında yapılan tarihin en kısa sürede biten meydan muharebesi " Mohaç Savaşı" ile Macaristan’ı haritadan sildi. Budapeşte’yi fethetti. 1529’da Viyana kuşatıldı. 1532’de Avusturya seferine çıkıldı. 1533’de Almanya ile anlaşma imzâlandı. 1537’de Estergon, İstoni ve Belgrad’ı fethetti.

MOHAÇ SAVAŞI

    Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman, Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi. 1521 senesinde Belgrad’ın Osmanlı eline geçmesiyle Macaristan’ın gücü kırıldıysa da, Katolik dünyasının tehlikesi tamamen geçmiş değildi. Katolik dünyasının öncüsü olan Macaristan üzerine sefer düzenlemeye karar veren Sultan Süleyman, 10 Mart 1526 tarihinde savaş hazırlıklarının ilk emrini verdi.23 Nisan 1526 tarihinde, 60.000 kişilik ordu ve 300 top ile sefere çıkıldı. Macar ordusu, Osmanlı’yı karşılamak üzere Mohaç ovasına bir ordugâh kurdu. Macar Kralı II. Lajos ordunun başında bulunuyordu.

    Çevreye gönderdiği akıncılarla Macar ordusunun yardım almasını engelleyen Sultan Süleyman, 28 Ağustos 1526 tarihinde Mohaç ovasına geldi. Hiç vakit kaybetmeden savaş meclisini toplayan Sultan, tecrübeli askerlerden savaş hakkında fikir aldı. En son Yahya paşazade Malkoçoğlu Bali Bey’in kitle halinde saldırının tehlikeli olup, Macar ordusunun yan ve gerilerine yapılacak saldırıların daha etkili olacağı fikri kabul edildi.

    Kendi savaş planı gereğince iki safa ayrılan Macar ordusu, 29 Ağustos’ta saldırıya geçti. Macar kuvvetlerinin saldırısını karşılayan Rumeli Ordusu, bir süre çarpıştıktan sonra geri çekilince, onları kovalamaya başlayan Macar askerleri Osmanlı topçularının menziline girmiş oldu.

    Topçu ateşinin devam ettiği sırada Osmanlı ordugâhına girmeyi başaran ikinci Macar safları yaklaşık yarım saat Osmanlı Ordusunun merkezi ve yeniçeriler tarafından yoğun ateşe tutuldu. Bu ateş altında oldukça zayiat veren Macar ordusu, Osmanlı kaynaklarına göre “telef olmuştur.”

    29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı. Macaristan, Osmanlı Devletine bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.

    Mohaç Savaşı’nın sonucu mutlak Devlet-i Aliye zaferidir. Bu savaş sonrası Osmanlı Hristiyanlığın en güçlü savunma hattını kırmış oldu.

    Kralın öldürülmesi üzerine boşalan Macar tahtına asiller meclisi tarafından Janos Szapolyai seçildi. Bazı kesimlerin bu durumu kabullenmedikleri için Avusturya Arşidükü I. Ferdinand’ı kral seçmeleri, bunun üzerine Szapolyai’nin Osmanlı’dan yardım istemesi Osmanlı-Avusturya savaşlarına ve akabinde I. Viyana Kuşatmasına yol açacaktı.  

VİYANA KUŞATMASI

    Macaristan'ın Türkler tarafından fethi Avusturya ile Türkleri karşı karşıya getirdi. Mohaç Savaşı'ndan sonra Macaristan bir tampon bölge haline gelmişti. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı hâkimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımadı ve Budin'e girdi. Karşı sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Budin'i geri aldı. Savaşmayı göze alamayan Ferdinand ve Şarlken Avusturya'nın başkenti Viyana'ya kaçtılar ve Viyana kuşatıldı (26 Eylül 1529). Kış mevsimi yaklaştığı için 16 Ekim günü kuşatma kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmiş ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemiştir. Macaristan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Ferdinand, Kanûnî'ye bir elçi göndererek Macaristan'ın kendisine verilmesini istedi. Buna karşılık vergi vermeyi kabul ediyordu. Bu talebi karşısında olumsuz cevap alan Ferdinand Budin'i kuşattı.

    I. Ferdinand, Szapolyai’yi yenmesinin ardından Osmanlı’dan yardım istenmesi ve Sultan Süleyman’ın Avusturya’nın güçlenmesini istememesi üzerine 10 Mayıs 1529 tarihinde sefere çıkıldı.

