Mekteb-i Derviş | İslam

    MOLLA GÜRANİ KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, VEFATI

    (D.H.13 Rebîülevvel 809-M.28 Ağustos 1410.Şehrizor - V.H. 893-M.1488.İstanbul)

    Din âlimi, Veli, müderris, kadı, kazasker, şehzade hocası, Osmanlı Devleti müftüsü ve şeyhülislamı...

    DOĞDUĞU YER KÜNYESİ VE AİLESİ

    Osmanlı âlimlerinden bu büyük velî. Dördüncü Osmanlı şeyhulislâmıdır. Asıl adı Şemseddin Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî. Bazı kaynaklarda ismi verilirken Şemseddin yerine Şerefeddin veya Şehâbeddin unvanı da kullanılır. 

    (D.H.13 Rebîülevvel 809-M.28 Ağustos 1410.Şehrizor. Doğum yeri hakkında çeşitli rivayetler vardır. Makrîzî Şehrizor’da, Sehavî Gurân’da doğduğunu söyler. Gurân’ın nerede olduğuna dair muhtelif rivayetler vardır. Kimisi Irak’ta bulunan Şehrizor’a bağlı olduğunu kimisi İran'ın Nişabur havalisindeki İsfeyarin’de bulunan bir köy olduğunu söyler.Bikaî ise Diyarbakır’da Hiler adında bir köyde doğduğunu belirtir. Babası aynı kazaya bağlı Güran köyünden olduğundan onun lakabıyla ünlendi. Türk asıllıdır. Yaşadığı çağda bulunduğu bölge Akkoyunlu Türk Devleti’nin idaresi altındaydı.(TDV, İslam Ansiklopedisi, cilt: 30,  sayfa: 249.ʿUnvânü’z-zamân, vr. 6b).

    Lakapları

    Diyâr-ı Rûm'un, Anadolu'nun âlimi. Şerefüddîn. ŞihâbüddînMolla Gürânî olup, Molla Gürânî lakabıyla tanınıp, meşhûr olmuştur.

    EĞİTİMİ VE HOCALARI

    Önceleri Şafii mezhebine mensup idi, Daha sonra Hanefi mezhebine geçerek amel etmiş, müderris, kadı, kazasker, şehzade hocası, Osmanlı Devleti müftüsü ve dördüncü şeyhülislamı olmuştur.

    Çok küçük yaşta Kur’an’ı ezberlemiş, İlk öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra gittiği Bağdat’ta Zeynüddin Abdurrahman b. Ömer el-Kazvînî’den kırâat-i seb‘a, kelâm, tefsir, nahiv ve fıkıh, Hasankeyf’te Celâleddin el-Hulvânî’den Arap dili ve edebiyatı tahsil etti. Tahminen 830 (1426-27) yılında Şam’a geçti ve aralarında Alâeddin Muhammed b. Muhammed el-Buhârî’nin de bulunduğu âlimlerden ders aldı. Ardından Kudüs üzerinden 835 (1431-32) yılında Kahire’ye gitti.

    Burada İbn Hacer el-Askalânî’nin öğrencisi oldu ve kendisinden icâzet aldı. Ayrıca Zeynüddin Abdurrahman b. Muhammed ez-Zerkeşî, Ahmed b. Ali el-Makrîzî, Kemâleddin İbnü’l-Bârizî ve Ali b. Ahmed el-Kalkaşendî gibi âlimlerden hadis, kıraat, tefsir ve fıkıh öğrenimi gördü. Bu ilimlerde temayüz etmiş bir âlim olarak Memlük Sultanı el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’ın (1438-1453) yakın çevresi içinde yer aldı ve sultanın huzurunda yapılan ilim meclislerine katıldı.

    Kahire’deki Berkūkıyye Medresesi’nde fıkıh müderrisi olarak görevlendirildi. Bu görevi devam ederken 844 (1440) yılında, Ebû Hanîfe’nin soyundan geldiği ifade edilen Dımaşk Hanefî kadısı Hamîdüddin Muhammed b. Ahmed en-Nu‘mânî el-Fergānî ile aralarında çıkan tartışma neticesinde bu kişinin atalarına hakaret ettiğinin sultana bildirilmesi üzerine hapsedildi ve yapılan yargılama sonucunda suçlu bulunarak seksen değnekle cezalandırıldı.

    Ayrıca müderrislik görevinden uzaklaştırılıp Şam’a sürgün edildi. Bu arada II. Murad dönemi âlimlerinden Molla Yegân ile tanıştı ve onunla Anadolu’ya gitti. Osmanlı kaynaklarında Gürânî’nin hacdan dönen Molla Yegân ile Kahire’de karşılaşıp birlikte Anadolu’ya geldikleri kaydedilmekle beraberbazı çağdaş araştırmacılar Halep’te görüşmüş olmalarının daha kuvvetli bir ihtimal olduğu kanaatindedir.(Taşköprizâde, s. 84; Mecdî, s. 103)Yıldız, Fâtih’in Hocası Molla Gürânî ve Tefsiri, s. 48; İA, VIII, 406).

    II. Murad Han devrinin meşhur Osmanlı âlimlerinden Molla Yegân, hacca gittiğinde, Kâhire’ye uğradı. Orada Molla Gürânî’yi tanıyıp, onun dîne bağlılığını ve ilimdeki yüksek derecesini görünce, Anadolu’ya getirmek istedi. Lütuf ve iltifât göstererek berâber gelmesini söyledi. O da bu teklifi kabûl ederek, Molla Yegân ile birlikte geldi. 

    Meşhur âlim Molla Yegân, hacdan döndüğünde Sultan İkinci Murâd Hanın otağına gidip, bir sohbet yaptı. Sohbet sırasında Pâdişâh; “Gezip gördüğün yerlerden bize ne armağan getirdin.” diye sordu. Bunun üzerine Molla Yegân; “Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde iyi yetişmiş bir âlim getirdim.” diyerek, hiçbir milletin kültür târihinde görülmeyen durumu bildirdi. Sultan; “Şimdi nerededir?” deyince, “Dışarıda beklemektedir” cevâbını verdi. Bunun üzerine Pâdişâh, onu içeri getirmelerini söyledi. Molla Gürânî içeri girip selâm verdi. Sohbet sırasında Molla Gürânî’nin konuşması ve hâli, Pâdişâh’ın hoşuna gitti. Onu hemen dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr Gâzinin eski kaplıcadaki medresesine müderris tâyin etti. Daha sonra Yıldırım Medresesine müderris likle vazîfelendirildi. Bir müddet bu vazîfede kalan Molla Gürânî, Sultan İkinci Murâd Hanın oğlu Şehzâde Mehmed’in, yâni Fâtih’in yetiştirilmesiyle görevlendirildi. Fâtih Sultan Mehmed Hanın yetişmesinde, Molla Gürânî’nin büyük emeği geçti.Sehâvî, onun Anadolu’ya gittikten sonra Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçtiğini kaydeder.(eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿ, I, 242). 

    PADİŞAH ONU SEÇTİ

    Topkapı saray arşivinde Molla Yegan’ın hattıyla 2. Sultan Murad’a yazılmış bir vesikada şu cümleler bulunmaktadır.“ Benüm Sultan’ım, selam ve dua idüp iki şah gözden öperim. Kabul kılasın, işte Molla Gürani geldi, ne buyurursuz? Anda göndereyim mi, yoksa sizden haber gelinceye (dek) bunda bir iki gün eyleyelim (mi?) ”

    Molla Gürani ilk olarak Molla Yegan’ın tedris yeri olan Bursa’ya geldi, Sultan Murad Han’dan cevap gelinceye kadar orada bekledi. Sonradan hünkâr tarafından Edirne’ye kabul edilen Gürani, iltifata mazhar olarak Bursa’daki Yıldırım medreselerinde müderrisliğe başladı.

    Gürani bu görevde bir seneden biraz fazla kaldıktan sonra İstanbul’u fethederek tarihin akışını değiştirecek olan büyük insan Sultan Fatih’e hoca tayin edildi. Yıl 1443’tü, Gürani 33 yaşındaydı. Şehzade Mehmed o sırada Manisa’ya vali olarak gönderilmiş, on iki yaşına yeni basmıştı.. Ahmed Gürani Fatihin ilk hocası değildi. Daha önce de bir takım kıymetli hocalar Şehzade’nin öğrenim ve eğitimiyle ilgilenmişlerdi. Ancak şehzade Mehmed kontrol edilemeyen, ele avuca sığmaz, hareketli, alaycı ve havai bir çocuktu.

    Zamanın tarihçilerinden Ali, Künhü’l Ahbar isimli eserinde şunları nakleder:“ Menkuldür ki o zamana dek nice hoca gönderilmiş, asla birinden te’allüm itmeyüb heva üzre olmuş. Sultan Murad ki Gürani’nin salabetini ( ciddiyet ) görüp, Mehmed Han’ı okudursa bu okudur deyu muallim gönderir, hatta bir çubuk ( sopa, değnek ) virüb ruhsat virir.”

    Sultan Murad Han’ın, vazifeye başlamadan önce Gürani’yi huzuruna davet ederek görüşmesi, hatta ayrılırken bir sopa verip gerekirse küçük şehzadeyi dövmesini bile söylediğini yazan kaynaklar bu konuda teferruat vermezler.

    Prof. Dr. Sakıp Yıldız, Gürani’yi anlattığı bir eserinde, “ Bizce Sultan Murad’ın Molla’ya sopa verdiği şeklindeki sözler bir semboldür, bundan kastın; oğlunu terbiye ve eğitim hususunda kendisine her türlü yetkiyi vermiş olmasıdır. Çünkü ne Murad Han, ne Gürani’nin bu zihniyette insanlar olacağına ihtimal veremiyoruz. Bu yüzden yaramaz, hareketli ve hatta alaycı görünen Şehzade’nin, Gürani’nin heybetli ve gür sesini işittikten sonra yumuşayıp, o yaşın verdiği korku ve anlayışla hürmette kusur etmediğine inanıyoruz “ demektedir.

    Gürani , Şehzade ile derse başlar başlamaz bu harika insanın ruh halini anlamış, önce çok sert bir tavırla onu kontrol altına almış, ele avuca sığmayan bu cevheri hemen ilk saatlerde keşfederek, onun ileride ulaşacağı büyük şerefi biliyormuşçasına bu hedefine ulaşacak planları uygulamaya başlamıştır. Küçük Şehzade, başlayan bu ciddi tedris sırasında, Osmanlı dili ve alfabesinin yanısıra Arapça’yı ve İslam ilmühalini öğrenmiş, Kur’an tilavetine başlamış, bilahare hatmi de tamamlamıştır. Ayrıca hocasından İslam siyaseti ve dünya görüşüyle ilgili dersler de almıştır. Fatih’in yetişmesinde büyük payı bulunan Gürani, genç Şehzade hükümdar oluncaya kadar onun yanında muallim olarak bulunmuştur.

    Sultan İkinci Murad, Molla Gürani'yi oğlu Şehzade Mehmet'in yani Fatih'in yetiştirilmesi ile görevlendirdi. Şehzade Mehmet (Fatih), bu sırada Manisa'da emîrdi. Babası İkinci Murad Han, oğlunun (Fatih'in) yetişmesi ve eğitilmesi için pek çok âlimi ona hoca olarak göndermişti. Fakat Şehzade Mehmet, zeki ve celalli olduğundan, giden hocalar onu bir türlü derse yanaştıramamıştı. Bu sebeple İkinci Murad, Molla Gürani'nin heybetli ve vakur bir âlim olduğunu görerek, sert tutumunu duyup, bu iş için onu tayin etti. Onun iyi bir eğitimden geçmesini istediğini söyleyip, gerekirse dövebileceğini de işaret etti. Bunun üzerine Molla Gürani, Manisa'ya gönderildi.

    MEHMET'İ EĞİTTİ

    Molla Gürani, Şehzade Mehmet'in (Fatih'in) yetişmesi için ona ders vermeye başladı. Vakur ve sert tutumuyla, Şehzade Mehmet'in hırçınlığını yatıştırdı. Hatta ders sırasında; "Terbiye etmek, eğitmek için onu dövdüm" manasındaki Arapça cümleyi dil bakımından tahlil ve tercüme ettirdi. Bu tutum karşısında Şehzade Mehmet derslere devam edip, kısa zamanda Kur'ânı Kerim'i hatmetti ve ilim öğrendi.

    Şehzade Mehmet, artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından uzaklaşır. 3-5 ay sonra bambaşka biridir o. Molla Gürani, Arapça ve Farsça dillerinin yetersiz olduğunu, düşmanlarının dillerini de öğrenmesi gerektiğini söyler. Latince, Sırpça ve Rumca öğretilir. Hem konuşup hem de yazmaktadır.

    Yalnızca dil değil fen ve matematik bilimlerini de öğrenmesi için İtalyan asıllı Anconal Giriaco’dan ders aldırır. Avrupa tarihini de okumasını sağlar. Bilim derslerine ağırlık verdirip, onun ufkunu açar. İnanç ve ideal aşılar. Bir ara Manisa’ya gelen Sultan II. Murat, oğlunu tanıyamaz. Mehmet, görünüşte çocuktur, ama çok olgundur.

    II. Murat tarafından ziyaret edildiği sırada, sultan “İstanbul’un fethinin kendilerine nasip olup olmayacağına dair” fikrini sorar. Molla Gürani, açıkça fethin “Kapıdaki Akmolla (Akşemseddin) ile bahçedeki çocuğa (şehzade Mehmet) nasip olacağını” ifade eder.

    Molla Gürani, II. Mehmet padişah olduğu tarihe kadar şehzadenin yanında öğretmeni olarak kalır.

    Sultan II.Mehmet, tahta çıktığında Molla Gürani’ye vezirlik teklif eder, fakat o bunu kabul etmez. Gürani, vezirlik makamına gelecek olan kişilerin yıllardır emek harcadığını ve haksız olarak bu makamı istemeyip, bu kişilerin devlet şevkinin kırılmasını istemez.Fakat Fatih hocasını devlet işlerinde yanında olmasını diretir. Mecburen de olsa kazaskerliği kabul eder. Saraya pek sık gitmez, vezirlere isimleriyle hitap eder. Sultan Mehmet’e çok nasihat eder, işlerinde yardımcı olur. Ona karşı duyduğu samimi sevgi ve ilgi sebebiyle, yeri geldikçe eleştirmekten de çekinmez.

    Fetva konularında, şer’i hususlarda bağımsız davrandığından, bir süre sonra, padişahın çevresindekilerinin de etkisiyle padişahla arası açılır. Bunun üzerine saltanat merkezinden uzaklaştırılmak için, 1453 tarihinde Bursa evkafının tashih ve tanzimi için Bursa’ya gönderilir. Burada da bükülmez bir tavır sergiler ve görevinden azledilir.

    VEZİRLİĞİ REDDETTİ

    Fatih Sultan Mehmet'in yetişmesinde, Molla Gürani'nin büyük emeği geçti. Bu bakımdan Fatih, şehzadeliğinden beri hocasını çok sever, saygı ve hürmette kusur etmezdi. Babası İkinci Murad'dan sonra tahta geçen Fatih Sultan Mehmet, Molla Gürani'yi vezir yapmak istedi. Molla Gürani bu teklifi kabul etmeyerek, "Huzurunuzda, size devlet işlerinde çok hizmet edenler vardır. Veziriniz, onlardan başkası olursa kalpleri kırılır ve sultanımıza zarar gelir" dedi. Sultan, bu sözü beğendi ve onu kadıasker yapmak istediğini bildirince, bunu kabul etti. Kadılığa başlayınca, ayrıca müderrislik görevini de yürüttü. Daha sonra Bursa evkâf idâresi vazifesi ve kadılık vazifesi ile Bursa'ya gönderildi.

    Bursa’da bir müddet hizmet etti. Ancak bâzı sebeplerle Anadolu’dan ayrılıp, Mısır’a gitti. MollaGürânî Mısır’a vardığında, Mısır Sultânı Kayıtbay’dan tam bir kabûl ve pekçok ikrâm, hürmet gördü. Bir müddet sonra Fâtih Sultan Mehmed Han, Mısır Sultânı Kayıtbay’a, Molla Gürânî’yi göndermesini ricâ etti. Kayıtbay, Fâtih Sultan Mehmed Hanın bu ricâsını Molla Gürânî’ye bildirerek;“Gitme, ben sana onunkinden daha çok ikrâm ve ihtirâm ederim.” dedi. (Taşköprizâde, s. 85-86; Mecdî, s. 105).

    Molla Gürânî; “Evet inanıyorum, sizden çok fazla ikrâm gördüm. Ancak, benimle onun arasında baba ile oğul arasındaki gibi büyük bir sevgi vardır. Aramızdaki bu hâdise ise, bir başka şeydir. Bu sebepten tabiî olarak ona meyledeceğimi bilir. Eğer ona gitmezsem sizin tarafınızdan gönderilmediğimi zanneder ve aranıza düşmanlık girebilir.” cevâbını verdi. 

    Bu cevâbı çok beğenen Sultan Kayıtbay kendisine çok para ve yolda lâzım olabilecek eşyâları verip, büyük hediyelerle Fâtih Sultan Mehmed Hana gönderdi. Molla Gürânî İstanbul’a gelince, Sultan ona çok hürmet gösterip, ikinci defâ Bursa Kâdılığına, sonra yeniden Kazaskerliğe tâyin etti. Müderrislik ve eser yazmakla meşgûl olan Molla Gürânî, 1480 (H. 885) senesinde Şeyhülislâmlık makâmına getirildi. 

    Fâtih Sultan Mehmed Han ona; maaş, hizmetçi ve diğer yardımları yanında pekçok hediye vererek, ikrâm ve hürmet gösterdi. Sekiz sene Şeyhülislâmlık yaptı ve hakka, adâlete uymakta titizlik göstererek, gâyet güzel bir şekilde vazîfesini yerine getirdi.Fâtih Sultan Mehmed Hana çok nasîhat eder, işlerinde yardımcı olurdu. Ona karşı duyduğu samîmi sevgi ve alâka sebebiyle, yeri geldikçe tenkit etmekten, uyarmaktan çekinmezdi. Hattâ giydiği ve yediği şeylere dikkat etmesinde, dâimâ dînin emirlerine uygunluk isterdi. Nasîhatlerini sert sözlerle söylemekten çekinmezdi.

    Fatih Sultan Mehmet ile İlişkisi

    Fatih’le hocası Molla Gürani arasındaki enteresan ilişkiyi tanımlamak için işe önce öğrencinin şahsına münhasır karakterinden başlayalım. Fatih Sultan Mehmet, sadece İstanbul’u feth eden padişah olduğu için değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun esaslarını belirleyen padişah olduğu için tarihimizin en önemli karakterlerinden biridir. İstanbul’u aldıktan sonra devlet yapısında pek çok değişiklik yapmıştır. Meşhur kanunnamesinde padişahları erişilmez mutlak otorite konumuna yerleştirmiş, padişahın bağımsızlığına halel gelmemesi için her türlü önlemi almıştır. Kendisinden önceki hükümdarların kullandığı “Bey” unvanını “sultan”, “efendi” ve “yüce emir” olarak değiştirmiştir. Ülke yönetiminde etkin olan devletin ileri gelen ailelerinin etkinliklerine çeşitli yöntemlerle son vermiştir. Ahilerden ve Uç Beylerinden yönetimde söz sahibi olanları tavsiye etmiştir. Devşirme sistemini değiştirmiş, hatta tahta çıkarken kendisini destekleyen kişileri bile tavsiye etmiştir. Çünkü bir hükümdarın vefa duymasını bile mutlak otoritesine halel getirecek bir unsur olarak görmüştür.

    Küçük yaşta Manisa Sancağı’na gönderilen dik başlılığı, asi tavırları ile bütün hocalara kök söktüren Mehmet, kendisi gibi son derece mağrur bir kişiliğe sahip olan hocasıyla olağanüstü bir ilişki kurmuştur. Hatta Molla Gürani’nin, “beylik” unvanını yetersiz bulan Osmanlı sultanı Fatih’e hayatı boyunca “Mehmet” diye hitap ettiği söylenir.

    1451’de tahta ikinci kez çıkan II. Mehmet, hocasına vezirlik teklif eder. Molla Gürani teklifi kabul etmez. Bunun üzerine kazaskerliğe getirilir. Molla Gürani, İstanbul’un fethi sırasındaki zor günlerde, kararlılık konusunda Mehmet’i teşvik edenlerin başında yer almıştır. Fethi haber vermek için Memlük Sultanı’na gönderilen bir üslup şaheseri kabul edilen meşhur fetihnameyi kaleme alan da Molla Gürani olmuştur.

    Mağrurluk ve şahsına münhasırlık bakımından birbirine benzeyen bu iki güçlü karakterin ilişkileri tahmin edileceği gibi fırtınalı dönemlerden geçmiştir. Bursa kadılığı yaptığı sırada Molla Gürani, sultanın isteklerine uygun davranmadığı için görevden uzaklaştırılmıştır. Bunun üzerine Kahire’ye giden Molla Gürani, bir süre sonra sevgili öğrencisi tarafından çağırılmıştır. Çevresinden gördüğü büyük hürmete ve gitmemesi yönündeki ısrarlara rağmen, Fatih’in davetine kayıtsız kalmamış ve 1458’de yeniden payitahta gelmiştir. Bir süre Bursa’da kadılık yapmış, 1462’de İstanbul Müftüsü olmuştur. 1480’de ise Şeyhülislamlığa getirilmiştir. II. Beyazıd döneminde de görevini ve mağrur tavrını sürdürmüştür.

    1488 kışında, vasiyet ettiği gibi II. Beyazıd tarafından kıldırılan cenaze namazı ardından cenazesi yoksul bir kul gibi hasır üzerinde taşınarak defnedilmiştir. Borçları, vasiyetine uygun olarak II. Beyazıd tarafından ödenmiştir. Kabri Fındıkzade semtindeki Karamani Piri Mehmet Paşa Camii’nin karşısındadır.

    FETHE GİDEN YOLDA MOLLA GÜRANİ (R.H.)’İN İLİM TAVSİYESİ

    Fatih Sultan Mehmet Hânın şehzadeliği döneminde Molla Gürani (r.h.) teheccüde kalktığı sırada Şehzade Mehmet’in odasındaki ışığın yandığı görmüş ve meraklanarak: “Hayırdır inşaallah şehzadem, rahatsız mısınız?” diye sorunca Fatih’ten: “ Hayır hocam, iyiyim, uykum gelmedi, ders çalışıyorum” cevabını almış. “Girebilir miyim” deyip; buyurun denilince, odaya girmiş ve bakmış ki, yatağın üzerinde , yerde, rahlesinin üzerinde derse ait olmayan, haritalar, resimler, plan gibi şeyler var.

    Bunların ne olduğunu sorunca, Fatih; bunun bir sır olarak kalması şartıyla söyleyebileceğini şart koşmuş. Sözü alınca şöyle demiş: “ Hocam, sahabe-i kiramdan (r.a.e.) beri, Müslümanlar tarafından Kostantinopolis kuşatılır da niçin alınamaz? Fethetmek için ne yapmak lâzımdır? Hatrıma bazı şeyler geldi onları kaydettim. Plan müsveddeleri yapıyorum…” Bunun üzeribe Molla Gürani (r.h.):“Şehzadem, Peygamber-i Zişân’ın müjdelediği o mübarek şehri fethedecek kumandanın, talebem olması, benim için de bir şereftir. Fakat bu fethi müjdeleyen zat, Muhammed Mustafa (s.a.v.)’dir. Allâh (c.c.)’ün vahyi ve emri ile hareket eden, konuşan, söyleyen bu büyük insan, câhil bir insanı medhetmez. Cahil bir kumandana, Peygamber-i Zîşan, ne güzel kumandan, demez. Böyle bir kumandan da zaten o fethe muvaffak olamaz. Demek ki, şehzadem, şimdi ders yerine fikir ve planlarla uğraşırsan, tahsilin yarım kalır. Hem ilmin tamam olmaz, hem de fethe nail olamazsın. Onun için, inşaallah, şimdi başladığımız dersleri bitirelim, icazetnamlerini al; bu işlere ondan sonra muvaffak olursun.”

    Hocası Molla Gürani (r.h.)’in bu âkılâne, arifane, müdebbirane sözleri üzerine, Şehzade Fatih de, karaladığı kâğıtları kaldırır ve ilim tahsiline devam eder. Sonrası ise malumdur.(Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-2, s.69-70)

    Molla Gürânî; heybetli, vakûr, sarsılmaz bir ilim haysiyetine ve ahlâkına sâhib idi. Uzun boylu, gür sakallı, doğru ve açık sözlü idi. Vezirleri adlarıyla çağırır, Sultân’ın huzûruna girince, yüksek sesle selâm verip, müsâfeha yapardı. Da’vet edilmedikçe ve bayram günlerinden başka zamanlarda saraya gitmezdi. Bir defasında bir Arafe günü, Sultan, Molla Gürânî’ye bir haberci göndererek; “Yarın bayramı kutlamak üzere teşrîf etsin, geç kalmasın” diye haber yollamıştı. Molla Gürânî, gelen haberciye; “Yağışlı günlerdir, heryer çamur. Gelirsek, kılık kıyâfet değiştirmek îcâb eder. Yarın bizi bağışlasınlar. Biz uzaktan duâ ederiz. Bayramı uzaktan kutlayalım” dedi. Haberci dönüp bu sözleri pâdişâha iletince, Pâdişâh; “Bizim bayramımız, onların gelmesiyle mutlu olur. Herşeye rağmen gelmelerini bekliyoruz” dedi. Üzerlerinin çamur olmaması için de, sarayın selâmlığına kadar at ile girmesine izin verildi. Bunun üzerine da’veti kabûl etti. Molla Gürânî, devrin âlimlerine mütevâzî davranır ve onlara karşı kıskançlık göstermezdi. Hattâ resmî vazîfelerde kendinden daha üst makamlara çıkan âlimleri takdîr ederdi. Müderrislikden resmen ayrıldıktan sonra da ilim öğretmeye devam etti. Pekçok âlim yetiştirdi. Osmanlı âlimleri arasında ahlâkının üstünlüğü, ilmî husûslarda ta’viz vermeyen ve ilme çok önem veren bir âlim olarak tanındı. Günlerini hep ders vermekle, kitap yazmakla ve ibâdetle geçirirdi. Bir defasında talebelerinden biri, bir gece onun konağında kalmıştı. Hocası Molla Gürânî, yatsı namazından sonra Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı. Başından başlayıp devamlı okurken talebesi bir müddet sonra uyuyakaldı. Sabaha doğru uyanınca gördü ki, hocası Molla Gürânî Kur’ân-ı kerîm okumaya devam ediyor, Mülk sûresini geçmiş, hatmetmek üzeredir. Sabah namazı vaktinde hatmi tamamladı. Sabahleyin o talebe bu durumu hizmetçilere anlatınca, hizmetçileri; “O, her gece böyle Kur’ân-ı kerîm okur ve bunu hiçbir sebeple terk etmez” demişlerdir. Molla Gürânî, ayrıca çok hayır ve hasenat yapmıştır. Dört câmi, bir Dâr-ül-hadîs medresesi, bir hamam ve binalar yaptırmıştır.

    AKIL HOCASIYDI

    Molla Gürani, İstanbul'a gelince, Sultan ona çok hürmet gösterip, ikinci kez Bursa kadılığına tayin etti. Sonra yeniden kadıaskerliğe getirildi. Bu arada müderrislik ve eser yazmakla da meşgul iken, 1480 senesinde Şeyhülislamlık makamına getirildi. Fatih Sultan Mehmet ona; maaş, hizmetçi ve diğer yardımları yanında, çok hediyeler vererek, ikram ve hürmet gösterdi. Fatih Sultan Mehmet'e çok nasihat eder, işlerinde yardımcı olurdu. Ona karşı duyduğu samimi sevgi ve alaka sebebiyle, yeri geldikçe tenkid etmekten, uyarmaktan çekinmezdi. Nasihatlerini sert sözlerle söylemekten çekinmezdi. Molla Gürani, devrin alimlerine mütevazı davranır ve onlara karşı kıskançlık göstermezdi. Hatta resmi vazifelerde kendinden daha üst makamlara çıkan alimleri takdir ederdi. Pek çok alim yetiştirdi. Günlerini hep ders vermekle, kitap yazmakla ve ibadetle geçirirdi. Molla Gürani, ayrıca çok hayır ve hasenat yapmıştır. Dört cami, bir Dâr-ül-hadîs medresesi, bir hamam ve binalar yaptırmıştır.

    Fâtih Sultan Mehmed Hân’a çok nasihat eder, işlerinde yardımcı olurdu. Ona karşı duyduğu samimi sevgi ve alâka sebebiyle, yeri geldikçe tenkid etmekten, uyarmaktan çekinmezdi. Hattâ giydiği ve yediği şeylere dikkat etmesini, dâima dînin emirlerine uygun olmasını isterdi. Nasîhatlerini sert sözlerle söylemekten çekinmezdi.

    MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ KAZASKERLİĞİ

    Bunun üzerine 855 (1451) yılında kazaskerliğe tayin edildi. İstanbul’un fethi sırasında Fâtih Sultan Mehmed’in istişare meclisinde bulundu, orduyla birlikte fethe katıldı ve savaşın en sıkıntılı günlerinde padişahı teşvik ederek kuşatmanın devamını sağlayan grubun içinde yer aldı. İstanbul’un fethinden sonra Memlük sultanına gönderilen ve Arapça süslü bir üslûpla yazılan fetihnâme onun tarafından hazırlandı.

    Kazaskerlik görevi sırasında tayinler konusunda padişahın fikrini almadan bağımsız hareket ettiği için Bursa kadılığı ve buradaki vakıfların idaresiyle görevlendirildi. Bu sırada padişaha yakın bir kişiden gelen bir teklifi şeriata aykırı bularak reddettiğinden (İlmiyye Salnâmesi, s. 290) 859 (1455) yılında kadılık görevinden alındı. Bunun üzerine hac yolculuğuna çıkarak önce Halep’e, ardından Şam’a gitti. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Kudüs’e geçti (860/1456) ve 861’de (1457) hac farîzasını yerine getirdi.

    Bazı Osmanlı kaynakları, Molla Gürânî’nin Kahire’ye giderek orada Memlük Sultanı Kayıtbay ile (1468-1496) görüştüğünü ve Fâtih Sultan Mehmed’in daveti üzerine geri döndüğünü kaydeder (Taşköprizâde, s. 85-86; Mecdî, s. 105). 

    Gayetü'l-Mesânî fi't-Tefsiri Kelâmü'r-Rebbânî adlı ünlü tefsirini tamamlayarak Fatih'e sundu. Adaleti ve dürüstlüğü ile herkesin sevgisini kazandı. Dört cami, bir Darü’l Hadis Medresesi, bir hamam yaptırdı. Bütün ömrünce ders vermeyi sürdürdü.

    ÇOK İBRETLİK BİR OLAY

    Molla Gürani, Ak Şemsettin, Molla Hayreddin, Molla Zeyrek, İbnü Temcid, Molla Hüsrev, Hoca Yusuf, Sinan Paşa, Bursalı vezir Ahmed Paşa, Çelebizade Abdulkadir Amidi, Molla Ayab, Molla Hasan Çelebi, Müderris İspartalı Abdullah ve diğer zevat salonu teker teker girer.

    Molla Gürani sofranın haşmetini görür görmez yüzünü ekşitmiş ve kendisine ayrılan yere çömelip tespihini şakırdatmaya başlamış. Ezan okunur. Padişah sofrasında ilk lokmayı sofradaki en yaşlı insanın yemesini gerektiriyor. Yaşlı yemeğe başladıktan sonra diğerleri kaşık sallar... Sofranın en yaşlısı Molla Gürani, istifini bozmadan tespihini şakırdatmayı sürdürür. Dakikalar geçiyor, Molla Gürani altın kaşığı altın tasın içinde soğumaya yüz tutmuş çorbaya daldırmıyor. Çok acıkan genç Padişah Mehmet Molla Gürani’ye dönerek, ‘Soframız helal sofradır, buyurun hocam’ diyor.

    Molla Gürani, Padişahtan sanki bu sözü bekliyormuş gibi, Padişaha dönerek hışımla;

    ‘Ümmete haram olan Mehmet’e helal midir? Altın taslardan yemek yiyip altın kaselerden su içerek Bizans imparatorlarını taklit ettiğini biliyor musun? Biliyor musun ki, bu gösteriş tutkusu, bu debdebe, bu dünya malına tamah yüzünden ülkelerini sana kaptırdılar. Sen de aynı tantanaya kapılırsan mahvolursun! Ümmeti de mahvedersin. Tez elden kendine gel! Bizans imparatorlarına değil, Peygamberine benzemeye çalış’ der.

    Sultan Mehmet, Molla Gürani’den bu azarı duyar duymaz, sofradaki altın yemek takımlarını kaldırtıyor ve ondan sonra iftar ediyor. Ve hayatı boyunca bir kez gösterişe, lüks ve ihtişama kendini kaptırmıyor’.

    Molla Gürani, 1480’de Molla Hüsrev’in ölümü üzerine, Bursa kadılığından aylık 20.000 dirhem maaşla Şeyhülislâmlığa atanır. Adaleti ve dürüstlüğü ile herkesin sevgisini kazanır. Bu atamadan sonra Fatih, saltanatının son yıllarını 40 yıldan beri öğretmeni ve haldâşı olan Şeyhülislam Molla Gürânî ile geçirir. Gürânî, Fatih’in ölümünden sonra da aralıksız fetva makamında bulunur. Fatih’in yerine geçen II. Bayezid’de babasının hocasını ölümüne kadar (1488) makamında bırakır.

    Ahmed Gürani hayatı boyunca hiçbir zaman makam peşinde koşmamış, aksine bütün makam ve mevkiler ayağına koşup gelmiştir.

    Molla Husrev’le Gürani, uzun süre Fatih’in çevresinde birlikte bulunmuşlar, yapılan toplantılara katılarak davetlere müştereken icabet etmişlerdi. Fatih yine bir toplantı için ikisini de davet etmiş, fakat Gürani’ye önceden haber göndererek gönlünü alma bakımından nerede oturmak arzusunda bulunduğunu sordurmuştu. Gürani’nin cevabı şöyle oldu.

    “Bize layık olan oldur ki; ol meclisde culus itmeyüb ikamet-i hıdmet mevkıfında kıyam idevüz.“

    Bu söz Sultan’ın çok hoşuna gitmiş, toplantıya geldiklerinde Gürani’yi sağına, Molla Husrev’i soluna oturtmak için karar almıştı. Fatih’in bu kararı gururuyla bilinen Molla Husrev’i gücendirmiş, toplantıya gelmediği gibi, İstanbul’u dahi terkederek Bursa’ya yerleşmiştir.

    Gürani, tarihi şahsiyetini Fatih gibi muazzam bir hükümdarı yetiştirmekle kazanmışsa da onu tarihe asıl mal eden hadise, İstanbul fethindeki kararlı ve azimli tutumu olmuştur. Topkapı Sarayı Arşivi’nde kendi hattıyla mevcut bir vesikada Gürani:“ ... ve mısdak-ı feth-i İstanbul ki bu muhlıs’dan gayrıye bais olmadı. “ ifadesini kullanarak fetih fikrinin talebesine bizzat aşıladığını, sonuç alınıncaya kadar onu teşvike devam ettiğini açıkça belirtir.

    Son derece dindar ve abid yaratılışlı bir insan olan Gürani, inancını akla dayandırdığı için asla tassuba kapılmadı. Küçüklüğündenberi Şafii mezhebi üzere tatbikatta bulunduğu halde, mezhep taraftarlığı zihniyetine kapılmadan tereddütsüzce hanefi oldu.

    Her gece yatsı namazını müteakip Kur’an okumaya başlar, fecirle beraber onu hatmederdi. Gürani bu iyi alışkanlığı, çevresinde lüzum gördüğü kimselere de söyler, bu yolda teşvikte bulunurdu.

    Gürani’nin müftülük ve şeyhülislamlık makamına getirilişinden 1488’de vefatına kadar geçen 25 senelik hayatı, onun Osmanlı siyaset ve devlet idaresindeki ağırlığını hissettirdiği en önemli devredir. Fatih’in çocukluk döneminde  kazanmaya başladığı itibarını onun vefatına kadar muhafaza ettiği gibi, oğlu ikinci Bayezid devrinde de aynı itibarı devam ettirmiş, işgal ettiği mevkii hiç sarsmadan ve kaybetmeden korumasını bilmiştir.

    Sahip olduğu makamın sağladığı imkanlar ve Sultan’dan aldığı ayni yardımlarla cami, medrese, ve benzeri ilim merkezleri açma yarışına girmiş, sadaka-i cariye kabilinden olan hizmetlere hayatının son senelerine kadar devam etmiştir. Meydana getirdiği yüzlerce eserinden günümüze maalesef sadece fotoğraflarda gördüğünüz ikisi kalmıştır. 10 kadar eser telif etmiş, bir çok esere de şerh ve haşiye yazmıştır.

Vefatından dört sene kadar önce bütün mal varlığını vakfederek dünyevi olan geçici bağlarından kurtulmuş, her zaman hazırlıklı olduğu ecel saatine önceki günlerden daha ziyade hazırlanmaya başlamıştı. Böylesine bir hayat sürmesine rağmen son günlerinde çevresindekilere şu vasiyette bulunmuştur.

    “... Beni şefir-i kabre götürdüğünüz zaman ayağımdan sürüyüp ol hufre’ye (çukura ) ilka idesüz.”

    1488 yılı Ekim’inde 80 yaşlarında iken vefat etmiştir. Kabri İstanbul Fındıkzade’de Millet caddesi üzerinde bulunan Karamani Piri Mehmed Paşa Camii’nin karşısındaki  küçük hazirededir. Rahmetullahu aleyh...

    VEFATI

    Molla Gürânî; heybetli, vakûr, sarsılmaz bir ilim, haysiyet ve ahlâka sâhipti. Uzun boylu, doğru ve açık sözlüydü. Vezirleri adlarıyla çağırır, Sultan’ın huzûruna girince, yüksek sesle selâm verip müsâfeha yapardı. Dâvet edilmedikçe ve bayram günlerinden başka zamanlarda saraya gitmezdi.

    Müderrislikten resmen ayrıldıktan sonra da ilim öğretmeye devâm etti. Pekçok âlim yetiştirdi. Günlerini ders vermek, kitap yazmak ve ibâdetle geçirirdi. Çok hayır ve hasenâtta bulundu. 

    Vakıf olarak; dört câmi, bir dârülhadîs medresesiyle bir hamam ve binâlar yaptırmıştır.

    Molla Gürânî, vefât ettiği senenin bahar mevsiminde bir bahçe satın aldı. Kışa kadar o bahçede kaldı. Vezirler haftada bir bu bahçeye ziyâretine gelirlerdi. Kış geldiğinde iyice hâlsizleşti. İstanbul’daki konağına göçtü. O günlerde sabah namazını kıldıktan sonra, kendisine bir yatak hazırlanmasını istedi. Yatak hazırlandı. Kuşluk namazını kıldıktan sonra kıbleye dönerek, sağ yanı üzerine yattı. 

    O gün, kendisinden Kur’ân-ı kerîm ve kırâat ilmini öğrenen hâfızların, yanında toplanmasını istedi. Bu arzusu yerine getirildi. Yanına toplanan talebelerine; “Üstünüzde olan hakkımı ödeme zamânı bu gündür. İkindi vaktine kadar benim üzerime Kur’ân-ı kerîm okumaya devâm ediniz, ikindiden fazla uzamaz.” dedi. Talebeleri, Kur’ân-ı kerîm okumaya başladılar. 

    Durumu öğrenen vezirler de yanına geldi. Bunlar arasında bulunan Dâvûd Paşa, Molla Gürânî hazretlerini çok sevdiği için hâlini görünce dayanamayıp, ağlamaya başladı. Molla Gürânî bu hâli görünce; “Niye ağlar durursun ey Dâvûd!” dedi. Dâvûd Paşa; “Sizi böyle zayıf görünce kendimi tutamadım” cevâbını verdi. Bunun üzerine; “Ey Dâvûd! Kendi hâline ağla! Ben dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşadım. Allahü teâlâdan ümîdim odur ki, ömrümün sonunda ve son nefesimde de selâmet üzere olurum.” dedi. Sonra vezire dönüp; “Benden Bâyezîd’e (İkinci Bâyezîd Han) selâm söyleyin, namazımı bizzât kendisi kıldırsın ve borçlarımı, defnimden önce ödesin.” dedi. 

    Sonra; “Size vasiyetim olsun! Beni kabrin yanına koyunca, ayağımı tutun ve beni kabrin başına çekin, sonra kabre koyun.” buyurdu. Öğle namazını îmâ ile kıldı. Sonra; “İkindi ezânı ne zaman okunacak?” dedi. İkindi vakti gelince, müezzinin ezân okumasını bekledi. Müezzin, Allahü ekber, diye ezân okumaya başlayınca, Molla Gürânî hazretleri; “Lâilâhe illallahMuhammedün Resulullah..” diyerek M.1488.Hicri 839 ,mevsim kış, Recep ayında bir ikindi vaktivefât etti.Rabbim rahmetiyle muamele eylesin.Derecesini Firdevsi ala eylesin.Amin.

    Sultan İkinci Bâyezîd Han, namazında bulundu ve borçlarını ödedi. Cenâze namazı çok kalabalık olup, İstanbul ahâlisi bu büyük âlimin vefâtına ziyâdesiyle üzüldü. 

    Cenâzesi kabrin başına getirilince vasiyetine rağmen kimse ayağından tutup çekmeye cesâret edemedi. Cenâzesini bir hasırla kabrin yanına çektiler ve kabre indirip defnettiler.

    Molla Gürani’nin günümüzdeki kabrinin yeri, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Millet Caddesi üzerinde, Fındıkzade otobüs durakları arkasındaki Karamanî Piri Mehmed Paşa Camii’nin karşısındadır. Bu alçak gönüllü bilgin, her gün önünden geçen binlerce insan ile iç içedir.

    Molla Gürani, yaptırdığı caminin haziresine, mihrabın hemen önüne defnedilmiştir. Ne var ki, bu cami, günümüze kadar gelememiştir, sadece kabristanı mevcuttur.

    İstanbul'un Fatih'teki Molla Gürani semtine adı verilmiştir. İstanbul o dönem Agios Theodoros adıyla bilinen kiliseyi kendi imkânlarıyla bir camiye çevirmiştir.

    ESERLERİ

    1. Ġāyetü’l-emânî fî tefsîri’l-kelâmi’r-rabbânî. Bazı kaynaklarda Ġāyetü’l-emânî fî tefsîri sebʿi’l-mes̱ânî olarak da geçen eseri (Taşköprizâde, s. 86) Molla Gürânî 860 (1456) yılının sonlarında Kudüs’te bulunduğu sırada yazmaya başlamış, 867’de (1462-63) tamamlayarak Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf etmiştir. Kelâm, fıkıh ve siyere dair bilgiler de ihtiva eden kitabın başlıca kaynakları arasında Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı ve Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl’i yer almaktadır. Müellif eserinde zaman zaman bu iki tefsirde mevcut görüşleri tenkit etmiştir. Bazı Osmanlı hükümdarları tarafından yazdırılarak Buhara Hanlığı’na ve diğer yerlere hediye olarak gönderilen eser Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur (nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 146; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 14; Hacı Mahmud Efendi, nr. 162). 

    2. ed-Dürerü’l-levâmiʿ fî şerḥi Cemʿi’l-cevâmîʿ. el-Budûrü’l-levâmiʿ adıyla da anılan eser (Brockelmann, GAL Suppl., II, 106) Tâceddin es-Sübkî’nin fıkıh usulüne dair kitabının şerhidir (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde Hüsâmeddin, nr. 81; Yozgat, nr. 172).

    Müellif eserinin birçok yerinde Mahallî’yi eleştirmiş, buna karşılık Mahallî’nin öğrencileri de yazdıkları eserlerde Molla Gürânî’nin yanlışlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. 

    3. Keşfü’l-esrâr ʿan ḳırâʾâti’l-eʾimmeti’l-aḫyâr (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 47). İbnü’l-Cezerî’nin kıraat ilmine dair ismini vermediği bir manzumesinin şerhi olup İbn Muhaysın, A‘meş ve Hasan-ı Basrî’nin kıraatlerini konu almaktadır (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1486). Eser II. Bayezid’e ithaf edilmiştir. 

    4. el-Kevs̱erü’l-cârî ilâ riyâżi eḥâdîs̱i’l-Buḫârî. Ṣaḥîḥ-i Buḫârî’nin şerhi olan eserde hocası İbn Hacer’in ve bir diğer Ṣaḥîḥ-i Buḫârî şârihi Kirmânî’nin bazı yorumlarını eleştirmiştir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 686, Fâtih, 497; Köprülü Ktp., nr. 328). 

    5. el-ʿAbḳarî fî ḥavâşi’l-Caʿberî. Kāsım b. Fîrruh eş-Şâtıbî’nin kırâat-i seb‘a konusunda manzum olarak kaleme aldığı Ḥırzü’l-emânî’ye Ca‘berî’nin yazdığı Kenzü’l-meʿânî isimli hâşiye üzerine kaleme alınmış bir ta‘liktir (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 9; Kadızâde Mehmed, nr. 10). 

    6. Ferâʾidü’d-dürer ve şerḥu Levâmiʿi’l-ġurer (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 47/1).

    7. Refʿu’l-ḫitâm ʿan vaḳfi Ḥamza ve Hişâm. Ca‘berî’nin Ferâʾidü’l-esrâr min vaḳfi Ḥamza ve Hişâm adlı manzumesinin şerhi olup kıraat âlimlerinden Hamza b. Habîb ve Hişâm b. Ammâr’ın vakf konusundaki görüşlerini açıklamaktadır (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 27). 

    8. el-Müreşşaḥ ʿale’l-Müveşşaḥ. İbnü’l-Hâcib’in nahiv ilmine dair el-Kâfiye’sine Şemseddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Habîsî’nin yazdığı el-Müveşşaḥ adlı şerhin hâşiyesidir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1371). 

    9. Risâle fi’l-velâ (Risâletü’l-velâ). Molla Hüsrev’in aynı adlı risâlesini tenkit için yazılmıştır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3631/35; Ayasofya, nr. 1423/3).

    10. Şâtıbiyye Kasîdesi'nin Ca'berî şerhine dair bir hâşiye

    11. Şerh-i Cem'ul-Cevâmi: (fıkıh usulüne dâir)

    Molla Gürânî’nin İstanbul’un fethinden sonra Memlük sultanına gönderilmek üzere yazdığı ve Feridun Bey’in Münşeâtü’s-selâtin’inde yer alan fetihnâme (I, 235-238) Ahmed Ateş tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (“İstanbul’un Fethine Dair Fâtih Sultan Mehmed Tarafından Gönderilen Mektublar ve Bunlara Gelen Cevaplar”, TD, IV/7 [1952], s. 14-23). Ayrıca aruz ilmine dair kaleme aldığı ve Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf ettiği 600 beyitlik eş-Şâfiye fi’l-ʿarûż ve’l-ḳāfiye adında Arapça bir kasidesi vardır (TSMK, III. Ahmed, nr. 1691).

    BİBLİYOGRAFYA
    Makrîzî, Dürerü’l-ʿuḳūdi’l-ferîde fî terâcimi’l-aʿyâni’l-müfîde (nşr. Adnân Dervîş – Muhammed el-Mısrî), Dımaşk 1995, I, 363-365; Bikāî, ʿUnvânü’z-zamân bi-terâcimi’ş-şüyûḫ ve’l-aḳrân, Köprülü Ktp., nr. 1119, vr. 6b-7b; Sehâvî, eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿ, I, 241-243; Süyûtî, Naẓmü’l-ʿiḳyân (nşr. Philip K. Hitti), Beyrut 1927, s. 38-40; İbnü’ş-Şemmâ‘ el-Halebî, el-Ḳabesü’l-ḥâvî li-ġureri’s-Seḫâvî (nşr. Hasan İsmâil Merve - Haldûn Hasan Merve), Beyrut 1998, I, 134; II, 369; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 161-162; Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 83-90; Feridun Bey, Münşeât, I, 235-238; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 102-111; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 595-597; II, 1371, 1486; Şevkânî, el-Bedrü’ṭ-ṭâliʿ, I, 39-41; Sicill-i Osmânî, III, 161; Osmanlı Müellifleri, II, 3; İlmiyye Salnâmesi (haz. S. Ali Kahraman v.dğr.), İstanbul 1998, s. 289-290; Brockelmann, GAL, II, 295-296; Suppl., II, 106, 319-320; Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 135; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 74-77, 349; Karatay, Arapça Yazmalar, IV, 157-158; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 310-312; Mehmed Sofuoğlu, Tefsire Giriş, İstanbul 1981, s. 363; Sakıp Yıldız, Fatih’in Hocası Molla Gürânî ve Tefsiri, İstanbul, ts. (Sahaflar Kitap Sarayı); a.mlf., “Molla Gürânî ve İstanbul Fethindeki Rolü”, İİFD, sy. 3 (1979), s. 127-131; R. C. Repp, The Müfti of Istanbul: A Study in the Development of the Ottoman Learned Hierarchy, London 1986, s. 166-174; Abdulcebbar Altun, Şeyhulislâm Molla Gürâni: Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu (yüksek lisans tezi, 1996), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar, Bursa 2001, s. 234-242; Süleyman Mollaibrahimoğlu, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Bulunan Yazma Tefsirler, İstanbul 2002, s. 295; Ahmed Ateş, “Molla Gürânî”, İA, VIII, 406-408; J. R. Walsh, “Gūrānī”, EI2 (İng.), II, 1140-1141.
    Arifi Paşa / Seyahatname (1891), Bursalı Mehmet Tahir / Osmanlı Müellifleri (c.2, s.1, 1972), Doç. Dr. Sakıp Yıldız / Fatih’in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri (1987), Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (1988), Müslüm Üzülmez / Çayönü'nden Ergani'ye Uzun Bir Yürüyüş (2005, s. 255), İhsan Işık / "Ünlü Bilim Adamları" (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014).Taneri A. Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı-Teşkilatı. İstanbul, MEB Yayınları, 2003, s.153-158,211, Uzunçarşılı İH. Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı. Ankara, T.Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s.104,145,147.

Etiketler: Molla Gürani Kimdir Hayatı Eserleri Vefatı, Molla gürani türbesi, molla gürani hayatı, osmanlı şeyhülislam, molla gürani vefatı, molla gürani mezarı | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular