Mekteb-i Derviş | İslam

    MOLLA HÜSREV (K.S.) KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, VEFATI

    (V.H. 885-M.1480.İstanbul’da Vefat Etti, Bursa’ya Defnedildi)

    Sultan Fatih'in Hocalarından, Fethin manevi mimarlarından, Sultanın Asrın İmam'ı Azam'ı diyerek iltifat ettiği Âlim, Veli, Şair, Osmanlı Devleti'nin üçüncü şeyhülislamı....

    Molla Hüsrev(k.s);Sultan Fatih'in; Asrın İmam'ı Azam'ı diyerek iltifat ettiği Âlim Molla Fenârî ve Molla Fahrettin Acemi’den sonra Osmanlı Devleti'nin üçüncü şeyhülislamı.

    KÜNYESİ, DOĞUMU VE AİLESİ

    Künyesi, Muhammed bin Feramuz (Feramerz) bin Ali er-Rûmî’dir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Biyografisini veren Taşköprizâde babasını “ümerâ-i Ferâsiha”dan “Rûmiyyü’l-asl” Ferâmurz diye kaydeder. Bu ifadelerden babasının, Rum vilâyeti şeklinde anılan Sivas-Tokat bölgesinde bulunan ve bir Türkmen boyu olan Varsak kabilesi beylerinden olduğu anlaşılır. Hâlbuki Molla Hüsrev’in Dürerü’l-ḥükkâm adlı eserinin sonunda verdiği künye dedesinin adının Ali olduğunu göstermekte ve aynı künyeye 843 (1439) yılı başlarına ait bir satış belgesinde Mehmed b. Ferâmurz b. Hoca Ali olarak rastlanmaktadır. (Gökbilgin, s. 172)

    Dedesinin ismin Ali,babası Feramuz dur. Sehâvî de onun adını Mehmed b. Ferâmurz b. Ali Muhyiddin Hüsrevî şeklinde zikretmiştir. (Sehavi,eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿ, VIII, 279). Taşköprizâde Miftâḥu’s-saʿâde (II, 171)

    Doğum tarihi belli değildir. Devrinin çok kıymetli hocalarının yanında yetişmiş, Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, kızkardeşi ile eniştesi Hüsrev Bey himayesine almış, bu sebeple ona önceleri “Hüsrev kaynı” lakabı takılmış, daha sonra doğrudan eniştesinin adıyla , Molla Hüsrev olarak anılmaya başlanmıştır. (eş-Şeḳāʾiḳ, s. 116). 

    EĞİTİMİ VE HOCALARI

    İlk eğitimini Rum vilâyetinde aldığı anlaşılan Molla Hüsrev,eniştesinin himayesi altında tahsilini ilerletti. Bursa’da Molla Fenârî’nin oğlu Bursa Kadısı Yûsuf Bâlî’den icâzet aldı. Ayrıca Edirne’de Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin öğrencilerinden Burhâneddin Haydar Herevî ile Molla Yegân ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı âlimlerinden okudu. 

    İlk resmî görevine Edirne’de Şah Melek Medresesi müderrisi olarak başladı. 839’da (1435-36) aynı şehirde bulunan Çelebi (Halebiyye) Medresesi müderrisliğini yürüttü.

    Eğitimini tamamladıktan sonra ilk olarak Edirne’de Şah Melek Medresesinde daha sonra da II. Murad’ın Edirne’deki Halebiye Medresesinde müderrislik yapan Molla Hüsrev, II. Murad’ın, saltanatı oğlu Mehmed’e terketmesi sırasında (848/1444) kazaskerliğe getirildi. 1446 yılında da Edirne Kadısı olmuştur.

    Orta boylu, uzun sakallı, heybetli, diyanetperver ve mütevazı bir kişiliği vardı. Başına İmam-ı Azam tacı gibi küçük bir sarığı giyerdi. Konağında birçok hizmetçisi bulunmasına rağmen odasını kendisi süpürür ve temizler, kandilini de kendisi yakardı

    İstanbul’un Vefa semtinde bir de cami yaptırmış olan Molla Hüsrev, hukuk ve fıkıh âlimi olduğu gibi iyi de bir şairdir, Türkçe ve Arapça şiirler yazmıştır. Medreselerde okutulan 12 kitap kaleme almışsa da en meşhuru Fatih’e takdim ettiği Dürer ve Gürer adlı eseridir.

    Bu dönemde Osmanlı ordusunun bütün şer’i işleri Molla Hüsrev tarafından hükme bağlandı. İstanbul’un ilk başkadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine hem bu göreve, hem de Ayasofya Medresesi müderrisliğine getirildi.