    18 Ağustos günü Mohaç ovasına ulaşıldı ve Szapolyai’de 6000 kişiyle birlikte Osmanlı Ordusuna katıldı ve Sultan Süleyman’ın elini öptü.

    8 Eylül günü Budin kalesinin kapılarından biri ele geçirildi ve kaleyi savunan askerler hayatlarının bağışlanması şartıyla teslim oldular. Osmanlı’nın kısa zamanda bu kadar büyük başarılar elde etmesinin ardından direnmenin saçma olacağını anlayan Boğdan Voyvodası IV. Petru’da ordugâha gelerek biat etti.

    22 Eylül’de Avusturya sınırını geçen Sultan Süleyman, 27 Eylül’de başkenti kuşatmaya başladı. Kanuni Sultan Süleyman’ın 120.000 kişilik orduyla hareket edeceğini duyan bütün Avrupa’da bir korku başlamış, o dönemde had safhada olan mezheb kavgalarını bile bir kenara bırakıp Viyana’ya yardıma gelmişlerdi. Ferdinand korkusundan şehri terk etmiş ve yerine daha tecrübeli bir asker olan Nicolos’u bırakmıştı. Nicolos'a göre müdafaa savaşının gereği olarak, Türk ordusu gelmeden Viyana yakınlarındaki mahalleleri tamamen yakıp yıkmış, birinci istihkâm hattından yirmi adım içeride ikinci bir istihkâm inşa etmiş, Tuna sahillerine kazıklar diktirerek müdafaa için gerekli tedbirleri almıştı. Osmanlı humbaracılarının yakıcı tesirlerinden korunmak için evlerin ahşap çatılarını yıktırmış, top güllelerinin tesirini azaltmak için de, sokakların kaldırımlarını söktürmüştü. Ayrıca iki ay yetecek kadar erzak temin edip, şehirdeki sivil halkı dışarı çıkarmıştı.

    Kuşatma başladıktan sonra on yedi gün boyunda kaleyi vurduran Sultan Süleyman, şehrin surlarına iyice zarar vermişti. Bu sırada bir gülle isabetiyle Nicolos da ölmüştü. Kuşatma, kış ayının etkisiyle uzadıkça uzuyordu, ayrıca mevsim koşullarına bir de mühimmatın geç gelmesi eklenince kuşatma iyice zor bir hal alıyordu. Bütün bu zorluklara ek, Viyana’ya yardım için Alman ordusunun hazırlandığı istihbaratı gelince, Sultan Süleyman saldırının durdurulması emrini verdi. 16 Ekim günü harekete geçen ordu, 16 Aralık’ta İstanbul’a ulaşmıştı.

MACARİSTAN SEFERLERİ

    Kanûnî Sultan Süleyman, bunun üzerine Almanya seferine çıktı. Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da birçok kasaba, şehir ve kale fethedildi. Avusturya, yapılan bu savaşlar sonunda harap ve bitkin bir hale geldi. Bunun üzerine Ferdinand barış istedi. İmzalanan İstanbul Antlaşması ile Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabaları sonuçsuz kaldı (22 Temmuz 1533). Ferdinand'ın Macaristan üzerinde ki emellerinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Jan Zapolya ölmüş, yerine oğlu Sigismund geçmişti. Bundan istifade eden Ferdinand Budin'i kuşattı. Bunun üzerine 1540 yılında Kanûnî tekrardan Macaristan seferine çıktı ve çok güçlü bir orduyla birlikte Budin'e girdi. Sigismund'u Erdel Beyliği'ne atadı ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirdi. Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı. Avusturya'nın elinde sadece kuzey Macaristan kaldı. Kanûnî döneminin önemli siyasi olaylarından olan Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanûnî'nin ölümüne kadar devam etti.

İSTANBUL ANTLAŞMASI

    Osmanlı ile iyi geçinmekten başka çaresi olmadığını kabul eden Ferdinand’ın gönderdiği elçiler ile Osmanlı arasında imzalanan bu antlaşmaya göre; Macaristan’ın Osmanlı toprağı olduğu kabul edildi. Janos Szapolyai’nin hükümdarlığı kabul edildi. Osmanlı’ya senelik 30.000 altın vergi verilmesi kabul edildi.

    Ferdinand’ın Kanuni Sultan Süleyman’a değil, Sadrazama denk olduğu kabul edildi.Fransa elçisi Jean de La Forêt'in girişimleri sonucu, 18 Şubat 1536 tarihinde Sultan Süleyman, Fransa ile kapitülasyon anlaşması imzaladı. Anlaşmayla birlikte Fransızlara ticari ve hukuki alanlarda birtakım ayrıcalıklar tanındı. 

HAYRETTİN PAŞA'NIN OSMANLI HİZMETİNE GİRMESİ

    Kanuni Sultan Süleyman 1533 yılında  Barbaros Hayreddin Paşa'yı  Kaptan-ı Deryalığa getirerek Cezayir Osmanlı topraklarına kattı. Barbaros Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan adaları aldı.

    1534´de Safeviler üzerine sefere çıkan sultan, Bağdat ve Basra´yı zaptetti. Bağdad´da evliya kabirlerini ve Kerbela´ da Hazret-i Ali ve hazreti Hüseyin´in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylan´i hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535´de Tebriz´i zaptetti. 1537´de İtalya seferine çıkarak, Otranto´ya kadar ilerledi.

    Bu yıllarda hazırlanan Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizliler'den başka Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemiler de bulunuyordu.

    1538 senesinde Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, Osmanlı’nın Akdeniz’de güçlenmesini istemeyen Haçlılarla 28 Eylül 1538 tarihinde Preveze açıklarında karşı karıya geldi.Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti. Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.

    1543 senesinde Osmanlı için de bir tehdit olan Şarlken’e karşı Fransız donanmasına yardım amacıyla Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Nis Kalesi’ni alarak Fransa’ya bıraktı.

    1551 senesinde Saint Jean Şövalyeleri’nin elindeki Trablusgarp, Turgut Reis komutasındaki Osmanlı Donanması tarafından ele geçirildi.

    Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki üstünlüğüne son vermek amacıyla oluşturulan Haçlı donanması Cerbe Adası önünde Osmanlı donanmasına yenildi. Ardından ada Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Böylece Akdeniz Osmanlı Devleti için göl haline geldi.

    Bu fetihleri; 1543´de Estergon,Nis ve İstolni-Belgrad, 1551´de Trablusgarb ve 1553´te Nahcıvan seferi takip etti. 

    O sırada devletin ihtişâmı öyle göz kamaştırıcı idi ki, Barbaros Hayreddîn Paşa, “İslâm birliği” düşüncesi ile mâliki olduğu kuzey Afrika’yı Osmanlı devletine hediye etti. Kanunî de, buna mukâbil ona devletin Kaptan-ı Deryâlığı’nı (Osmanlı deniz kuvvetleri kumandanlığını) verdi. Akdeniz kısa zamanda bir Osmanlı gölü hâline geldi. Hind Okyanusu’na bile donanma gönderilerek, oradaki Müslümanlara yardımda bulunuldu. Sudan ve Habeşistan’a seferler yapıldı. Hudutlar, güneyde orta Afrika’ya kadar uzandı. Kuzeyde Kırım Hanları, Moskova’ya kadar ilerlediler. 1548’de Tebriz dördüncü defa geri alındı. Böylece doğudaki hudut, Hazar Denizi’ne dayanmış oldu.

SÜLEYMAN SÖZÜ

    Bu şekilde mânevî olarak da ilâhî te’yîde mazhar olan Kanunî Sultan Süleyman Han, uzun ömrünü, insanlığı huzur ve saâdete eriştirmek için harcadı. Birçok zâlim kralın zulmü altında inleyen insanları kurtararak, onlara İslâm’ın eşsiz merhamet, şefkat ve adâletini tattırdı. Her yerde husûsiyle İslâm memleketlerinde onun adı hayır ve hürmetle yâd edilir oldu. Emsalsiz adâlet ve doğruluğu sebebiyle halk arasında riâyet edilmesi gereken “söz ve vaad”lere “ahd-i Süleymânî” (Süleyman sözü) ifâdesi, bir darb-ı mesel hâline geldi.

    Onun devrinde muhteşem Osmanlı ordusunun önüne hiçbir düşman kuvveti çıkmaya cesaret edememekteydi. Hattâ umûmiyetle bütün Avrupa’yı kendi etrafında toplamayı başarmış bulunan Şarlken bile, Kanunî’nin karşısına çıkmaktan son derece çekinmekteydi. Üzerine yapılan sefer-i hümâyûnlarda köşe bucak kaçmaktan başka bir şey yapamıyordu. Çünkü âdeta bir mûsikî âhenginde harp eden Osmanlı ordusuna karşı koymak, bütün Avrupa’nın Ren kıyılarına kadar kaybı demekti. Dolayısıyla Şarlken, her şeye rağmen kesin bir mağlûbiyeti kabûllenmek istemediği için aczini gizlemiyor, sürekli olarak Osmanlı ordusundan kaçıyordu.

    Kanunî, babasından devraldığı 6.557.000 km2’lik vatan toprağını, 14.893.000 km2’ye ulaştırdı. Hudutlar, kıt’a ve okyanuslarla çizilir oldu. Nice nâmdar krallar dahî, Osmanlı karşısında acziyetten başka bir şey yapamıyorlardı.

"BEN KARA VE DENİZLERİN HAKANIYIM"

    İspanya kralı, Kanunî’nin kaptan-ı deryâsı Hayreddîn Paşa’nın fetih hamlelerinden nefes alamayıp Müslüman beldelerinde istediği zulmü icrâ edemeyince, buna karşılık kuru bir cesaretle Anadolu topraklarına doğru intikam seferine karar vermişti. O sıralarda Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın Avrupa içlerinde bulunması da kendisini bu hususta bir hayli heveslendirmişti. Ancak durumu öğrenen Alman imparatoru Ferdinand, hem İspanya kralının gerçekleri görerek hareket etmesi, hem de Kanunî’ye karşı kendisine bir müttefik bulabilmek gâyesiyle ona, Osmanlı hakkında büyük itiraflarla dolu şu mektubu yazmak zorunda kaldı:

    “–Kardeşim İspanya Kralı! Duydum ki, Osmanlılar Avrupa seferinde iken sen de bu fırsattan istifâde ile Anadolu’ya sefere çıkacakmışsın! Doğrusu bu hareketi yerinde ve isâbetli bulmadım. Zira ben, hayatım boyunca bizlerden birinin Anadolu’ya sefer yaparak orada bir kaleyi veya herhangi bir yeri fethederek ellerinde tutabildiklerini görmedim. Bir müddet elde tutulabilenler de, dâimâ Türkler tarafından tekrar geriye alınmışlardır.

    Anadolu bir tarafa, bizim memleketimizde fethettikleri yerleri bile geri alamıyoruz. Bir düşün; nice yıldır hangi kaleyi aldık da elimizde tutabildik? Hangi şehri veya kasabayı ele geçirdik de tekrar geri vermedik? Bilesin ki, senin memleketinden çok uzak yerlerde böyle mâcerâlara atılman doğrusu boş işlerdir. Yine bilesin ki, Sultan ve askerleri yerlerinde yok diye Anadolu’ya sefere çıkman, kükremiş bir arslanın açık ağzına elini koyman demektir ki, böyle bir durumda bir daha elini onun ağzından aslâ koparamazsın! Gel, sen bu işten vazgeç! Gel, bana yardım et! Eğer bana yardım etmezsen benim ömrüm tamamlanmış ve işim bitmiş olur. Bu da, sıranın size gelmesi demektir.”

    Görüldüğü gibi Kanunî devri, samîmiyetle inanan ve rızâ-yı ilâhîyi yürekten dileyen insanlara Allâh’ın yardımının şanlar ve zaferler yağmuru hâlinde tezâhür ettiği gerçeğinin bir örneğidir. Öyle ki, krallar, Kanunî’nin vâlileri hükmündeydi.

SULTANLAR SULTANI

    Bunlardan biri olan Fransa kralı Françesko, Alman imparatoru Şarlken ile yaptığı bir harpte esir düşmüştü. Bunun üzerine annesi, Kanunî’ye bir elçi gönderdi. Elçi, Françesko’nun annesinin mektubunu takdîm etti. Annesi, oğlunu kurtarması için yalvarıyordu. Kanunî’ye “Sultanlar Sultanı” diye hitâb ediyordu. Kanunî ise, Fransuva’ya yazdığı cevâbî mektubunda:«Ben ki...» diye başlayarak uzun uzun hâkimi bulunduğu ülkeleri:«...Âzerbaycan’ın, Anadolu’nun, Rumeli’nin, Balkanlar’ın, Karaman’ın, Irak’ın, Arabistan’ın, Mısır’ın, karaların ve denizlerin sultânı Yavuz Sultan Selîm Han oğlu Sultan Süleyman Hân’ım.» diyerek sayıyor ve:«Sen ki Fransa eyâletinin vâlisi Françesko’sun.” beyânından sonra, kralların başlarına böyle bir hâdisenin gelebileceğinin tabiî olduğunu söyleyerek onu tesellî ediyordu.

    Kanunî’nin cevâbî mektupta: “Ben karaların ve denizlerin hâkânıyım!” demesi, îman gücünün ve kudretinin cihâna karşı haykırılışı demekti.

FRANSA'DA DANS 100 YIL YASAKLANDI

    Kanunî devrinde bu güçlü sadâ hiç kesilmedi. Nitekim o devirde bir ara Fransa’da dans denilen rezâlet yeni yeni ortaya çıkmaya başladığında bunu duyan Kanunî, derhâl Fransa kralına şu tâlimâtı göndermiştir:“...İşittim ki, memleketinizde kadın ve erkeklerin dans adı altında birbirlerine sarılmak sûretiyle halk önünde ahlâk ve hayâya mugâyir davrandıkları süflî bir eğlence îcâd edilmiş! Bu rezâletin, hem-hudud olmamız dolayısıyla memleketime sirâyeti ihtimâli vardır. Bu itibarla nâme-i hümâyûnum elinize ulaşır ulaşmaz derhâl bu rezâlete son verile! Aksi hâlde bizzat gelip o rezâleti kaldırmaya elbette muktedirim.”Tarihçi Hammer, bu mektup üzerine Fransa’da dansın tam yüz yıl yasaklandığını kaydetmektedir.

PREVEZE ZAFERİ

    Bu devir, bütün bir cemiyet fertlerinin, asâlet, ciddiyet ve îman vecdi ile coşkun çağlayanlar hâlinde olduğu bir devirdi. Bu devirde îmânın heybet ve heyecânı ile bu şâha kalkış, yalnız Kanunî’de değil, devletin bütün müesseselerinde ve hattâ en küçük rütbedeki ferdinde bile görülmekte idi:

    Preveze zaferinin müjdesini dörtnala at üzerinde getiren levent, Topkapı Sarayı’na girince, atının dizginini çekmesi ile, at bir müddet iki ayak üzerinde dönmüştü. Bu manzarayı seyreden Kanunî’nin, levende:“–Ne azgın bir küheylânla gelmişsin!..” demesi üzerine levendin:“–Hünkâr’ım, Akdeniz azgın bir küheylândı. Biz onu bile uslandırdık!..” cevabını vermesi, îman gücüyle şahlanıştan doğan îtimâd-ı nefsin bir tezâhürü idi.Sultandan bir ere kadar hep aynı duyuş ve aynı kalp atışı vardı.

KANUNİ DÖNEMİNDE ÖNEMLİ SİYASİ OLAYLAR VE FETİHLER

    Kanuni Sultan Süleyman’ın kırk altı yıl süren uzun hükümdarlık dönemi hem diğer devletlerle ilişkiler, seferler ve fetihler yönüyle, hem de iç karışıklıklar ve hanedan içi mücadeleler açısından oldukça hareketli geçmiştir. Dış siyasette aktif ve fetihçi bir politika uygulamıştır. Padişahlığı boyunca on üç büyük sefere çıkmış ve neredeyse on yılı seferlerde geçirmiştir. En çok sefere çıkan ve en uzun süre seferde kalan Osmanlı padişahıdır.

    Bu dönemin askerî açıdan bir başka özelliği, Osmanlı Devleti’nin karşısında meydan savaşı yapabileceği bir devlet kalmamasıdır. Yuvuz Sultan Selim zamanında Osmanlı ordusu zaten çok yüksek bir güce ulaşmıştı. Çaldıran, Merc-i Dabık ve Ridaniye’de ezici zaferler kazanmıştı. Kanuni döneminin başlarında Mohaç’da (1526) Macar ordusunun iki saat gibi bir sürede imha edilmesinden sonra, artık hiçbir devlet Osmanlı ordusu ile meydan muharebesi yapmaya yanaşamadı. Bu sebeple, bu dönemde çok sayıda sefer yapılsa da Mohaç’ın dışında büyük meydan muharebesi olmamıştır.

    Avrupa’daki Gelişmeler

    Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktıktan sonra ilk olarak dikkatini Avrupa’ya çevirdi. İlk seferini 1521 yılında Belgrad’a yaptı ve şehir fethedildi. Fatih Sultan Mehmet’in kuşatıp alamamış olması dolaysıyla bu şehrin sembolik bir önemi vardı. Ertesi yıl Rodos üzerine sefer yapılıp, ada fethedildi (1522). Bu fetihle Doğu Akdeniz hâkimiyeti açısından önemli bir adım atılmış oldu.

    Batı siyasetinde Avrupa devletleri arasındaki mücadeleden yararlandı. Kutsal Roma-Cermen İmparatoru olan, Habsburg hanedanından V. Karl (Şarlken) ile Fransa Kralı 1. Fransuva arasındaki mücadelede Fransa’nın tarafını tuttu. Mücadeleyi kaybedip esir düşen 1. Fransuva’nın annesinin yardım talebi üzerine, 1526 yılında Macaristan seferine çıktı. Mohaç’ta Macar ordusuna karşı büyük bir zafer kazandı. Mohaç Savaşı tarihin en kısa süren meydan muharebelerinden birisidir. Savaş sonrasında Budin fethedildi. Bu seferle Macaristan büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.

    V. Karl’ın kardeşi olan Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın Kanuni tarafından göreve getirilen Macar Kralı Janos Zapolya’yı yenip, Budin’den atması üzerine, 1529’da tekrar Macaristan üzerine sefere çıkıldı. Budin tekrar alınıp, Viyana kuşatıldı. Ancak büyük bir kuşatma için ön hazırlık yapılmamış olması ve kışn yaklaşması sebebiyle on yedi gün sonunda kuşatmayı kaldırıldı.

    1532’de Sultan Süleyman doğrudan Kutsal Roma-Cermen İmparatoru V. Karl’ı (Şarlken) hedef alan bir sefer düzenledi. Osmanlı ordusu İmparatorluk topraklarında ilerlemesine rağmen, V. Karl savaşa yanaşmadı. Savaş olmadan Osmanlı ordusu geri döndü. Alman Seferi olarak bilinen bu sefer sonrasında Macaristan üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti güçlendi.

    Kısa süreli barış dönemleri yaşansa da Kanuni’yle Şarlken arasındaki Güney-Doğu Avrupa ve Akdeniz’e hâkim olma mücadelesi hükümdarlık döneminin sonuna kadar sürdü. Bu süreçte padişah yeni seferler düzenledi (1537 Korfu Seferi, 1538 Boğdan Seferi, 1541 İstabur Seferi, 1543 Estergon Seferi, 1566 Zigetvar Seferi). Bu seferler sonunda bu bölgelerdeki Osmanlı hâkimiyeti genişlemiş ve kuvvetlenmiştir.

    Denizlerdeki Gelişmeler

    Kanuni Akdeniz hâkimiyetine özel bir önem vermiştir. Osmanlı Devletinin gerçek bir deniz gücü haline gelmesi bu dönemdedir. Hükümdarlığının ilk yıllarında Rodos’a sefer düzenleyerek burayı fethetti (1522).

    Cezayir Beyi Hızır Reis’in Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmesiyle (1533) Akdeniz’deki Osmanlı varlığı güçlendi. Kanuni, Hızır Reis’e Hayrettin adını vererek Kaptan-ı Derya olarak görevlendirdi. Avrupalıların Barbaros lakabıyla andıkları Hayrettin Paşa, Papa’nın gayretleriyle oluşturulan birleşik Haçlı donanmasını 1538’de Preveze’de büyük bir bozguna uğrattı. Preveze Deniz Savaşı sadece Türk tarihi değil, dünya tarihinin de en büyük deniz savaşlarından birisidir. Preveze sonrasında Akdeniz büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetine girdi. 

    Malta’da bulunan Saint Jean Şövalyelerinin Akdeniz’deki ticareti ve ulaşımı tehdit etmesi ve adanın stratejik konumu sebebiyle 1565 yılında buraya sefer düzenlendi. Ünlü denizci Turgut Reis’in de katıldığı kuşatma başarılı olamadı. Turgut Reis çatışmalar sırasında hayatını kaybetti.

    Sultan Akdeniz dışında, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu bölgeleriyle de ilgilenmiştir. Portekizlilerin Hint okyanusundaki askeri varlıklarının artmasıyla, gerek Mısır ve Hicaz bölgelerinin güvenliğinin sağlanması, gerekse Hindistan’da bulunan Gucerat Sultanlığı’nın yardım istemesi sebebiyle, Kanuni döneminde bu bölgeye dört deniz seferi yapılmıştır. Bu seferler sonrasında Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı askeri başarı sağlanamasa da Yemen bölgesi Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.


KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN 2.BÖLÜM ►


Etiketler: Kanuni Sultan Süleyman Kimdir Hayatı Savaşları Vefatı Mezarı hayatı, Kanuni Sultan Süleyman vefatı, Kanuni Sultan Süleyman savaşları, Kanuni Sultan Süleyman muhteşem Süleyman, Kanuni Sultan Süleyman son sözleri, Kanuni Sultan Süleyman eserleri, Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Halife | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi