Mekteb-i Derviş | İslam

    SULTAN ALPARSLAN KİMDİR? HAYATI, ESERLERİ, VEFATI

    (D.H.420-M.20 Ocak 1029, Harezm-Mer - V.H.465-M.24 Kasım 1072 Ceyhun-Merv)

    Anadolu’yu Müslüman Türklere ikinci Vatan Yapan Askeri Komutan ve Veli, Şehit Türk Hükümdarı.

    Büyük Selçuklu Devleti'nin ikinci sultanı olan Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten Anadolu’yu Müslüman Türklere ikinci vatan yapan askeri komutan veli ve şehit Türk hükümdarı. Künyesi: Ebu Şücâ‘ Muhammed b. Dâvûd Adudüddevle Burhânü Emîri’l-mü’minîn.

    Çağrı Bey'in oğlu olan Alp Arslan, H.1 Muharrem 420.M.20 Ocak 1029 tarihinde Harezmî-Merv şehrinde doğdu. H.10 Rebîülevvel 465.M. 24 Kasım 1072, Ceyhun’ da Suikast sonucu şehit oldu.Sultan Alp Arslan’ın Melikşah, Ayaz, Tekiş, Börü Bars (Böri Pars), Tutuş, Arslan Argun adlarında altı oğlu, Sara, Ayşe (Âişe) ve ismini bilmediğimiz üç kızı bulunmakta idi.

    Henüz küçük yaşta iken, babası Çağrı Bey’in hastalanması üzerine idareyi ele alarak Gazneli taarruzlarını durdurması,1049’da Karahanlılara ve 1058’de Gaznelilere karşı zaferler kazanması, Çağrı Bey’in son yıllarında veliaht sıfatıyla yönettiği Horasan ve bütün Selçuklu topraklarında büyük bir itibar kazanmasını sağladı. Çağrı Bey’in Ağustos 1008’da ölümü üzerine Horasan Meliki oldu.

    Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu’nun Fethi

    Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Selçuk Sübaşı, Dokak adlı bir beyin oğlu olup, Oğuz Yabguluğu’nun ordu komutanı idi. Daha sonra Oğuz Yabgusu ile bozuşarak Aral Gölü yakınlarındaki Cend şehrine geldi (960). Burada kendisi ve O’na bağlı Oğuzlar Müslümanlığı kabul ettiler. Selçuk Subaşı, Cend şehrinde 1009 yılında yüz yaşını aşkın iken öldü. Beş oğlu vardı. Bunlar Mikail (oğulları Tuğrul ve Çağrı Beyler Büyük Selçuklu Devleti’ni kuracaklardır), İsrail Arslan Yabgu (torunu Kutlamışoğlu Süleyman Şâh Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuracaktır), Musa İnanç Yabgu, Yusuf Yınal Bey ve Yunus Bey’dir.

    Selçuk Bey’den sonra Oğuzların başına geçen Arslan Yabgu, Karahanlılar’la anlaşarak Oğuzları Horasan’a geçirmek istedi. Tuğrul ve Çağrı Beyler bu anlaşmayı tanımadılar. Gazneli Sultan Mahmud ise Arslan Yabgu’dan çekindiği için hile ile O’nu ve maiyetini yakalatıp Kalincar Kalesi’ne hapsettirdi (1025). Oğlu Kutlamış buradan kaçıp kurtulduysa da Arslan Yabgu hapiste öldü (1032). Kendisine bağlı Oğuzların bir kısmı dağılırken diğerleri Tuğrul ve Çağrı Bey’in etrafında toplandılar. Arslan Yabgu’nun bu şekilde ölümü iki önemli sonucu doğurdu. Bunlardan ilki, Arslan Yabgu’nun bu şekilde tutuklanıp ölümü üzerine bütün Selçuklu soyunda Gazneliler’e karşı büyük bir kinin ortaya çıkması, diğeri ise Oğuzlar’daki liderlik meselesinin Tuğrul ve Çağrı Beyler lehine sonuçlanmasıdır.

    Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları İnanç Musa Yabgu ile birlikte Horasan’a geldiler. Burada 1035 yılında başlattıkları yurt tutma savaşını kazanarak Selçuklu Devleti’nin temelini attılar. Gaznelli Sultan Mes’ud, Oğuzları Horasan’dan çıkarabilmek amacıyla 1039 yılında büyük bir ordu ile Oğuzların üzerine yürüdü. Tamamen süvari olan Tuğrul ve Çağrı Beyler komutasındaki Oğuz ordusu, Gazneliler’e karşı büyük bir yıpratma savaşına başladılar. Nihayet son darbeyi vurmak üzere Dandanakan denilen yerde Gazne ordusunun karşısına çıkan Selçuklular burada üç günlük bir savaştan sonra büyük bir zafer kazandılar (23/24 Mayıs 1040). Gazne ordusunun bütün ağırlıkları, hazineleri Selçukluların eline geçti. Dandanakan Savaşı’nın olduğu alanda taht kuran Oğuz ileri gelenleri Sultan Tuğrul’u tahta çıkararak O’nu Horasan hükümdarı olarak ilân ve biat ettiler.

    SULTAN ALPARSLAN’IN TAHT MÜCADELESİ

    Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Ramazan H.455’te, M.Eylül 1063’te ölünce, vasiyeti üzerine tahta üvey oğlu Süleyman çıktı. Çağrı Bey’in son zevcesinden doğan, dolayısıyla Alparslan’ın kardeşi olan en küçük şehzade Süleyman, annesinin Çağrı Bey’in ölümü üzerine amcasıyla evlenmiş olmasından ötürü Tuğrul Bey’in üvey oğlu durumuna gelmiş ve annesi ile Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin gayretleri sonucunda da veliaht tayin edilmişti.  Vezir Amîdülmülk tarafından tahta çıkarılan Süleyman’a karşı Alparslan, ağabeyi Kirman Meliki Kavurd, amcası Mûsâ İnanç Yabgu, Çağrı ve Tuğrul beylerin amcazadeleri olan Selçuk’un torunu Kutalmış taht üzerinde hak talep etti.

    Alparslan, önce Herat’ta bulunan amcası İnanç Yabguve isyan eden Huttalan ve Saganiyan emirleri üzerine yürüyerek onları mağlûp etti. 

    Asi emirleri itaat altına aldıktan sonra İnan Yabgu'yu da yenerek taht talebinden vazgeçirdi. Ardından ordusu ile imparatorluk başkenti Rey’e doğru hareket etti. 1063 yılının son günlerinde yapılan savaşta Kutalmış’ı da mağlûp etti. Alparslan’ın Rey’e girmesi üzerine İsfahan’a kadar ilerleyen Kirman Meliki Kavurd bölgesine geri döndü. Alparslan’ın tahta çıkarak adına hutbe okutup sikke kestirmesinden sonra saltanatı, Halife tarafından da (7 Cemâziyelevvel H.456.M.27 Nisan 1064). te tasdik ve ilân edildi.

    Tahta çıkarılan Süleyman ise sultanlığını kabul etmeyen rakiplerine göre kendi zayıflığını farkederek daha önce Rey’i terk edip Şîraz’a çekilmişti. Böylece olayların başından beri Alparslan’ı sultan olarak görmek isteyen ordu içindeki pek çok kumandan ve askeri de memnun etmiş oluyordu.

    SULTAN ALPARSLAN’IN BATI SEFERİ

    Sultan Alparslan, iki ay idarî işlerle ve ordunun hazırlıklarıyla meşgul olarak Şubat 1064’te “Rum gazâsı” adı verilen batı seferine çıktı. Sultan Alparslan hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne daha çok önem verdi, batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi sağlama amacı güttü. Bunun sebebi, babası Çağrı Bey’in Bizans üzerine yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkler için en uygun yerleşme alanı görülmesi oldu.

    ANADOLU’YA YAPILAN TÜRK GÖÇLERİ

    Selçuklu, devlet teşkilâtı, kuvvetli ordusu ve mükemmel idaresiyle Orta Asya kendilerini emniyette görmeyen ve ekonomik sıkıntı içinde bocalayan Türk toplulukları için sığınılacak kapı oldu. Bu sebeple dönmemek üzere Selçuklu topraklarına akan ve Oğuz ağırlıklı Türk boyları, kimi Selçuklu şehzadelerinin hizmetine girerek fetihlere katılırken kimi de kendi beylerinin emrinde, yeni yurtlar edinmek için savaştı. Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına XI. yüzyılın başlarından beri aralıksız süregelen göçler yer yer sosyal rahatsızlıklara da neden oldu. Bu sorun konargöçer Türklerin hayat şartlarına uygun, Orta Asya’ya benzeyen ve hayvan yetiştirmeye elverişli Anadolu’nun fethini zorunlu kıldı.

    Hıristiyanların elinde bulunan Anadolu’nun fethedilmesi hususunda kararlı olan Selçuklu devlet adamları, Türkleri Bizans sınırlarına sevketmeyi devletin resmî iskân siyaseti olarak gördü. Fakat Anadolu’ya ulaşmak için Urmiye gölü yöresinden Tiflis’in kuzeyine kadar uzanan yerlerde Bizans’a bağlı ileri karakol vazifesi gören küçük prensliklerin ortadan kaldırılması gerekiyordu.

    ANADOLU’NUN KİLİDİ ANİ ŞEHRİNİN FETHİ

    Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ile Horasan’dan getirdiği eski veziri Nizâmülmülk de beraberinde olarak Rey’den Azerbaycan’a hareket etti ve ordusu yolda, sefer halinde bulunan Türkmen reisi Tuğtegin tarafından da takviye edildi. Melikşah ile Nizâmülmülk’ün emrine verilen kuvvetler Aras’ın kuzeyindeki müstahkem yerleri zapt ederken Gürcistan’a giren Alparslan’ın kumandasındaki ordu da Kür ırmağının çevirdiği Trialet’e, oradan Kvelis-Kür’e, sonra Şavşat yolundan Taik yöresine ve Gürcü kralının kaçması üzerine de Çıldır gölünün kuzeyindeki Ahılkelek’e kadar ulaşarak pek çok şehir ve kaleyi fethetti. Ahılkelek önlerinde Melikşah-Nizâmülmülk kuvvetleri ile birleşen Alparslan, bu müstahkem şehri 1064 yılı Haziranında ele geçirdi. Bu arada, Ahılkelek’in de düştüğünü gören Lori prensi Kuirike (Georgi) Selçuklular’a tâbi olmayı ve cizye ödemeyi kabul etti.

    Bundan sonra Alparslan Doğu Anadolu’ya geçerek Bizanslıların elinde bulunan, bölgenin en müstahkem şehri Ani’yi kuşattı. Bir aydan fazla devam eden muhasara ve çok şiddetli çarpışmalar sonunda şehir Selçukluların eline geçti (16 Ağustos 1064). Zaptı imkânsız sanılan Ani’nin Müslümanlar tarafından fethedilmesi Doğu’da ve Batı’da büyük yankılar uyandırmış, Halife Kāim-Biemrillâh özel elçisiyle gönderdiği mektubunda takdir ve tebriklerini bildirerek Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabını vermiştir. Ani’nin düşmesi üzerine Kars prensi Gagik (Hayık) Alparslan’ı Kars’a davet ederek büyük törenlerle karşıladı ve tâbiiyetini sundu.

    SULTAN ALPARSLAN’IN DOĞU SEFERİ

    Alparslan, Kirman Meliki Kavurd’un isyankâr tutum takındığı haberinin gelmesi üzerine Doğu Anadolu’daki harekâtını yarım bırakarak Rey’e döndü ve oradan Hemedan’a geçti (Aralık 1064). Kavurd’un af dilemesiyle sonuçlanan bu olaydan sonra, Horasan melikliği sırasında oturduğu Merv’e giden Alparslan kışı orada geçirerek idarî düzenlemelerle ve hânedan mensuplarının çeşitli bölgelere melik ve emîr tayin edilmeleriyle meşgul oldu.

    1065 sonbaharında büyük bir ordu ile Hârizm’e hareket eden Alparslan, Mangışlak taraflarında, İslâmiyet’i kabul etmemiş Türk ve Moğollar ile iş birliği yaparak kervanlara saldıran ve kargaşalık çıkaran Türkmen kabilelerini bozkırlara doğru uzaklaştırdı. Daha sonra Kıpçaklar’ı itaat altına alıp doğuya yöneldi ve Mâverâünnehir’de fetihlerde bulundu. Siriderya kenarındaki Cend şehrinde bulunan atası Selçuk’un mezarını ziyaret etti ve kendisini uzak mesafeden hediyelerle karşılayan Cend hanının topraklarını Melik Şah’ın hükmü altında Selçuklulara bağlayarak seferini tamamladı. Alparslan’ın asayişi temin amacıyla başlattığı doğu seferi, Hazar denizinden Taşkent’e kadar bütün toprakların büyük bir kısmı savaşmaya dahi gerek kalmaksızın Selçuklu hâkimiyetine girmesiyle sonuçlanmıştır.

    SULTAN ALPARSLAN’IN AZERBAYCAN SEFERİ

    Sultan Alparslan, 1068 yılı başlarında ikinci Kafkasya seferine çıktı. Amacı Azerbaycan’ı tamamen Selçuklulara bağlamaktı. Bu seferde Tiflis dahil Azerbaycan şehirleri fethedildi. Alparslan’ın Horasan’a döndükten sonra muhteşem bir törenle oğlu Melik Şah’ı veliaht tayin etmesi (Temmuz 1066) ve Selçuklu topraklarının tamamında onun adının da hutbelerde okunmasını emretmesi üzerine Kirman Meliki Kavurd 1067 yılı başlarında isyan etti. Kavurd, Kirman’a yürüyen Alparslan’ın öncü kuvvetleri karşısında gönderdiği ordunun dağılması üzerine yine af dilemek zorunda kaldı. Alparslan’ın, ağabeyi Kavurd’u affetmesi, ayrıca kızlarına büyük miktarda çeyizlik vermesi onu iyilikle kendine bağlamaya çalıştığını göstermektedir.

    1067 yılını Kavurd ve onun arkasından isyan eden Şîraz Meliki Fazlûye ile uğraşarak geçiren Alparslan, 1068 yılı başlarında ikinci defa Kafkasya üzerine yürüdü. Amacı bu defa bütün Azerbaycan’ı bir daha huzursuzluk kaynağı olmayacak şekilde Selçuklulara bağlamaktı. Çünkü Kavurd’un daha önceki isyanı ile yarım kalan birinci Kafkas seferinden sonra hemen bütün prensler başkaldırmış durumda idiler. Beraberinde Nizâmülmülk ve ünlü kumandanlarından Savtegin de bulunan Alparslan, Tiflis dâhil Kartli, Şirak, Vanand, Nig, Gugark, Arrân ve Gence gibi Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde hüküm süren küçük prenslikler ile Şeddâdî emîrlerini hâkimiyeti altına aldı. Ancak, Alparslan’a bağlılıklarını arz eden ve hatta birkaçı kendi istekleriyle İslâmiyet’i kabul eden bu prenslerin kesin şekilde Selçuklu hâkimiyetine girmeleri, ertesi yıl tekrar bölgeye gönderilen Savtegin’in harekâtı ile gerçekleşebilmiştir.

    Kafkasya seferi devam ederken Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Han’ın ölmesi ve oğulları arasında başlayan taht kavgalarının Selçuklu menfaatlerine halel verecek duruma gelmesi üzerine Alparslan ülkesine dönmek zorunda kaldı. Ancak, İbrâhim Han’ın ölmeden önce kendi eliyle tahta çıkardığı Şemsülmülk Nasr’ın duruma hâkim olması üzerine müdahale etmekten vazgeçti. Doğuda tehlikeli bir durum kalmaması üzerine dikkatini tekrar batıya çeviren Alparslan Anadolu, Mısır ve Suriye’de cereyan eden olaylarla ilgilenmeye başladı.

    ANADOLU’YA TÜRK AKINLARI

    Alparslan’ın her iki Kafkasya Doğu Anadolu seferini de yarım bırakmış olmasına rağmen Türkler’in Anadolu’daki ilerlemeleri devam ediyordu. Anadolu’da ilerleyen bu Türkler, Tuğrul Bey zamanından beri Anadolu’ya yöneltilen Türkmen aşiretleri ile Tuğrul Bey’in ölümü üzerine meydana gelen taht kavgaları ve isyanlar sırasında taraftarlarıyla birlikte Alparslan’dan kaçan bazı kumandan ve şehzadelerdi. Birbirinden müstakil hareket eden bu kuvvetler pek çok önemli şehri ele geçirmişler ve Bizans İmparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başlamışlardı. 

    Anadolu’nun ellerinden gittiğini gören Bizans, imparatoriçe ile evlenerek tahta geçen Roman Diyojen’i kurtarıcı olarak gördü. Roman Diyojen, 1068 baharında çoğunluğu ücretli askerlerden oluşan bir ordu ile Anadolu seferine çıktı. Roman Diyojen, Orta Anadolu üzerinden güneye inip Suriye yolunda stratejik değeri olan Menbiç Kalesi’ni fethederek geri döndü. Ardından yapılan iki sefere rağmen netice alınamadı. Bunun üzerine Diyojen, Türk meselesini kökünden halletmek üzere büyük bir orduyla yalnız Anadolu’yu akıncılardan temizlemek değil, İran içlerine yürüyerek Selçuklu başkentini de zaptetmek amacıyla 13 Mart 1071 günü dördüncü seferine çıktı.

    İSLAM BİRLİĞİ MÜCADELESİ

    Sultan Alparslan, bu sırada Suriye’de Fâtımîler ile mücadele ediyordu. Çünkü Tuğrul Bey’den beri Selçukluların kurmaya çalıştığı İslâm dünyasındaki dinî-siyasî birlik, Fâtımîlerin aksi yöndeki çabaları sebebiyle gerçekleşemiyordu.

    Anadolu’da olaylar, kaçınılmaz bir Romanos Diogenes-Alparslan karşılaşmasına doğru tırmanırken,hâlâ İslâm dünyası iki başlı bir görünüm arzediyor, hutbeler bölgelere göre Sünnî Abbâsî halifesi veya Şiî Fâtımî halifesi adına okunuyordu. Selçuklular, yıllarca Abbâsî halifelerini baskı altında tutan Şiî Büveyhîler’in tahakkümüne son vermişler ve esir alınarak zindana atılan Halife Kāim-Biemrillâh’ı kurtarıp tekrar makamına oturtmuşlardı. 1070 yılında Alparslan, Haremeyn-i şerîfeyn’de (Mekke, Medine) tekrar Halife Kāim-Biemrillâh adına hutbe okunmasını sağlamış ve bu sebeple de “Burhânü Emîri’l-mü’minîn” (halifenin delili, halifenin halife olduğunu ispat eden) unvanını almıştı. Bu olaydan sonra, Suriye’nin Selçuklu Devleti’ne geçmesini arzu eden Hamdânî Hükümdarı Nâsırüddevle, Alparslan’dan Fâtımîler’e karşı yardım istedi. Bunu fırsat bilen Alparslan büyük bir ordu ile hareket ederek (Temmuz 1070) Azerbaycan’dan güneybatıya doğru uzanan stratejik yolun başındaki Malazgirt ve Erciş kalelerini zaptedip Meyyâfârikīn (Silvan) ve Âmid (Diyarbakır) yöresine indi. Bağlılıklarını bildiren bölge emîrlerini huzuruna kabul ettikten sonra Urfa önlerine geldi (Ekim 1070) ve kuşatmasına karşı iki ay direnen Urfa’dan 50.000 dinar haraç alıp bazı Bizans kalelerini de fethettikten sonra Mirdâsîler’in elinde bulunan Halep’e yöneldi. 

    Halep emîrinin huzura çıkmayı reddederek kaleye kapanması üzerine şehir muhasara altına alındı. Ancak bir süre sonra emîrin Oğuz elbiseleri giyerek annesiyle birlikte Alparslan’ın önüne gelmesi, affedilmesine ve yerinde bırakılmasına sebep oldu. Bu sırada Alparslan Şam üzerine yürümeyi planlarken bir Bizans elçisi gelerek imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık, iki yıl önce fethettiği Menbic’i Selçuklular’a bırakmak istediğini bildirdi. Elçiye olumsuz cevap veren Alparslan, Batı Anadolu’dan Ahlat’a dönen Emîr Afşin’den aldığı ve Anadolu’da ciddi bir Bizans tehlikesi bulunmadığını bildiren rapora güvenerek planında değişiklik yapmadı. Ancak aynı günlerde, Diogenes’in büyük bir ordu ile Anadolu’ya hareket ettiği haberinin gelmesi üzerine, Bizans elçisinin imparatorun savaş istemediği hissini uyandırmak için oyalama taktiği ile gönderildiği anlaşıldı. 

    Yine de Fâtımîler hakkındaki tasavvurlarından vazgeçmeyen Alparslan ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak süratle Musul’a doğru hareket etti (6 Nisan 1071). Alparslan’ın önce doğuya, dost topraklara yönelerek ordusundaki yaşlı ve yorgun savaşçıları terhis edip yerlerine zinde kuvvetler alması ve çeşitli savaş hazırlıkları görmesi, Anadolu üzerinde Bizanslılar’la koz paylaşma vaktinin geldiğine inanmış olduğunu göstermektedir. Çünkü Romanos Diogenes’in Anadolu’da ilerlerken topladığı takviye güçlerle 200.000 kişiye varan ordusunun o güne kadar görülmemiş teçhizatı, özellikle muhasara aletlerini de birlikte getirmiş olması, Bizanslıların bütün güçleriyle ve son sözlerini söylemek amacıyla geldiklerini ortaya koyuyordu.

    MALAZGİRT’E DOĞRU

    Sultan Alparslan, Suriye’de iken gelen Bizans elçisi imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık, Menbiç’i Selçuklulara bırakmak istediğini bildirdi. Teklifi kabul etmeyen Sultan Alparslan, büyük bir Bizans ordusunun geldiği istihbaratı üzerine, ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak Musul’a geçti. Burada Selçuklu ordusunun yaşlı ve yorgun askerleri terhis edilip yerlerine zinde kuvvetler alındı ve çeşitli savaş hazırlıkları yapıldı. Sultân Alparslan 1064'te Anadolu sınırına geldi kardeşi Melik Yakuti'ye verdiği emirle Van ve kalesi fethedildi.

    "1066'da Türk Kumandanlarından Gümüştekin, Nizip ve Adıyaman'a kadar geldi. Bizanslı General Aruantanos'un ordusunu bozdu generali esir aldı."

    1067'de ise yine büyük Türk Generali Bekçioğlu Afşin Bey, Malatya'da yine çok üstün Bizans Ordusunu yenip Kayseri’yi aldı. Yetmedi Torosları aşıp Çukurova ve Kilikya'yı yağmaladı, Halep önlerine geldi. Sultân Alparslan ise 1068'de Tiflis’i fethetti. Bu fetihle Gürcülerin bir kısmı Müslüman oldu.Bu akınlar üzerine Bizans İmparatoru büyük bir orduyla Anadolu'ya geçti. Kayseri yakınlarına geldiğinde Afşin Bey'in Niksar'ı aldığını öğrendi. Sivas'a, oradan Maraş'a geldi gönderdiği öncü kuvvet İnal Bey tarafından bozulunca bizzat Haleb'e kadar gelip buraları haraca bağladı.İmparatorun güneyde olduğunu duyan Afşin Bey kuzeyden düzenlediği akınla Sakarya kıyılarına kadar geldi. Pozantı'da bu durumu öğrenen İmparator çok kızdı. (Afşin Bey bu sarkmaları iki kere daha yapacak Ege, Konya ve Denizli'ye kadar inecekti.) Anadolu'yu taramasına rağmen Türk Akıncıları bulamadı, İstanbul'a döndü. 1069 ve 1070'de durum değişmedi akınlar devam etti. Sultân Alparslan amcası Tuğrul Bey'in alamadığı Malazgirt Kalesi’ni aldı, Diyarbakır'a geldi, Vezir Nizâmülmülk'ü Meyyâfârikî'ne (Silvan) gönderdi. Sonra Haleb'e geldi Arap mirdâsi hânedânından Haleb'i aldı sonra Fırat ve Dicle üzerinden Ahlat'taki üssüne döndü.

    Bu gelişmeler karşısında çare arayan Bizans, güçlü ve dirayetli bir komutan olanRomanos Diogenes'i (Romen Diyojen) tahta geçirdi.Türkleri Anadolu'dan atsın diye tahta geçirilen kudretli asker Romanos Diogenes, Roma İmparatoru sıfatıyla Türk Ordusunu imha etmek vemerkezleri konumundaki Rey, İsfahân, Hemedan'ı almak, işi kökünden halletmek için 13 Mart 1071'de yaklaşık 200 bin kişilik muazzam ordusuyla yola çıktı. Hatta kafasında Suriye, Mısır, Irak'ı almak vardı, buraları yönetecek valilerin atamasını yola çıkmadan yapmıştı.

    İmparator'un hedefinde Türklerin eline geçen Bizans'ın doğudaki en güçlü kalesi Malazgirt vardı. Malazgirt'e doğru yola koyuldu. Ordunun ağırlıklarını on binlerce hayvanın yanısıra beş bin araba taşıyordu. Devrin en gelişmiş pek çok silahın yanında 1.400 kişinin kullandığı büyük bir mancınık da vardı.Kusursuz şekilde donatılmış 200 bin kişilik ordunun İstanbul'dan hareket ettiği haberini alan Sultân Alparslan, Halep'ten harekete geçmeden önce ordu komutanlarından rapor istedi. Önüne gelen raporların özeti, Anadolu'da Bizans'ın önemli askerî üsleri ve lojistik depolarının tahrip edildiği, Bizans Ordusu bozulursa Anadolu kapılarının ardına kadar açılacağı yönünde idi.Raporu aldıktan sonra İmparatoru karşılamak üzere doğuya hareket etti.İmparator ise Sultân Alparslan'ın Halep'ten ayrıldığını duyunca Sivas'ta önce harp meclisini topladı, durum değerlendirilmesi yapıldı. İmparator, Türkleri çok iyi tanıyan generaller Josef Trakhaniotes ile Nikeforos Bryennios'dan raporlarını aldı.

    General Bryennios öncü birliklerin başında güya Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği altın haç'ı taşıyordu. Hafif süvariden oluşan öncü Türk Tümeniyle karşılaşılınca vuruşma kaçınılmaz oldu. Bizans öncü kuvvetleri bozguna uğradı. General Bryennios yaralı olarak İmparatorun yanına zor düştü. Türk öncü tümeninin ele geçirdiği altın haç Sultân Alparslan'a gönderildi.

    Sultân Alparslan bu arada, İmparatordan önce Malazgirt Kalesine ulaşmak için zorunlu yürüyüş emretmiş buda özellikle Fırat'tan geçerken önemli zayiatlara yol açmıştı. Sonunda Malazgirt Ovasına ulaşıldı.

    Aylardan ağustos, günlerden Cuma idi. Malazgirt Ovasında yaklaşık 200 bin kişilik Bizans Ordusu, 50 bin kişilik Selçuklu Ordusu karşısında çok kalabalık gözüküyordu. 1071’in 26 Ağustos sabahı Malazgirt Meydanında neler oldu: Sultan Alparslan önce askerlerine imam oldu ve sabah namazı kıldırdı. Sabah namazından sonra şu duayı yaptı: “Allah’ım! İslam’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alparslan’ı, düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret! “

    Askerleriyle beraber namaz kıldıktan sonra, ‘şehit olmaya hazır olduğunun’ bir göstergesi olarak; “Bu benim kefenimdir” diyerek bembeyaz elbisesini giydi ve savaşa tutuşmadan önce askerlerine şu konuşmayı yaptı:

    SULTAN ALPARSLAN’IN, 26 AĞUSTOS 1071 SABAHI MALAZGİRT’TE YAPTIĞI KONUŞMA

    “Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım; ya da şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler, takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler! Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini yüce Allah’a adayarak şehit olanlar, cennete; sağ kalanlar gaziliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, ahirette ateş, dünyada da rezillik beklemektedir.”    

    Sultân Alparslan ordusunun başında cuma namazını edâ ettikten sonra secdeye kapandı namaz duâsını secdede yaptı.

    "Yâ Rabbi. Seni kendime vekil yapıyor, âzâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor, uğrunda cihatediyorum. Ey Allah'ım. Niyetim senin rızânı kazanmaktır bana yardım et."

    Sonra üzerinde beyaz elbisesi olduğu halde beyaz atına bindi. Bir nefer gibi dövüşeceğini göstermek için ok ve yayını bıraktı, yakın dövüş silahı olan kılıç ve gürzünü eline aldı. Askerlerine döndü şöyle seslendi.

    "Yiğitlerim. Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Ben nefsimi Âlemlerin Rabbine adadım. Benim için şehâdet de, muzzafer olmak da bir saadettir. Allah ( c.c) zaferi nâsib ederse istikbâl bizimdir."

    Bu sözlerden sonra yüzünü Malazgirt Ovasında bekleyen Bizans ordusuna çevirdi, atını sürdü. Onunla birlikte inanmış ve adanmış bütün ordu ardından yürüdü.

    Türk Ordusunda herkes ne yapacağını gâyet iyi biliyordu. Orduda,Kutalmışoğlu Süleyman Şah, kardeşi Mansur ve yine Sultân Alparslan'ın kardeşi Yakuti Bey, Artuk Bey, Afşin Bey'in yanısıra Sav Tigin, Ahmed Şâh, İnal Bey, Gümüş Tekin, Mengücek Bey, Dilmaçoğlu Mehmed Bey, Aslantaş Bey, Danişmend Bey, Tavtavoğlu Bey, Saltuk Bey, Uvakoğlu Atsız ve kardeşi Çavlı Bey, Tarankoğlu Bey gibi gözü kara yiğit komutanlar vardı.

    Bizans Ordusunda merkezde İmparator, sol cenahta Aleates, sağ cenahta Nikeforos Bryennios, ihtiyatta Prens Andronikos vardı. 200 bin kişilik orduda Bizanslıların dışında Franklar, İskandinavlar, Almanlar, Normanlar, Slavlar, Gürcüler, Ermeniler, beşbin civarında ise Müslüman olmayan Peçenek ve Uz Türkleri vardı.

    Vakit öğleyi geçeli iki saat olmuştu iki ordu birbirlerine iyice yaklaştılar. Vuruşma başlamaya ramak kalmıştıki Peçenek ve Uz'lar birden saf değiştirip, Bizans'ın muhteşem gücünü bırakıp (her dönem gücün yanında yer almaya çalışanlara duyurulur) kan kardeşlerinin tarafına geçtiler. Sayıları azda olsa bu durum Bizans Ordusunun mâneviyatını kırmaya yetti.

    Vuruşma, Türk Atlılarının müthiş şekilde ok taarruzuyla başladı, düşman pek çok zâyiat verdi ancak Bizans safları bozulmadı. Bunun üzerine Sultân Alparslan hızla geri çekilme emretti. İmparator, Türklerin saldırı kâbiliyetini yitirdiğini sanarak kaçarcasına geri çekilen Türk Ordusuna saldırı emri verdi.Bir müddet sonra Selçuklu Hükümdarı Alparslan'dan beklenen işâret geldi. Bu "bozkır çevirme hareketi" işâretiydi. Bu işâretle Türk Ordusu hilâl şeklinde yayıldı. Bizans Ordusu hilâlin içinde kalmış ve pusuda bekleyen ihtiyat kuvvetlerinin âni hücumuyla şaşkına dönmüş, vakit geçtikçede  yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Akşama doğru Türk kılıcından kurtulanlar topluluklar halinde teslim oluyordu. Çılgınca dövüşen İmparator Romen Diojen bütün mâiyetiyle birlikte yaralı olarak esir alındı. Yapılan anlaşmadan sonra (Urfa ve Antakya Türklere verilecek ayrıca ağır savaş tazminatı ödenecekti) İstanbul'a gönderildi.

    Bu zafer karşısında Sultân Alparslan'a başta Halife olmak üzere yüzlerce tebriknâme gönderilmiş, kâsidelerle övülmüştür. Komutanlardan Sav Tigin savaştan önce elçi olarak gönderildiği ve Bizans İmparatoru'nun "Sultânınıza söyleyin anlaşma şartlarını Rey'de yapacağım, ordumu İsfahân'da kışlatacağım, atlarımı Hemedan'da sulayacağım" demesi üzerine İmparatora şu cevabı vermişti. "Atlarınızın Hemedan'da kışlayacağından eminim, ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem" demişti. Öylede oldu.

    1071'i takip eden yıllar büyük bir fetih hareketini beraberinde getirmiştir. Sultân Alparslan zamanında Hicâz bölgesi Türk Hâkânlığına bağlandı. Mekke ve Medine Şii Fâtımi'lerden temizlendi, yeniden Abbasi Halifesi ile Türk Hâkânı adına hutbe okunmaya başladı, Hac yolu emniyete alındı. Şii Fâtımilere büyük darbe vuruldu, sindirildi. Selahaddin Eyyûbi yaklaşık yüz yıl sonra bunun faydasını görecek Fâtımileri ortadan kaldıracaktı.

    CUMA HUTBESİNDE SULTAN ALPARSLAN'A DUA

    Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh, İslâm dünyasının yakından ilgilendiği Malazgirt Muharebesi'nin Sultan Alparslan tarafından kazanılması hazırladığı dua metninin Cuma namazında bütün İslâm ülkelerindeki minberlerden okutulmasını emretti.

    Malazgirt Savaşı’nda, cenk meydanına çıkan sadece iki ordu değil, aynı zamanda iki komutan, iki insan ve iki devlet yöneticisiydi. Bu savaşta galip gelen Sultan Alparslan, bütün hayatı boyunca iyi bir Müslüman olarak dininin ilkelerinden taviz vermemiş ve ahlâkını sünnet-i seniyye üzerine kurmuştu. Bunun yanında iyi bir devlet adamı ve iyi bir askerdi. Bu bakımdan, o daha savaş meydanına gelmeden savaşı kazanmıştı.

    Takvim yaprakları 26 Ağustos 1071’i gösteriyordu. Malazgirt ovasında insanın tenini kavuran bir sıcak vardı. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, ordusunu Malazgirt Kalesi’nin dışında bulunan Zahva düzlüğüne konuşlandırmıştı. Havanın sıcaklığı, bölgenin yabancılığı onun için sorun değildi. Emrindeki 200 binden fazla askerle birkaç saat içinde müthiş bir zafer kazanarak tarihe geçeceğine inanıyordu. Şimdiden gözlerini kapatınca kendisi için yapılacak kutlamaları görüyor, yoluna serilen kırmızı halılarda yürüyordu. Zafer için küçük bir adım atacaktı, hepsi o kadar! Bir an önce savaşın başlamasını, mutlak gördüğü zaferi istiyordu. Her şey çok kolay olacaktı. Savaşa, eski Roma taktik kitaplarının tarif ettiği yedi savaş düzeninin birincisi olan dikdörtgen sistemde girecekti.

    Kibir ve Tedbir

    Aslında Diogenes’in tercih ettiği bu savaş düzeni, daha Roma çağında bile fazla büyük sahayı kaplamasıyla kolayca yarılma tehlikesi barındırması yüzünden tecrübeli askerlerce pek tercih edilmiyordu. İmparator ayrıca, yine eski Roma taktik kitaplarında rastlanan başka bir savaş taktiğine uygun olarak ordugâhın etrafının bir hendekle çevrilmesini istedi. Siper vazifesi gören bu hendekler duruma göre beş ilâ on yedi ayak genişliğinde olabiliyor, derinliği de üç buçuk ayak kazılıyordu. Çıkan topraklar ise ordugâhın tarafına yığılıyor, kazık ve kalaslarla bir çit örülerek tekrar hendeklere akması önleniyordu. Ne var ki bu hazırlık Roma ordusunda genellikle tek gecelik konaklamalarda alınan bir güvenlik tedbiriydi ve Romanos’un, Malazgirt Kalesi dururken bu toprak siperli istihkâmı neden tercih ettiği anlaşılır gibi değildi.

    Sultan Alparslan ise ordusunu dört kısma ayırdı ve her birini savaş alanının farklı mevzilerinde pusuya yatırdı. Ardından da komutanlarını toplayarak uygulanacak savaş hakkında son bir kez daha konuştu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş olsa da, savaş planının üzerinden son bir kez daha geçmek ve tecrübeli komutanlarının onayını almak istiyordu. Bütün bu hazırlıklar bitene kadar vakit öğlen olmuş, Cuma vakti girmişti. Sultan Alparslan “Ölürsem kefenim olsun!” diyerek beyaz bir elbise giydi, güzel kokular süründü. Askerleriyle birlikte huşu ve gözyaşları içinde Cuma namazını eda etti, dua ve niyazda bulundu. Askerleri de aynı şekilde Sultan’a eşlik ederek dua ediyor, hep birlikte âmin diyorlardı. Malazgirt Ovası, zaferin Allah’ın takdirinde olduğuna inanan bu mümin ordusunun dua ve Âminleriyle sarsılıyordu.

    Cuma günü öğleye kadar orduyu denetleyen ve kumandanlarına son direktiflerini veren Alparslan, ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra "Ölürsem kefenim olsun" dediği beyaz bir elbiseyle askerin karşısına çıktı ve şu konuşmayı yaptı: "Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehid olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var; ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler." Sultan Alparslan, bu ünlü konuşmasının ardından ilk hücumu başlattı.

    MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ

   26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt ovasında cereyan eden meydan savaşı gerçekten son sözün söylendiği bir savaş olmuş, Selçukluların elde ettiği büyük zafer Türker’e Anadolu kapılarını açarak dünya tarihinin geleceğine tesir etmiştir.

    Artuk, Mengücük, Saltuk, Dânişmend ve diğer Türk beylerinin güçleriyle birlikte Bizans kuvvetlerinin ancak dörtte birine denk gelmesine rağmen Selçuklu ordusu moral gücünün yüksekliği, taktik üstünlük, Sultan Alparslan’ın konuşması ve savaş esnasında Peçenek (Kuman), Uz (Oğuz) kuvvetlerinin Selçuklu safına geçmesi sayesinde savaşı kazandı. Bizans ordusu pek çoğu ücretli, aralarında dil, din, ortak gaye gibi birleştirici unsurlar bulunmayan ve daha önce birbirleriyle devamlı surette savaşmakta olan Frank-Norman, Bulgar, İslav, Peçenek (Kuman), Uz (Oğuz), Gürcü ve Ermeni topluluklarından derlenmişti. Selçuklu ordusu yalnız Müslüman Türker’den ibaretti ve bu askerler ücret karşılığı savaşmıyorlardı. Aynı şekilde, Bizans kumandanları arasında da çeşitli fikir ayrılıkları, şahsî kin ve haset duyguları bulunurken Selçuklu kumandanları, Alparslan’ın tahta çıktığı günden beri çevresinde kenetlenmiş olan Savtegin, Ay Tegin, Porsuk ve Gevherâyin gibi kişilerdi. 

    Bizans ordusunun kütle savaşı yapan, manevra kabiliyeti zayıf ağır teçhizatlı birliklerine karşı Türk kuvvetlerinin hemen bütünüyle hafif teçhizatlı, manevra kabiliyeti yüksek süvari kıtalarından meydana gelmiş olması, savaşın seyri ve sonucu üzerinde müessir olmuştur. Üstün güçlerine rağmen Bizanslıların mağlûp olmalarında rol oynayan en önemli âmil ise Alparslan’ın uyguladığı savaş planıdır. Alparslan, Türker’in tarih boyunca kara ve deniz savaşlarında daima kullandıkları, merkeze yerleştirilen zayıf fakat süratli birliklerin sahte ricatla düşmanın merkez kuvvetlerini peşlerine takıp yan cenahların arasına sokmaları ve âniden geri dönerek çembere almaları taktiğini uygulamış, Bizans kıtalarının kolay manevra yapamamaları da başarıya ulaşmasını çabuklaştırmıştır.

    Ağustos ayının son günlerinde Malazgirt Ovası’nda Selçuklu askerleri sayıca kendilerinden neredeyse beş kat üstün olan Bizans askerlerine karşı kılıçla, gürzle saldırıya geçmişti. Alperenler küffara korkusuzca taarruz edip ardından yavaş yavaş geriye çekiliyordu. Tozun toprağa karıştığı, ölüm çığlıklarının kulakları sağır ettiği bu hengâmede Sultan Alparslan, “Turan taktiği” denilen yanıltıcı geri çekilme ile düşmana sahte bir erken zafer hissi veriyordu. Nihayet düşmanın istenilen pozisyona gelmesiyle bir anda dört koldan hücuma geçen Selçuklu ordusu, Malazgirt Ovası’nı düşmana mezar ediyordu.

    Akşama doğru koca Bizans ordusu kaçıp canını kurtarmaya çalışıyor, büyük bir çoğunluğu ise yere serilmiş, cansız yatıyordu. Zafer, sayıca kat kat üstün olan Bizans’ın değil, müminler ordusunun olmuştu.

    Savaşın kazanılmasında en önemli neden Sultan Alparslan’ın Türklerin tarih boyunca kara ve deniz savaşlarında kullandıkları, Kurt Kapanı (Turan, Hilal Taktiği) taktiğini kullanması oldu.

    Malazgirt Savaşı’nda ihtişamlı bir zafer kazanan Sultan Alparslan’ın kişiliği ve karakteri. O hem zaferden önce hem de sonra yaşantısı, ahlâkı, tavır ve davranışlarıyla örnek bir insan, örnek bir mümin, örnek bir yönetici ve komutandı. Belki de maharetlerinden ziyade değerlerine bağlılığı ona Anadolu’nun kapılarını açmış, tarihin büyük şahsiyetleri arasına adını yazdırmıştır. Kendisinden Anadolu’yu topyekûn İslâm’a açmayı deneyen onlarca hükümdara nasip olmayan fetih neden ona nasip oldu? Neden dost düşman herkes onun ismi ve hatırası önünde saygıyla eğildi? Bu soruların cevabı hiç şüphesiz onun sadece başarılarında değil, şahsiyetinde de saklıydı.

    Aksarayi’nin anlatımına göre Romanos Diogenes’i esir eden Selçuklu gulamının ilginç bir hikâyesi vardır. Bağdat’ta askere katılacak askerlerin seçmeleri sırasında, sıraya girmiş gençler arasında bir tanesi boy pos, endam olarak beğenilmeyecektir. Bu kısa ve çelimsiz genç tam elenecekken orada durumu takip eden Selçuklu sultanı bu gence acıyarak şu sözleri sarf edecektir :””Belki de Rum imparatorunu o yakalar!” ”Sultanın bu sözleri gencin askere kaydedilmesini sağlayacaktır. Bu sözler sanki bir dua gibi kabul görecek ve herkesin küçümsediği bu çelimsiz genç, Sultan Alparslan’ın gönlündeki en büyük arzuyu yerine getirecektir.” 

    MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI'NIN SONUÇLARI

    Sultan Alparslan İmparatora bir savaş esiri değil bir konuk hükümdar muamelesi yaptı. İki hükümdar arasında geçen müzakereler sonunda bir barış antlaşması imzalandı. Buna göre, "1) İmparator kurtuluş akçesi olarak 1,5 milyon altın verecek. 2) Bizans Devleti her yıl Selçuklu'ya 360.000 altın vergi ödeyecek. 3) Bizans'ın elinde bulunan bütün İslâm esirleri serbest bırakılacak. 4) Bizans gerektiğinde Selçuklu'ya askerî yardımda bulunacak. 5) İmparator kızlarından birini sultanın oğluna nikâhlayacak. 6)Antakya, Urfa, Menbiç ve Malazgirt Selçuklu'ya bırakılacak."

    SULTAN ALPARSLAN’IN ROMEN DİYOJEN’E MUAMELESİ

    Malazgirt Savaşı’nda esir edilen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’e, savaşı kazanması halinde kendisine nasıl bir ceza uygulayacağını sorduğu zaman Diogenes “sana zulüm ve işkence edecektim” der. Buna rağmen Sultan Alparslan onu affetmiştir. Her zaman sözüne sâdık olan Sultan için tarihî kaynaklar, yaptığı antlaşmaları asla bozmadığını ve bu yönüyle tanındığını kaydeder.

    İster Müslüman ister Hristiyan olsun eski tarihçilerin tamamının ittifakla, ancak teferruatta küçük farklılıklarla anlattıkları üzere, Alparslan mağlûp Bizans imparatoruna şeref misafiri muamelesi yapmış, savaş alanında ele geçirilen tahtını kendi tahtının yanına kurdurarak tacını başına bizzat giydirmiştir. İki hükümdar arasında dostluk kurulmuş ve metni bugün mevcut olmayan bir barış antlaşması imzalanmıştır. Ancak Romanos Diogenes’in gıyabında tahttan indirilmesi ve bir süre sonra da hileyle ele geçirilerek gözlerinin oyulup ölümüne sebebiyet verilmesi (4 Ağustos 1072) üzerine bu antlaşma hükümleri uygulanamamıştır.

    SULTAN ALPARSLAN’IN TÜRKİSTAN SEFERİ

    Bütün celâdet ve haşmetine rağmen son derece duygulu bir insan olan Alparslan, 1072 Eylülü sonunda Türkistan seferine çıkmak üzere iken Romanos Diogenes’in acıklı sonunu öğrenince çok üzülmüş ve barış antlaşmasının artık geçersiz olduğunu ilân ederek Bizans üzerine ordu gönderilmesi emrini vermiş, 

    Artuk Bey kumandasındaki kuvvetler Anadolu’ya girmeye hazırlanırken kendisi de 200.000 kişilik ordusuyla Türkistan seferine Mâverâünnehir’e hareket etmiştir. Alparslan’ın doğuya yönelmesinin sebebi, Karahanlı Hükümdarı Şemsülmülk Nasr Han’ın Hârizm ve Tohâristan melikleri olan oğulları ile devamlı savaş halinde olması ve Selçuklulardan toprak almaya çalışmasıdır. 

    ROMEN DİYOJEN'İN SONU

    Barış antlaşmasının imzalanmasından bir gün sonra Sultan Alparslan, Romen Diyojen'i İstanbul'a uğurladı. Ancak Bizans Senatosu, mağlûbiyet haberini alınca Romen Diyojen'i tahttan indirip yerine VII. Mikhail Dukas'ı İmparator ilân etti. Bizans kuvvetleri tarafından teslim alınan Romen Diyojengetirildiği Kütahya'da gözlerine mil çekilerek hapse atıldı; ertesi yıl da Kınalıada zindanında öldü.

    MALAZGİRT SAVAŞI'NIN YANKILARI

    Savaştan sonra İsfahan'a giden Alparslan, Abbâsî halifesi ve bütün İslâm hükümdarlarına fetihnâmeler göndererek kazandığı zaferi müjdeledi. Bu haber ulaştığı her yerde büyük coşkuyla karşılandı ve bütün Müslümanlar üzerinde derin bir etki meydana getirdi. Halife Kāim-Biemrillâh, Alparslan'a değerli armağanlarla birlikte özel bir mektup göndererek kazandığı zaferden dolayı onu kutladı ve ona çeşitli unvanlar verdi. Diğer İslâm memleketleri hükümdarları da Alparslan'ı özel heyetlerle değerli armağanlar ve tebriknâmeler gönderip kutladı. Ayrıca devrin şair ve edipleri sultan hakkında kasideler, çeşitli övgü yazıları kaleme aldı.

    MALAZGİRT SAVAŞI'NIN TÜRK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ

    Malazgirt Muharebesi Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu zafer sonunda, Bizans'ın bütün maddî imkânlarını kullanarak hazırladıkları büyük ordu dağıldığından daha sonraki yıllarda Türkler önemli bir direnişle karşılaşmadan kısa zamanda Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerledi ve fethettikleri toprakları vatan edinip Saltuklu, Mengücüklü, Dânişmendli, Dilmaçoğulları, Ahlatşahlar, Yinaloğulları, Çubukoğulları ve Artuklu devletlerini kurdu.

    VEFATI VE SON SÖZLERİ                                                                                          

    Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferi’nden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehir’e doğru sefere çıktı. Amuderya Nehri üzerinde bulunan Hana Kalesi’ni muhasara etti. Kale komutanı, sapık bir fırka olan Batıniliğe mensup Yusuf el-Harezmî idi. Bir süre muhasaraya direndikten sonraKalenin fazla dayanamayacağını anlayınca teslim olduğunu bildirdi. Teslim olarak huzura kabulünü dileyen Barzem Kalesi kumandanı Yûsuf Hârizmî (Barzemî) tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle vurulmak suretiyle ağır şekilde yaralandı,Katil derhâl öldürüldü. Dört gün sonra da şehid oldu (H.10 Rebîülevvel 465.M.24 Kasım 1072.Merv). Sultân Alparslan, 1072'de şehid edildiğinde 43 yaşını 9 ay 6 gün geçmişti. (Hâlife ilk defa bütün dünya Müslümanlarına başsağlığı dileyen resmi bir beyannâme yayınlamıştır.) 2.Büyük Türk Hâkân'ı olarak saltanatı 9 yıl 1 ay 18 gün sürmüştür. Seferiye Hâtun ile evliydi yerine 17 yaşında büyük oğlu Sultân Melikşâh geçmiştir.

    Son sözleri şunlar oldu: “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem,  Allah Teâlâ’ya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, sanki ayağımın altındaki dağ titriyor gibi geldi. Kalbimden, “Ben, dünyanın hükümdarıyım, bana kim galip gelebilir!” diye bir düşünce geçti. İşte bunun neticesi olarak Cenab-ı Hak, âciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hatâ ve kusurlarımdan dolayı Allah’u Teâlâ’dan af diliyor, tövbe ediyorum. Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasulullah!..” Ölümü, orduda ve ülkede karışıklıklara sebep olmasın diye Ceyhun Nehri geçilinceye kadar gizli tutulmuştur.( İbnü’l-Cevzî, İbnü’l-Esîr, Sıbt İbnü’l-Cevzî, Bundârî, İbnü’l-Adîm ve Ebu’l-Ferec, Sultan Alp Arslan’ın cesedinin Merv şehrine götürülerek burada babası Çağrı Bey’in yanına defnedildiğini yazar.)

    Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Cennetteki derecesini ali eylesin. Bizleri ve nesillerimizi emanetine sahip çıkan ve imanlı güçlü temiz nesiller yetiştirenlerden eylesin. Âmin.

    Ramazan Şeşen, Arapça Kaynaklar üzerinde yaptığı çalışma sonucunda, Sultan Alp Arslan’ın cenazesinin Oğlu Melikşah ve Veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından orduyla birlikte Merv’e getirilerek Merv Medresesi’nde babasının kabri yanında gömülmüş olduğunu tespit etmiştir. Alp Arslan’ın babası Çağrı Bey, 1059 yılı sonlarına doğru vefat edince önce Serahs’ta defnedilmiş ancak sonradan oğlu Sultan Alp Arslan tarafından Merv’de yaptırılmış türbesine nakledilmiştir.

    İslâmî Kaynaklar, Melik Çağrı Bey’in ve oğlu Sultan Alp Arslan’ın defnedildiği şehrin, bugün Türkmenistan sınırları içinde yer alan Merv şehri olduğunda birleşiyorlar

    SULTAN ALPARSLAN’IN VASİYETİ 

    Sultan Alp Arslan, ölmeden önce başta Vezîri Nizâmü’l-Mülk olmak üzere ileri gelen adamlarının ve oğlu Melikşah’ın huzurunda aşağıda maddeler halinde gösterdiğimiz şu vasiyette bulundu:

    1) Benden sonra oğlum Melikşah’ın hükümdar, Nizâmü’l-Mülk’ün de onun veziri olmasını ve her ikisine itaat etmenizi,

    2) Kardeşim Kara Arslan Kâvurd Bey’e Fars ve yöreleri ile Kirmân’ın verilmesini, ayrıca belirlenecek miktarda para verilmesini ve eşimle (Seferiyye Hatun) evlenmesini,

    3) Oğlum Ayaz’a, babam Davud (Çağrı Bey)Bey’e ait olan Belh’deki şeyleri ve 500.000 altının(dinar) verilmesini, Ayaz’ın, kardeşi Melikşah’a yardım etmesini,

    4) Oğlum Melikşah’a da (ülkedeki) kaleler ve bunlara ait olan gelirlerin verilmesini, eğer kardeşi Ayaz ya da amcası Kavurd kendisine verilenlere razı olmazsa onlarla savaşılmasını ve bunlara verilecek malı, yapacağı mücadeleye harcamasını vasiyet ediyorum. Urfalı Mateos’a göre, Sultan Alp Arslan aldığı yaranın tesiri ile öleceğini anladığında; ileri gelen kumandanlarını ve Khocab’ı (Hâce Hasan et-Tûsî/Vezir Nizâmü’l-Mülk) yanına çağırdı. Sultan henüz bir çocuk olan oğlu Melikşah’ı onlara takdim edip: “İşte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum, oğlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun” dedi.

    Sultan bu sözleri söyledikten sonra hükümdarlık giysilerini çıkardı ve oğlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eğildi ve onu gözyaşları içinde Allah’a ve ileri gelen emîrlerine emanet etti. Sultan Alparslan’ın ileri görüşlülüğünü gösteren bu vasiyet, Kavurd’un isyan etmesi üzerine uygulanamadı. 

  

Etiketler: Sultan Alparslan Kimdir? Hayatı, Eserleri, Vefatı - Anadolu'yu Müslüman Türklere Yurt Yapan, Malazgirt Meydan Muharebesi, islam birliği, anadoluya türk akınları, bizans, azerbaycan, ani, anadoluya yapılan türk göçleri, taht mücadelesi, romen diyojen, türkistan, Sultan alparslan vefatı ve vasiyeti, tarihe geçen sözleri | Mekteb-i Derviş

Not: HTML'e dönüştürülmez!
    Kötü           İyi
Benzer Konular