    SULTAN FATİH’E SADAKATİ

    Tahtını çocuk yaştaki oğlu Sultan II. Mehmet’e bırakan II. Murad’ın bu kararı Osmanlı düşmanlarını sevindirmişti. Haçlıların savaş hazırlığı sebebiyle yeniden tahta geçmek zorunda kalan II. Murad’ın idareyi ele almasıyla birlikte oğlu II. Mehmet Manisa’ya döndü. Kendisini yalnız bırakmak istemeyen Molla Hüsrev, II. Murad’ın Rumeli kazaskerliğinden istifa ederek şehzade Mehmet’ten ayrılmadı. Şehzade kendisine, “ Sair devlet erkânı gibi senin de makamından ayrılmayıp yerinde kalmak gerekir “ diye ısrar ettikçe; o, “Cenâb-ı Şerifini zamân-ı uzlette terkeylemek hudûd-ı devâir-i meveddetten hariçtir!”  ( Yalnız kaldığın bir zamanda seni terketmek insanlık dışı bir haldir ) diyerek şahsiyetine yakışır bir sadakat gösterdi. Bu davranış Mehmet Çelebi’yi çok duygulandırdı. Fatih, Molla Hüsrev’i 31 yıl süren ikinci saltanat devrinde daima yanında bulundurdu.

    Sultan II. Mehmed’i İstanbul’un fethi için teşvik eden devlet adamları arasında Molla Hüsrev de bulunmaktaydı bu yüzden Fatih’in nezdinde büyük itibara sahipti. Fetih ile birlikte Ayasofya Medresesi’nde ilk müderrislik görevi kendisine verilmiştir. 1455 yılında Bursa kadısı olarak gördüğümüz Molla Hüsrev, 1459 yılında İstanbul kadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine yerine İstanbul kadısı olmuş ayrıca Eyüp, Galata ve Üsküdar kadılarıda kendisine bağlanmıştır.

    Molla Hüsrev, Ayasofya’ya geldiğinde bütün cemaat ayağa kalkar ve kendisine saygı gösterirdi. Bu durumu gören Fatih Sultan Mehmed ” Zamanımızın Ebu Hanifesi Molla Hüsrev’dir ” diyerek iltifat etmiştir.

    1462 yılında Molla Hüsrev, bir düğün cemiyetinde dönemin âlimlerinden Molla Gürânî’ye padişahın sağında, kendisine solunda yer verilmesini ilmî derecesine uygun bulmadığından, ortaya çıkan protokol kriziyle Fatih’e gücenen Molla Hüsrev İstanbul’u terkedip Bursa’ya gitti. Bursa’da Emîr Sultan’a yakın Zeyniler semtinde bir arsa satın alarak Hüsrev Medresesi adıyla anılan medresesini yaptırdı. Bu medrese vakfiyesine göre başlangıçta yirmili medrese olarak kurulmuş, 1000 (1591-92) yılında kırklı, 1004 (1595-96) yılında ellili medrese pâyesine çıkarılmıştır. (Baltacı, s. 314). 

    Bu medreselerde dersler vermeye başladı. 1469 yılına kadar yedi sene boyunca Bursa’da kaldıktan sonra Fatih’in daveti üzerine yeniden İstanbul’a dönmüş, Sultan Fatih tarafından hocasının gönlünü almış, onu; İkinci Osmanlı şeyhülislâmı Fâhrüddîn-i Acemî’nin vefâtı üzerine, 865 (m. 1469)’de şeyhülislâmlığa ta’yin edildi. Molla Hüsrev, yirmi sene, adâlet ve hakkaniyetle şeyhülislâmlık vazîfesini yürüttü.Molla Hüsrev vefat tarihi olan 885 (1480) yılına kadar bu makamda kaldı. 

    Molla Hüsrev’in maddî imkânları epeyce iyi olmasına rağmen mütevazı bir hayat yaşadığı, vakur, hayır sever ve dindarane tavırları sebebiyle halk nazarında büyük bir saygı ve itibara sahip olmuştur.

    KADILIK BELASINDAN KURTULDUM!

    Büyük Âlim Molla Hüsrev kendisine verilen kadılık görevlerini istemeyerek kabul etti. Bu düşüncesini bir eserinde şöyle belirtiyor:“ ...Bu sırada isteksiz ve rızasız olarak kadılık belasına maruz kaldım. Kadılıkta geçen ömrümü değersiz sayıyorum. Hatta bunun yapıma uygun olmadığı fikri her daim zihnimde dolaşırdı. “Kendisini ilmi çalışmadan uzaklaştırdığı için kadılık yapmayı, ömrünün boşa geçen bir bölümü olarak kabul eden Hüsrev, ilimler içinde en yüksek payeyi fıkıh ilmine veriyor. Ona göre fıkıh ilmi, ilimlerin uğraşmaya en uygunu ve gönül vermeye en yaraşanıdır. Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer isimli eserini bu kadılık meşgaleleri arasında yazmaya başlamıştı. Eserinin son kısmında, “yüce Allah beni kadılık belâsından kurtardı” diyerek şükreder. 

    Kadılık görevini gönülsüz kabul ettiğini söyleyen Molla Hüsrev, bir yandan boşuna zaman harcamasına yol açan böyle bir işle imtihan edilmesi yüzünden hayıflanırken öte yandan hukuk tatbikatının içine girmenin onu bu sahada ihtiyaç duyulan bir metin (Ġurerü’l-aḥkâm) kaleme almaya yönelttiğini, dolayısıyla bunun kendisi için hayırlı bir imtihan olduğunu belirtir. Yine kendi açıklamasına göre bu metni tamamlamak üzereyken kadılık görevinden kurtulmuş ve peş peşe gelen bu iki nimet vesilesiyle şükranda bulunmak için onu şerhetmeye koyulmuştur (Dürerü’l-ḥükkâm, I, 3).

    ÇAĞIMIZIN EBU HANİFE’Sİ

    Molla Hüsrev vakur ve bol bağış yapan biriydi. Cuma namazlarını Ayasofya camiinde kılar, iç camiye girdiğinde halk saf bağlar ve mihraba kadar kendisine yol açardı. Fatih Sultan Mehmet bu durumu görünce vezirlerine, “hocam çağımızın Ebu Hanife’sidir!” diyerek onunla gurur duyardı.

    Molla, talebeleri arasında da son derece sevgi ve itibar görürdü. Talebeleri her gün kuşluk vakti Molla Hüsrev’in evi önünde toplanır, onun dışarı çıkmasını bekler, kapıda görününce atı önünde yaya yürüyerek, ona medreseye kadar refakat ederdi. Bu durum ders bittikten sonra da devam eder, hoca bu defa da evine kadar geçirilirdi.

    Molla Hüsrev sözünü tutan, ilmiyle âmil bir kimseydi. Birçok hademe ve cariyesi varken, “ geçmiş zamandakiler gibi hizmetçi kullanmayınız!” dediği için, çalışma odasına kimseyi sokmaz, tozunu kendisi alır, çıra ve mumunu kendisi yakardı.

    Gureru'l-Ahkâm adlı ünlü eserini Bursa'da iken yazdı. Eser, uzun bir dönem Osmanlı medreselerinde şerhleriyle birlikte ders kitabı olarak okutulmuştur.

    Fâtih Sultan Mehmed’in kendi adıyla anılan cami etrafında yaptırdığı Sahn-ı Semân medreselerinin programını padişah başta olmak üzere Vezîriâzam Mahmud Paşa, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu birlikte hazırlamışlardır. (Atay, s. 79) 

    Bu sebeple Molla Hüsrev, Osmanlı ilmiye teşkilâtının kuruluş ve işleyişinde önemli katkıları bulunan kişilerden biridir.

    Osmanlı hukuk tarihinin en önemli simalarından olan ve padişahın huzurunda yapılan ilmî tartışmalarda reîsülulemâ sıfatıyla hakemlik yapan Molla Hüsrev başta fıkıh ve usûl-i fıkıh olmak üzere tefsir, Arap dili ve edebiyatı, şiir ve hat sanatı gibi alanlarda eser vermiştir. Fıkıh usulüne dair Mirʾâtü’l-uṣûl’ü ve Dürerü’l-ḥükkâm adlı fıkıh kitabı ile bunların bazı şerh ve hâşiyeleri Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. (Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 22). 

    Ayrıca Dürerü’l-ḥükkâm Osmanlı döneminde şer‘î hukuk sahasında hâkimlerin ihtilâfları çözerken başvurdukları yarı resmî bir hukuk kaynağı işlevi görmüştür. (Akgündüz, I, 6, 45).  

    ÇALINAN ÖZEL KİTAP!

    Kadılık ve müderrislik görevleri arasında, muteber âlimlerin yazdığı önemli eserleri çoğaltmayı da kendisine vazife edinmişti. Böylece ilmin yayılmasına katkıda bulunmanın en güzel örneklerinden birini ortaya koyuyordu. Zira o zamanlar henüz matbaa yoktu, eserler el yazması olarak çoğaltılıyordu.

    Her gün mutlaka gerek tercüme, gerek çoğaltma, gerekse telif yoluyla bir konuyu yazmayı vazife edinip, ölümüne kadar bu yoldan ayrılmadı. Bunu beş vakit ibadete, bir altıncı vakit olarak ayırdı. Hatta nefis ta’lik el yazısıyla çoğalttığı böyle kıymetli bir eseri Sultan Fâtih’e takdim etti. İnce sanatlardan zevk alan Fâtih, bunu mükemmel surette tezhip ettirip ciltlettirdi ve kendi hususi kütüphanesine koydurdu. Cumhuriyetten sonra bu eser, maalesef bulunduğu Yenicami Kütüphanesi’nden çalındı, hususi ellere geçti, birkaç defa da sahip değiştirdi.

    İşte öyle bir hatıra ki; Fâtih’in hocası Molla Hüsrev’in kendi el yazısı, Fâtih devri cilt ve tezhibi ve Fatih’in özel kütüphanesinin malı. Bakınız ecdat yadigârları nasıl korunuyor!

    Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra bu şehirde kendi adıyla anılan caminin etrafına yaptırdığı Sahn-ı Seman Medreselerinin programını hazırlayanlar arasında idi. Fıkıh usulüne dair eserleri Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca Dürerü’l-ĥükkâm adlı eseri Osmanlı döneminde şer‘î hukuk sahasında hâkimlerin ihtilâfları çözerken başvurdukları yarı resmî bir hukuk kaynağı işlevi görmüştür. 

    Yetiştirdiği öğrenciler arasında Zenbilli Ali Efendi, Fenârî Hasan Çelebi, Molla Hasan Samsûnî, Yûsuf b. Cüneyd et-Tokadî ve Molla Muhyiddin gibi âlimler bulunur.

    TALEBESİ ZEMBİLLİ ALİ EFENDİ

    Bu büyük âlim pek çok talebe yetiştirdi. Bunların en meşhuru Zembilli Ali Cemali Efendi’dir. Bu zat II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni devirlerinde şeyhülislamlıkta bulunmuş, Sultan Selim gibi şiddetli bir hükümdarın birçok kararına çekinmeden itiraz etmiş ve onun emirlerini değiştirmesini sağlamıştır.

    VEFATI

    Molla Hüsrev Hazretleri, H. 885-M. 1480 yılı Şaban ayının Cuma günü İstanbul’da vefat etti. Namazı Fâtih Camii’nde kılınıp cenazesi vasiyeti üzerine Bursa’ya götürülerek medresesinin haziresine defnedildi.  Molla Hüsrev’in, İstanbul Şehzadebaşı semtinde kendi namına yaptırdığı bir camii vardır.

    Mezar taşında:”Menbâ-ı ilmü hüner, Vârisü ulûmu Hayr-ül-beşer, Fâzlı hurşidi Eser, Sâhib-üd-dürer vel-gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev” kitabesi yazılıdır.

    Kaynaklarda Molla Hüsrev’in Celâleddin adında bir oğlu ile Hüsrevzâde lakabıyla meşhur Mustafa Efendi adında bir torunu olduğu belirtilmektedir. Vefât ettiği zaman terekesinde (geriye bıraktığı şeyler arasında) kendi el yazılarıyla yazılmış pekçok nefis eserler çıkmıştır. Ömrünü ilim öğretmek ve yazmakla geçiren Molla Hüsrev’in, birçok kıymetli eserleri vardır. 

    İstanbul’un Fethinin Üç Manevi Kahramanı: Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani

    Fatih Sultan Mehmet, Peygamberimiz(s.a.v)in müjdelediği "İstanbul'un fethi"ni gerçekleştirme şerefine nail olan bir komutan sultan. Bu kutlu fethin gerçekleşmesinde, askeri ve maddi unsurlar kadar ilmi ve manevi unsurlar da önemli rol oynamıştı. İstanbul'un fethinin üç manevi kahramanı olan Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani'yi ve o fethe katılıp imza atan şerefli ecdadımızı bir kez daha rahmet ve minnetle yâd ediyor, ruhları şad, makamları Cenneti Firdevs olsun. Rabbim Bizleri de onlara layık evlat eylesin. Âmin. 

    ESERLERİ

    1. Mirḳātü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl. Bizzat müellif tarafından Mirʾâtü’l-uṣûl fî şerḥi Mirḳāti’l-vüṣûl adıyla şerhedilmiştir (İstanbul 1262, 1296, 1308 r., 1321, 1967, 1983; bk. MİR’ÂTÜ’l-USÛL). 

    2. Dürerü’l-ḥükkâm fî şerḥi Ġureri’l-aḥkâm. Müellifin kaleme aldığı Ġurerü’l-aḥkâm’ın şerhidir (I-II, İstanbul 1310, 1317, 1319, 1329; Kahire 1294, 1297; bk. DÜRERÜ’l-HÜKKÂM). Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm (Fıkıh ile ilgili olan, sık sık başvurulan bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde yorumlamaları ile birlikte ders kitabı gibi takib edilmiştir. Molla Hüsrev, bu eserini 1472 (Hicri 877) senesinde yazmağa başlamış, 1478 (Hicri 883) senesinde bitirerek Fatih Sultan Mehmed'e sunmuştur. Kendi el yazısıyla Fatih Sultan Mehmed'e hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da Köprülü Kütüphanesindedir.

    3. Ḥâşiye ʿale’t-Telvîḥ. Sadrüşşerîa’nın fıkıh usulüne dair et-Tavżîḥ’i üzerine Teftâzânî’nin yazdığı et-Telvîḥ isimli hâşiyesine yapılan ilâvelerden ibarettir (I-II, İstanbul 1284; I-II, Mısır 1322). 

    4. Ḥâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl li’l-Beyżâvî. Bakara sûresinin 142. âyetine kadar yapılmış bir hâşiye olup Muhammed b. Abdülmelik el-Bağdâdî eseri Bakara sûresinin sonuna kadar tamamlamıştır (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 131/3; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 114, 115; Köprülü Ktp., Mehmed Âsım Bey, nr. 17; Nuruosmaniye Ktp., nr. 72, 146, 487). 

    5. Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti’l-Muḫtaṣar li’s-Seyyid Şerîf. İbnü’l-Hâcib’in Muḫtaṣarü’l-müntehâ adlı fıkıh usulüne dair eseri için Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kaleme aldığı hâşiyenin özellikle mukaddime kısmı üzerine bir hâşiyedir (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 471; Hamidiye, nr. 424; Damad İbrâhim Paşa, nr. 229, 453). 

    6. Şerḥu Uṣûli’l-Pezdevî (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1141). 

    7. Risâle fi’l-velâ. Risâletü’l-velâ (Risâle fî baḥs̱i men tevellede min ḥürreti’l-aṣl ve’l-ʿıṭḳ) adıyla da anılan eser Molla Hüsrev’in kölelik hukukuna dair önemli bir çalışmasıdır. Birçok âlimin sert tenkitlerine mâruz olan risâle Osmanlı hukukçuları arasında tartışmalara yol açmıştır (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1051, Şehid Ali Paşa, nr. 2755, 2795/4; Nuruosmaniye Ktp., nr. 596, 1563/2). Eser aleyhine Hızır Şah Menteşevî (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2755/24), Molla Gürânî (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 946, vr. 20-27), Kemalpaşazâde (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5366) ve Ganîzâde Mehmed Nâdirî (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 682) reddiyeler yazmışlardır. Molla Hüsrev bunlardan özellikle Molla Gürânî’nin risâlesine Ecvibe ʿalâ Molla Gürânî (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1051), Risâle fî cevâbi reddi mâ fî Risâleti’l-Gürânî (Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., nr. 226) ve Risâle fî taḥḳīḳi mesâʾili’l-velâ redden ʿale’l-Gürânî (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4909) adlarıyla anılan bir risâle ile cevap vermiştir. 

    8. Naḳdü’l-efkâr fî reddi’l-enẓâr (Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 92; Kayseri Râşid Efendi Ktp., Râşid Efendi, nr. 309). Ecvibe ʿalâ esʾileti ʿAlâʾiddîn er-Rûmî (Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 92; Esad Efendi, nr. 91/24), Ecvibe fi’l-muḥâkeme beyne esʾile ʿAlâʾiddîn er-Rûmî (Süleymaniye Ktp., Giresun Yazmaları, nr. 3564) ve Ecvibe ʿan suʾâlâti ʿAli er-Rûmî (İÜ Ktp., AY, nr. 2613) isimleriyle de bilinen eser, Ali b. Mûsâ er-Rûmî’nin (ö. 841/1437) çeşitli ilimler ve eserler hakkında ileri sürdüğü görüşlerle ortaya atılan sorulara verilen cevapları içermektedir. 

    9. Ḥâşiye ʿale’l-Muṭavvel. Teftâzânî’nin eseri üzerine yazılmış bir hâşiyedir (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1791, 1792; Nuruosmaniye Ktp., nr. 4411; Koca Râgıb Paşa Ktp., nr. 1232, 1233).

    10. Vasiyetnâme. Molla Hüsrev, Türkçe kaleme aldığı vasiyetnâmesinde ölümünün ardından defnedilinceye kadar yapılmasını istediği işlemleri anlatmaktadır (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 905/2, Pertev Paşa, nr. 621/16; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3248). 

    11. Esâsü’l-iḳtibâs Tercümesi (İÜ Ktp., AY, nr. 13). Nasîrüddîn-i Tûsî’ye ait eserin Arapça çevirisi olup Fâtih Sultan Mehmed’e takdim edilmiştir.

    Bunların dışında kütüphane kataloglarında Molla Hüsrev adına kayıtlı olan eserlerden bazıları şunlardır: el-Cevheretü’l-münîfe fî şerḥi Vaṣıyyeti Ebî Ḥanîfe (Nuruosmaniye Ktp., nr. 2155); Erbaʿa ve ḫamsûne farîża (Antalya Elmalı Halk Ktp., nr. 2788); el-Fuṣûlü’l-mühimme fî teʾlîfi’l-ümme (DİB Ktp., nr. 3955); Ḥâşiye ʿale’l-Ḫayâlî (Samsun Gazi Ktp., nr. 351); Ḥâşiye ʿalâ Ṭavâli’l-envâr (Manisa İl Halk Ktp., nr. 864/2); Kelâm müteʿallaḳ bi’t-tesmiye fî evâʾili’s-süver (Köprülü Ktp., Ahmed Paşa, nr. 329); Risâle fî esrâri’l-Fâtiḥa (Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 5999); Risâle fî iʿrâbi “elîf lâm mîm ẕâlike’l-kitâb” (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1602); Risâle maʿmûle ʿalâ sûreti’l-Enʿâm (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1609); Risâle fî tefsîri ḳavlihî teʿâlâ “lem tekün âmenet min ḳablü” (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 451/13); Şerḥ-i Ḳırâʾât (Samsun Gazi Ktp., nr. 187); Ḫulâṣatü’l-Fetâva’l-Bezzâziyye (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1595); Kâşifetü’ş-şübühâti’l-ʿAleviyye (Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Hüseyin Çelebi, nr. 115); Risâle ʿalâ ʿAṣabe-i Sebʿa (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1602); Risâle fi’l-vażʿ (Âtıf Efendi Ktp., Âtıf Efendi, nr. 2823).

    Molla Hüsrev, kıymetli eseri Gurer ve Dürer Mukaddimesi’nde şöyle buyurmaktadır:

    “Dünyâ ve âhırette insanın şerefi ve iki âlemde üstün derecelere nail olması, ancak doğru i’tikâdda (Ehl-i sünnet i’tikâdında) olmak ve sâlih amel işlemesiyledir.”

    Allahü teâlâ, Peygamberimizi (s.a.v) Peygamberlerin sonuncusu ve en doğru yolu gösterici olarak gönderdi. O’ndan sonra da O’nun ümmetinden büyük âlimler yarattı. Bu âlimler de, O’nun bildirdiklerini, insanların anlıyacakları bir şekilde îzâh ettiler. Allahü teâlâ, bu âlimlerden dört mezheb imamını seçti. Bu büyüklerin ihtilâfını rahmet kıldı. Diğer fıkıh âlimleri de bu âlimlerin mezheblerine göre fetvâ verdiler. Allahü teâlâ, bu büyük âlimler arasında da, en büyük İmâm ve yüksek himmet sahibi, ümmetin ve dînin kandili İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’i seçti. Onun yaptığı hizmet sebebiyle, Allahü teâlâ onun makamını Cennetin en yüksek derecesinden eylesin. Şüphesiz ki, Ebû Hanîfe’nin dînî hükümlere dâir bildirdiği şeyler, dalgaları birbirlerine çarpan bir deniz, hattâ sapıklığın karanlığını gideren parlak bir kandildir.”

    Molla Hüsrev’in, Gurer ve Dürer kitabında rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları:

    “Çocuklarınıza namaz kılmasını öğretiniz, yedi yaşına gelince namazı emrediniz. On yaşına gelince, kılmazlarsa, döverek kıldırınız.”

    “Ameller, niyetlere göredir.”

    “İslâm dîni beş şey üzerine kurulmuştur. Bunlar: Allahtan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hac etmektir.”

    “Bir kimse yabancı bir kadına şehvetle bakarsa, kıyâmet gününde onun gözlerine kurşun dökülür.”

    Molla Hüsrev Sözleri

    "Dünyâ ve âhirette insanın şerefi ve iki âlemde üstün derecelere nâil olması, ancak doğru îtikâd olan Ehl-i sünnet îtikâdında bulunmak ve sâlih amel işlemekledir."

    Allahü teâlâ Peygamber efendimizi,Peygamberlerin sonuncusu ve doğru yolu gösterici olarak gönderdi. O'ndan sonra da O'nun ümmetinden büyük âlimler yarattı. Bu âlimler de, O'nun bildirdiklerini, insanların anlayacakları bir şekilde îzâh ettiler. Allahü teâlâ, bu âlimlerden dört mezheb imâmını seçti. Bu büyüklerin ihtilâfını rahmet kıldı. Diğer fıkıh âlimleri de bu âlimlerin mezheblerine göre fetvâ verdiler. Allahü teâlâ, bu büyük âlimler arasında da, en büyük imâm ve yüksek himmet sâhibi, ümmetin ve dînin kandili İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit'i seçti. Onun yaptığı hizmet sebebiyle, Allahü teâlâ onun makâmını Cennet'in en yüksek derecesinden eylesin. Şüphesiz ki, Ebû Hanîfe'nin dînî hükümlere dâir bildirdiği şeyler, dalgaları birbirlerine çarpan bir deniz, hattâ sapıklığın karanlığını gideren parlak bir kandildir."

    Fatih birgün hocasına "hizmetinizde olan talebenin en alim ve en fazılı kimdir"diye sorduğunda Mollo Hüsrev, Talebeemizin serfıraz ve mümtazı Manisa zade demekle meşhur,Muhyiddin Mehmed'dir demiştir. Padişah "Ondan sonra kimdir " diye tekrar sorduğunda,Mollo Hüsrev yine "Manisa Zade"dir cevabını vermiştir Bunun üzerine Padisah "Manisa Zade iki midir ki her iki sualime de aynı cevabı verdiniz" dediğinde; Mollo Hüsrev,"Sultanım ,Manisa zade iki deil,birdir .Fakat bine bedeldir " cevabını vermiştir.

    Büyük filozof Aristo'nun Büyük İskender'in hocası oluşu gibi bu coğrafyanın en büyük âlimleri Fatih'teki saklı hazineyi keşfetmiş, ondaki madeni işlemişlerdi. Gerçi biz bilmeyiz Molla Gürani kimmiş, Molla Hüsrev ne âlimiymiş?! Evet Aristo'yu, Platon'u biliriz ama kendi âlimlerimize burun kıvırırız. Hâlbuki o mollalar ki eğer Batı'da yetişmiş olsalar, bir de Hristiyan olmuş olsalardı şimdi hepimiz adlarını ezbere bilirdik. Bu adamlar Platon'un o klasik eserinde anlattığı filozof kralı yetiştirmişler resmen!

    Padişahın yanına girerken alimler teşrifata riayet etmek mecburiyetinde oldukları halde Hatipzade gibi gururu ile şöhret almış bir alim, değil padişahın elini öpmek, hatta huzurunda eğilmezdi bile ve Fatih'te bütün bunları hoş görerek müdahale etmezdi.... Padişah, “Hocası Molla Gûrani'nin elini öper ve zamanesinin en bilgilisi ve belki -padişahın kendi tabirince- İmam-ı Azamı olan Molla Hüsrev'e, velev camide olsun rast gelince ayağa kalkardı.

    Fatih'in âlimlerle olan içli dışlı münasebeti, denizin yuvarlanan dalgaları gibi bölünmez ayrılmaz bir yekparelik arz eder.

    ... Molla Hüsrev fıkıhta, Molla Gürani tefsirde ve Hocazade de kelamda, bütün İslam dünyasının tanıyıp saygı duyduğu, derslerini takip etmek istediği en büyük ilim adamları oldular.

    Bursa Zeyniler Kabristanı

    Zeyniler Kabristanın gerçek alanı şu an görüldüğü kadar değil kaynaklarda 400 mezarın olduğuna rastlanılmakta günümüzde bunun yüzde 70'inin olmadığını söylebiliriz. 

    Bursa'da Zeyniler Camii çevresinde teşekkül eden Zeyniler Mezarlığı, Bursa tarihçilerinin ifadesiyle, Londra'daki West Minister Kilisesinin mezarlığı gibi, XIV. yüzyıldan beri Bursa'nın seçkin bilgi, sanat, din ve kültür adamlarının gömüldüğü, örneği zor bulunabilen bir tarih müzesi olduğu halde, bu mezarlıkta bulunan 1400 mezar taşından geriye şimdi sadece bir harabe kalmıştır.

    Bu caminin haziresinde Molla Hüsrev’den başka daha pek çok alim vardır. Caminin hemen üzerinde dikkat çeken mezar Molla Hayali’nin mezarıdır.

    Mahallede yaşayan yaşlıların ifadelerine göre 1935 yılı civarında devlet görevlisi olduğu anlaşılan bir kişinin nezaretinde buradan kırk at arabası dolusu taş taşınarak götürülmüştür.

    Kırk araba dolusu taşın nereye götürüldüğü hakkında bir kayıt elimizde olmamakla birlikte, en iyi niyetle, bu taşların müzede koruma altına alınmak üzere taşındığı düşünülebilir. Ancak müzedeki taş mevcudiyeti Zeyniler'den giden bu miktarı karşılamaktan uzak olduğu gibi, zaten tabii bir müze halindeki mezarlığın bozulmasında nasıl bir yarar gözetildiğini anlamak kolay değildir.

    Taşların bir kısmı müzeye nakledilirken, müzeye nakledilenler dışındaki taşların kendi haline terk edilerek gözden çıkarıldığı anlaşılmaktadır; nitekim neticenin böyle olduğunu Zeynilerdeki perişanlık ispat etmektedir.

    Zeyniler kabristanı her ne kadar bir dergah kabristanı olarak kabul edilirsede o boyutu aşmış genel bir mezarlık halini almıştır. Sadece Zeyniyye tarikatı mensublarının değil yüzyıllar boyunca Bursa’nın bilginlerine ev sahipliği yapmıştır. Bilinen ilk mezar 1432 tarihli Abdullatif kudsi’nin mezarıdır. Molla Hüsrev, Muslihiddin Tavil, Muhaşşi Hasan Çelebi, Müftü Ahmed Paşa, Şair Sun’i ve Niyazi gibi isimlerin kabirlerinin yer aldığı bu mezarlıkta 70 civarında kabir vardır. Yadigar-ı Şemsi müelllifi 1400 kadar önemli ismin medfun olduğuna dair rivayet etmiş ve bir çok mezar taşının kaybolduğunu kayıt düşmüştür.

    Molla Hüsrev Medresesi Zeyniler Tekkesinin yakınında idi. XV. yüzyıl ortalarında Mehmed Bin Feramuz tarafından yapılmıştır. XX. yüzyıla kadar Medresenin faal olduğu bilinmektedir. Medresenin haziresi zamanla kaybolmuştur. Yalnızca Molla Hüsrev hz’nin kabri kalmıştır.

    Bursa’mızda pek çok külliyenin önemli haziresi vardır. Ancak bir tanesi içinde taşıdığı büyük âlimlerin ve ünlü isimlerin şöhretiyle tarih boyunca hep özenle anıla gelmiştir. Bu hazire tarihte önemli bir tarikatın merkezi olan Zeyniler haziresidir. Emir sultan camisinin hemen doğu tarafında Dere Bahçe’ye giderken sağ tarafta yer alır. Burası önemli tarihi yapıların en doğuda olanıdır bu yüzden kıymetli hocamız Mustafa Kara her yıl yaptığı tadına doyum olmayan Bursa turlarını buradan başlatır.

    Bu hazire zamanla öyle genişlemiş ve öyle önemli isimleri medfeninde misafir etmiştir ki Mustafa hocamızın deyimiyle Osmanlı döneminde sadece bu caminin haziresinde yatanları anlatan özel eserler, risaleler kaleme alınırdı.bir dönem herkesin defnedilmek istediği bir yerdi burası. “Beş yüzyıllık bir hamuşhane”, suskunlar diyarıdır burası…

    Bu hazire esasında şimdi görüldüğü kadar küçük değildi. Molla Hüsrev hazretlerinin şimdi mezarının olduğu yeri kapsayan medreseyi ve Abdul LatifKudsî’nin türbesini de içine alan büyük bir hazire idi. Abdül Latif-i Kudsî Hazretlerinin türbesi, şuan mezarlığın dışında, binaların ortasında kalmış durumda. Yani şimdiki mezarlığın etrafındaki binalar gerçek mezarlığın üzerinde sonradan yapılmışlardır.

    İBRETLİK BİR HİKÂYE

    “Avusturyalı bir profesör Molla Hüsrev’in Dürer ve Gürer adlı eserini okur ve hayran kalır . 1940lı yıllarda ta Avusturya’dan kalkar Türkiye’ye Bursa’ya gelir. Çelik Palas’a yerleşir. Çelik Palas o senelerde yeni yapılmıştır. Geldiği günün sabahı smokinlerini giyer. Ve Çelik Palas yöneticilerine

    “Ben Molla Hüsrev’in mezarını türbesini ziyaret etmek istiyorum bana bir fayton tutar mısınız?” der. Otel idarecileri birbirlerine şaşkın şaşkın bakarlar bu isimde bir türbe bilmiyoruz derler. Otel idaresi önce vilayete sonra vakıflar müdürlüğüne ve müze müdürlüğüne sorarlar. Cevap aynı: Bilmiyoruz.

    Bunun üzerine otel idaresi maarif (milli eğitim) müdürlüğüne müracaat eder, maarif müdürlüğü: “araştıralım” der.Evvelce Ulucami imam-ı salisi(üçüncü imamı) olarak görev yaparken maarif müdürlüğüne müfettiş olarak getirilen hafız Necip Aksoy beye sorarlar ve nihayet ondan cevap alırlar. Necip bey :“Molla Hüsrev Emir Sultan Zeyniler Camii bahçesinde medfundur” der. Ve misafir profesörü ile beraber kabri ziyarete giderler.

    Avusturyalı profesör kabri görünce şaşkına döner çünkü gördüğü manzara yürekler acısıdır. Mezarın başında kitabeyi ihtiva eden sadece basit bir taş kalmıştır. Mezarın ortasında bir köpek yatmış güneşlenmektedir. Civarında da tavuklar eşinmektedir.

    Profesör renkten renge girer. Misafir olduğu için fazla konuşmaz. Sadece:“Bu bilim adamı bizde olsa biz buna büyük bir anıt yaptırırız”der . Aynı gün Bursa’dan ayrılır.Bu olayı maarif müfettişi Necip Aksoy beyden ve Bursa’da uzun yıllar Milli Eğitim müdürlüğü ve daha sonra da milli eğitim bakanlığı ilköğretim genel müdürlüğü yapan Ertuğrul Seyhan beyden dinledim Bu caminin haziresinde Molla Hüsrev’den başka daha pek çok alim vardır. Caminin hemen üzerinde dikkat çeken mezar Molla Hayali’nin mezarıdır. 

    Molla Hüsrev (k.s.) ‘un kabir taşı

    ön yüzü ;                                                              Arka yüzü ;   

    Menba-ı ilm ü hüner varis                                 Mevlana Mehmed Bin Feramuz         

    Ulum-ı Hazret-i Hayrül beşer                           Eş-Şehir bi-Mevlana Husrev

    Fazlı hurşid eser                                                 tabe serah

    Sahibu’d-dürer ve’l Gurer                                   sene  886

    Mevlana Mehmed Hüsrev

    sene 886 

    (HasanTuryan,Bursaevliyaları,MerassaYayınlarıTürkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2

    Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları)

    BİBLİYOGRAFYA
    Fevâid-ül-behiyye sh. 187.Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 211. Devhat-ül-Meşâyıh sh. 8.Molla Hüsrev, Dürerü’l-ḥükkâm, İstanbul 1319, I, 3; II, 36, 453; Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız), s. 184, 236; Sehâvî, eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿ, VIII, 279; Neşrî, Cihannümâ (Taeschner), I, 172, 218; Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 116-120; a.mlf., Miftâḥu’s-saʿâde, Beyrut 1405/1985, II, 171-172; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 108, 135-139, 143, 144, 149, 179, 208, 209, 220, 229, 294, 302, 343, 344; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh (haz. İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1992, II, 215, 228; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 91, 113, 190, 497, 747, 899; II, 1144, 1199-1200, 1657; Leknevî, el-Fevâʾidü’l-behiyye (nşr. Ahmed ez-Za’bî), Beyrut 1418/1998, s. 302-303; İlmiyye Salnâmesi, s. 328-329; Sicill-i Osmânî, II, 271-272; Osmanlı Müellifleri, I, 292-293; Brockelmann, GAL, II, 226-227; Suppl., II, 316-317; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 172, 266, 279, 352; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 211, 435, 439, 443, 458; Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, Beyrut 1414/1993, III, 584; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 430; II, 151, 656-657, 665; a.mlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 22, 176, 229-230; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 314, 474; Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, İstanbul 1983, s. 79; R. C. Repp, The Müfti of Istanbul: A Study in the Development of the Ottoman Learned Hierarchy, London 1986, s. 154-166; Mehmet Şener, Dürer’in Kaynakları, İzmir 1987, s. X-XVI; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul 1990, I, 6, 45, 196; Molla Hüsrev Mehmet Efendi: 1400-1480 (ed. Ahmet Hulûsi Köker), Kayseri 1992; Hasan Özket, Molla Hüsrev ve Mir’âtü’l-usûl Adlı Eserinin Kaynakları (yüksek lisans tezi, 1992), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslam Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar, Bursa 2001, s. 196-219; Franz Babinger, “Husrev”, İA, V/1, s. 605-606. Şezerât-üz-zeheb cild-7, sh. 342. Rehber Ansiklopedisi cild-12, sh. 186

Etiketler: Molla Hüsrev Kimdir Hayatı Eserleri Vefatı, Molla Hüsrev Hayatı, Vefatı, Osmanlı Devleti Molla Hüsrev, Fatih Sultan Mehmet Hocası, İstanbul'un Fethi, Molla Hüsrev Mezarı, Türbesi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular