Mekteb-i Derviş | İslam

    HZ.ÂMİNE KİMDİR?

    PEYGAMBERİMİZİN ANNESİ HZ.ÂMİNE'NİN HAYATI, VEFATI, SON SÖZLERİ

    Peygamberimiz-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in annesinin adı Hz. Âmine(r.anha), babasının adı Hz. Abdullah(r.a)'tır. O’nun mübârek soyu, Hz. İsmail(a.s)’in oğlu Kayzar sülâlesinin en şereflisi olan Adnân’a kadar uzanır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in annesi Hazret-i Âmine’nin nesebi, Vehb bin Abdi Menâf bin Zühre bin Kilâb bin Mürre şeklindedir. Zühre, Hâşimoğulları’nın ataları olan Kusayy bin Kilâb’ın kardeşi olduğundan, Hz.Âmine(r.anha)’nin nesebi Peygamberimizin babası Hz. Abdullah(r.a) ile Kilâb’da birleşir. (İbn-i Sa’d, I, 59-60.)

    DOĞDUĞU YER AİLESİ VE SOYU

Beni Zühre reisi Vehb´in kızı, âlemlerin ve âdemlerin efendisi Hz peygamberin validesi, onun ve ümmetlerinin annesi Âmine hatun... Ol sadeften doğdu ol durdanesi... O bir mahpeyker, o eşsiz bir gevher! O âlemlerin fahri ebedisine mader. O pırıl pırıl iffet ve mücessem bir edep! O saygıyla anılacak ta ebed!

    Mekke’de doğmuş Medine’de Ebva köyünde M.577 yılında vefat etmiştir.

    Babasının adı Vehb annesi Berre'dir. Babası Vehb b. Abdümenâf Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna, annesi Berre bint Abdüluzzâ da aynı kabilenin Benî Abdüddâr koluna mensuptur. İbn İshak’tan itibaren muhtelif kaynaklar Vehb’in Benî Zühre’nin hatırı sayılır bir siması olduğunu, kızı Âmine’nin de yüksek bir mevkiye sahip bulunduğunu kaydederler. Genel olarak Kureyş’in diğer Arap kabileleri yanında üstün bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Mekke reisi Abdülmuttalib kabilenin en güzel genci olan oğlu Abdullah için bizzat isteyeceği kızın seçkin bir aileye mensup olmasını tabii görmelidir.

    Âmine’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak onun genç yaşta evlendiği şüphesizdir. Evlenmesi, Abdülmuttalib’in, oğlunu da yanına alarak Âmine’yi babası Vehb’den (veya vesâyeti altında bulunduğu amcası Vüheyb’den) istemesiyle gerçekleşmiştir. O zamanki Arap töresine göre eşler evliliğin ilk üç gününde Âmine’nin evinde kalmışlardır. Siyer kitaplarının birçoğunda yer alan rivayetlere göre yakışıklı bir genç olan Abdullah’ın alnında diğer gençlerde bulunmayan bir parlaklık mevcuttu. Asâleti, yakışıklılığı ve alnındaki parlaklığı sebebiyle birçok hanımdan evlenme teklifi alan Abdullah, bunlara iltifat etmemiş ve Âmine ile evlenmiştir. 

    Kocası Abdullahı evliliğinden bir kaç ay sonra kaybetmiştir. Evlendikten sonra "nûr-i Muhammedî" denilen peygamberlik nuru kendisine geçmiş. Delâilü’n-nübüvve, mevlid ve benzeri eserlerde “nûr-ı Muhammedî”, “nûr-ı nübüvvet” diye söz konusu edilen nur budur. Ayrıca kaynaklar, Hz. Peygamber’in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen süre içinde bazı fevkalâde olayların meydana geldiğini ve bunların bir kısmına Âmine’nin de şahit olduğunu ifade eden birçok rivayet kaydederler.. (İbn Hişâm, I, 157-158) 

    Peygamber Efendimiz dünyaya gelinceye kadar bu nuru anlında taşımıştır. Hz.Âmine(r.anha)validemiz Hz.Abdullah(r.a)’ın vefatından sonra bir daha evlenmemiştir. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dışında başka çocuğu olmamıştır. 

    Hz. Âmine(r.anha)’nin Dilinden Doğum Anı

    “Ya Âmine! Bil ki, sen, âlemlerin hayrına hamilesin.” Demişti bir zât rüyasında. O zamanlar daha hamileliğinin altıncı ayındaydı. Üstelik rüyasındaki mübarek zât, çocuğuna koyması gereken ismi dahi söylemişti; Muhammed…

    Ve aylar geçti. Yıl 571, Rebiül-evvel ayının 12. pazartesi günü; Doğum ânı gelip çattı. Kâinâtın alkışladığı O kudsî ânı yeryüzünün en değerli annesi, Hz. Âmine’den dinliyoruz:

    “Doğum zamanı geldi. Kayınbabam Abdûlmuttâlib, Kâbe’yi tavafa gitmişti. Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Çok korkmuştum. Bir de ne göreyim; Bir beyaz kuş ya-nıma geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku adına hiçbir şey kalmadı. Daha sonra beyaz bir kâse içinde şerbet sundular. Ben kâsedeki şerbeti içer içmez beni bir nur sardı. Ve oğlum dünyaya geldi.”Hz. Amine’nin yanında hazır bulunan, doğum anına şahit olan Safiyye Hatun’un rivayetiyle, Efendimiz (s.a.v)doğduğunda ağzından şu kelimeler dökülmüştü; “Ümmetî, Ümmetî…

    Hemen hemen ilgili bütün kaynaklarda yer alan ve sahih hadis olarak nakledilen bir rivayette, Peygamber(s.a.v)Efendimiz kendisinin “hâtemü’n-nebiyyîn” (nebîlerin sonuncusu) olduğunu ifade ederken diğer bütün peygamberlerin anneleri gibi kendi annesinin de oğlu için bir rüya gördüğünden bahsetmektedir. (Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde üç ayrı yerde geçen (IV, 127, 128; V, 262) hadisin bir rivayeti ile Heysemî’nin kaydettiği bir rivayette (VIII, 223) sözü edilen rüyanın konusuna temas edilmemekte, fakat diğer rivayetlerde rüyada Dımaşk veya Busrâ’daki sarayları aydınlatacak şekilde güçlü bir nur görüldüğü ifade edilmektedir. 

    Süleyman Çelebi’ye ait Vesîletü’n-necât’ta ve bugünkü şekliyle Mevlid’in vilâdet bahrinde de göze çarpan bu tür ifadeler, bütün Müslümanların gönlünde en mûtena mevkiyi işgal eden Hz. Muhammed(s.a.v)’in etrafında hâlelenen sevginin tecellileridir.

    Hz.Âmine(r.anha) doğumdan sonra çocuğunu bir süre yanında tutmuş, ardından da sütanneye vermiştir. Muhtemelen dört yaşlarında onu tekrar yanına almış ve iki yıl daha onunla beraber kalmıştır. Belâzürî’nin tercihine göre (I, 94) Hz. Peygamber altı yaşında iken Âmine, oğlu ve Ümmü Eymen adındaki câriyesiyle birlikte Medine’ye gitmek üzere yola çıkmıştır. Yolculuğun amacı, Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla ailenin dayıları sayılan Benî Neccâr mensuplarını ve Abdullah’ın kabrini ziyaret etmekti. Ancak Âmine Medine’de bir ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken çok genç yaşta,30 yaşında Ebvâ’da vefat etmiştir.(m. 577). 

    Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Peygamber efendimizi bizlere örnek ve ideal model olarak göstermiştir. (Ahzab sûresi.21)

    Peygamber(s.a.v) Efendimiz her hususta olduğu gibi, küçük yasta kaybetmiş olduğu annesine karsı sevgi ve saygıda da ümmetine ve bütün insanlara örnek olmuştur. İnsanlık anneye karsı gerçek manada sevgi ve saygıyı, hürmet ve muhabbeti, ondan öğrenmiştir. O, yaşayışıyla insanlara örnek olmuş, sözleriyle yol göstermiştir. O, kendi hayatında tatbik etmediği hiç bir şeyi ümmetine emretmemiştir. 

    Peygamber(s.a.v)Efendimiz sevgili annesini hiç unutamamış, her zaman hatırlayıp hayırla yâd etmiştir. Hicretin altıncı yılında“Hudeybiye Umresi sırasında Ebvâ’dan geçerken, annesinin kabrini ziyaret için Allah’tan izin alıp kabre gitmiş, elleriyle onu düzeltmiş, kabrin basında teessüründen ağlamıştı. Peygamberimizin ağladığına bakarak ashab-ı kiram da ağlamışlar ve Peygamberimize : “Niçin ağladın?” diye sormuşlardı. Peygamberimiz(s.a.v) de : “Annemin benim hakkımdaki şefkat ve merhametini düşündüm de ağladım.” demişti." (Kenzü’l-ummâl, V, 279-280’den Naklen M. Asım Köksal, age., IV, 136-137.)

    İşte Peygamber efendimiz, hayatta olmayan annesine bu derece sevgi ve şefkatle doluydu. “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurarak annenin değerini insanlığa bildiren Peygamber (s.a.v)Efendimiz, annesi hayatta olsa da ona hizmet etme imkanı bulsaydı kim bilir neler yapardı.

    Kaynakların büyük bir kısmı Âmine’nin Ebvâ’da öldüğünü belirttikleri halde bazıları onun Mekke’de vefat ettiğini zikreder. İbn Sa‘d bu ikinci rivayeti kaydettikten sonra bunun yanlış olduğunu ilâve eder ve kabrinin Ebvâ’da bulunduğunu hatırlatır (I, 116-117). Ayrıca Hz. Peygamber’in, hicretin altıncı yılında annesinin Ebvâ’da bulunan kabrini ziyaret ettiği ve onun rikkat ve şefkatini hatırlayarak gözlerinin yaşardığı bilinmektedir. Diyarbekrî, Âmine’nin Ebvâ’da ölüp orada defnedildiğini, ancak daha sonra mezarının Mekke’ye nakledilmiş olabileceğini ileri sürerse (I, 238) de bu, tatminkâr görünmemektedir. Evliya Çelebi de Âmine’nin Ebvâ’da vefat edip defnedildiği, bazılarına göre ise burada vefat etmekle birlikte cenazesinin Mekke’ye nakledildiği rivayetlerini kaydettikten sonra, “sika-i ehl-i siyer”in, hicretin altıncı yılında Peygamber tarafından Ebvâ’dan Medine’ye nakl-i kabir yapıldığını ve orada sütannesi Halîme’nin kabrinin yanına konulduğunu naklettiklerini ve kabrin kendi zamanında ziyaret edildiğini söyler (IX, 652).

    Ancak bu son rivayeti ilgili kaynaklarda bulmak mümkün olmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber’in nakl-i kabir yapma ihtimali de vârit görülmemektedir. Belâzürî’nin kaydettiğine göre (I, 95; krş. İA, IV, 103), Uhud Savaşı sırasında Kureyş ileri gelenlerinden bazıları Âmine’nin Ebvâ’daki mezarından naaşını çıkarıp götürmek ve Hz. Peygamber’e karşı kullanmak istemiş, fakat diğerleri buna rıza göstermemiştir. Bu rivayetin doğruluğunu ispat etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir teşebbüsün gerçekleşme ihtimali de zayıf görünmektedir.

    Hz.Âmine(r.anha)validemiz Hz.Abdullah(r.a)’ın vefatından sonra bir daha evlenmemiştir. Bir tek evladı Hz. Muhammed(s.a.v)dir. Onun, dinî sorumluluğu bulunmayan fetret ehli statüsünde kabul edilmesi mümkün olduğu gibi Hz. Peygamber’in özel duasına mazhar olması ihtimali de mevcuttur. Başta Türkler olmak üzere bütün Müslüman milletler tarafından Resûl-i Ekrem(s.a.v)’e karşı duyulan derin sevgi, onun zevcelerinin, kızlarının, sütannesi Hz.Halîme(r.anha) ve annesi Hz.Âmine(r.anha)’nin (Türkçe şekliyle Emine) adlarını yaşatmak şeklinde de kendini göstermiştir. Bu husus da Âmine’nin âhiret saadeti için bir nevi dua ve niyaz kabul edilmelidir.

    Peygamber Efendimizin Baba Ve Annesinin Erken Vefâtlarının Hikmeti

    Burada hatıra şu suâl gelebilir:"Muhterem peder ve vâlideleri, Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğine neden yetişemediler ve neden ona îmân, kendilerine nasib olmadı?"

    Bu suâle Mektûbat isimli eserinde, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şu cevabı verir:

    "Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekreminin peder ve vâlidesini, kendi keremiyle, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın ferzendâne hissini memnun etmek için, valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden, mânevî evlâd mertebesine getirmemek için; hâlis kendi minnet-i Rubûbiyyeti altına alıp, onları mes`ud etmek ve Habîb-i Ekremini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki, vâlideynini ve ceddini, ona zahirî ümmet etmemiş. Fakat, ümmetin meziyetini, faziletini, saâdetini onlara ihsan etmiştir. Evet, âlî bir müşîrin [mareşal>; yüzbaşı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi; birbirine zıd iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah; o müşîr olan Yâver-i Ekremine merhameten, pederini onun mâiyetine vermiyor."( Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.398)

    HZ. AMİNE'NİN PEYGAMBERİMİZİ (S.A.V) MÜJDELEYEN RÜYASI

    Annesi Hazret-i Âmine, Varlık Nûru’na hâmile olduğunun ilk günlerinde bir rüyâ gördü. Rüyâda kendisine:“Ey Âmine! Sen bu ümmetin efendisine hâmilesin! Dünyâyı şereflendirdiği zaman:«Her hasetçinin şerrinden O’nu tek olan Allâh’a havâle ederim!» diye duâ et ve O’na «Muhammed» ismini ver!” diye seslenildiğini işitti. (İbn-i Hişâm, I, 170.)

    Bunun içindir ki, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Ben, ceddim İbrâhîm’in duâsı, kardeşim Îsâ’nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım.” (Hâkim, II, 453; Ahmed, IV, 127-128)

    HZ. ÂMİNE'NİN VEFATINDAN ÖNCEKİ SÖZLERİ

    Hz. Âmine(r.anha)validemiz Mekke’ye dönerken yolda hastalandı ve Medine’de Ebvâ denilen yerde vefât etti. Oraya defnedildi. Ölmeden önce yetim yavrusuna muhabbet ve şefkat dolu gözlerle derin derin baktı, O’nu bağrına basarak mübarek oğluna şunları söyledi: "Ey dehşetli ölüm okundan Allah`ın yardım ve ihsanı ile yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu!

    Allah, seni aziz ve mübarek kılsın. Eğer rüyâda gördüklerim doğru ise, sen celâl ve bol ikrâm sahibi olan Allah tarafından Âdemoğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin."

    Sen, ceddin İbrâhim`in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin."

    Allah seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır."

    Her yaşayan ölür, her yeni eskir. Yaşlanan herkes zevâl bulur. Herşey fanidir, gider."

    Evet, ben de öleceğim. Fakat ismim ebedî yâdedilecektir. Çünkü, ter temiz bir evlâd doğurmuş, arkamda hayırlı bir yâdedici bırakmış bulunuyorum."( İsfâhanî, Delâilü`n-Nübüvveh, s. 119-120)  (Diyârbekrî, I, 229-230; Kâmil Mîras, Tecrîd Tercümesi, IV, 549)

    Hz. Âmine`nin Defni

    Sevgili Peygamberimiz ile Ümmü Eymen donakalmışlardı. Âdetâ dilleri tutulmuştu. Konuşan sadece Kâinatın Efendisinin gözyaşlarıydı.Ümmü Eymen bir ara kendisini toparladı ve aziz yavrunun gözyaşlarını sildi. Sonra da bağrına basarak teselliye çalıştı:"Üzülme, ağlama, canım Muhammedim," dedi. "İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da. Hepsi bize emânet. Emâneti nasıl vermişse, öyle de alır."

    Sevgili Peygamberimiz derin bir iç çektikten sonra,

    "Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum" dedi. Sonra da derhal kendini toparladı ve gözyaşlarını silerek Ümmü Eymen`e,"Haydi, o emâneti Sahibine teslim etti. Biz de onun na`şını toprağa teslim edelim, rahat etsin" dedi.

    Dünyanın en bahtiyar annesi Hazret-i Âmine`nin cesedini orada toprağın bağrına tevdi ettiler. Ruhu ise, Kâinatın Efendisini bağrından çıkardığı için, kimbilir, ne kadar yükseklerde meleklerle bayram ediyordu.

    Definden Sonra

    Annesiz kalan Dürr-i Yetîmi Mekke`ye götürmek vazifesi dadısı Ümmü Eymen`e düştü.Ümmü Eymen, yol boyunca ona annesiz kaldığını hissettirmemek için elinden gelen gayreti gösterdi. Onu öz evladıymış gibi bağrına bastı ve teselliye çalıştı. Efendimiz de, âdetâ onu bir anne kabul ederek, "Anne, anne" diye çağırdı. Daha sonraları da her gördüğünde, "Annemden sonra annem" diyerek iltifatta bulunuyordu.

    Resûl-ü Ekrem Efendimiz hakkında, "Cennetlik bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen`le evlensin" buyurduğu Ümmü Eymen`i daha sonra azâd ederek hürriyetine kavuşturmuştur. Birinci kocasının ölümünden sonra da onu Zeyd bin Hârise ile evlendirdi. Üsâme Hazretleri, işte bu evlilikten dünyaya geldi.

    Nur yüzlü Kâinatın Efendisi, artık babadan yetim, anneden öksüzdü. Fakat, onun hakiki muhafızı ve hâmîsi vardı. O Hafîz, onu ömrü boyunca kusursuz muhafazası ve eksiksiz murakabesi altında bulunduracak, her türlü tehlike ve sıkıntıdan kurtaracaktır.

    "Rabbin seni yetim bulup da barındırmadı mı?" (Duhâ Sûresi, 6) meâlindeki âyet-i kerîme, Peygamber Efendimizin bu hâlini hatırlatır. 

    Kâinatın Efendisi yıllar sonra, Hicret`in 6`ıncı yılında Hudeybiye Umresi sırasında, yine Ebvâ`dan geçecektir. Allah`ın izniyle annesinin kabrini ziyaret edip, elleriyle düzeltecektir. Sonra da teessüründen ağlayacaktır.

    Onun mübârek gözlerinden tahassür gözyaşları akıttığını gören Sahabîler de ağlayacaklar ve"Yâ Resûlallah, niçin ağladınız?" diye soracaklardır.Resûl-i Ekrem, "Annemin, benim hakkımdaki şefkat ve merhametini düşündüm de ağladım" diye cevap verecektir. (Tabakât, 1/116-117)

    HZ. ÂMİNE HANGİ DİNE MENSUPTU?

    İslâm âlimlerinin ekserisine göre Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın annesi ve babası da Mekke’deki Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın hak dini olan hanîflerdendi.Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nesebinin nezîh ve pâk oluşu hakkında şöyle buyurmuştur:“Ben, câhiliye devrinin kötülüklerinden hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve babamdan meydana geldim. Ben, tâ Âdem’den babama ve anneme gelinceye kadar hep nikâh mahsûlü olarak meydana geldim, aslâ zînâdan meydana gelmedim!” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 260)

    Peygamberimizin Baba Ve Annesinin Îmânları Meselesi

    İslâm âlimleri ittifakla şu hususu belirtmişlerdir."Hazret-i İbrâhim`den (a.s.) gelen ve Resûl-i Ekremi (a.s.m.) netice veren nûrânî silsilenin fertlerinin hiçbiri, hak dinin nûruna lâkayd kalmamışlar ve küfrün karanlıklarına mağlûp olmamışlardı. Hiçbirinin temiz gönlü şirk ve küfür ile kirlenmemiştir."(Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.397Tecrid Tercemesi, 4/537)

    Bu hususu kaydettikten sonra, Sevgili Peygamberimizin baba ve annesinin îmânları meselesi üzerinde duralım.Birbirine yakın izahlarla birçok İslâm âlimi, Peygamber Efendimizin muhterem peder ve vâlidelerinin âhirette necât ehli olacaklarını açık ve kesin bir şekilde delilleriyle ortaya koymuşlardır.

    Bu izah tarzlarını şöylece sıralayabiliriz:

    1) Hz. Abdullah ile Hz. Âmine, Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden çok evvel vefât etmişlerdir. Dolayısıyla Fetret Devrinde yaşamışlardır ve "Ehl-i Fetret"ten sayılırlar. Fetret Devrinde vefât edenlere ise azap yoktur. Bir gün, birisi büyük âlimlerden Şerefüddin Münâvî`ye,"Peygamberimizin baba ve annesi Cehennemde midir?" diye sorar. Münevî Hazretleri hiddetle,"Resûl-i Ekremin peder ve vâlidesi fetret zamanında vefat etmişlerdir. Peygamber gönderilmeden evvel ise azap yoktur" cevabını verir. (Tecrid Tercemesi, 4/539)

    Kendisine bir peygamberin dâveti ulaşmayan kimsenin âhirette azap görmeyeceği âyet ve hadislerle sabittir. (İsrâ Sûresi, 15)

    Peygamber Efendimizin peder ve vâlidelerine de geçmiş peygamberlerden hiçbirinin dâvetinin ulaşmadığı tarihen sabittir. Şu halde, tereddütsüz söyleyebiliriz ki, onlar da necât ehlidirler ve âhirette azap görmeyeceklerdir.

    2) Resûl-i Ekrem`in muhterem peder ve validelerinin şirk ehli oldukları sabit değildir. Belki, onlar, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varaka bin Nevfel ve benzerleri gibi büyük babaları İbrâhim`den (a.s.) gelen inanç ve âdetlerle amel eden "Hanif"lerdendirler.

    3) Sevgili Peygamberimizin baba ve annelerinin şirk ehli olmadıklarının bir delili de, "Ben mütemâdiyen temiz babaların sulbünden, temiz anaların rahminden nakloluna geldim" hadis-i şerifidir. (Kaâdı İyaz, 1/183)

    Kur`ân-ı Kerîm`de müşrikler "necis kimseler" olarak vasıflandınlmışlardır. (Tevbe Sûresi, 28)

    Temizlik ile pislik, îmân ile şirk, mü`min ile müşrik arasında tezad bulunduğuna göre, yukarda kaydettiğimiz hadis ölçüsü ışığında, Resûl-i Ekremin ecdadından hiçbirinin küfür ve şirk gibi mânevî kirlere bulaşmadığını kabul etmek vacip olur.( Tecrid Tercemesi, 4/546)

    Bütün bunlardan sonra meseleyi şöylece özetleyebiliriz: "Resûl-i Ekreme (a.s.m.) Allah tarafından rahmet olduğu hitap edilirken, parlak Nübüvvet ve Risâlet Güneşi henüz doğmadan apaçık nûru sîne-i ihtiramında taşıyan bir ana babayı, evlâdının feyz ve nûrundan mahrum farzetmek, hem edebe, hem mantığa muvafık değildir. Hususiyle, Resûl-i Ekremin muhterem anne ve babasının hayatları, Cahiliyye Devrinde geçmiştir. Risâlet-i Ahmediyye zamanını idrâk etmemişlerdir."

    Öyle ise, bu hususta mü`minin bilmesi ve kabul etmesi gereken husus şudur:"Resûl-i Ekremin (s.a.v) peder ve vâlideleri ehl-i necâttır ve ehl-i Cennettir ve ehl-i îmândır. Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekreminin mübârek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendâne şefkatini elbette rencide etmez."(Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.398)

    Şu dörtlük de bu hakikati pek güzel dile getirmektedir:

    "İki cihângüneşi, bürc-i saâdette iken

    Vâlideynine Mevlâ nice vermeye şerefi,

    Çeşm-i insaf ile ey dil, nazar gavvâsa

    Alıcak dürrini yabana atar mı sadefi?"

    “İki dünyanın güneşi olan Hz. Muhammed (s.a.v) saâdet burcunda iken, Cenâb-ı Hak, anne babasına nasıl şeref vermez ki?

    Ey gönül! İnsaf gözüyle dalgıca dikkatle bak; inciyi alır da, sadefini hiç yabana atar mı?”


    BİBLİYOGRAFYA
    Müsned, IV, 127, 128; V, 262.İbn İshak, es-Sîre, s. 19-28.İbn Hişâm, es-Sîre, I, 110, 156-168.İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 59-60, 94-99, 101-103, 116-117.Belâzürî, Ensâb, I, 79-81, 91-95.Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), II, 156-166.Beyhakī, Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, I, 80-85, 102-114, 187-188.Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, II, 135-151, 172-173, 179-188.İbn Kesîr, es-Sîre, I, 177, 180, 198-208, 211-229, 235.Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Kahire 1923-85, XVI, 56-72, 87.Heysemî, Mecmaʿuʿz-zevâʾid, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâb), VIII, 223.Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-necât (Mevlid) (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1954, s. 103-104, 106-111.Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1386-87/1967, I, 99-107, 113-132.Diyarbekrî, Târîḫu’l-ḫamîs, I, 183-186, 195-198, 200-204, 229-230, 238.Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 652.Zürkānî, Şerḥu’l-Mevâhib, Kahire 1329 ⟶ Beyrut 1393/1973, I, 101-123, 163-166.Abdurrahman el-Vekîl, er-Ravżü’l-ünüf [Süheylî], Kahire 1387-90/1967-70, II, 142 not: 1; 150 not: 3; 172-173 not: 1.M. Halîl Herrâs, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ [Süyûtî], Kahire 1386-87/1967, I, 113 not: 2; 114 not: 5.Fr. Buhl, “Âmine”, İA, I, 406.a.mlf., “Ebvâ”, a.e., IV, 103.W. Montgomery Watt, “al-Abwāʾ”, EI2 (İng.), I, 169.a.mlf., “Āmina”, a.e., I, 438.


Etiketler: Hz. Amine Kimdir? Hz. Muhammed'in Annesi, Hz. Amine'nin mezarı, Hz. Amine'nin Şiiri | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular