Mekteb-i Derviş | İslam

   KAFKAS KARTALI ŞEYH ŞAMİL
1797-1871
    BÖLÜM 2

   Bu sözleri sanki taşa söylemişim gibi, Çar, hâlâ görüşmek için beni Tiflis’e dâvet ediyor. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bu mektubumla son defâ size bildiriyorum. Bu yüzden fânî vücudumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, bu kesin kararımı hiçbir zaman değiştirmeyeceğim. Cevabım bundan ibarettir. Nikola’ya ve onun kölelerine böylece malum ola!”

    Sonraki günlerde çok kanlı mücadeleler oldu. Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenilgileri birbirini takib etti. Çar Birinci Nikola, bu hezimetlerden sonra, bütün Kafkasya’yı fethetmek, Şeyh Şâmil’i ele geçirip bütün Müslümanlara kötü günler yaşatmak maksadıyla, ordularının en seçkin generallerini bu iş için vazifelendirdi. Napolyon’u mağlub eden bu meşhur generaller; Fraytag, Svarts, Klugenav, Argutinski idi. Kalelere bıraktıkları ihtiyat kuvvetleriyle birlikte elli bini bulan bu seçme ordu, dört koldan harekete geçti. Netice yine Rus ordularının hezimeti ve bir avuç Müslüman’ın zaferi idi. 

    Yenilmez sanılan Rus ordularını çok az bir Müslüman Türk’ün iman gücü ile nasıl perişan ettiğine Rus Çarı dahi hayretle şahit oldu. Rus kaynakları 1843 senesinde yapılan bu harplerin neticesi hakkında şöyle demektedir: “Şâmil, Avaristan’da taş üstünde taş bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil, Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli üslerimizi, mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrib etti. Rusya’ya çok pahalıya mal olan bu Avaristan muharebelerinde yaptığımız müthiş masrafları, verdiğimiz korkunç insan ve malzeme zayiatını hesab edecek olursak, bu savaşın Kafkasya’da yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı olduğu meydana çıkar.”

    Bu savaşlar neticesinde Kafkasya’da yaşayan Müslüman Türklerin maneviyatı yükseldi. Ruslara karşı müthiş bir direniş başladı. Şeyh Şamil’e karşı olan güvenleri çoğaldı. Canla başla ona yardıma karar verdiler. Bu savaş, Çar Birinci Nikola’nın gururunu kırdığı gibi, plânlarını da alt üst etti. Napolyon’a karşı galip gelen meşhur Rus generalleri, iki kolorduya yakın büyük bir kuvvet ile Avaristan’a saldırdıkları hâlde, Şeyh Şamil’in bir avuç ordusu karşısında tutunamamışlar, felce uğramışlardı.

    Çar Nikola, bu hezimetten sonra da, Şeyh Şâmil’in karşısına General Vorontsof’u çıkardı. Onu Kafkas Orduları Başkumandanlığına getirerek; “Bütün ordularım bu uğurda feda olsun. Hazinelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır. İstediğin her şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh Şâmil’i ölü veya diri olarak ele geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum” dedi. General Vorontsof, Kafkasya’yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Şeyh Şâmil’in yok denecek kadar az bir askeri karşısında perişân olup şaşkına döndü. Şeyh Şâmil’in iki ay süren çok mahâretli ve kanlı yıpratma muhârebeleri karşısında mevcûdunun büyük bir kısmını ve üç generalini kaybetti.

    Bundan sonraki günlerde Şeyh Şâmil, Kafkasya’ya musallat olan Rus ordularına sık sık akınlar düzenledi. Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli gündüzlü çalıştı. Fırsat buldukça, Çar Birinci Nikola’yı can evinden vuruyor, hiç beklemediği yerlere saldırıyordu. Hiçbir devletten yardım görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla mücadele ederek vatanını savundu. 

    1848-1856 yılları ise biraz sessiz geçmiştir. Bu sessizliğin temel sebebini Kırım Savaşı’na bağlamak gerekmektedir. Zira Kırım savaşı bittikten sonra Ruslar, Kafkasya’da yarım kalan işlerini tamamlamaya koyulacaklardır. Şeyh Şamil Rus Çarı Deli Petro’yu ve eşi Katerina’yı delirtmişti Kırım Savaşı esnasında ölen Çar I. Nikola’nın yerine oğlu II. Alexandr Çar olmuş ve Kırım Savaşında aldığı yaraları sarmak için Kafkasya’ya kesin bir hamleyle yönelmiş ve bu işin sonuçlandırılması amacıyla son hamle olarak Prens Baryatinsky’i atamıştır. 

    Petronun ölümünden sonra, Yeni Rus Çarı İkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip Kafkasya’yı baştanbaşa fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında 90.000 seçme askerden oluşan bir orduyu Şamil’in üzerine gönderdi. Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla çarpışmaya başladı. Uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil, Gunip Dağına çekildi. Bu dağda beş yüz kadar fedaîsi ile bir buçuk ay süreyle koskoca ordu ile savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şeyleri kalmadı. Etrafındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da şehîd olmuştu. Yiyecek yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla mücadeleye devâm ediyorlardı. 30 Ağustos 1859 tarihine gelindiğinde Prens Baryatinsky Gunip kalesi önüne gelmiştir. Ruslar Şamil’i sağ olarak ele geçirmek istemekteydiler. Çünkü biliyorlardı ki Şamil’in vücudunu bu topraklardan çıkarmadıkça onun ölüsü de dirisi de başlarına bela olacaktı.

    Osmanlı-Türk İmparatorluğu haricinde, hiçbir ülkeden dostluk ve müttefiklik göremeyen ‘Evliya Şamil’, Rus ordularının ilerleyişi, dost ülkelerden gelen yardımların kesilmesi ve sayıca azalma sebeplerinden dolayı hız kazanmıştır. Şeyh Şamil ülkesinin eriyişini görmüş ve 1859 yılında 6 Eylül günü Gunip’te, savaşın İslamiyet ve ülkesinin bağımsızlığı için tehlikeli olduğuna karar vermiştir. Çarlık yetkililerine görüşlerini bildirerek savaşın durması için çağrıda bulunarak silah bırakma yoluna gitmiştir. Şeyh Şâmil önce vuruşarak ölmeyi düşündüyse de sonunda oğulları Gazi Muhammed ve Muhammed Şâfıî ile birlikte teslim olmak zorunda kaldı Görüşmeleri kabul eden İmam Şamil, Ruslara teslim olması için bazı şartlar ileri sürmüş;

    Gunip’te Prens Baryatinsky teslim olur. Bununla birlikte Şeyh Şamil’in teslim olmasından sonra büyük bir üzüntü ve keder içinde olduğu ayrıca bundan sonra kendini tamamen dine adadığı da unutulmamalıdır. 

    Şamil’in mektuplarında Şeyh’in teslim olduktan sonra Rus devlet adamlarından gördüğü saygı ve yakınlığı karşılıksız bırakmadığı da anlaşılmaktadır. Şeyh Şamil’in Ruslardan gördüğü bu saygının onun için büyük bir anlam ifade ettiği İmam’ın mektuplarına çok açık bir şekilde yansımıştır; Zira, Şeyh Şamil’in 100 Mektubu isimli eserde yayınlanmış olan 24 Kasım 1859 tarihli Muhammed Emin’e gönderdiği mektubunda, Şamil, Allah’ın takdiriyle düşmanların eline düştüğünü ancak Rusların düşmanlarını ve hasetçilerini güldürmediklerini bilakis son derece saygı ve ikramda bulunduklarını ifade etmekte, Çar’ın kendisine yıllık 1000 tuman tahsis ettiğini ve refah içerisinde yaşadığını belirtmektedir.

    Prens Baryatinsky’nin karargâhına götürülen Şeyh Şâmil saygıyla karşılandı; Ruslar uzun zamandan beri direnişini kırmaya çalıştıkları Şâmil’e iyi davrandılar. Şeyh Şâmil ertesi gün Temirhanşura’ya, oradan Saint Petersburg’a, ardından Kaluga’ya götürüldü. Çar Aleksandr onunla burada görüştü; İmam Şamil, aile efradı ve 40 kadar adamı Petersburg’a Çar’ın sarayına götürülür. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanır. Çar, babası 1.Nikola’ya ve ihtişamlı ordularına tam otuz beş yıl Kafkasya’yı zindan eden, kök söktüren bir Müslüman lideri esir olarak değil misafir gibi karşılar ve adetleri gereği zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamaz.

    İmam Şamil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga’ya gönderilir. Ancak Şamil ve ailesine esaret çok ağır gelir. İki yıl içinde Şamil’in simsiyah saçları beyazlar. Büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi’nin hanımı Kerimet üzüntüden vereme yakalanarak ölürler.

    Şamil’, aile efradı ve 40 akıncısı ile, Petersburg’a Çar 2. Alexander’ın sarayına götürülmüştür. Bir gün Rus Çarı esaret altındaki Şeyh Şamil'i, yemek taam etmek için karşısına almıştır, Şeyh Şamil'in iştahlı bir şekilde karnını doyurduğunu görünce, maiyetindekilere: "Korkarım bu adam birazdan bizi de yer" diye istihza edici bir söylemde bulunmuştur. Şeyh Şamil bunun üzerine ibreti âlem için, "Korkmayın dinimizde hınzır eti yemek haramdır" cevabını vermiştir.      

    Şeyh Şamil Hac’ca gitmek için birçok kez Çardan izin ister. Esaretin onuncu yılında Şeyh Şamil’in hac vazifesini yerine getirme isteği kabul görmüştür. Çar tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi’yi esir olarak alır ve hac sonrası Rusya’ya gelerek teslim olması şartını koşar. Rusya’daki 10 yıllık esaret hayatından sonra Çar tarafından Türkiye’ye gitmesine izin verilmiştir. 

    Şeyh Şâmil Ruslar’ın izin vermesi üzerine hacca gitmek amacıyla 31 Mayıs 1869’da İstanbul’a gitti. Aynı gün sadrazamla görüştü. Daha sonra Şeyhülislâmı ve Dâhiliye nâzırını ziyaret etti. 15 Ağustos 1869’da Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edildi. Şeyh Şamil’in geldiğini duyanlar, saraya akın eder ve bu İslam ve halk kahramanını görmek isterler. Senelerdir Ruslara kan kusturan İmam Şâmil hazretlerini beklemeye başlar. Kafkasya’da, İslamiyet’i yok etmeğe uğraşan Ruslara karşı verdiği amansız mücadeleyi iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden Müslüman Türk milleti, Şeyh Şamil’e hayrandır. Onun esaretten kurtulup İstanbul’a geldiği gün, yer yerinden oynamış, halk sahile dökülmüştür.  Abdülaziz Han, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; “Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim” diyerek, çok iltifatlarda bulunur. 

    Sultan: “Şamil, bunca imkânsızlıklarla, kendi başına 25 yıl kâfirlerle nasıl çarpıştın? Bütün savaşlara katılıyor muydun? Yoksa bu zaferler senin kumanda kabiliyetin yüzünden mi oldu?” diye sordu. Şeyh Şâmil oturduğu yerden kalkarak Kafkas kıyafetini çıkardı. Pâdişâh, Şeyh Şâmil’in göğsünde ve sırtında 40′tan fazla ölümcül yara izi olduğunu görünce gözyaşlarına boğuldu. Pâdişâh, Şeyh Şâmil’in ellerini tutarak O’na tahtı işaret etti: “Bugün burada oturmaya layık biri varsa bu ancak sensin,” diyerek şanlı mücâhidin gönlünü almaya çalıştı. Yedi ay Koska’da kendisine ayrılan köşkte oturdu. Sultan Abdülaziz, Şeyh Şâmil’e ve aile fertlerine maaş bağlattı

    Dâvâsına öylesine sâdıktı ki, düşmanlarının başında gelen dönemin Rus Çarı 2. Aleksandr dahî onun dâvâsına olan samimiyetine şâhidlik etti. Bu samimiyetinden olmalı ki, bütün Mü’minler onunla birlikte adeta birer Kafkasyalı oldular. Şeyh Şâmil’in destanı ve onun mücadelesini anlatmak için kaleme alınmış şiirler, dilden dile dolaştı. Tıpkı;

    Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalıyım,

    Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi,

    Dağlılar dağlar gibi, ormanlar ordu gibi, ağaçlar asker gibi,

    Bir şimal rüzgârı değil, bir Şâmil fırtınası,

    Tutsaklık haritası değil, bir zafer coğrafyası… mısralarında olduğu gibi.

    Hac farizasını yerine getirdikten sonra İstanbul'a dönmesi beklendiği için Zarif Paşa Konağı kendisine tahsis edildi. 15 Ocak 1870’te Sultan Abdülaziz’e bir veda ziyaretinde bulunup 25 Ocak’ta İstanbul’dan ayrıldı.

    Allah ve İslam aşkına ömrünü adayan Şeyh Şamil hac görevini yerine getirmek için Sultan Abdülaziz’in kendisine ve mahiyetine tahsis ettiği gemi ile İstanbul’dan ayrılır. Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şamil’i karşılıyor, onun duasını almak yarışına giriyorlardı. Peygamberimizin ve Kâbe’nin hasretiyle yanan Şeyh Şamil’in heyecanı, oralara yaklaştıkça artıyordu. Cidde limanına vardıklarında Mekke Emiri ve mahşeri bir kalabalık tarafından merasim ile karşılanarak Mekke’de Şürefa dairesinde misafir edilmiştir. O sırada Mekke emîri olan Şerif Abdullah da, Şeyh Şâmil’i çok seviyordu. Onu büyük bir itibarla karşıladı. 

    Hicaz’da, onun büyük bir âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet gösteriyordu Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık yüzbin  Müslümanın onu görmek için meydana getirdiği izdiham sonucu, hükümet makamları İmam Şamil’i Kâbe’nin üstüne çıkarmak suretiyle bu hayran kalabalığın arzusunu tatmin edebildi

    Şeyh Şamil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O’nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü.

    Hac ibadetinden sonra bir tahtırevanla Medine’ye götürülmüştür. Zira artık başka türlü bir yolculuğa dayanacak gücü kalmamıştır. Allah’ın resulünü ziyaret eder. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen saniye daha da şiddetleniyordu. Peygamber Efendimiz’e olan aşkının çokluğundan ve O’na kavuşmanın heyecanından dolayı gözünden sel gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şamil,  Resûlullah’ın huzûr-ı şerîflerine geldi. Başta Medine muhafızı Hafız Paşa, seyyidler, dünyanın dört bucağından gelmiş hacılar, onu heyecanla tâkib ediyordu. Kabr-i saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayakuçlarından Resûlullah’a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:

    “Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah! Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah! Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn!” diyerek selâm verince, Resûlullah’ın, selâmına mukâbelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid olduğu bu hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi.

    Şeyh Şâmil, Medine günlerinde son derece takatten düşer, çektiği büyük ızdırap artık tahammül edilemez bir hal alır ve hastalanarak yatağa düşer. Artık vefatı iyice yaklaşmıştır. 

    Medine’de misafiri olduğu dergâhın şeyhi Ahmet Rufai’ye, son bir gayretle şunları söyler: “Rusya’da rehin bulunan oğullarımdan birinin, aile fertlerine sahip çıkmak üzere Medine’ye gelmesinin sağlanmasını Osmanlı Sultanından rica ediniz!..” 

    Oğlu Gazi Muhammed yapılan girişimler sonrasında Hicaz’a doğru yola çıkar. Bu sırada iyice rahatsızlanan Şeyh Şamil’in son anlarında başında misafiri olduğu dergâhın şeyhi Ahmed Rufai ve Şeyh Şamil’in o sırada henüz yedi yaşında bulunan küçük oğlu Muhammed Kâmil bulunmaktaydı. Şeyh Ahmed Rufai, İmam Şamil’in son anlarında olduğunun farkındadır ve ona Kelime-i tevhidi telkin eder. Kelime-i tevhid için otuz yıl gaza meydanlarında yaralar alan, kan döken Şeyh Şamil, son bir gayret ile sağ parmağını kaldırarak Kelime-i şehadet getirir ve 4 Şubat 1871 tarihinde 74 yaşında akşam ezanına yakın ruhunu teslim eder.

    “BU, ŞEHİD KOKUSUDUR ”Ertesi gün ailesinden yanında bulunanların son defa babalarını gördüğü sırada Şamil’in gaza meydanlarında aldığı yaralarla süslü bedenini yıkayıp teçhiz ve tekfin edecek olan Şeyh Ahmet Rufai, Şamil’in daha küçük bir çocuk olan oğlu Muhammed Kâmil’i babasının yanına götürerek şunları söyler: “Oğlum, babanın mübarek elini kokla!..” Muhammed Kâmil, babasının cansız elini öpüp koklarken sözlerini şöyle sürdürür: “Duyduğun bu koku, ancak şehitlik mertebesine erenlerde ortaya çıkan mübarek bir kokudur. Baban şehitler kafilesinin sancaktarlarındandır.”

    Medine’de vefat etti ve Cennetü’l-bakî Hz. Fatma(r.anha)Validemize yakın tepeye defnedildi. Allah rahmet eylesin ve bizleri de şefaatine mazhar etsin.

    Şeyh Şamil; ömrü hayatı boyunca namerde boyun eğmemiştir, muhannete muhtaç olmamıştır, hesap adamı değil dava adamı olarak yaşamıştır, velhasılı kelam esaretin düşmanı ve cesaretin timsali İmam Şamil, tarih olmamıştır bilakis tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır.

Bazı kişilikler, ölümlerinin üzerinden ne kadar yıl geçerse geçsin çok güçlü bir örnek olarak karşımızda durmaktadırlar. Ele almış olduğu davanın ateşli bir savunucusu, gönlü yurt sevgisiyle yanıp tutuşan, döneminin ve günümüz Müslümanlarına çok şey anlatan muhteşem bir kimliktir İmam Şamil. Kafkas savaşındaki rolü ve mücadelesi, şahsiyeti, devlet adamlığı, komutanlığı, imamlığı ile devlet adamlarının ve kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Ele almış olduğu davasını sadece bir yurt savunmasından ibaret görmenin dışında, Dağıstan halkını şeriata riayet ettirip, toplumu dönüştüren bir yapıya sahip olan uygulamalarını da görmekteyiz. Ayrıca adına sayısız eserler yayımlanan Şeyh Şamil’i birkaç sayfaya sığdırmak elbette ki mümkün değildir. Şeyh Şamil, karşımızda hem dev gibi duran ürpertici ve gurur verici bir şahsiyet hem de yeniden başlayışın bir simgesidir. Bir Nakşibendî şeyhi olan Şâmil lider (imam) seçildikten sonra güçlü hitabeti, kararlı tutumu, askerî ve siyasî dehasıyla Dağıstan’da ve bütün Kafkasya’da temayüz etmiştir. Hem idarî hem dinî otoriteydi. Bundan dolayı yazışmalarında imam ve emîrü’l-mü’minîn unvanlarını kullanmış, hükmü altındaki bölgelerde idari sistemi yeniden düzenlemiştir. 

    Şeyh Şâmil’in oğullarından Gazi Muhammed, Osmanlıların hizmetine girmiş ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar’a karşı savaşmıştır. Muhammed Şâfıî, Rus ordusunda tuğgeneralliğe kadar yükselmiş, bir süre Moskova’da, daha sonra Kazan’da yaşamıştır. Küçük oğlu Muhammed Kâmil’den olan torunu Said Şâmil 1920’li yıllarda Dağıstan’ın bağımsızlığı için Ruslar’la savaşmıştır.

    Şeyh Şamil’in Unutulmaz Sözleri:  

Allah tan kullarına şer erişmez.   Kamil kişi yürümeye nasıl başlarsa öyle bitirir.  Kıl kadar bile olsa ışık gördüğün yere git.   İşin Sonunu Düşünen Cesur Olamaz. Nefsini baş tacı eden, dinini hor görür.   Mü’min sendelerse Allah o na destek olur.   Düşmana karşı diri kedi, ölmüş aslandan iyidir.   Kahrolsun sefil esaret! Yaşasın şanlı ve güzel ölüm!   Müslüman idareciler işlerini şura ile görürler.   Maddi silahlar yalnız başına hiçbir işe yaramazlar…   Yüksekteyken küçülmeli, kuvvetliyken insaf etmelisin.  

    Allah la açık ve gizli muameleniz edep üzerine olsun.   Allah‘tan kullarına şer erişmez. (Kul kendi eli ile şerre ulaşır)   Vatanın kurtuluşu ve istiklal yolunda cehd ve cenk gereklidir.   Hürriyetimiz, zulüm ve kahrın döktüğü kanlarla kazanılacaktır.   İstilaya uğrayan vatan toprakları sulh ile ele geçmez, cenkle alınır!   

    Hakkı kabul ve ilan etmek İslami yaşayışın esasını teşkil eder. Allah kuvvetlilerin başaramadığını bir zayıfa başartmaya kadirdir.   Gönüllerden kibri çıkarmak yüce dağları iğne ile kazımaktan daha zordur.   

    Müslümanlık esasına göre kurulan idare teşkilatı ile diktatörlük bağdaşamaz. Dünyada menfaat için sevgi gösterisinde bulunan insanlar kadar alçağı yoktur.      Allah'a giden yollar gökteki yıldız sayısından fazladır. Biz o yollardan birini arıyoruz.   Allah büyüktür. Yardımını vatanı ve kendi uğrunda savaş edenlerden esirgemez.   

    Her şeyin bir hizmet edicisi vardır. Dinin hizmet edicisi de edep ve vatan görevidir.   Hayrın kümelendiği evin anahtarı tevazu, şerrin kümelendiği evin anahtarı ise gururdur.   Biz bir dağdan ‘Allah’ diye bağırırız, o ses diğer dağdan ‘Özgürlük’ diye yankılanır.   Kamil kimse vatanında her hangi bir şey kıpırdar veya doğarsa bundan haberdar olmalıdır.  

     Allah dilediğini imansızlık karanlığında boğar. Fakat sevdiği kulunu hidayete ve aydınlığa kavuşturur.   Ölümü sevgili gibi kucaklayan ve şehitliğe susayan insanlara, esaret teklif etmek çok boş ve gülünçtür… 

    Ey Allah’ın makbul kulları! Ey vatan dağlarının emsalsiz ziyneti şerefli muhafızlar! Bu vatan sizindir, sizin olacaktır…   Ben Müslümanım, Müslüman olanlar kendilerini esarete almak isteyen zorba rejimlerle çarpışmak mecburiyetindedir.   Şunu hiçbir zaman unutmayın! Bağımsızlık, kolay kazanılan bir şey değil. Bunun için kan dökmek, can vermek lazım. Her zaman söylüyorum:   Bir naibe gönül bağlarken onda keramet aramayınız. Sadece şeriata saygı beslediğini ve hak yolunda yürüdüğünü görmek yeterlidir.   

    Müslümanlığı ve vatanınızı kurtarmak istiyorsanız bir tek yolu vardır. Düşmanlarınızın ellerindeki öldürücü silahları aleyhinizde kullanmasına izin vermeyiniz.      Müslümanlar zulme dayanan bir devletin esiri olamaz. Zulüm sistemi ile teşkilatlanan çarlık Rusya sı ya zulümden vazgeçmeli ya baş eğmeli ya da ortadan kalkmalıdır.  

     Bizden torunlarımıza kalacak en büyük miras, hürriyet uğrunda savaşmak, hakkı yayma uğrunda can vermek olacaktır. Torunlarımız hürriyet ve istiklal uğruna yapılan savaşların kuyruğu değil, başı olmalıdır.   Çarlar ölecektir, Petrolarınız ve Katerinalarınız gibi Nikola da gözleri arkasında gidecektir… Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak hür ve mesut olacaktır. Allah, hak ve vatan uğrunda çarpışanlara yardımcı olsun…   

    Kafkasyalılar! Senelerden beri göğüslemeye çalıştığımız en vahim an gelip çatmıştır. Yapabileceğimiz tek iş düşmanla fasılasız ve amansız çarpışmaktır. Bugüne kadar harp etmek şeref ve vatan borcu idi. Fakat bugün hepimizin üstüne farz olmuştur.   Ölüm bizi Allah’ımıza kavuşturan en ulvi hadisedir. Dünyaya geldik O’nun eserlerini gördük, O’nun emirlerindeki isabete inandık, O’nun eserlerine gönlümüzden vurulduk. Şimdide sevine sevine O’na kavuşmayı özlemeliyiz. Ölüm kâfirler için bir azap bir ıstıraptır. Müslümanlar için bir sürur ve saadet olmalıdır. 

    Ey Dağıstan ve Çeçenistan milletleri! Dinleyiniz beni… Ben sizleri para ve menfaat için bu savaşlara sürüklemedim. Bu Allah ın emridir. Toprağımızı hürriyetimize kavuşturmak ülkümüzdür. Bu emre itaat ediniz. Hiç birimiz kamasını kınına sokmasın. Parolamız ölünceye kadar savaş olmalıdır.   “Ruslarla savaşarak ölmek, düşmanla birlikte yaşamaktan çok daha hayırlıdır. Dayanın, bir elimde Kur’an, bir elimde kılıç sizi Ruslara karşı zafere götürmek için çalışacağım. Bundan Böyle değil Ruslara boyun eğmeyi, bunu düşünmeyi bile kesinlikle yasak ediyorum” 

    Ancak, Allah yolunda kan dökünüz vatanın hürriyetine saadetine refahına ve servetine göz dikenlere, el uzatanlara aman vermeyiniz. Sizi kovdukları ve geri sürdükleri bir tek karış yurt toprağını düşman elinde bırakmayınız. Onları daima geldikleri yere sürünüz. Adam öldürmek ve Allah ın binasını yıkmak fena bir şeydir. Fakat vatan uğrunda ölmek ve öldürmek Allah'ın takdis ettiği ulu bir vazifedir.   

    Biz, sadece Dağıstan için değil, bütün Kafkasya için bir bağımsızlık meşalesi yaktık. Bu dağlar, bu ovalar, bu güzel yurt, bağımsız bir ülke haline gelene dek bu meşale yanacak. Bağımsızlığımıza kavuşmadan önce bu meşaleyi söndürmek isteyenlerin vay haline! 

    Bu mücadele, belki nesiller boyu sürecek. Ama neticede hak yerini bulacak ve aziz vatanımızda, sadece kendi bayrağımız dalgalanacak… Buna bütün kalbimle inanıyorum 

    Şeyh Şamil dehasını tüm dünyaya kabul ettirerek halen günümüzde adından bahsettirmektedir. RABBİM MAKAMINI CENNETİ Firdevs eyleyip Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) komşu eylesin. Bizleri de kendilerine layık emanetlerine sahip çıkan evlatlarından eylesin. 

    Hakkında birçok akademik çalışma ve yayın bulunmaktadır. Ülkemizde en çok bilinen kitaplar, İmam Şamil (Tarık Yılmaz GÖZTEPE-1993), Efsane Soluklar (İbrahim REFİK-2007), Şeyh Şamil (Ziya ŞAKİR-2014) John F. Baddaley, Rusya’nın Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, Tercüme Sedat Özden, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1995.Zübeyir Yetik, İmam Şamil, Beyan Yayınları, İstanbul 2007.Şeyh Şamil’in 100 Mektubu, Çeviren: Fikret Efe, Şule Yayınları, İstanbul 2004 bazı örneklerdendir.  Dr. Fikret Efe, Şeyh Şamil’in 100 Mektubu, 2. Baskı, Şûle Yayınları, İstanbul, 2004. s.48.Said Şamil, Dış Türkler ve Sosyalizm, Hilâl Yayınları, İstanbul, 1971.Muhammed Tahir’ül-Karakhi, İmam Şamil’in Gazavatı, (Osmanlıcası: Tahir’ül Mevlevi), Hazırlayan: Tarık Cemal Kutlu, Gözde Yayınevi, İstanbul, 1987, s.39.Tolstoy, Hacı Murat, (Çeviren: Cüneyt Emiroğlu),Sebil Yayınevi, İstanbul, 1976.Murat Yeşil, Kafkas Şahini Hacı Murat, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2009.İsmail Kayabalı., Cemender Arslanoğlu, Büyük Türk Mücahidi Şeyh Şamil’in Kafkasya’da Rus Ordularıyla Mücadelesi ve Dargo Meydan savaşları, Türk Kültürü Aylık Dergi, Sayı 126, Yıl XI, 1973,s.396(76). (Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 39, Şeyh Şamil Md.)

    Ebubekir TANRIKULU Hoca.

    Kadiriye-i Halisiyye-i Hayriyyenin Hadimul Fukarası




Etiketler: Şeyh Şamil Kimdir? Hayatı, Mücadelesi, Vefatı, Mezarı - 2, Şeyh Şamil, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil, şeyh Şamil’in hayatı, Şeyh Şamil’in mücadelesi | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi